111 65 46MB
Turkish Pages 686 [716] Year 2005
EROL MÜTERCİMLER Korkak Abdul'den Coni Türk'e •
e
ı_ ou
EROL MÜTERCİMLER, 1954 yılında Kars'ta doğdu, tüm öğrenim yaşamı İstanbul' da geçti. İ.Ü. Fen Fakültesi Fizik Bölümü'nden mezun oldu. Deniz Kuvvetleri'nde bir süre Fizik öğretim üyeliği, Beşiktaş Deniz Müzesi Mü dürlüğü yaptı ve bunun ardından Avust�alya'ya gitti. SBS devlet radyo sunda programcılık yaptı, "Çokkültürlülük" konusundaki doktora alan ça lışmasını Avustralya'da yapıp, j. Ü. Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde ta mamladı. Deniz tarihi çalışmalarıyla tanınan Mütercimler, Türkiye'ye dö nüşünde çeşitli gazete ve dergilerde köşe yazarlığı yaptı. TRT.Radyosu ve çeşitli 1V kanallarında programcı ve yönetici olarak çalıştı. Belgeseller ha zırladı. Halen üç ayn üniversitede (Yeditepe Üniversitesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi, Doğuş Üniversitesi) Strateji ve Devrim Tarihi dersleri vermek tedir. Şu anda Habertürk kanalında Aynanın Arkası adlı haber programı yapmaktadır. Bugüne kadar kısa radyo oyunları, çeşitli dergilerde yazılan ve belgesel senaryoları yanı sıra on bir kitaba imza atmıştır: Destanlaşan Ge miler; Milli Mücadelenin Kahraman Gemisi Alemdar; Bilinmeyen Yönleriyle Kıb rıs Banş Harekatı; Kurtuluş Savaşı'na Denizden Gelen Destek- Souyet Yardımla rı; Gaspedilen Gemi Sultan Osman; 21 . Yüzyılın Başında Türkiye - Türk Cumhu riyetleri İlişkiler Modeli (Milliyet
Sosyal Bilimler Araştırma Ödülü); 21. Yüz
yılın Eşiğinde Türkiye-Japonya İlişkisi - Ertuğrul Faciası; 2 1 . Yüzyıl ve Türkiye "Yüksek Strateji;" İmparatorluğun Çöküşüne Denizden Bakış; Kadınlar Gemiler Otomobiller; Düşler
ve
Entrikalar, Komplo Teorileri.
KORKAK ABDUL'DEN CONİ TÜRK'E •
GELiBOLU 1915 Erol Mütercimler
Alfa Yayınları 1582 inceleme-Araştırma 14
Korkak Abdul'den Coni Türk'e Gelibolu 1915 Erol Mütercimler
1-3. Basım
: Mart 2005 4. Basım: Nisan 2005
5. Basım : Haziran 2005 ISBN: 975-297-610-7
Yayıncı
ve
Groel Yayın Yönet meni M. Faruk Bayrak
Yayın Koordinatörü
P=rlımıa
ve
ve
Editör Rana Gürtuna
Satış Müdürü Vedat Bayrak
Kapak Tasanmı Utku Lomlu
© 2005, ALFA Basım Yayım Kitabın tüm
yayın haklan Alfa
Dağıhm Ltd. Şti.
Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şii.' ne aittir.
Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı
yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz
ve
-yayımlanamaz.
Alfa Basım Yayım Dağıbm Ltd. Şti. İstanbul, Turkey
Ticarethane Sokak No: 53 Cağaloğl u 34410
Tel: (212) 511 53 03
-
513 87 51 - 512 30 46 Faks: (212) 519 33 00 www..alfakitap.com
[email protected] Baskı
ve
Cilt
Melisa Matbaacılık Yolu Acar Sanayi Sitesi No: 8 Bayrampaşa
Çiftehavuzlar Tel:
(212) 674 97 23 Faks: (212} 674 97 29
-
İstanbul
İÇİNDEKİLER
Sunuş
.ix
...................................................................................... ...........
Birinci Bölüm
ÇANAKKALE SAVAŞI TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN ÖNSÖZÜDÜR Osmanlı'nın savaştığı cepheler Osmanlı
........
.
....... ...
.
........
Devleti Almanya'nın safına itiliyor
.
Birinci Dünya Savaşı'nda kullanılan yöntemler
Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesi .. . ..
..
Çanakkale Cephesi'nin açılması karan
Savaşın
askerleri ve orduların durumu
Siperlerde yaşam
. .... .. ..... . . ........
Savaşın lojistik maddeleri
Sağlık hizmetleri
.
.
......... ....
..
... . ...........
..... ............ ......... . ...
Veterinerlik hizmetleri
.
. .
. ..
.
.... ....
.
3
. . 9
.
.... . ..... . ..
..............
..
.
.........
..
. .10
.. . ..........
14
.
25
36 .57 68
.
.. . . ...... .... . . ... .. ...
..
... ..... . ........... .. ... .
.
4
6
... .
..
. . .. . ...
.
..........
.
.. .
.. ........ ..... . ... . .. . ............ ...
. ... .........
. ... .....
. . ..............
........ ... ... .. . .... ... .
.
.... . .
......... .
.
.
.. . ...... .
.......... ..
... .. . ........... .... ......... .......
SONUÇ VE YORUMLAR
.
.. .............
..... ......... . .. . ... .........
.
.. . .... . ..... . .
.
. .... . ... . . . ... . ..... . .....
.
...
.... ...... ..
...... .......
.
.
70
ve lojistik ...........................................70 b. 25 Nisan 1915 kara harekatı . . . 72 c. Sonuç ve Yorumlar .. . . . 75 a. Gelibolu Yarımadası
.. . ....... .. ...... ......... . . ... . . ... . .......
.. .... .. ... ................. . . ... ... ................ ....
..
İkinci Bölüm ÇANAKKALE "DENİZ MUHAREBELERİ": 18 MART 1915 BOGAZ MUHAREBESİ
Saldırıya dayanak arayışı
....... ........................... .
.
Büyük Armada'mn ağır yenilgisi hazırlanıyor
.
.. . . . . .... .
.........
.
....
. .. ..
92
.. ... ....
96
. ....... ....
.v
İçindekiler
vi
19 Şubat 1915 bombardımanı ......................................................109 25Şubat1915 bombardımanı ...................................................... 113 26Şuba t' ta n 18 Mart'a kadar
deniz muharebeleri .
..
.
..... ....
.117
....
7Mart1915 harekatı ................................................................. ,... 129
Demirhisar torpidobotunun harekatı .. . . .
.
. .......... .......13 2
8 Mart 1915 harekatı ...
.
... .
. .. ..... . .. .. . .
.
9 Mart
harekatı
.
. ...
....
..... . . . . .. . .. .
.. . .
.... .
. .
... ... .. ....
. . ..133
... .... .. .
..............................................................................
134
10-18 Mart arası harekat ..............................................................134
18 MART1915 BoGAZ MUHAREBESİ....................................139 Binbaşı Nazmi'nin günlüğü . . . . ... . . ... . . . .. 147 Alman Albay Pieper'a g öre mayınların dökülüşü ..................151 18 Mart 1915... Komuta, Amiral De Robeck'te . . ... .. . . 154 Saat 13.30'da Dardan os Bataryası .. . . . .. . . ..167 18 Mart 1915'te dakika dakika ne old u ? . . . ... ... .. 18 3 İngilizler açısından bak ış ............................................ ............... 187 Karanlık hayaller ... . . .. . . . .. . . . ... .191 Churchill'in kesin karan .... ... . . . . .. . ... . .. . . 194 . ...
..
. .........
..
.
.
. ..
...... .
.. .. . . . .
. ... ... . .
....
. ... . . .
. .
......
...
..
. ... . . . .......
.
.
..
. ........ . . ... . .
.. .
..
..
..
....... . . . . . . . .. ... ...
.. . .. . ..........
. .. . .. ... ...
.
.
. .. . .
.... .
.
.. .... .
... . . . ... . .. . .
..
..
. .. ... . ..
Üçüncü Bölüm GELİBOLU KARA MUHAREBELERİ 25 NİSAN 1915-9 OCAK 1916 Nisan'a belirsizlikler .. .. . .. .. . . . ..212 Orduların ka r şı l ıkl ı görev ve h edefle ri ....................................219
18 Mart tan 25
.
'
. ..
... ...
. ...
... . .
.. .
..... .
..
Truva atı River Clyde ........ ... ..........
. .
. ....
... ......
..
.
....
... .
..
.. ...... . . . ..... .
227
Hamilton'un günlüğü . ... .... . . . . . ... . . . . . 237 Aziz George Yortu Günü 23 Nisan 1915 ................................243 24 Nis an 1915 akşam, son d urum..............................................245 ........ .
..
..
..
. ..
. .. .. . ....
.....
.
.
..
. .....
. ...
.
25 Nisan 1915: Arıburnu çıkarması............................................252
kıyı muharebeleri . .. . .... ... . . . 257 Kumkale muharebeleri .. ... . . . .. . .. . .. .270 27.Alay'ın sabah muharebesi . . . . . ... .. . . . . . 280 57.Alay Efsanesi: "Size ölmeyi emrediyorum!" . . .. 288 Öğleden sonrak i muharebeler .................................................... 306 İlk
dönem
.......... . ....... .
... .
........ . .
..
..
.. .... . .. . . .
. . . . ...... ..
.
.. .
...... .... ..........
. ... ... . ... .. . .. . ..
. .. .
..
. ..
............ .....
........ . ...... .
Seddülbahir... 25 Nisan 1915 ........................ ... . .... .. .................312 .
.
.
.
içindekiler
vii
GECE MUHAREBELERİ... 25-26 NİSAN GECESİ
.
.365
..... . . .........
26 Nisan 1915... Anbumu............................................................388 26 Nisan... Seddülbahir çevresinde muharebeler ....................391 28 NİSAN 1915 MUHAREBELERİ.... . . .
. ......
..
... . .. ..... .
.........
400
........
28 Nisan 1915 Birinci Kirte Muharebesi... .................................400 28 Nisan... Arıburnu
405
.......................................................... ...........
MAYIS 1915 MUHAREBELERİ
.
.
. .. . ..
... ......... ....... ...
..
19 Mayıs Taarruzu ile İkinci Kirte Muharebesi . . .
4 Mayıs... Kabatepe
Olayı . .
.
.. ............. ......... ....
.
..
. .. ...
. ..
.. . . .
.
..
.... ....
.
. ..
.
.. . .. . .
.
.
.
.. .
.. . ...
..
.
415
.415
...
..419
.. ....
İkinci Kirte Muharebesi... 6-8 Mayıs 1915 .................................420 7 Mayıs günü harekatı .................................................................424
8 Mayıs ha rekatı
. .
..
.......................... ... ·. .. ...... .
.. ... .
..
. . . . . .......425
. .. . .
.. . ..
.. .
10 Mayıs... Bombasırh taarruzu..................................................429
Muavenet ile HMS Goliath..........................................................430 14 Mayıs.... Bombasırtı taarruzları .............................................437 19 Mayıs 1915, Arıburnu, Türk taarruzu .................................. 440 HAZİRAN-TEMMUZ 1915 MUHAREBELERİ .. . .
. 465 Kirte Muharebesi (4-6 Haziran 1915) ..........................475 Her iki tarafın kuvvetlerinin durumu nasıldı? ........................480 Seddülbahir'deki asıl taarruz......................................................489 83 Rakıml ı Tepe Muharebeleri (21-22 Haziran) ... .. . .. 496 ... .
. ....
........ . .
Üçüncü
......
. ....
....
Zığındere Muharebeleri (28 Haziran-5 Temmuz) ...................498 5 Temmuz 1915 Taarruzu .
...
. ....
. . . .. .
... . ......
..
. .. .
İkinci Kerevizdere Muharebeleri (12-13 AGUSTOS 1915 MUHAREBELERİ
. ....... .
. ....
..... .
.
..
.
..... . . .. .......
.507
Temmuz 1915).........516 ..
Conkbayırı ve Anafartalar muharebeleri
..
.
.
. . .... ....
.. .
. .
.....
.
.
.. ... .523 ...
..
.
. .523
. .. ... ..... ..... ....... .
Seddülbahir çıkarması . .... . . . . . . ... . . . .525 Kanlısırt muharebeleri .................................................................526 Saros Körfezi'nde çıkarma: 6 Ağustos 1915 gecesi ... . .529 .... . .. . .... . .. ...·.
. . .. . . .. . ...
... ........ . ...
.
...
...... . .. .
Conkbayın muharebeleri.............................................................530 Suvla çıkarması... 6 Ağustos 1915 gecesi... ................................541 8 Ağustos 1915 Conkbayın muharebeleri... . .. ... .. . ... . . ..
.
.
.
.
. . ..
.
.. . .548 .
Anafartalar muharebesi ...............................................................561 10 Ağustos 1915... Conkbayırı muharebeleri............................576 10 Ağustos 1915... Anafartalar muharebeleri . .. .. .
.
..
. . ..
.. .. ..
. .. .
. .583 ..
lçimlekiler
viü
12 Ağustos �15 muharebeleri Norfolk Taburu kayboluyor . .. .
.. ............. ..... . ... . . ..
...584 595
...... . . ... ... .... . ... ........ .... ... .. . ... ....
21 Ağustos 1915 ... İ kinci Anafartalar Muharebesi..
....... .... . .... .
Dördüncü Bölüm
ONURLU
BİR YENİLGİNİN ARDINDAN BAŞARILI KAÇIŞ
Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale Çıkarmaları tarihi 9 Ocak 1916
Gelibolu' dan son çekiliş
Sonsöz
.. .. ........ . . ....
613
... ........ .... ... . .. . ........
.............................................................................................
ÇANAKKALE'DE TIBBİYELİ ŞEHİTLER
Kronoloji Kaynakça
.
..... .. ........ . .... .... ........ . ... . ....
.
. ... ... .. .... ..
.... . .. .. .. .....
. .. ...... ... ... . .. .......... . . . ... .... .. ... ....
... .. ... . ......... ... ....... .... .. ...........
.
623
660
665
;673
.... ...... .. .. .. .. ... .... . .. ......... .. .....
681
SUNUŞ
Türkler için farklı anlamı olan bir savaştır Çanakkale 1915 ... Türk halkının duyarlı yüreğinden kopup gelen türkülerde, İstiklal Marşı' mızın şairi Mehmet Akif E rsoy'un dizelerinde ne sild en nesile aktarılarak yaşatılacak bir savaştır. Çanakkale Savaşı'run yapıldığı bu topraklard a ka rşımıza çı kan bir dere, bir vadi, bir ya ma ç , mutlaka geçmişten bir öyküyü ta şıyıp günümüze getirir. Bu topraklarda savaşlar da -ve ne ya zık ki Hero ile Leanders'in öyküsünde ol duğ u gibi- aşklar da mutlu sonla bitmemiştir. Hiç kuşkusuz, mitolojide tanrı ve tan rı ça lar birer uyd u rmad ır ama zeka ürünü bu uydurmalar, derin sembolik anlamlar taşımaktadır. Gelibolu'da, Çanakkale Boğa zı'nda ve Truva;da bunlarla sıkça karşılaşırız .. . 1 915 yılınd a bu toprakları işgale gelip Çanakkale Boğazı' nı geçmeye çalışan, ardından Gelibolu'ya asker çıka ran işgalci or dular, 25 Nisan 1 91 5'ten 9 Ocak 1916'ya kadar, mitlerin yarattı ğı tanrıların değil ama yurtseverliğiyle, inançla ve umutla aya ğa kalkan savaş tanr ısın ın yani Mehmetçik'in gazabına uğrad ı.
x
Sunuş
Bu topraklar, tarihin başından beri hiçbir zaman istilaalannı ba
ğışlama mış tı r 1915 yılında da bağışlamadı. .
Çanakkale Savaşı sadece muharebe alanlarında ölen askerle
rin değil, idam edilen ilk sivil kişi olan Bozcaada müftüsünün de öyküsüdür . . Gelibolu kara muharebeleri, küçük rütbeli as .
kerlerin savaşıdır. Buradaki muharebelerle ilgilenmeye başla
dıktan sonra aklınız, yüreğiniz destanlar yaratılan ilk kıyı vu ruşmalarında kalır. Muhteşem 57.Alay ve Komutanı Albay Av ni, olağanüstü 27.Alay Komutanı Yarbay Mehmet Şefik ve 36.Alay Komutanı Yarbay Cemil, Seddülbahir'in yaralı aslanı Binbaşı Mahmut Sabri, Edirne sırtında Teğmen Mucip, Binbaşı Halis, Kurnkale'de Teğmen Halit, şehit Yedeksubay Ethem, Ezi neli Yahya Çavuş, Bigalı Mehmet Çavuş ve onlar gibi nice civan mertleri, o cehennemi çıkarma gününden bugüne unutamayız. İnsan gücünün üstünde bir dayanma, direnme gösteren, cesaret ve kahramanlığı ile bu savaşlar içinde düşmanlarını bile kend i sine hayran bırakan askerlerin önünde saygı ile eğiliyoruz. Savaş, Osmanlı Devleti'nin kurulduğu anavatan toprakların daydı; bu nedenle, Türk askerinin burada bulunmasını anlamak
kolay. Oysa İn giliz Fransız, Senegalli, Hintli, Avustralyalı, Yeni ,
Zelandalı, Filis tin l i Musevi askerlerin ne işi vardı burada? Savaşın kendi matema tik mantığı vardır ve kendi i çi nde tu
ta rlıd ır Ama bilinmelidir ki savaş silah, petrol ve e nerji ile ilaç .
tüccarlarının dışında hiç kimsenin çıkarına değildir. Her savaş, yenileni de, yeneni de ağır yıkımlara uğratır. Bu kadar genç insanın hayatı niçin yok oldu gitti? Neden böyle bir savaş oldu? Gerçekten gerekli miydi? Bu soruları n ya nıtını Tarih ve Uluslararası İlişkiler disipli nl eri veriyor ama şim di Çanakkale' de, de deler imizin boğaz boğaza d öv ü ş t ü ğü Avustralyalılar'ın ve Yeni Zelandalılar'ın torunlarıyla oturup sohbet ediyoruz ve aynı derneklere üye olup aynı turlara katıla rak savaş alanlarını, mezarlıkları birlikte dolaşıyoruz. Bundan başka hangi savaş böyle bir dostluğu o rtaya çıka rmış tır? Askeri açıdan ele aldığımızda ise şunları söyleyebiliriz: Ça nakkale Savaşı iki ayrı mekanda gerçekleşmiştir: Birincisi Ça nakkale Boğazı'nda deniz muharebesidir, ikincisi ise Gelibolu
Sunuş
xi
'Yarımadası'nda kara muharebeleridir. Her iki mekanda yapılan muharebelerin bütününe Çanakkale Savaşı adı verilir. Kimi aske
ri tarihçiler bu kara savaşına, "Düzenli orduların yaptığı gerilla savaşlarıdır," demektedirler. Gelibolu muharebeleri, Birinci Dünya Savaşı (askeri savaş analistleri Birinci Dünya Harbi de mektedirler) bütünü içinde değerlendirildiğinde, yalnızca bir mevzi savaşıdır. Çanakkale boğaz ve Gelibolu kara muharebelerinin sonucu hakkında ana başlıklarıyla şunları söyleyebiliriz:
1 ) Boğazlan elinde bulunduran ülke, Ortadoğu, Ön Asya, Doğu Akdeniz ve Balkanlar' da uluslararası ilişkilerde ak tör güçlerden birisidir.
2) Bu savaşlardan sonra ortaya çıkan dolaylı etkinin sonucu olarak, iç karışıklıklarla boğuşmakta olan Çarlık Rusya sı' nın çöküşü hızlanmış, dünya ekonomi haritası değiş miştir. 3) Gelibolu Savaşı'na kadar federasyonlar halinde yaşayan
Avustralya ve Yeni Zelanda, birer ordu yaratarak millet olmanın bilincine ulaşmıştır. 4) Çanakkale Savaşları, en yoksul, en çaresiz dönemlerde bi
le Türk milletinin mucize yaratabileceğini göstermiştir. Buradaki savaştan sağ kalanlar Milli Mücadele'yi başlata rak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni Anadolu toprakları üzerinde kurdular.
Yazdığım kitabın yazılış öyküsünü okuyucularla paylaş mayı seviyorum. Hele söz konusu olan,
Çanakkale 1915 Savaşı
ise. Artık öğrenim yaşamına son vermiş olan Beylerbeyi'ndeki Deniz Astsubay Hazırlama Okulu'nda 1980'de fizik öğretmeni olarak görev yaparken, 18
Mart ve
4
Nisan günleri yapılan tö
renlerdeki konuşmalardan edindiğim bilgilerden, yüreğimde deniz tarihimizdeki bazı olayları araştırma isteği doğdu. Özel likle de, denizde yaşamını yitiren bahriyelilerin kimler olduğu
Sunuş
xii
ilgimi çekmeye başladı. Üniversite dönemimde dl tiya troya il gi d uym u ştu m ve oyun yazma derıemele· ım
olmuştu. Bu
ne
denle, "Acaba bu olaylar tiycıtrç ,,;ahPesire taşınır mı?!" deme ye başladım.
Her yıl
18 Mart, önemle ve özenle anılırdı. 1982'den itibaren
de, okulda sah neye uyarlanilcak tarihi olaylan yazmaya başla
dım. Işıklar içinde yatsınlar ilk oyunumu Ekrem Dümer ile Pe rihan Tedü sahneye koymuşlardı. Benim için çok hoş anılarla dolu, yıllar süren dostluğumuz da böylece başlamış oldu. Tüm bu süreci ve Tophaneli Yüzbaşı Hakkı'nın ölümünü araştırma ,
serüvenimi Kadınlar Gemiler ve Otomobiller (Alfa Yayınlan, 2004) adlı kitabımda
anlatmıştım. O günden başlayara k bugüne kadar yani yirmi iki y ıldı r "Bo ğaz su üstü muharebesi" ve "Gelibolu Y a runa d a sı"yla yatıp kalkmaya başladım. Fakat ben gemileri, denizdeki çatışmaları, aldatmaları yazmayı, okuyucuyla paylaşmayı, kara muharebe lerini ise kendi arşivimde değerlendirmeyi tercih ediyordum. Kara muharebelerindeki hatalar, tenkitler, taktikler, stratejiler, aldatmalar he p "Çanakkale muharebeleri dostları" arasında tar tıştığımız konulardı. Bu savaşla ilgilenen herkes gibi, yıllarca ne yayımlandıysa ulaşabildiklerimi okumaya ça l ıştım alamadıklanma da konu dostlarım kanalıyla fotokopilerle sahip oldum. Şimdi artık çok genişlemiş olan ama benim ilk ilgi duyduğum yıllarda sayısı az olan bir "Çanakkale Savaşları severler cemaati" oluşmu ştu. Yi ne de 2004 yılının Eylül ayına kadar, kara muharebeleri üzerine bir kita p ya_zmayı tasarlamamıştım. Kendimi. savaşın yüzüncü yılına hazırlıyordum. Ama her zaman her olay, sizin planladığ ı nız gibi yürümüyor! 2 Eylül 2004 tarihinde yayımlanan kitaplarımla ilgili bir ko nuyu görüşmek üzere Alfa Yayınları'na gittim. Konuya girmek için ağz ı mı açarken Vedat ile Vezir, "Ağabey, neden Çanakkale Savaşlan'nı yazmıyorsun?" dediler. "Neden?" diye sordum. Ardından da hiç soluk almadan en az on tane neden sıralayara k, yazamayacağımı söyledim. Planım bile olmadı ğın ı söyleyerek bir de küçük yalan kıvırdım. Fakat yakamdan düşmediler. Ve,
xiii
Sunuş
,zir, ''Tek bir neden söyleyeceğim .. . Hazırlığın olduğunu biliyo rum. Bu konuda yazacak birçok kişi de size dan ışıyor . O halde neden yazmıyorsunuz?" Evet, yıllardır Çanakkale Savaşlan'yla ilg im i, ra dyo , televiz yon konuşmalanını bilen Vezir, bunları masanın üs tüne koyun ca Vedat'tan da yakamı sıy ıramadım. Hele! 2005 yılı Mart ayı nın, do ksanınc ı yı ldönümü olduğunu sö y leyin c e ... Vedat'ın ha yır d iyemeyeceğiniz gülümseyişli ba kışıyla söylediği, "Ağabey, en geç Aral ık başında teslim etmeni rica ediyoruz! .. " "Başladım." Eğer ömrüm va rsa , "yüzüncü yıl" için tasarladığım kitap da bir ekiple birlikte yazıl acak ve yayımlanacak. Okuyacağınız bu kitabı, o hazırlık dosyalarından çıkardıklarıma eklemeler yapa ra k yazma cesaretini buldum.
Bana göre, Yeni Zelandalı tarihçi Alan Moorhead'in Gallipo li'si kadar iyi bi r kitap yazmış olan Sayhan Bi lbaşar' la 8 Mayıs 1985 tarihinde ta nış tım . "Nusraf ve Yüzbaşı Hakkı"nın öyküsü nü radyoya oyunlaşhrmaya uğraşıyordum. Bilbaşar, kitabı Ça nakkale 1915'in ikinci baskısını benimle payla ştı . O zaman kendi sinin söylediklerini şimdi de ben sizinle paylaşıyorum: Çanakkale Savaşı'na ait söylenmemiş bir şey söylemek da gizli ka lmış bir gerçeği dile getirmek değildir. Bu konuda şimdiye kadar çeşitli dillerde o kadar çok şey söylenmiş ve ya zılmıştır ki, o layı n gizli kapaklı ve bilinmeye n hiçbir yanı kal mamıştır. Benim gayem sadece, Çanakkale' ni n Türkçe olarak tam ve detaylı bir hikayesini meydana getirmekti ki son on se nedir işimden ve istirahatimden artan vaktimi bu uğurda harca mak suretiyle bu işi bir dereceye kadar başardım zannederim. Gayem, ya
Sayhan Bilbaşar'ın sözlerine ekleyeceğim tek şey: "Ömrü mün son yirmi iki yılını aldı bu Çanakkale..." Bilbaşar' ın kita bmd�, doğrusu hangisi, yanlışı hangisi diye kararsız kald ığı bir kaç ola yın tarihinin doğrusunu Y'tır...
xxii
Sunuş
ATASE arşivi bir yana, İzzettin Çalışlar'ın günlüğüne bak mak bile yeterli. Aynen şöyle yazıyor: 28 Nisan 1 331 -11 Mayıs 1 91 5- öğleden sonra Başkumandan ve kili Enver Paşa, Kolordu Kumandanı Esat Paşa, Ordu Erkanı harbiye Reisi Kazım Bey, Kolordu Erkanıharbiye Reisi Fahri Bey, İsmet Bey vesaire, (Kemal Yeri) karargahına geldiler. Mev kii, vaziyeti harbiye hakkında malumat edindiler, bir saat sonra avdet eylediler...
Bu konu, hiç terredüte yer bırakmayacak kadar açıktır ve doğru tarih 11 Mayıs l 91 5'tir. On ikincisi, 26 Nisan Seddülbahir çevresindeki muharebelerde 9. Tümen Komutanı Halil Sami'nin yaydığı emri değiştirme meselesi dir. 25 / 26 Nisan gecesi İngiliz birliklerine karşı yapılacak taar ruz öncesi ve taarruz sırasında 9.Tümen Komutanı'nın yaptığı hatalar ve yanlışlıklar, Türk savaş tarihinde ciddi boyutta tartış maya açılmıştır. Ancak bu hataların gerçek kaynağının 3.Kolor du Komutanı Esat Paşa mı yoksa Albay Halil .Sami mi olduğu yoruma açıktır. Hem birinci bölümde hem de üçüncü bölümde, günümüz askeri analistlerinin de görüşlerine başvurularak ya pılan analizi okuyabilirsiniz. On üçüncüsü, iki sınıf tıbbiyelinin tamaminın ölümü meselesi dir. Bu tümüyle' yanlıştır. Burada aslında kullanılması gereken, yanlış sözcüğü değil. Amaçlı bir saptırma, belli bir amaca hizmet ettirme/etme var. Dr. Fatma Özlen'in makalesinde (kitap baskı ya giderken, Avustralya'da İngilizce olarak yayımlanmak üze reydi) bu konunun yanıtı çok doğru verilmiştir. Bir tıp doktoru profesör İstanbul Tıp Fakültesi'nin (Darülfü nun) 1 921 yılında mezun vermediğini ortaya attı! Bu yanlışı (ya lan demek istemiyorum çünkü belli bir dayanağı vardır . . . ) yak laşık on yıldır öyküyü kısmen değiştirerek anlatmaya devam et ti... Söylediklerinin özeti şudur: " 1 91 5 yılında, Çanakkale'ye gö nüllü giden tıp öğrencilerinin tamamı, ünlü 1 9 ·Mayıs taarru zunda şehit oldu; dolayısıyla Darülfünun Tıp Fakültesi de 1921 yılında mezun edecek öğrenci bulamadı." Oysa Fatma Özlen'in araştırmaları, Darülfünun Askeri ve
Sunuş
xxiii
Sivil Tıbbiye'nin 1 921 yılında mezun verdiklerini ortaya koy maktadır. 191 4'te Tıp Fakültesi'nin tatil döneminde olduğu Ağustos ayında, Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ile birlikte genel seferberlik ilan edildiğinden, hp öğrencileri�in hemen hepsi silah altına alınmıştır. 1894 (1310) doğumlular bir buçuk ay Harbiye Mektebi'ne, diğerleri ise Bostancı'daki talimgaha sevk edilmiş; Harbiyeliler bölük çavuşu, Tıbbiyeliler de bunla rın emrinde er ve onbaşı olarak askeri eğitime tabi tutulmuş tur. 1915 yılında, 1 894'ten daha önce doğanlar birliklere dağıtılır ken, 3, 4, 5. sınıf öğrenciler ile Şam Tıbbiyesi, Eczacı, Dişçi okul ları öğrencileri, kısmen Beykoz'da Servibumu'na, kısmen de Çanakkale, Beylerbeyi, Yeşilköy intan hastalıkları hastaneleri ile değişik birliklere dağıtılırlar. Öğretim üyeleri ve öğrencilerin birliklere dağıtılması yüzünden 1915 yılında öğretimin hiç baş lamadığı fakülte, bir yıl boyunca kapalı kalmış ve Mecruhin (ya ralılar) Hastanesi olmuştur. Bir yıllık aradan sonra 191 6'da Tıp Fakültesi yeniden açıldı ğında, kaybedilen zamanı telafi etmek amacı ile derslere bütün yıl devam edilme karan alınır. Buna göre, birinci sınıf öğrenci leri Fizik, Kimya, Botanik derslerini esasen liselerde okudukla rından üç ay sonra imtihanlara alınmış, ardından altı aylık bir eğitim ve bir ay tatilden sonra Haziran'da tekrar derslere baş lanmış, Kasım'da ikinci sınıf bitirilmiş, böylece bir yılda iki sınıf okutulmuştur. Aynca, bir yıllık askerlik hizmeti yüzünden 1 91.S'te Tıbbi ye'den .mezun olamayan sınıfın 191 6'da diploma aldığı bilin mektedir. Biten bir muharebenin ardından gelen ve savaşın baş ka cephelerde hala sürdüğü bu kaotik ortamda, Tıp Fakültesi' ne yeni öğrenci kayıtlarının yapılmasından başka, rutin eğitim programında da birtakım değişikliklere gidilmiştir. Dolayısıyla bu durum mezuniyet zamanlarında da değişikliklere yol açmış tır. Kesin olan bilgi., Tıp Fakültesi'nde öğrenci mezuniyetinin gerçekleşmediği yılın 1 921 değil, 1915 olduğudur. Bunun da gerçek nedeni, yukarıda da anlatıldığı gibi, tıp öğrencilerinin
xxiv
Suıı11ş
külliyen şehit ol uş u değil, ortaöğrenim dahil olmak üzere okulla rın savaş nedeniyle eğitim öğrenime ara verişleridir . . . On dördüncüsü, mayınları bulamayan Fransız binbaşının idamı konusudl4r. Bu konu aslında doğrudan Fransızları ilgilendirmek tedir. Ancak bizde de farklı gazete yazıları ve kitaplarda yazıl dığı için, aydınlatılmaya muhtaçtır.
Bu olay eğer gerçekse, önce
likle Fransız kaynaklarından okumalıyız. Ama bu gü n e kadar,
Deniz Kuvvetleri Dergisi (DKD) dahil olmak üzere Tü rk iye de yayımlanan çalışmalarda yer almıştır. Bu nedenle de, ben dahil, pekçok kişi DKD'ye güvendiği için yanılticı ol ne hikmetse '
muştur.
Bu
savaşta verdiğimiz şehit, yaralı, kayıp sayısı ortada.
savaş ağır
yi timlere yol açar
Her
ama dar bir alanda yapılan Çanak
kale Savaşı'nın bilançosu gerçekten çok ağır olmuştur. Durum böyleyken, gerekli saygıyı gösteriyor muyuz? Kesinlikle göster miyoruz. En çok zayiatın verildiği yer olan Bombasırtı, bu kitap yayına hazırlanırken (Ekim 2004), gerçek şehitlerin yattığı
alan oto park yapılıyordu. Televizyonda (3 Kasım, Haber türk) bu d uya rsı z l ı ğı dile getirdim, Sabah ve Zaman gazetelerin d e yazıldı, Cumhurbaşkanı'nı ve Genelkurmayı g ö reve ça ğır ile siperler
dık, sandık ki hemen müdahale edilecek ve yanlışlık düzeltile
olmadı, 2 Ocak 2005' te Orman Bakanı Os televizyonlara çıkıp, burasının otopark olacağını gu
cek, ne yazık ki öyle man Pepe
rurla anlattı! Bu kadar şehit neden orada ya tıyor? Yönetimin üç beş kuruş para kazanması iç i n mi? Savaş ı n "doksanıncı yılmda ", Orman Baka nlığı bu ayıpla tarihe geçmiştir. 30 kilometre yol yapmakla övünen bakanlık hem tarihi dokuyu hem de flora y ı mahvetmiştir. Geçmişte dikilen hatalı heykeller, yapılan binalar yıkılamamış, ya nl ış üstüne yanlış yapılmıştır. Üstel ik kimin onayladığı ve kime ait olduğu bilinmeyen ve on yıl önce hazır l a nd ı ğ ı öne sürülen bir projenin hayata geçirild iği ifade edile rek, katliam sürmektedir. Evet "doksanıncı yıld a geldiğimiz "
nokta budu r.
Sunuş
xxv
Gerçek şehitlere karşı işlediğimiz günahlar burada kalsa
i yi . . .
"Hey on beşli on beşli . . . " türküsünü bilm eyeni miz yoktu r.
Müziği pek coşku lu , oynak bir türküdür. Müzikolog Erdoğan
Gökçe
(Edirne Liseliler
dergisinde) di y or ki; "Çalınınca heme n
kalkar, oynar, göb ek atarız. Tabii ne old uğu nu bilmediğimiz için oynuyor göbek atıyoruz. Amma gerçek farklı . . . " Ned ir ger çek? Yine yanıtı Gökçe veriyor:
"Bu türkü, Çana kka l e Savaşı sı
rasında askerlik çağına gelmiş anca k askere alınacak kimse kal
1899 doğumluların 16,5 ya şında a skere çağrılmaları üzerine y a kı la n türküdür. Bu türkü fa
maması üzerine Hicri 1 3 1 5 / Miladi
ciayı anlatır. Bilinçsiz halkımız bu türkü ile göbek atıyor." Facia için ya k ı la n türküde göbek atanlar, şehitlikleri otopark yap ı p üç-beş kuruş kaza n ı nca da göbek atıyorlar! Yavaş yavaş şehitlik leri tüketerek, gelecek nesillere ne bıra kmayı tasa rlıyor
olabilirler? Yoksa tarihin izlerini si l erek belleği mi yo k etmeye çalışıyorlar? Doksanıncı yılda yazmamız gerekenler bu mu ol
malıyd ı ? Tıp profesöründen dalgıcına,
gazetecisind en
t el ev i z yon mu
habirine kadar, Ça nakkale Savaşları konusunda bilgi siz birçok kişi, ne ya zık ki, iyi niyetli spo nso rla rd a n topladıkları paralarla kimi belgeselleri eksiğini yanlışını sorgulamadan ekranlara taşı maktadır. Neden? Çünkü artık bu savaş alanı rantiye haline ge
tirildi de ondan. Şehitlerin kemiğinden, ka nı nda n para kazan makta, denizaltındaki tarihi satmakta sakınca görmüyorlar. Ça nakkale bölges i ndeki üniformalı-üniformasız res ....
·
�
görev lil er
ya lnızca törenden törene koltuklarından kalktıkları .�in şehitlik lerde ne o l up bittiğinin farkında bile değiller.
Bu kitap, Çanakkale Sav aşı ' nın bili msel anlatımıdır ancak bu sava şın popüler bir anlatımı olarak yazıldığı için, a kad emi k ya zımın a l ışıla gelen formu dışına çıkılıp, metne dipnotlar ekleme diin. Kitabın sonunda inceleyeceğiniz kaynakçanın, metnin içi
ne yerleştirilmiş old uğu nu göreceksiniz. Bu yazım biçemi de, bu ki ta p için, yazarın bir tercihi olarak hoşgörülme l i . . .
Sunuş
xxvi
Teşekkür borçlu olduğum çok kişi var... Bu kitapta, Türkçe yapıtlarda olmadığını düşündüğüm ve eksik gördüğüm bir konu yu da ele aldım; savaşın ve stratejinin felsefesini ve teorisini. Umanın başarmışımdır. Strateji ve savaş teorisyenlerinden hareketle yaklaşımlar getirmeye çalıştım. Ay nca savaşların analizini Harp Akademisi analisti Kurmay Al bay Dr. Yılmaz Tezcan ile b irlikte yaptık, kendisine borcum bü yük. Yerel tarihçi Şahin Aldoğan'la birlikte de savaş alanlarını bir kez daha gezdim (29-30 Ekim 2004). Yazdığım metni yayın öncesi okuyup hataları işaret etti; kara muharebeleri konusun da yaptığı analizlerden yazılı doküman olarak ( Selim Meriç ile birlikte yaptığı) yararlanmamı sağladı. Gözümden kaçan eksik lerimi tamamladığımı umuyorum, minnettarım. Dr. Fatma Öz len, hem makalesini Avustralya' da yayımlanmadan önce be nimle paylaştı hem de savaşta hizmet gören hastaneler konu sunda bilgi, belge yardımında bulundu Alfa' dan Özkan, "Bunu da gördünüz mü?" diyerek, dağıtımda bulunan kitapları topla mak için çabalayıp durdu . Sahaf Tayfun Kurt yardımlarını esir gemedi. Semuh Adil Bey annesi Siret Hanımefendi'ye babası Selahattin Adil Paşa'nın yazdığı özel mektuplarını ve 1 920 yı lında Harp Akademisi'nde yaptığı konuşmanın metnini oku mama izin verdi. Bunlardan 3 mektup ilk kez bu kitapta yayım lanmaktadır. Bülent Eryavuz Bey (92) (cumhuriyetin ilk deniz bakanı Topçu İhsan Eryavuz'un oğlu) uzun yıllar çalıştığı Al man arşivlerinden yaptığı derlemelerinden, Yargıç Erdoğan Gökçe arşivinden, Fahri Aya noğl u kitaplığından ya rarla nm a mı sağladı. Ankara'dan Birten Çelik makalelerinin fotokopilerini can a rka daşım Tülay Alim Baran vasıtasıyla bana ulaştırdı. Desteğini unu5amam. Asıl yardımı, akla gelebilen her konuda asistanlık yapan Hakkı Sinan Uğurel'den gördüm; Sinan hem intemet üzerinden nereye ulaşmam gerekiyorsa orasını masa ma getirdi, hem de b i lg isa yar problemlerini anında çözdü. Adı nı sayamayacağım daha onlarca kişi var. Çanakkale 1 91 5'e gönül veren herkese içten teşekkürler. .
xxvii
Sıınuş
Yukarıda söylemiş olduğum yardım arayışla nnın , tüm bu çabanın tek bir nedeni vardı: Hataları en aza indirmek. .. Bunla
ra karşın hali\ eksiklik var çünkü özellikle yabancı kaynakların çevirilerindeki
tüm
aynntılar yüzüncü yılda bir ekiple birlikte
yazıp yayımlanmasını tasarladığımız kitapta yer alacak.
Erol Mütercimler 5 Ocak 2005,
Göztepe-İstanbul
Birinci B ölüm
ÇANAKKALE SAVAŞI TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN ÖNSÖZÜDÜR
Osmanlı'nın savaştığı cepheler
Avrupa'da başlatılan büyük savaşta iki genel cephe açılmıştır. Bunlar doğu ve batı cepheleridir. Doğu Cephesi'nde açılan sava şın içinde yer alan Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı'nda on ayn cephede savaşmak durumunda kalmıştır. Bu cepheler kısaca şöyledir: •
•
•
•
Kafkas (Doğu) Cephesi: Karadeniz'den İran içlerine kadar uzanan, Türklerle Rusların çarpıştığı cephedir. Irak Cephesi: Basra Körfezi'ne asker çıkararak Irak'ı işgale girişen İ ngiliz kuvvetleriyle çarpışan Türk kuvvetlerinin kurduğu cephedir. Sina-Filistin-Suriye Cephesi: Türklerin Süveyş Kanalı'na yaptıkları iki taarruzun başarısızlığa uğraması üzerine İngilizlerin Filistin'i işgal amacıyla karşı taarruza geçme leriyle meyciana gelen cephedir. Yemen ve Hicaz Cephesi: Arap Yarımadası'na egemen ol mak isteyen İ ngilizlere ve onların kışkırttığı asilere karşı savaşların verildiği cephedir. 3
4
Gclilıolıı 1 9 1 5
•
•
•
•
İran Cephesi: İ ran 'd a bölgesel olarak kurulan, d a h a çok ga y ri niza mi ç a t ı ş m a la r ın görüldüğü cephedir.
Libya Cephesi: Trablu s ga r p ve B in gazi'd e İ t a l yan iş galine
karşı a ç ı la n ve bölge halkının teşkilatland ırılmasıyla ku rulan ce p h ed i r . Avrııpn Cepheleri (Galiçya, Makedonya, Romanya): Türkler, mü ttefiklerine yardım a mac ı y l a bu üç bölgede y a p ı l a n sa va ş l a ra birer kolorduyla k a tı lm ış lardı r . Her bölge ay rı bir cephedir. Ça nakka le Cephesi: İn g i l i z ve Fra n s ız donanmalarının Ça nakkale B o ğ az ı ' n ı aşm a k üzere 18 M a r t 1 9 1 5 ' te denizden yap tı k l a rı saldırının b a ş arı sı zl ı ğ ı sonucu, Gelibolu Yarı m a dası ' n da Arıbumu ve Seddü lbahir bölgelerine asker çıkarmalarıyla k uru l an ce phed i r .
Bu cepheler i ç i n d e Çan a k k a l e Sa v aş la rı' n ın , Türk savaş ve ulusal tarihi içinde ayrı bir önemi bulunmaktadır. Hem b u cep henin hem de ötekilerin açılmasının nedeni, Osmanlı Devle ti' nin Almanya ile aynı blok iç i nd e yer almasıdır. Çana kk a l e Cephesi' ni n as keri anla mda kapanışı, 9 Ocak 1916 g eces id i r . Ne redeyse sekiz buç u k ay sürmü ş olan Gelibolu kara muharebele ri n e yo l açan gelişmelerin başlangıcı, s iyas i olarak Almanya'nın yanına itiliştir.
Osmanlı Devleti Almany a'nın safına itiliy or Birinci Dünya Sa v aş ı , coğ rafi s ı n ırl a r göz önünde bulundurul duğu nda, Avrupa anakarasında yapılan bir savaştır. Oysa eko nomik, s os yal ve si y asa l so n u ç l a r ına ba k ı l d ı ğı n d a, bir d ünya sa vaş ı sonucuna varılmaktadır. Bu savaşta 9 m i ly o n as k e r, 15 m i l yon sivil olmak üzere, to p lam 24 m i l yo n i ns a n ö lm ü ş tü r . Yaralı sayısı ise 21 m ilyon d u r . İ nsanlık ta r ih i n i n en kanlı ilk sa vaş ı olan bu savaş s on ra sın da Osmanlı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Çar l ı k Rusyası p a rç a l a nmı ş tı r . Bu savaşta on beş kara c e p h es i a çı l ı r ken, baş ta At l as Ok yan us u olmak üzere denizlerde kara c eph e-
Erol M iilcrci111ler
5
lerine ek
olarak
da deniz
cep h ele ri açılmıştır. 1 91 5
Alman deniz kuvvetleri ile İngilizler aras ı n da
yılı s ava ş la rında
İstanbul ve
Çanakkale Boğazları savaşın önemli cephesiydi .
savaşa kadar yapılan taarruz v e savunma pla nları uzun sür e lerd e değil, askeri l i tera türde Napolyonva ri olarak a d l a n Bu
dırılan, kısa sürede sonuç alacak tasarılard ı . Aslında, d önemin kurmayları uzun sürel i bir savaş olasılığına göre planlama yapmayı hiç d üşünmüyorlard ı . Örneğin Almanların en büyük korkusu, iki cephede birden
savaşa
girmekti . Batıda Fransa ile
savaşa girmişken, doğuda Rusya ile savaşa girmekten kaçını yord u . Savaşa girerken Almanların elinde sekiz
ordu v a rd ı
.
Onların
değerlend irmesine göre, Fransızları kısa zamanda yenmek için bu sekiz or d ud a n yed isinin batı cephesinde kullanılması, bir or dunun da doğu cephesinde, Rus l a r a karşı savunmada tu tu l ması gerekiyordu .
1 89 1 - 1 905 yılları a rasında görev yapmış o l a n Alman Genel kurmay Başkam Mareşal Schlieffen'in adını taşıyan bu plana göre, yedi ordudan üçünün tarafsız Belçika üzerinden geçerek Fransa'ya girmesi gerekiyordu. Belçika'nın tarafsızlığını çiğne mek demek, İngiltere'yi de savaşa çekmek demekti. Almanlar bu ve benzeri riskleri göze alarak Belçika'ya girdiler. Belçika'ya giren üç ord u dışınd aki dört ordudan ikisi Lüksemburg, öteki ikisi de Lüksemburg ile İsviçre arasında Alzas-Loren'den taar_. ruz edecekti. Belçika tarafsızlığının çiğnenmesi dışında, Schlieffen planı nın çok önemli yanı, Belçika'dan gelen orduların Paris kentini batı tara fından d olaşarak, Fransız ordularını Paris' in güneyinde ve d oğusunda çevirip çember içine almak ve imha etmek idi. Alman planının inceliği ve d eğil ancak
dolaylı niteliği, coğrafi kuşatmaya kuvvet bölümüne ve bu na önderlik eden d üşünce
ye d ayanmaktadır. Prusyalı savaş stra tejileri teori syeni Clausewitz, za feri "so
nucu
tayin edici bir muha rebe ye "
bağlıyordu'.
Schlieffen planı
bu teoriye tıpatıp uyuyordu. Bu planın en önemli riski, başarı sız olma durumu nda Almanya'nın denizlere egem�n olan İngil-
6
Gelibolu 1 9 1 5
tere'ye karşı şansını tamamen yitirecek olmasıydı. Ancak, plan düşünüldüğü gibi uygulanamadı. Belçika üzerinden gP.len Al man orduları, Paris'i batıdan dolaşacak yerde şehrin doğusuna düştüler ve bu ordular 9 Eylül 1914 tarihinde durduruldular. İ ş in ilginç yanı, bu planın başarılı olamayacağını bildiği hal de bunu uygulamak zorunda kalan Genelkurmay Başkanı Feld mareşal Moltke tarafından Alman ordusu muharebe meydanla rına sürülüyordu. Marn Nehri'nde duran Almanlar, bu ırmağın 50 kilometre kadar kuzeyinde, yine Sen Nehri'nin bir başka ko lu olan Aisne Irmağı gerisine çekildiler. Ö te yandan, 8 1 tümeni olan A lın a n l arın 80 tümeni olan İngiliz ve Fransız ordusu karşı sından çekilmesinin gerekli olmadığına inanan uzman sayısı çoktur. Savaşın başlangıcında, 1914 yılı A ğ ustos ayında Balkan Yarı mad a s ı nda ki dört devlet, Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan ile Os m a n l ı Devleti tarafsız durumda idiler. Tarafsız ABD'nin, müttefik devletleri olarak gruplanan İ ngiltere-Fransa'nın safında 1 9 1 7 yılında savaşa girmesi tüm savaşın akışını değişt.irmiştir. Bu nedenle, savaşın başındaki ABD'nin tarafsızlık pozisyonu • önemlidir. '
Birinci Dünya S avaşı'nda kullanılan
yöntemler
Birinci Dünya Savaşı'nda bir yöntem ol arak topyeku n savaş ve bir savaş a r a cı olarak da zafer bir anafi k i r ko n se p t olu ş tu rmu ş tur. Topyekıl n savaş düşüncesinin tam olarak n e zaman ortaya konduğunu bilmiyoruz ama bizim Kurtuluş Sav a ş ı ' mı z da da hil olmak üzere uygulamalarına dünya savaş tarihi pek çok kez tanıklık etmiştir. Savaş i çi nde tek bir stratejik amaç vardır: Mu harebelerde ta ktik mağlubiyetler olsa bile savaşta kesin zafer kazanmak. Çanakkale Savaşları açısından Ludendorff'un topyekun sa vaş konusu önem kazanmaktadır, bu nedenle üzeri nde durul malıdır. Birinci Qünya Sava ş ı n ı n başlangıcından kısa bir süre sonra Alman as k e r sınıfının bütün aksaya!\ yönleri su yüzüne ç ı k t ı -
'
.
Erol
Miitercinıler
7
Teorik olarak Kaiser başkomutan, genelkurmay başkanı onun strateji danışmanı, başbakan ise siyasi danışmanlarıydı. Uygu lamada Falkenhayn'ın yerine Hindenburg ve Ludendorff'un ge tirildiği andan itibaren savaş sırasında Almanya' da askeri bir diktatörlük hüküm sürmeye başladı. Askeri ve siyasi yetkililer arasındaki anlaşmazlıkta Lude;.1dorff, devlet adamlarına karşı generallerin üstünlüğünü savundu. Ludendorff' a göre topyekun savaşın beş temel unsuru var dır: 1) Savaş topyekfındür, çünkü savaş alanı savaşa giren ülke topraklarının tümünü kapsar. Risklerin bu şekil yayılma sının yanı sıra topraklarının tümünü kapsar ve halkın tü mü savaşa fiilen katılır. 2) B u n da n dolayı etkin bir topyekun savaş yapmak için eko nomik sistemin savaşın amaçlarına hizmet edecek şekilde uyarlanması gerekir. 3) Büyük kitlelerin savaşa katılması içte halkın moralini yükseltmek ve dışta düşmanı zayıflatmak için propagan dayı gerekli kılar. 4) Topyekun savaş hazırlıklarına çarpışmalar başlamadan önce başlanmalıdır. 5) Etkin ve uyum içinde savaşabilmek için top y eku n savaş bir kişinin, başkomutanın idaresi altında olmalıdır. Ludendorff'un topyekun savaş teorisinde ba şk o m uta n ı n ro lü çok bü y üktü r Başkomutan, askeri harekatı sevk ve idare eder, ülkenin dış siy a s et in i ekonomik siyasetirıi ve p ropagand a siyasetini yö neti r Ludendorff'un t opyekun savaşında sivil dev let adamlarına yer yo kt u r. Şö yl e demekted ir : Clausewitz'in bütün teori leri bir tarafa bırakılmalıdır. Savaş ve politika insanların varlığını sürdürmelerine hizmet eder, fa kat savaş bir ırkın yaşama azminin en etkin ifade şeklidir. Top yekun savaş teorisi, Clausewitz' in ve Ludendorff'un mo d e m savaşta ülkenin tüm maddi ve manevi kaynaklarının sefer be r hale g e tirilmesi yolundaki temel düşünceleri üzerine inşa .
,
.
8
Gelibolu 1 9 1 5
edilmiştir. Ludendorff, topyekun savaşın esasen savunma nite liğinde olduğunu söyler. Strateji düşünürü Liddell Hart'a göre, stratejinin ruhu do lay lı tutum metotlarıdır. Çünkü bu dolaylı metotlar, savaşa onu ka ba bir biçimde uygulanışın üstüne çıkaran incelikleri vermekte dir. Ünlü edebiyatçı Shakespeare, Hamlet'te bu tutumu şöyle ifa de eder: "Dolaylı yollardan yararlanarak çıkış yolları bul." İleri sürülen genel teze göre, 1915'ten sonra geçen dört yıllık süreyi kapsayan Fransız-İngiliz askeri kayıtları, ne ileri ne de geri gitmenin olanaksız olduğu bir durumu, ya mevzileri zorla mak ya da işi şansa bırakarak kuşatma çaresi araştırmak sure tiyle bozma çabalarının bir öyküsüdür. Lid dle Hart'ın yorumu na göre de, taktik Batı Cephesi' nde kötürüm bir duruma düşer ken, strateji de can sıkıcı derecede uzun ve birbirine paralel si perler yoluyla taktiğin cariyesi haline gelmiştir. 1 91 5-1 9 1 7 yılla rının stratejik yönü, büyük bir incelemeyi gerektirmeyecek nite liktedir. Müttefikler tarafında strateji, düpedüz dolaysız bir t u tı11nda n ibaret olup ne ileri ne de geri gidilmesi mümkün olan durumu bozacak bir etken değildir. Birinci Dünya Savaşı askeri alanda iki yönüyle dikkat çek mektedir. Bunlardan birisi abluka, ötekisi ise siper savaşı oluşu dur. Savaşın yapıldığı coğrafyaya bakıldığında İngiliz adaları ve Batı Avrupa sahilleri ile Atlantik ötesindeki ABD'nin ekonomik ağırlığının, ablukayı ve ablukada başarıyı savaşın bir numaralı ilkesi haline getirdiği görülür. 1 9 1 7'de İngiltere'de, Bakanlar Kuru lu'na, Abluka Bakanlığı adı altınd a yeni bir bakanlık eklen di. Almanlar, 1 9 1 7'de Atlantik'teki denizaltı savaşını şiddetlen dirip ve her ay batırabilecekleri bir milyon ton gemi ile altı ay da İn giltere' yi dize getirebileceklerini hesapl a d ı lar ama ABD' nin savaşa girmesiyle tüm planlar altüst oldu. Atlas Okyanusu' ndaki denizaltı cephesi, savaşın en önemli deniz cephesi idi. İ ngilizler, 1 91 6'daki Jutland Deniz Muharebe si ile Alman donanmasını Atlantik cephesinin dışında tutmuş lardır. Jutland Muharebesi'ni aslında Almanlar kazanmış ancak
Erol M iiterci111/cr
9
Kuzey Denizi ile Atlan tik' e açılan deniz yolları üzerindeki ege menlik İngilizlerde kalmıştı. Almanlar, Türkiye'ye veril.en Ya vıız ve Midilli de dahil, envanterdeki pek çok savaş gemisiyle denizlerde ulaşım yollarını kesmeye çalışmışlardır. Bu dünya savaşında, Atlantik'te ve öteki denizlerde, ablu kayla yapılan yıpratma, savaşın kara cephelerinde hemen he men 700-800 tümenin yaptığı tahribata denkti. Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesi
Osmanlı Devleti, Üçlü İtilaf Devletleri'yle ittifak yapmak üzere bazı girişimlerde bulundu. Fakat Balkan Savaşı'nda d iplomatik yönlerden Osmanlı aleyhine çalışmış olan İ ngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti' yle bir anlaşmaya yanaşmazdı. Bu iki devlet, hem yıkılmasını yakın gördükleri Osmanlı Devleti'nin yükünü savaşta taşımak hem de ileride Rus ordularından yararlanmak amacıyla Rusya'yı gücendirmek istemiyorlardı. Bu sırada Osmanlı Devleti, Rusya'nın Fransa ve İngiltere ile müttefik olmasıyla İtilaf Devletleri arasındaki bağın daha da güçlenmesinden endişeye kapılmıştır. Rusya'nın Boğazlar' a yö nelik isteği, kuşkuları daha da derinleştirmiştir. Osmanlı Devle ti, İtilaf Devletleri'nin gizli planları doğrultusunda Alman ya'nın kucağına itilmiş ve karşı cephede yer almaya mecbur bı rakılmıştır. 22 Temmuz 1 91 4 tarihinde Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı) Enver Paşa, Almanya'nın İ stanbul büyükelçisi Baron von Wan genheim'a ittifak teklifinde bulunmuştur. 2 Ağustos 1 9 1 4'te de Osmanlı Devleti ile Almanya arasında birlikte hareket etme ant laşması imzalanır. Bu anlaşma, Osmanlı devlet adamlarının id d ia ettikleri gibi yalnızca savunma amaçlı değil, gerektiğinde saldırı amaçlı ve ülkeyi her an savaşa sürükleyebilir içerikteydi. Enver Paşa ve Sait Halim Paşa, hükümetin onayını a lmadan ale lacele ve savaşa Almanya tarafından sürüklenebileceklerini bile bile antlaşmayı imzalamakta tereddüt etmemişlerdir. Osmanlı Hükümeti, Almanya ile ittifak antlaşmasını imzala dığı gün genel seferberlik kararı aldı. Meclis'i dağıttı ve iki gün
10
Gelibolıı 1915
sonra da tarafsızlığını ilan etti. Hem Almanya hem de Enver Pa şa, Osmanlı Devleti'ni savaşa sokmak için çaba harcamaya baş ladılar. Ancak kabinenin öteki üyeleri, en az bir yıl savaştan uzak durmanın uygun olacağı yönünde görüş bild irdiler. Ö te yandan, Rusya'nın Boğazlar yoluyla :yardım alabilmesi Osmanlı Devleti'nin tarafsız kalmasına bağlıydı. Bu nedenle İti laf Devletleri, savaş boyunca Osmanlı Devleti'nin tarafsız kal ması için bazı önerilerde bulunmuştu. Osmanlı Devleti bu öne rilere kapitülasyonların kaldırılması, Ege Adalarının kendisine verilmesi ve Mısır sorununun çözümlenmesi önerisinde bulun muş, İ ngiltere ise buna yanaşmamıştır. Üstüne üstlük İ ngiltere, parası peşinen ödenen Sultan Osman ve Sulta n Reşat zırhlılarına el koymuştur. Bu olay, Osmanlı kamuoyunda büyük öfkeye ne den olmuştur. Bunu fırsat bilen Almanya, Goeben ve B reslau ad lı kruvazörlerini Çanakkale' ye yönlendirmiş ve Osmanlı Devle ti de bir komployla karşı karşıya kalmıştır. Aslında İ tilaf Devlet leri, Osmanlı Hükümeti'ni Almanya'nın safına itmek için ne ge rekirse yapmıştır. Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Türklerin İ tilaf Devletleri ya nında savaşa katılmalarının kazanç sağlayacağını bilmekle bir likte, " B izi lıerhaııgi bir yükümlülük altına sokacak bir bildiride bıı l u n mada n zama n kazanmalıy ız," diyordu. 1 0 Ağustos' ta İstan bul'daki lüyükelçi'si Giers'e çektiği telgrafta şöyle yazıyordu: "Şunıı bilin iz ki, Osmanlı Devleti'ııin ka rıştıracağı işlerden hiç ko,rku mıız yoktur. " Yani Osmanlı Devleti'nin Almanya yanında sava şa girmesini önlemek için hiçbir şey yapmak istemiyordu. Rus ya'nın bu tutumuyla ilgili olarak öne sürülen bir görüşe göre, Osmanlı Devleti ile savaş içinde bulunmanın elverişli bir durum olduğunu, böylece Rusya'nın İstanbul'u ve Boğazlar'ı ele geçir mek için Büyük Petro'dan bu yana kurulan düşün gerçekleştiri leceğine inandıklarıdır.
Çanakkale Cephesi'nin açılması
kararı
10 Ağustos 1 914'te, aslında kom p lo teorilerine konu olacak şe ı-;1de İ ngilizlerin takibinden kaçan Goeben ve Bresla u adlı Alman
Erol Mütercim/er
11
gemilerinin Osmanlı Hükümeti'nin bilgisi dışında fakat Enver Paşa'nın gizli izni ile Çanakkale Boğazı'ndan geçmesi Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesini kolaylaştıran bir ilk adımdır. Çanakkale'deki İngiliz ve Fransız konsoloslah, Osmanlı Devleti'nin tarafsız olması karşısında bu iki geminin 24 saat içinde Türk karasularını terk etmelerini ya da silahsızlandırıl malarını ısrarla istediler. Osmanlı Devleti bu iki gemiyi silahsız landırma yoluna gitmedi. Tersine, bunları satın aldığını ilan ederek, birine Yavuz Sultan Selim, öbürüne de Midilli adlarını ve rerek, tüm personeliyle birlikte Osmanlı donanmasına kattı. Ay rıca bu Alman savaş gemilerinin komutanı olan Tuğamiral Suschon'u da Osmanlı Donanma Komutanlığı'na atadı. İki Alman savaş gemisi, durumu kurtarmak için sözde Os manlı Devleti'ne satılmasına karşılık olarak İtilaf Devletleri bir protestoda bulundularsa da fazla ileri gitmediler. Özellikle İn giltere, Osmanlı Devleti ile savaşa girmeyi mümkün olduğu ka dar geciktim1ede yarar görüyordu. İngiliz Genelkurmayı, batı cephesinde savaşa sokmak için Hint birliklerini çektiği zaman Türklerin Süveyş Kanalı'na karşı saldırıya geçeceklerini göz önünde tutuyordu. Eğer Büyük B ri ta nya ilk olarak padişahla ilişkisini koparır sa Hint Müslümanları İslamlık propagandasının daha çok etki si altında kalmazlar mıydı? Pierre Renouvin kendi sorusunu şöyle yanıtlıyor: "Umutsuzca da olsa görüşmeye girişmekte da ha çok yarar vardı. Bunun için İngiliz Hükümeti, Osmanlı Hü kümeti'ne tarafsız kalacağına söz verirse, Osmanlı İmparator luğu'nun toprak bütünlüğünü garanti edeceğini bildirdi. Bu güvence, yalnız savaş süresince geçerli olursa, Rusya genel ba rışın imzalanmasından sonra Boğazlar sorununu kendi yararı na çözümlemek isteyebilird i. Bu bakımdan Osmanlı Hüküme ti, savaş süresiyle sınırlı olmayan bir güvencenin yazılı olarak verilmesini istedi. Rusya buna karşı çıktı. Bir gün açık denize çıkma olanağım ele geçirme düşüncesinden vazgeçmek hiç ho şuna gitmiyordu. Bununla birlikte Fransızların uğradığı boz gunla, Tanenberg felaketi üzerine Sazanov boyun eğdi. Üç İti laf devleti, Osmanlı Devleti'ne gönderdikleri bir nota il�, Os-
12
Gelibolu 1 9 1 5
manlı Devleti'nin toprak biitiinlüğiin ii savaştan yararlanarak ln m u bozmaya kalkacak h e r düşmana karşı güvence vermeye hazı r oldukla
bildirdiler; buna karşılık tam bir tarafsızlık sözü istiyorlardı." Okun yaydan çıktığının farkında olan Sadrazam Sait Halim Pa şa buna yanaşmadı. Artık İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti'nin tarafsız kalmasın da hayale kapılamazlardı. Zaten Osmanlı Devleti'nin 7 Eylül 1 914'te kapitülasyonları kaldırmasından ve Boğazlar'ı kapatma sından sonra durumu belli olmuştu . Bununla birlikte görüşme ye devam ettiler. Çünkü Osmanlı Bükümeti'nin bazı üyelerinin savaştan yana olmadıklarını biliyorlardı. Ne olursa olsun, köp rülerin tam olarak yıkılmasını geciktirmek istiyorlardı. Fakat telgrafın şifrelerini çözen Rus elçisi, Alman diplomasisinin İs tanbul Hükümeti üzerindeki baskısını öğrenmişti. Kaldı ki, Al man subay ve erler inin Çanakkale Boğazı'ndaki istihkam işle rinde çalıştıklarını bilmeyen yoktu. Giers, 3 E k i m' de, "Savaş bii tiin belirtilere göre kaçı nı lmaz bır şey oldu " d iye yazıyor ve hükü metinden de " işleri ne zaman olı ı ru na bı rakabileceğin in bildirilmes i n i " istiyordu. Osmanlı Hükümeti, askeri hazırlıklarını tamamlamak üzere gerekli zamanı kazanabilmek için tarafsız görünüyordu. Ordu nun seferberliğini iyi bir b içi mde yürütmek gerekti. Anado lu' dan asker toplamak, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını ani bir saldırıya karşı gü ven altına almak gerekiyordu. Bunun için Babıali'nin bu işler sonuçlanıncaya kadar İtilaf Devletleri'nin temsilcileriyle görüşmeyi devam ettirmede ve hatta kabine üye lerinden Cemal Paşa'nm dediği gibi, "Almanya ile birlikte oldu ğunuzun anlaşılmaması için İtilaf Devletleri'yle görüşmeye gir mek" bile gerekti. Amiral Suschon'un Osmanlı donanmasının komutasını ele almasından iki ay sonra, 27 Ekim 1 91 4 tarih inde, Osmanlı Hü kümeti'nin karşı çıkmasına karşın, Karadeniz'e çıkardığı bi r muharebe kruvazörü, 5 hafif kruvazör, 4 muhrip ve bir mayın gemisi ile Rusya'nın Odesa, Kefe ve Novorsisky limanlarını 29 Ekim'd e bombalaması ve iki Rus gemisi ile Fra n s ız vapurunu batırması, Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesine neden oldu. rı n ı
Erol Miitercimler
13
Almanya'nın Osmanlı Devleti'nin savaşa katılmasında bü yük çıkarları vardı. Fakat bu hemen sonuç vermezdi. Boğaz lar'ın kapatılması Rusya'nın buğdayını ihraç etmesine, mütte fiklerinden çok gereksinim duyduğu savaş malzemesi almasına engel olacaktı. Padişahın cihadı mukaddes ilan etmesi, teorik ola rak Müslümanların birliğini kamçılayacak, İngiliz sömürgeleri ne bir parola gönderilecek, Hindistan'da, Kafkasya' da ayaklan malara neden olacaktı. Düşünceye göre tüm bunların olabilece ği öngörülüyordu. Bu ise uzun zaman isteyen bir işti. Alman ge nelkurmayı Fransız ordusunu altı haftada savaş dışı edeceğini umduğu sürece, Osmanlı Devleti'nin hemen savaşa katılmasını gerekli görmüyordu. Ancak, Marne bozgunundan sonra ve Avusturya-Macaris tan İmparatorluğu'nun Galiçya'daki saldırısının felaketle so nuçlanması üzerinedir ki, İttifak Devletleri Rusya'nın kuvvetle rinin bir kısmını Kafkaslar'a göndermeye, İngiltere'yi Mısır'ı korumaya zorlamak için Osmanlı Devleti'nin hemen savaşa ka tılmasını istemeye başladılar. 17 Eylül 1 91 4' ten sonra Alman ya'nın İstanbul'daki büyükelçisi bu yoldaki çalışmalarını hız landırdı. Fakat İ ttifak Devletleri'nin umulan başarıyı sağlaya mamaları, Osmanlı devlet adamlarını ihtiyatlı hareket etmeye yöneltmişti. Osmanlı hükümeti, savaşın lehinde ve aleyhinde olmak üzere iki kısma ayrılmıştı. Savaş taraftarlarının başında bulunan Enver Paşa derhal Almanya'nın yanında yer alınması nı gerekli görmekte, fakat en yakın arkadaşları bile bu hareketi henüz zamansız bulmakta idiler. Almanya'nın savaşa girilmesi isteğine karşı mali güçlükler olduğu ileri sürülüyordu . Alman ya, 1 1 Ekim 1 91 4 tarihinde gerekli ekonomik yardımda bulun maya söz verdi. Buna karşılık Türk donanmasının Karadeniz'e çıkıp harekatta bulunmasını istedi. Rus limanlarının bombalan ması bundan sonra gerçekleştirildi. İkinci bölümde ayrıntıları anlatılacak olan Çanakkale Boğa zı'na saldırı ile ardından üçüncü bölümde anlatılan Gelibolu Yarımadası'nda aylarca sürecek kara muharebelerine gidişin önü Rus limanlarına karşı yapılan bu bombardımanlarla açılmış oldu.
Gelibolu 1 915
14
Savaşın· askerleri ve orduların durumu Çanakkale Cephesi, Birinci Dünya Savaşı' nın çok sayıdaki cep helerinden biridir. Sekiz ay süren bu muharebelerde yaklaşık 1 milyon asker çarpışmıştır. Bu kadar çok sayıda er, erbaş, astsu bay ve subay hangi kaynaktan karşılanmıştır, ordula rın durum ları nedir, ortaya konmalıdır. Osmanlı ordusu Çanakkale Cephesi'ne sürüldüğünde, daha yeni Balkan Savaşları'ndan çıkmış, yorgun, moralsiz, daha da önemlisi inancını yitirmişti. Balkan Harbi'ndeki ağır yenilgi, su bay kadrosunu hayal kırıklığina uğratmakla birlikte mesleki açıdan da çok şey öğretmiştir. Bu savaştan çıkarılan derslerden en önemlisini Mustafa Kemal, Nuri Conker'e söyler: "Savaş, as kerlik sanatının öğrenilmesine yarayan vasıtaların en mükem meli, en gerçeğidir." Balkan Savaşı'ndan önce ordu içinde terfi de liyaka tten çok partiye ve saraya yakınlık önemli bir rol oynu yordu. Baktığınız zaman askerin teçhizatını tam olarak görü yordunuz ama erzak çantaları boştu. Yiyecek depoları neredey se boşalmıştı. Birçok yoksunluk kolera hastalığının yayılmasına yol açmıştı. Sefer stokları barıştan itibaren yeteri düzeye çıka,rı lamamıştı. Erler ve subaylar komutanlar da dahil olmak üzere aç kalıyordu. Ordudaki bazı tümen ve alay komutanlarının du rumunu Mustafa Kemal, "Zabit ve kııına11da11 ile lıasbılıal" de, Meşrutiyet döneminin Osmanlı ordusu tara fından Edirne ma nevra alanında ilk kez yapılan gösteride karşılaşılan durumu şöyle ortaya koymaktadır: Bir tümen komutanından, tümenine verdiği emir ve tümenin bulunduğu .durumun bildirilmesi soru sormaya yetkili bir kişi tarafından istendi. Tümen komutam böyle bir soru sorulmamış gibi atının üstünde hiç kımıldamadan, suskun ve dilsiz duru yordu. Biraz bekledikten sonra birinci sorunun cevabından vaz geçilerek, kolord u komutanından alınan emirden ne anladığı sonıldu. Yine ceva p yok. Sebep! Sebep aldığı emrin manasını anlamamıştı. Sebep, verdiği emrin, daha doğmsu imza ettiği emrin ne olduğunu bilmiyordu. Ya böyle anlaşılmadan verilen emri alan alay komu tanları? Evet bu merakı gidermek için tümen komuta nının yanından ay-
Erol MI/tercim/er
15
rılarak -Karıştıran- istikametinde yürüyen alaylara katıldım. Bir alay komutanından beni hareketleri hakkında aydınlatmasını rica ettim. Şimdi, dedi, ceplerini karıştırdı, ceketinin iç cebinden buruşuk bir kağıt çıkardı. " İşte iki emir ... Birini gece aldım. Birini de sabahleyin. He nüz ilk emrin gereklerini tamamen yerine getiremediğimiz için, ikinci emrin isteklerini uygulamaya başlamadık." Bu emirleri gözden geçirdim, ikincisi, birinciyi geçersiz sayı yordu. Fakat alay komutanı hala, önce birinciyi, sonra ikinciyi diyordu, niçin? Çünkü alay komutanı emirleri anlamamıştı. Oy sa alay gidiyordu. Fakat nereye ve ne için? Bunu alay komutanı kendisi de bilmiyordu, alayını oluşturanlardan hiç kimse de bil m i yord u O halde nereye gidiliyordu? Bu g i diş elbette, felakete, rezalete, utanca doğru gidişti. Ve ist i r h a m ettik ki, bugün için yap ı l a ca k ilk reşebbFs, her şeyden önce ve kesinlikle gelişmeye yatkın, özel nitelik ve kabi liyetleri olanlardan bir komu ta ve subay topluluğu oluşturmak olmalıdır. .
Ordunun 1914' ler başındaki durumu buydu ama Osmanlı ord usunun yine de sağlam bir kuruluş yapısı vardı. Kısa bir sü re içinde, Alman disiplin anlayışıyla, Enver Paşa'nın orduda yaptığı subay temizliği sonucunu göstermiş, teknik güce ulaşa masa da insan niteliği a rtırılmıştı. Bu yorgun ordu, adına Çanak kale Ruhu denilen savaş gücünü birdenbire Gelibolu muharebe lerinde yaratacaktı. Aynı ruh bir kez de, yine yorgun, bıkkın, ye nilmiş olarak çıkılan Birinci Dünya Savaşı ardından, Anadolu topraklarındaki muharebelerde kendini gösterecek, adını değiş tirip Kuvayı Milliye R ulıu olarak, emperyalizme karşı dur diye cektir. Kendisinden umut kesilen Osmanlı ordusu, iki kez de İn giltere'nin oluşturduğu koalisyon güçlerine direnmeyi başar mıştır. Osmanlı ordusundaki birliklerin temelini oluşturan muvazzaf subaylar, harp okullarından sağlanmaktaydı. Seferde kadro ek sikleriyse, emekli subay ve yed ek subaylarla tamamlanıyordu. Müstahkem mevkilere genel olarak ağır topçu sınıfı subayları ve rilmekteydi. Askeri doktor, t.-czacılar, Askeri Tıbbiye ve İstanbul
16
Gelibolıı 1 9 1 5
Ü niversitesi'nin ilgili bölümlerinden karşılanmaktaydı. Her sınıf astsubay, genellikle gedikli küçük zabit okullarından ve yedek astsubaylardan tamamlanıyordu. Er eksiği, silah altına çağrılan acemi erler ve yedek sınıfına ayrılmışların ve lağvedilen birlikle rin erleriyle karşılanıyordu. Acemi erler, önce depo birliklerinde eğitiliyordu. Seferberlik ilanından sonra Çanakkale Müstahkem Mevkii'nde 2.Topçu Tugayı'nda bir topçu depo taburu ve piyade tümenlerinde de, üçer depo taburu ile bir depo alayı oluşturuldu. Piyade alaylarının er gereksinimini karşılamak üzere, Müstah kem Mevkii Komutanlığı emrinde esas depo taburu kuruldu. Çanakkale' de çıkarmaların ve kara harekatının başladığı 25 Nisa n 1 91 5'e kadar olan d önemde personel kaybı çok az oldu ğundan, personel konusunda bir sorun olmadı. Kara harekatı başladıktan sonra, 5.0rdu'nun er gereksinimi 1 . ve 5.Kolordu asker alma bölgelerine bağlı askerlik daire ve şubelerince top lanmaktaydı. Bu nlardan eğitim görmüş ve daha önce kıta hiz metini yaparak, terhis edilmiş olanlar, Haydarpaşa, Bandırma, Karabiga, Lapseki' deki er yollama merkezleri ya da nokta ko mutanlıkları aracılığıyla doğrudan doğruya Tekirdağ, Gelibolu ve Eceabat'a gönderiliyordu. Gelibolu-Keşan yoluyla her gün 2.000 ikmal eri gelmekteydi. Depo alayı ve taburlarına gönderilen erlere 15 günlük oryan tasyon (yetişme-uyum) eğitimi yaptırılmaktayd ı. Bu eğitimi ta mamlayan erler, 5.Menzil Komutanlığı'nın yönlJndirmesine gö re, birliklerine gönderiliyordu . Anafartalar bölgesinde yapılan çıkarmadan sonra, yoğun la şan çarpışmalar üzerine, 5.0rdu'mın şehit ve yaralı sayısı zayiatı günde 300' e çıkmıştı. Bu durum karşısında 5 .0rdu'nun er gerek sinimine öncelik tanınmış, çok sıkışık zamanlarda 1 . ve 2.0rdu depo taburları ve birliklerinden yararlanma yoluna gidilmişti . 5.0rdu harekat bölgesi dışındaki çeşitli yerlerde, 1 3 depo ta buru olduğu gibi ayrıca 5.Menzil Komutanlığı ile işbirliği hal in de çeşitli yerlerde ve istihkam, topçu, ulaştırma, süva ri, scı nayi gibi değişik sınıflara ait genellikle bin askerden oluşan 1 5 depo birliği bulunuyord u.
17
Erol M iitaci111/er
Mehmetçik v e Anzaklar
Türklerin
ka rşı tarafın ise Gallipoli ya da adını verdikleri bu savaşı, öteki savaşlar dan ayıran bazı ilginç yönler vardır. Bunlardan birisi, Anzaklar ile Osmanlı askerlerinin hem çar pışmalar süresince birbirlerine karşı sı cak ilgi d uymaları ( 1 9 Mayıs 1 9 1 5 sonrası) hem de sonrasında dost oluşları, birbirleri ne kin ve nefret duymayışlarıdır. Osmanlı Devleti ordusu karşısında, Gelibolu Ya nmadas ı 'na amfi bi ha reka t düz enleyen İ ngiliz-Fransız müttefik ordusunda çeşitli ülkelerden gelen askerler vardı. İn gi ltere ve Fransa'nın dışı nda Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, İ skoçya, İrlanda, Hindistan, Nepal, Somali, Mısır, Sudan, Cezayir, Senegal, Rus ya ve Filistin' den gelen Museviler. ANZAK (A ııstralian nnd New Zealender Arnıy Corps) kelimesi, "Avustralya ve Yeni Zelanda Ordu Birlikleri" anlamına gelen sözcüklerin ilk harflerinden oluşur. Türkiye'de A nzac ifadesi Anzak şekline d ö nüşm ü ş tü r Bu kavram her üç ülkede de sem patiyle karşılanmakta, Avustralya ve Yeni Zelanda'da çok saygı duyulan bir dereceyi ifade etmektedir. Her yıl 25 Nisan'da Anzak Koyu'nda düzenlenen törene 22.000 kilometre uzaktan on binlerce genç Avustralyalı ve Yeni Zelandalının gel işi, d u yul a n saygıyı yansıttığı gibi büyük dede lerden aktarılan dostluğun da kanıtıdır. Osmanlı Devleti'nin Almanya'n m yanında savaşa girmesiy le birlikte İngiltere Süveyş Kanalı'nın olası bir Türk sald ırısına karşı savunulması amacıyla, daha önce Batı Cephesi'ne kaydır m ayı tasarladığı M ısır da eğitim g ö re n Hint Birlikleri ile Avust ralya ve Yeni Zelanda'dan gelecek kuvvetlerin, İ ngiltere'nin sa vunma pla nında yer almalarına karar verildi. Yalnızca komuta heyetinde değil, Avustralya, Yeni Zelanda gençliği arasında da heyecan kasırgası esmişti. Avustralya'd aki afişlerde "Gelibolu serüvenine katılın" davetleri yoğun ilgi gör müştü. İngiltere' deki durumu anlatırken, A. M oorehead dönemin ta nınmış genç şairi Ru per t Brook'un ya z ılarından örnek veriyor: Ça nakkale M ulıarebeleri,
Dardanelles Compa igıı
.
'
Gelibolu 1 9 1 5
18
İnanılamayaca k kadar
gü zel bir şey
bu ! . .
Kaderimizin bize bu
ka da r yardımcı olacağını tasavvur edemezd im! . . Demek Galata
Kul esi 1 5 ' l i k t opla n mızı n altında paramparça olacak? .. Demek deniz, top gümbürtüleriyle kana boya n ıp , leş gibi olacak . . . De mek Ayasofya ' nı n mozaiklerini, l okumlan, halılan yağmalaya cağım . . . Demek ki, bizler ta ri h t e bi r ça ğ ı n dönüm noktasını ya ratacağız ... Oh . . . Tannın! Hayatımda bu ka d a r mutlu olm a m ış tım, hiç bu kadar tam bir mutluluk hissetmemiştim. Tamamen bir yöne akan ırmak gib i ! . . Birden anladım ki, çocukluğumdan beri ha yatı mı n tek arzusu İs ta nbul' a karşı askeri bir harekata katılmakmış ! . .
İngiltere' de Brook gibi gençler İstanbul harekatının simgesi olurken, A v u st raly a ' d a da orduya katılmak için yarışa girmiş lerdi. Steel ve Hart, ortak yazdıkları Gelibolu'da·bu konuda çok ör nek vermişlerdir. İngiltere'de olduğu gibi Avustralya ve Yeni Zelanda' da da savaşın başlangıcı pek çok genç tarafından milli gururla karışık bir hevesle karşılanmıştır. Her iki ülkede de ye ni bir milliyet bilinci vardı ve savaş kendilerine ilk kez kendi kimlikleriyle uluslararası olaylarda etkin bir rol oynama fırsatı tanıyordu. Savaşta yer al m a k için yaygın bir ki ş i sel istek vardı ve ordudaki yerleri ele geçirmek için yoğun bir rekabet başla mıştı. Yeni Zelanda Sefer Gücü'nün bir taburuna katılmayı ba şaran Rupert Westmacott gib i l e r için askere yazılmak bir biçim de girişimciliği gerek t i rm iş ti : kalaba lık h a l i n d e talim salonuna gittik. Askere alımı listesinden adları okuyorlardı. Adı oku nan , "Evet, Efendim," diyerek içeri g i riy ord u . Ben salona giremeyeceğimi s a nıyord u m ama o sırada bir ad okundu ve kimse ya n ı t verme Büyük
bir
cakların
di. Bunun üzerine ben, "Evet, Efendim !" d iy e bağırarak içeri g i rd i m . İnsanları . ayırd ıklarında ben tek ba ş ı ma ka l m ı ştım . Ba na, "Sen, kim:;in?" diye sordular. Adımı söy l ed i m . "Ama s e n i n adın okunmadı. " dediler. "Ben okunduğı.ınu san dım," dedim. "Her ney:;e,. zaten daha fazla kimse almıyoruz, biz sadece aşçı istiyoruz," ded i l er . ''Tam ada mını buidunuz öyleyse," d edim. "Nerede aş ç ı lı k yaptın, kadastro kampında mı?" d i y e sordu
Erol M iitcrcimler
19
adam. Ka dastro kampında aşçı diye bir şey duymamıştım ama, "Evet, bir kadastro kampında," dedim Böylece beni aşçı olarak askere aldıla r. .
Avustralya ve Yeni Zelanda'dan gelen gönüllü birlikleri Ka hire yakınındaki Zeytun Askeri Kampı'na yerleştirildi. Çöl sa vaşına göre eğitim verildikten sonra Süveyş Kanalı savunması için konuşlandırılacaklardı. Bu iki ülkenin askerleri önceleri birbirine ısınamad ılar. Avustralyalılar daha rahat, düzensiz iken, Yeni Zelandalılar di siplinliydi. Ama savaş eğitimi amacıyla birlikte yaşamak zorun da olan bu iki ülke askerleri ortak örgütlenme altında yer almak mecb.u riyetindeydi. Bu nedenle, Kahire'de Avustralya-Yeni Ze la 11da Ordu Birlikleri (Australia n and New Zealander Army Corps) ortak yönetimi oluşturuldu. Bu ortak yönetimi ifade eden İngi lizce sözcüklerin baş harflerinden oluşan A.N.Z.A.C. adı da, ilk kez Kahire' deki yazışmalarda kullanılmaya başlandı. Türk cephesinde savunma hazırlıkları yapılırken, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin durumuna bakılınca geniş çapta bir çıkar ma operasyonuna karar verildiği hemen anlaşılıyordu. Ancak, kara kuvvetleri nisan ayı ortalarına kadar çıkarma hareketlerine hazır hale gelememişti. Sefer kuvvetinin önemli bir kısmı daha önce boğaz önüne gelmiş fakat bunlar gemilere karmakarışık bindirilmişlerdi. Bu nedenle, birliklerin Mısır limanlarında toplanıp yeniden düzenlenmelerine, çıkarma eğitimlerinin yapılmasına ve gemi lere, yapılacak çıkarma planlarına göre yerleştirilmelerine ge reksinim vardı. İşte bu amaçla 3. Avustralya Tugayı, bahriye si lah endazları dışındaki birliklerin ilk bölümü, yeniden düzen lenmek üzere Mondros' tan Mısır'a hareket ettiler. Deniz piyade tümenini taşıyan 1 4 gemi, 27 Mart' ta Portsa it' e ulaştı. 28 Mart'ta 29 . İngiliz Tümeni ile 1 . ve 2. Avustralya-Yeni Ze landa Tümenleriyle Fransız sefer kuvveti, İskenderiye' de top landı. Mısır limanlarında toplanmış olan Akdeniz Sefer Kuvve ti personel sayısı 75.056'yı buldu. Eğitimlerini tamamlayan Akdeniz Sefer Kuvveti'ne mensup
20
Gelibolıı 1 9 1 5
bu birliklerden, Anzakların birinci kademede karaya çıkarıla caklarının gemilere bindirilmesine başlanmış, 16 Nisan'a kadar Anzak ve 29. İ ngiliz Tümenleri, 45 taşıt gemisiyle hareket etmiş lerdir. 22 Nisan'a kadar da 77 taşıt gemisi İskenderiye limanın dan çıkmıştır. Daha önce Sefer Kuvveti Komutanı Hamilton, 1 0 Nisan'da Mondros'a gelmişti. Böylece aynı zamanda b u tarih, çıkarma hazırlıklarının başlama tarihi olarak kabul edilmiştir. Binlerce genç ölüme koşa koşa gidiyordu. Neden sorusunu sormadan Gelibolu'ya geliyorlardı. Neden? On binlercesi d e ne d en ' in yanıtını öğrenemeden öldüler. Türkçe' de Anzak olarak kullanılan ANZAC kavramı, asıl Ça nakkale Savaşlarında yaygın olarak kullanılmaya başland ı . Za manla. da Gelibolu ya da Gallipoli dendi mi Anzaklar hemen çağ rışım yapmaya başladı. Artık günümüzde doğrudan doğruya bu adla anılır oldular Anzaklar Mısır'daki karargahta Türkleri değil a ma Müslü manları tanıdılar. Anzakların gözünde, fes, giyen Mısırlı Fellah ve Kıptiler Türk'tü. Onlara göre Türk'un adı Abdıı llalı ya da kı saltılmış şekliyle Abdııl'du. Türkleri hiç tanımaya n Anzaklarda Avrupa'da yayımlanmış kitap ya da yazılı d ökümanlardan öğrendikleriyle olumsuz ön yargılar oluşmuştu. Kahire' de kaldıkları süre içinde tanıdıkları yerel h alktan esinlenerek Türklere yoks u l, zavallı ve hileci sıfatla rını da eklediler. Tüm bunlara ek olarak, Ocak 1 9 1 5' te Türkler tarafından Sü veyş Kanalı'na başlatılan taarruzun İ ngiliz birliklerince püskür tülmesi ve Türk askerlerinin ağır kayıplar vererek geri çekilme si Anzakları hem şaşırtmış hem de Abdıı/ a d ı n ı taktıkları Türk askerine bir de zayıf demeye başladılar. Ö te yandan Avustralya ve Yeni Zelanda'da yayımlanan gazeteler tıpkı Londra'da ya yımlan(\nlar gibi Türkler a l eyhind e başlıklar ve makalelerle çık maya başla d ı : Tiirkler Hıristiya ıı ları toptan öldii rüyor . . . Kadın la ra tecnviiz ediliyor. Tiirk askerleri, savaş esirlerine çok kötii işkenceler ya pıyor . . .
Gelibolu' da çatışmalar başladıktan sonra /\nza kların düşün celeri değişmeye başl a d ı . Türkler hastane gemisine ateş etıni-
21
Erol Mütercimler
yor, mertçe savaşıyor, özellikle siper muharebelerinde g öster dikleri cesaret ve başa r ı , saygı ve sevgi uyandırıyordu. Bunları gö re n Anzaklar Türk askerine Jacko, ]olıny Tiirk adını verdi. Bu derin bir sempa ti ve sa ygının ifad es iyd i Türk ve ya ba n c ı pek ço k ya z a rı n i fa d esiyle her iki taraf sanki savaşta değil de spor a l a n ınd a mücadele ediyordu. Anza k ların M e h m etçi k h a k kı n da k i d eğişen d uyg u ve dü şün c el eri hem Avu stralya d a hem de Türk i ye d e y ay ı m l a n a n b i rço k yapıtta ortaya konmuştur. Bunlardan iki tanesi, Baha Ve fa Karatay (Mehmetçik ve Anzaklar) i le Mete Tunçoku'nun A ıızak ların Kaleminden Mehmetçik, oldukça ilginçtir. Çü n kü her iki ya zar da Anzaklara mektu p l a r y a za ra k duygularını, düşünceleri ni ve yıllar sonra değerlendirmelerini bizlerle paylaşmıştır. A rgus ga z e tes i n in 29 Haz ira n 19 1 5 tarihli yayınında, cephe den ayrıntılı haber ve as k er me ktup l a r ı n ı n yayımlandığı sayfa sında, Türklerin Çanakkale' de dürüst ve mert bir sav a ş ser g i le .
,
'
'
dikleri anlatılmaktad ır.
A vu s tralya lı asker A.R. Ditterich, Mısır' da Mena'da bir has ta ned e yatıyor; tedavi olm a k tad ır . Basına y o l l ad ığ ı mektu pta Türklerin, müttefikleri A l m a n la r g ibi da vranm ad ı ğın ı ve hiçbir yaralıyı da sakat b ıra kma dığı n ı a çık la y ı p ş u n l a r ı belirtmektedir: Türklerin, yaralı ve ölülerimize işkence eder ek onla rın el ve kol larını k ı r ı p kestiğine ilişkin dedikoduları duymuşsunuzdur. Hasta nemizin do k t or u Springhthorpe, t ü m Mısır' da bunun tek bi r örneğine rastlanmadığını ve tek bir kişinin bile böyle bir ol;ı ya tanık o l m a d ı ğını söylüyor. En yetkili kişiler de bize Türkle rin, bu oyu nu dürüst oynadığını söyledi. Çıkarmadan önce biz lere resmen, Türklerin yara lı ve esi rl er i saka t bıra k ı p işkl'n Cl' ederek öid ü rdüğü söylen m i ş t i . O zama ndım bugü ne, bu . ı r ra po r ve haberlerin doğru olm adığı a rtık anlaşılmış bulu n m a kta dır. (Tu nçoku, 92)
Ağu s to s a yı
,
gerçe k te n de Ç a n a k k cı l e Sa vaşl a r ı ' nı n en
çarpışmalarına tanık o l m u ş ,
iki
ka n l ı
tara ftan da b inl erc e genç yarala
Öte yandan, savaşı n bu a c ı gelişmeleri içinde bile ça rp ı c ı insa nlık örnekleri sergilenmekte, ta ra fl a r d üşman da ol s a l a r her şeyden önce insan olduklarını unutmad ıkla rını ka n ı tnıp ölmüştür.
22
Gelibolu 1 9 1 5
!ayan ilginç olaylar yaşamaktadırlar. A rgııs gazetesinde 1 0 Ağustos 1 9 1 5'te yayımlanan "Düşünceli ve Saygılı Türk" başlık lı bir a s ker mektubu da bu tür örnekler içeriyor. Yaralanıp teda vi için yattığı Malta'daki hastaneden arkadaşına yazan Avust ralyalı çavuş H.D. Collyer şunları anlatıyor: Türklerin
a sl ında iyi ka l p li
insanlar olduğunu biliyorum. İ şte
olay: Bir keresinde on iki ya ra lı a s ke rim iz, cephede Türk Kızılay ekibi tarafından bulunur. E s ir alınmazlar. Yaralan sarılır ve kend ilerine, Siz i n k il er gelip sizi alırlar," denilip bı rak ı lır la r . Bir başka sefer bir Türk askeri, yaralı ve yü rüy emeyece k bir a s keri m i z i bulur. Yaralarını te m i z leyip sarar. Onu kuytu bir yere ye rl eş t i r i r . Arkadaşları tarafın dan bulunması ge ci k eb i l ir endişesiyle de yanına su ve b i s kü v i t bırakır. Gene bir başka Türk yaralı bir askerimizin yarısını sarar ve hemen g i t m es i n i , aksi ta kd i rd e bir Alman subay ı gel i r s e her i k i s i n i de vuracağını söyler . . . Tüm şiddet ve felaketlerin sorum bunu kanıtlayan hatırladığım üç
"
lusu Alman köpekleri Türklerin gözünü de iyice korkuttukları içind i r ki Türk, yapısının doğal
yönlerini bizlere (serbestçe) gös
teremiyor. (Tunçoku, 99)
Türk askerlerinin Çanakkale' de sergilediği me.rt, dürüst ve sıkı bir savaşçı olma özelliği yalnızca cephede değil, Batılı baş kentlerde de yankılar yapmaktadır. Örneğin Lord K i tch en e r İn gili z Parlamentosu'nda yaptığı konuşmasında bu noktayı belir tir ve T ü r kl e rde n övgüyle söz eder. Kitchener' in bu övgü dolu sözleri Almanları rahatsız etmiş görünmektedir. 2 Eki m 1 915 ta ri h l i Tlıe Egyptinıı gazetesinde yayımlanan bir makalede bu ko nu ele alındıktan sonra şöyle d en mekted i r ,
.
Oysa ki
bütün İs ke n d e riy e l il er
bilir ki, Kitchener aslında, Geli tekrarlamaktan başka bir şey yapmamaktadır. Türk, Prusya daha henüz ilke l -putpe rest ve barbarlık- dönemini yaşarken, asker düşmanına centil mence davranmak gibi, takd ir edilecek, bir savaşçı olma mezi yetine sahip ola gelmiştir. (Tunçoku, 1 04)
bolu' dan dönen her askerin sö yl ed i ğ i n i
Gazeteci C.E.W. Bean siperler arasındaki yiyecek alış-verişi ne tanık olmuştur. Durumu şöyle anlatır:
Erol Miiterciıııler
23
Türklerin üç günlük bir bayramı vardı. Bizim siperlere, üzerine silinmez kalemle ve a c eleyle şunlar yazılı iki paket sigara attılar: Prenez, fumez avec plaisir notre heurex ennemies. (Alın, afiyet le için mutlu düşmanlarımız.) Karşılığında biz de onlara, konserve sığır eti yo lladık . Pake ti, ü zeri nd e "Bully beef non" (sığır eti istemeyiz) mesajı yaz ı l ı olarak geri yolladılar.
Bu örneklerd en yü zl e rc e yazılabilir ancak bu kad arla ye t i n i yorum. Hem Mehmetçikler hem de Anzaklar savaş tarihinin ta n ık olduğu en kanlı çatışmalardan b i ri s i olan Çanakkale Muha rebeleri'nde kahramanca, cesurca ve savaş hukuk kurallarına göre savaşmışlardır. Ama bu, istenmeyen, insanlık dışı, hukuk dışı olayların ol mad ığı anlamına gelmemelidir. Esirlere i ş ke n ce yapan Türk ga rd iyanla r da, siperlerde y aka lad ı kl arı yaralıları süngüleyen Anzaklar da, esi r ve ölü Türk askerlerinin kulağını kesip kemer y a pan Gurkha da olmuştur. Türkler hastane gemisini hiç bom b a la mad ığ ı h a l d e İ n giliz u ça kl arı Türk h a sta n e leri n i bombala m ıştı r . Bu olaylar da o lmuş tu r ancak sekiz ay süren bu uzun ve kanlı savaşın geneli içi n d e az sa yıd a k i olaylardır. Unutulmasın ki bu yine de öldürmeyi amaçlayan bir s ava ş tır Bu s a va şa kadar, vatan ve ulus devlet bilinci olmayan, bun ların ne anlam ifade ettiğini bilmeyen Avustralya ve Yeni Zelan da gönüllüleri İngiltere adına hiç t a nı m a dıkl a r ı topraklarda can verdiler, yaralandılar. Oysa Mehmetçik an a v a ta n ını savunuyor du. İkisi a ras ı nda ki meşruiyet farklılığını çok sonra fark eden Anzaklar Mehmetçik'e hiç kin duymadı, nefret etmed i. Aynı şe kilde Mehmetçik de ce ph ed e zaman zaman d u rumla rına acıdı ğı Anzakları hep sevdi. Bunun bir g ö s tergesi olarak, Gazi Mu sta fa Kemal 1 934 y ıl ın da İ çişleri Ba kan ı Şü k rü Kaya'ya o ünlü, u n utu lma z edebi ko nuşmayı yaptırır. Bu s öyl ev i n öyküsünü Uluğ İ ğdemir, Şükrü ' Kaya' dan duyduğunu belirterek şöyle aktarmaktadır: .
Çanakkale'yi ziyaret ettiğin zaman aziz şehitlerim izi de ziyaret edeceksin. Bu vazifeyi yapacağına şüphe yok Yalnız nasıl bi r .
24
Gelibolu
1915
nutuk söyleyeceksin. Ben söyleyeyim. Burada y a tan aziz şehit lerimi z ! Sizi hürmetle, saygı ile anıyoruz, d iyece ksin . Mehmet çik abidesinin başında, dilinin bütün talakatiyle konuşacaksı n . Burada rahat ve huzur içinde yatınız, d iyeceksin . Siz olmasay dınız, siz göğüslerinizi çelik kalelere siper etmeseydiniz, bu bo ğaz aş ıl ır, İsta nbu l i şgal edilir, vatan toprakları i s ti l aya uğrardı, d iyec eksi n . - Evet böyle konuşacağım! - Hayır, ha y ı r . . . Sen böy lenin üstünde, çok daha başka konuşa caksm. Dünyaya hitap edercesine k on u şaca ks ı n . Orada, Ça na kka le ' de y al nız bizim şehitlerimizi değil, bu to p rak üstün de kanlarını d ö ke n insanları da o ka hra ma n muharipleri de hür metle, sa y gıyla anacaksın. - Paşam, ben bunu ya pama m ; çünkü bu sözler �ncak sizin söyleyebileceğiniz yüksek sözlerdir. - Söyleyeceksin. Çanakkale' den dünyaya ka rş ı böyle konu şa ca ksı n . Senin böyle konuşman lazım.
Şükrü Kaya, Atatürk'ün yanından ayrılıyor ve gece tekrar buluşuyorlar. Atatürk, Şükrü Kaya'ya uzun bir kağıt uzatıyor. Bu, Çanakkale' de söy leyeceği nutuktur. Atatürk bizzat hazırla mıştır ve Şükrü Kaya, bu söylevi alıp Çanakkale'ye gidiyor. Orada, Mehmetçik'in mezarı başında, yazılanları söylüyor. ııu ınemleketi11 toprakları iistiinde kmılarmı döken kahramanlar! B u rada bir dost vatanın toprağı ndasmız. Huzur ve siikfin içinde uyu yıııı ıız. Sizler Mehmetçiklerle yaıı yana, koyun koyu nasınız. Uzak di
yarlardan evlatları n ı lıarbe gönderen aııalar! Gözyaşları n ızı di11diri11iz. Evla tlarmız, bizim bağrı mızdadı r. Hıızıır içindedirler ve lııızıır
içinde rahat rahat uyu yacaklardır. Onlar, bıı toprakta can ların ı ver
dik teıı sonra a r t ı k bizim evlatlarımız olmıışlardır.
Bu konuşmanın yabancı gazetelerde yer almasının ardından Şükrü Kaya'ya Avustralya'dan Yeni Zelanda'dan telgra flar, mektuplar yağar. Çanakkale Savaşları böylesine farklı bir savaştır. Avustralya resmi kaynaklarına göre Anzakların Gelibolu Yarımadası' ndaki savaşlarda verd ikleri kayıp, 28. 1 50'si (8.709 ölü, 1 9.441 zayiat) Avustralyalı, 7.553'ü (2.701 ölü, 4.852 zayiat) Yeni Zelandalı ol mak üzere toplam 35.703' tür.
Erol Miitercimler
25
Gündüz birbirlerine kurşun sıkıp, gece kıt aşları ile matara larındaki suyun son damlasını paylaşan, karşılıklı siperlerden çikolata, sigara, meyve değiş tokuş eden, yaralı düşman asker lerinin birbirlerini sırtladıkları, düşmanken dost olup savaşan ların savaşı belki de dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş ve gö rülmeyecek bir istisnadır . Bu savaşın adı: Çanakkale Savaşı . . . . .
Siperlerde yaşam Gelibolu Yarımadası'ndaki kara savaşları, siper ve s ? ngü savaş larıyla da ünlüdür. Türk tarafı amfibi harekatı bekliyor olması nedeniyle siperler kazıp düşmanlarını bekliyordu. İ ngiliz··Fran sız birlikleri ise, köprübaşı tutup araziye yayıldıktan sonra tu tu nabilmek a m a c ıy l a siper kazı p yerleşmişlerdir. 8,5 ay süren sa vaş boyunca da siperler ve (lağımlar) tüneller her geçen gün uzayarak devam etmiştir. Çok yalın olarak şu söylenebilir: Si perlerini kazdılar ve çarpıştılar. Siperlerde olmak, hayatta kalmak demek değildi. Stell ve Hart, Yen ilginin Destanı'nda tanıkları aracılığıyla böyle bir olayı anlatırlar: Siperlerdeki askerlerin yıkılmaya başladıklarını gördüm. Ama Türkler sağ kanadımızdaydılar ve onları hiçbir şey durdura mazdı. Bizimkiler üzerimize gerilemeye başladılar, çoğu bizim bulunduğumuz siperlere girdiler ve biz gerilemeseydik ayakla rı altında ezilecektik. Sip erl erd e n çıkıp kuru dere y a ta k l a rı ndan birinin ba şı na doğru koştuk.
Anlatılan bu olay, Y Kıımsalmdn 25 / 26 Nisan' da yaşanmıştır; tanık ise Yüzbaşı Robert Whigham' dır. Gündüz savaşan asker gece de siper kazmıştır. 25-29 Nisan arası ağır kayıplar verdire cek çarpışmalar olmamıştı. Her iki taraf kaza bildiği kadar siper kazmış, bu siperleri derinleştirmişti. Siperler hayati önem ka zanmıştı ve çarpışmaların bundan sonrası siperler arasında ge çecek gibi görünüyordu. A nzak askerleri yamaçların her yerine siper kazmışlardı. Ü st üste oyuklar ya da sıralar halinde siperler görülüyordu . Bu
26
Gelibolıı 1 9 1 5
o yuklardaki askerler güneşten korunmak i ç i n çuval ve fanilala rını asmışlardı. Bazı oyukların üstünde ise kağıt tabelalara rast lanıyordu: Sahibinden satılık siper . . . Sahibinden deniz manzaralı si per . . . İhtiyaçtan kelepir oyuk . . . Kaçmayı düşündüğüm için yeni bir ev sahibi aranmaktadır . . . Türk hamamı . . . Melbourne Hotel . . . Kahra manlar Barı . . . Dikkat! Komutanların girmesi kesinli�le yasaktır . . . İn gilizler giremez. Sadece Avustralyalılar . . . Times Nehri Çay Evi . . . Aşk Bahçesi. Y a ra t ı cıl ı k ve espri gücü sınır tanım ı yord u . Bu oyuklarda akşam olunca, yanan mumlar ve lambalar ya maçlara hoş bir görü nüm kazandırıyorlardı. Oyuklar11 basit raf ve askılar yapılmış, duvarlara çıplak kadın resimleri yapıştırıl mış t ı . Boş bisküvi kutularından masa ve sehpa yapmışlardı. Ba zıları eski postallarının ve boş mermi kovanlarının içinde çiçek bile ye t iştirmeye başlamışlardı. Anzak askerleri, biraz da, sahip oldukları teknik olanakları sayesinde siper savaşını iyi öğrenmişlerdi. Kazma ve kürekle kazdıkları derin siperlerin önünde birkaç kat toprak dolu çuval lar yerleştirerek onları kalkan olarak kullanıyorlardı. Periskop ve periskoplu tüfek Gelibolu' daki siperlerde ilk kez onlar tara fından kullanılmıştı. Siperin içinde, yan yana ya da arka a r kaya duran a s kerlerden birisi periskopla hedefi belirliyor, atışın isa betli olması için önündek ine talimat verirken öteki asker tetiğe bası yo rdu. Gerçi Osmanlı askerleri de benze r yöntemi aynalar la yaptıkları sistemle uygulamışlardır. Türk tarafındaki siperler mangal ile ı sıtıl ı y o r, bazı b ö lümle r elektrik ile ayd ın latılıyordu. O yu k lar ı n üzeri kalaslarla, to pr ak la örtülüyord u. Ana siperler yan s ipe rle re bağlanmaktaydı. Or tay a labirentler ağı ç ı kmı ş t ı . Anzak ve Mehmetçik siperlerd eki y a ş a mı günlüklerine yazmıştır. Mehmet Fasih'in anılarından: 19
Ekim 1 9 1 5 . . . Yerini büyükçe bir lağım (uzun ka nallar) Sa ğ
la mca da b i r toprağı var. D ü ş ma n ın mesa fesi yüz metre kadar.
Ü ç yü ze çıkanı da var. İ ç e r i y e man g al koymuşlar. Pek sıcak ol A d e ta bir fırın. Kendisi de zaten biraz kubbeli . 3 Kasım 1 9 1 5 . . . Saat 1 2.30 . . . B i r pipo d a h a y a k ı p s i pe r le r i tef tişe çıktım. Ve siperlerden geçerek yüzbaşımın y anına geldim . . .
muş.
Erol Mütercimler
27
Siperlerinin sol kısmı kapalı. Kalaslı yerler insana dehşet veri yor. Ekser y erl eri n d e g öz gözü görmüyor. B a z ı y erleri n i ı ş ı la yan, ölü gözü gibi yağ kandilleri ayd ı n l a tma kta . 5 Kasım 1 9 1 5 . . . Ta b u r kom utan ı, b erab e rce s i pe r l er i gezelim dedi. Hakikaten güzel bir yer gö ste rd i ki, "Burada key i f yapar, n a rg i l e i ç e riz," dedi. Güzel bir yer. Taburun bulunduğu derenin önünde, d üş m a n a arkasını vermiş, her tarafı görüyor. Kü çü k bir kesme yarığın arka tara fı . Burada hakikaten güzel, sabah ve a kşa m nargileleri iç i l ir . G ezmeye başladık. Si perler güz el a ç ı l mı ş . 8 Kasım 1 9 1 5 . . . Saat 5.00 . . . 500 mermi ve bomba sarfolun muş. Üşümüşüm. Neferler kapıyı kapa m a mış l a r ve a teş az. Ben böyley i m . Fakat ah o zavallılar ne alemde? Odamda b a h a ne ile ısınan neferimi gördüm ve d erhal man ga l ı y a n l a r ı na gönder dim.
Tarafların si perleri arasındaki uzaklık 15 metreyle 1 20 metre arasın da değişiyordu . Siperl eri n yakı n noktalarında sigara iç mek, yüksek sesle konuşmak hatta ses çıkaracak şekilde yürü mek bile yasaktı. Ç ü n kü karşı tarafça d uyu l an her tıkırtının be deli ağır ateş demekti. Gece gündüz elbise ve çizme ile yatıp kal kıyor, bulunabilen kısa arahklarda uyuyabiliyorlardı. Cephane ve bomba sandıkları karyolaları, koyun postu yatakları ve bir asker kaputu da yorganlarıydı. Güney Grubu'nda Zığındere'de 10.Tümen 3 0 . A la y Emir Su bayı olarak görev yapmış olan Münim M usta fa Çanakkale ve Ka nal Seferi Hatıralnrı'nda sip er yaşamını şöyle anlatır: Biz cephede siperleri teslim alıyorken bütün k ı ta l a r kazmalara ve küreklere sa r ıl m ış ; harıl harıl ta hk i m at yapmakla m eşg u l b u lu nu yord u. Sonradan bizim de i ş tira k ettiğimiz kazma ve kürekle çalışma neticesinde Güney Grupu mıntıkasında to p ra ğı n altında at, a ra b a ve diğer v ası ta ları n yürümesine mahsus ayrı ayrı yo ll a r, p i ya de leri n cepheye gid ebi lme s i i çi n g i zli yol lar, cephede yek diğerine paralel müdafa ha tla r ı , bun la rı b i rb i
r i n e ba ğl a y a n zikzak bağlantı yolları, zabit
ve
askerin har p te
korunması için, s ı ğı na kl a r ve zem i nl i k l er, üstü ka p a lı gizli mit ralyöz ve bomba m e v z i l eri, kısaca adeta yerin a l t ınd a koca bir ş eh i r me yd a na getirilmi ş; toprak köstebek yuvası g ib i d e l i k d e-
28
Gclibolıı 1 9 1 5
şik edilerek binlerce mevcutlu kı ta l a rı n toprak üzerinde hiç gö rünmeden b u rala rda yaşaması sağlanmıştı." (Cepheden Cep heye, 51)
Bazı siperler iy i yapılmış bazıları da kurallara uygun in şa edilmemiş ki, Mehmet Fasih günlüklerinde bunların şekiller ini de ç izerek olumlu olumsuz yanlan belirtmiştir. 54.Alay'a geldim. Bunların siperleri pe k berbat. Ü zeri kapalı,
yollar yağmur yağalı bir hafta olduğu halde hata çamur ile do lu. Gerek bu alay ve gerekse 27. A l a y personeline bir güzel ze minlikler yaptırmışlar. Bunlar; · meyi l içinde hendek açılarak üzeri örtülmüş ve bir kapı bırakı l mış . İçeride bir de ocağı var. Erler s ıra ile ateşi bekliyorlar.
Gidiyoruz . . . Nereye? İ leri hatlara ! .. Fakat bunların siperleri o kadar tuhaf ki . . . Üzeri kapalı yollara ya tünellerden ya da me rdi venle iniliyor. Bir müddet g idildikten sonra, tekrar merdi venle sipere çıkılıyor. H a lbu ki buralara çok obüs de düşüyor. Demek ki bunlar telaketten ders almamışlar.
Siperler hem yağmurdan hem de hava sıcak old u ğ un d a sı cakta n olumsuz etkilenmektedir. Sıcaklar bastırınca, siperlerde yaşama k çok zorlaştı. Rüzga rın esinti yönüne göre, kıyıya vurmuş ya da karadaki çürümüş insa n ve hayvan cesetlerinden havaya yayılan kokula ra dayan m� k çok zordu. Bahar geli nce kanatlı, kanatsız her cins sinek ve böcek türedi. Kaplumba ğalar ve kertenkeleler zara rsız olmakla birlikte akrepler tehlikeliydi. Askerleri en çok rahatsız eden ya ratıklar gündüzleri kara sinekler, akşamları sivrisineklerdi . . . Bunlar dizanteri v e sıtma gibi bulaşıcı hastalık mikropları n ı ta ş ımaktaydı . Mete Tunçoku'nun derlemesinde, İ ngiliz Reuter Ajansı tara fından Çanakkale Cephes i'ne yollana n özel muhabir, siperler deki yaşam ve özellikle de sinek ler üzerine şunları yazıyor: Gelibolu'daki yaşamın en büyük belası sinekler. Bu memleketin tanrısı ne Allah, ne Muhammet, ne de Şeyhülislam. Asıl Tanrı, baş şe y ta n yani sineklerin ta n rı s ı ! Yemekler masaya konar kon-
Erol Miiterciınler
29
maz sinekler tarafından simsiyah kaplanıyor. Çadırlara ve si perlere doluşan bu yaratıklar, aptal vızıltısıyla öğlen sıcağında yarım saat için kestirmeye çalışanları deli ediyorlar.
Gerçekten sinekler kurşun lardan daha etkili, daha bezdiri ciydi. Sadece İngil iz ya da Anzakların yazılarında değil, Türk askerlerinin anılarında da bu "bela"yı okumaktayız. Bizi en çok sıkan şeylerden biri de sineklerd i ! Aman yarabbi! B u nla r ne yılışık mahluklardı! Yemek yerken çatalımızın ucun daki lokmaya binlerce sinek hücum ediyor ve ellerimizle bile bu haşaratı defetmeye muvaffak olamıyorduk. Bu milyonlarca si nek bizi u yu rk en de rahat bırakmıyordu. İ n gi l i z taburla rının hücumu kadar öldürücü olan bunlardan kurtulmak için birçok larımız İstanbul' dan getirttikleri cibinlik altına girerek ye m eği n bulunduğu sefertasını da almak su ret iyl e biraz rahat yemek yi yebilirlerdi. (Münim Mustafa, 57)
Yaz aylarında artan sıcaklar, su sıkın tıs ını orta ya çıka rdı Seddülbahir bölgesinde işe yarayacak su kaynakları yoktu As lında su kaynakla rı Türklerin kontrolündeydi . Müttefiklerin kullandıkları suyun büyük miktarı, Nil Nehri'nden getirilmek teydi." Su sahile gemiler ile taşındıktan sonra çok b ü yü k zorluk la oradan katırlarla cepheye ulaştırılıyordu. Kuyulara d üşen ce setler, suların içil mesine engel oluşturmuyordu. Zamanla kuyu d aki suyun tadından, kuyunun yakınında bir Türk mü yoksa Anzak cesedi mi gömülü oldu ğunu anlar hale geldiler. İzzettin Çalışlar'ın günlüğünden siperl erd eki yaşam hakkın d a bilgi sahibi olabiliyoruz .
.
.
9 Temmuz 1 9 1 5 . . Hava sıcak. Rüzgar meltem. Öğleden önce .
57.Alay cephesini gezdim. Önce ikinci tabur 31,
32, 33, 34 nunıa
siperleri gezdim. 32'den biraz geçi nce düşman altımızda bir lağım patla ttı. Ben tepemize bomba attı zannettim. Dehliz için d e toprak altında kalan bir nefer salimen kurtarıldı. İ k in c i Tabur Komutanı B i nbaşı Murat Efendi'nin çadı r ı nda biraz oturdum. Sonra Tabur 2'de Zeki (Soydemir) Efend i'nin cephesine gittim. 47 ve 48 s i perl eri n i gezdim. Zeki'nin ya nında dil birrı z oturu p bir limonata içtik . . . ralı
30
Gclibolıı 1 9 1 5
Altlan oyulmuş bombalar patlıyor ama sakin sakin limonata içebiliyorlar! Anzaklar ile Türk siperleri arasındaki mesafeni n Kanlısırt'ta 8-10 m e treye düştüğü y er ler vardı. Hem el bombası kullanılı yordu hem de İng i liz ler boş kon s erve kutularına patlayıcı ile birlikte ele geçirdikleri dikenli telleri kısa kısa kesip ye rl eştir dikten sonra fit i li ateşleyip Tü rk sipe rleri n e fırlatıyorlardı. Bun lar siperlerde yang ı nlara neden oluyorlardı. S i p erlerden bazıla rını n üstü kalın çam kalaslarıyla örtülerek içerd e ki ler korunu yordu. Bunların yanışını kontrol altına almak çok güçtü . Mütte fik askerleri zaman zaman, Çalışlar'ın da yazdığı gibi, Tü rk si p e r lerini n altına kadar u z a y an , 30-40 m e t r e ye yakın tüneller ka zıyorlar ve buradan ani baskınlarla ya da koydukları dinamitle ri patlatara k Mehmetçikleri öldÜ rüyorlard ı. S i p e rl e r arasında bazen süngü yerine y umruklar da konuşuyordu . Anzaklarla Türkler arasında dostluklar da aralarında kısa mesafeler olan si perlerin olduğu buralarda başlamıştır. Anzakların ülkelerin e ya z dıkla rı mektuplarda ve günlükle r inde s i perlerdeki ve cephedeki günlük yaşamlarını anlatan pek çok anı okuyabiliyoruz. Bunlarda, t ı pk ı T ürk cephesinde oldu ğu gibi b i tlerden, sineklerden ve ceset kokula rı ndan yoğun şika yet d ile getiril iyor . M. Tunçoku'nun derlemesinden birkaç ör nekte şunlar yazıyor: Yeni Zelandalı asker George Bollinger, 9 Haziran 1 91 5' teki büyük sald ırıdan sonra ortaya çıkan durumu anla tıyor : S ı ca k b a s t ı rı yo r, mi l yo n la rca sinek siperlere hücum e t m ek t e . Si
per l e r i n d ışı nda k i yüzlerce a s ke r i mi zi n cesetlerinden e t ra fa ya yılan le� kokusu d a y a n ı l ı r gibi değil.
George Bollinger, 3 Ağustos 1 9 1 5 günü de, bitten ve postay la gelen mektuplardan bahsederek şunları yazmış: Şu ko rku nç bit belası en bü yü k sorunumuz. Posta çuvalla rıyla her s e fer i nd e binlerce mektup geliyor. Ne Yar ki, gelen her on mektuptan d okuz tanesi, "Çarpışmada öldü. Ya ra l an d ı döndü" ya da "kayıp" gibi, yazılması çok acı veren açıklamalar yazıla rak geri yo lla nı yo r . . .
31
Erol Miitercimler
Yeni Zelandalı sıhhiye eri George Skerret ise a nılarında, cep hedeki olumsuz koşulları anlatırken, Anzakların Türk askerine ilişkin görüşlerine de yer veriyor: Binlerce, binlerce sinek vardı. Koku, gittikçe kötüleşiyordu . San ki, cesetlerin toprak altında değil, üstünde old u ğ u bir açık me zarlıktaydık. Türk artık, yapılagelen resmi propagandanın aksine ( U nspe akable Tü rk=Ağza alınmaya değmez Türk!) olarak görülmü yordu . O da herhangi bir Anzak kadar insand ı ve duyarlıyd ı . O da kan kaybediyor, korkuyla sarsılıyor ve feryat ed erek ölüyor du. O da geride yaslı ana-babalar, dullar bırakıyordu.
Arkadaşları arasında Korku nç Şeyta n (Dae Devi) Dan olarak bilinen Yeni Zelandalı Dan Curham, çarpışmalar sırasında en çok Türk askeri öldüren kişi olarak tanınmaktadır. Bunu kendi si hiç söylememiş ama, olaya tanık olanlar çokmuş. O da anıla rında, siperlerdeki sefil yaşamı ve inanılmaz koşulları şöyle an latmış: Türklerle aramızda cesetler ve leş kokusu vardı. Bizden ya da onlardan birinin cesediydi ve tam siperimizin önündeydi. Bir gece onu yakmaya çalışmışlar ama koku daha d a beter olmuştu. Ondan sonra günlerce, kızarmış insan leşi kokusuyla yedik, iç tik, uyuduk ve yaşadık.
İ zzettin Çalışlar, günlüğünde, 25 Kasım 1 9 1 5 ' te gece çok şid detli yağmur yağdığını, cephedeki ovayı ve siperleri suyun isti la ettiğini yazarak, sel sularına kapılan, Çamura gömülen asker, hayvan ve eşyaların durumunu anlatır. Bu yağmur ertesi gün de devam ediyor, askerler hayatını kaybediyor. Azmak' taki 1 8. ve 59.Alaylar ile Küçük Anafarta Ovası' ndaki 36.Alay çok zor' durumda kalıyor. Günlüklere göre kışın siperlerde donan asker, yağmur mevsiminde de sel sularına kapılıyordu. Hakkı Suna ta' nın anıları İ zzettin Çalışlar'ın günlüğünden çok daha ayrıntı lı olarak kaleme alınmış. Sunata anılarında bu iki günün sonra sında yaşananları şöyle anlatıyor: 27
Kasım sabahı uyand ığım zaman, dışarıda bütün ta ş l a rı ka,
32
Gelilıo/11 1 9 1 5
y a l a r ı temiz l en m i ş, toprak lcın sarı ve ya pışkan bir kille yoğrul muş bu ld u m . İleri hattan gelen birkaç neferin yüzünde korkunç bakışların izleri var. Konuşmalarında hiç de iyi haber vermiyor l a r . Bu sırada biraz üst tarafta bulunan zeminlik çöktü. Hep o ra ya koştuk. Neferin ikisi çıka ma m ı ş, içerde ka l m ı ş. Biri serbest
ise de, diğeri inliyordu. Süratle kiremitleri kaldırd ık, tahtaları söktük. D i rekl e ri kaldırmaya b aşl a d ı k . Serbest ka l a n nefer çıktı. Diğeri n i direk bastırmış, diz ka pa ğ ı ndan ezmiş. Ayağım kurta ramıyor, korkudan da sararmış. Direği kaldırmamız üzerine o da kurtuldu. Yalnız bizim Mehmet Çavu ş' u n İngilizlerden aldığı bir saat, bu u ğra ş m a sı ra sı n da ka y bolmu ş . İkindi üzeri bir emir a l d ık . Gayı:t kötü bir e m i r . İleri siper lerde bulunan 36.Alay, yağmurun tesiri ile büyü k zayiata uğra m ış, felaket içinde imiş. Hemen onları değiştirerek, kurtaracak mışız. Ya biz ne olacağız? Akşama d oğru hareket ettik. Tabur komutanı ile öteki bö lükler ilerimizde gi tm iş ler d i. En arkada biz, tek ko lda . Zaten bir bölüğün kom u ta m korkak oldu mu, felaket, ondan hayır gel mez. Hava bulutlu, hafif hafif karla karı şı k yağmur. Toprak fev ka l ad e çamur. Dereler, gizli yollar, ba tak l ık halini almış. Geç mek i çin büyük zorluk var. İlerledikçe de artmakta bu zorluk. Buralarda siperler yapılırken, derelerin mecrasını tıkamış lar, düşman sızm a sın diye. Bu yağmurun birden getirdi ğ i sel ler, bütün siperleri su ile do l durmuş . Tam da a sker yemek ve ekmek geldiği za m a na rastlamış yağmur ve sel. Hayvanlar,
hatta bir kısım insanlar siperlerden çıkamam ış, boğulmuşlar. Dışarı çıkanlar da d üş m a n ateşine tu tu l mu ş, durum bunu gös teriyor. s e ll er bizim siperleri d o l du ru p taşınca, onların ana günü b a ş l a m ı ş . Ateşi k es m i şl e r, can kaygısına d üşmüşler. Ra hı mesturlardan (kapalı, gizli yollar) gi d e m e d i k . Kestir meden a razi üzerinden gidelim dedik. Düşm and a n ateş geld iği yok. Bu kez y o lu m uzu amuden (dikine) kes en rahı mesturları atlamak icap etti. Bir kısmını geçemedik, içiıte inmek, dize ka dar çamu ra batmak gere k. Yine güç bela ntlayıp geçtik. Fa kat ileride gidenlerle . aramız açılıyordu. Bir ra hı mestura atlarken bir askerin ölmüş ol d u ğ un u , birinin de can çekiştiğini gö rd ü k. Kurtarmaya vaktimiz y ok. Ona yard ım ed e m e mek, içimizde ne
Sonra
baba
E rol M iitercimler
33
kadar acı bir ıstırap yaratıyor. İ nsanlık mı bu? Bu haller, geceki getirdiği, göze çarpan ilk felaketin habercileri. Yine bir engelin önüne asker toplanmış, geçmek için yer arı yor, geçemiyorlar. Öyle bir yer ki, üç taraftan gelen yollar hep mahfuz mahallerle dolu. Yalnız dördüncü yol ileri hatta gidi yor. Hep burada toplandık. Yüzbaşı da geldi. Nereye, ne tarafa gideceğimizi sordu. Ben de bilmem dedim. Yine bana kızdı. Halbuki bizim önümüzden giden altıncı bölük, yarı yerinden kopmuş, irtibatını kaybetmiş, hep oraya toplanmış, oturmuşlar. Karanlık da başlamıştı. Orada bulunan bütün mahfuz mahaller tamamen ya da kısmen yıkılmış. Yarı yıkılanlar da ancak bir iki tane. Orada bulunan bütün asker, bu yan yıkık zeminliklerin al tına toplanmışlar,. kopardıkları bir iki tahta parçasını yakarak ısınmaya çalışıyorlar. Ben altıncı bölükten bulabildiğim birkaç neferden, önden gidenlerin ne tarafa gitmiş olduklarını sordum. Bilmiyorlar. Orada 36.Alay' a mensup bir nefer buldum, ona sordum. O da bilemedi. Yüzbaşı da sordu, yeter cevap alamadı. Yolu açıkça göstererek soruyoruz, anlaşılmaz birtakım cevaplar veriyor. Bunun üzerine yüzbaşı, yanına aldığı bir neferle ileri hatta doğru çıktı, gitti. Ben de mevcut neferleri yanıma aldım, gitmeye başladım ar kasından. Rahı mestura girdim. Yolun içinde suda boğulmuş iki neferle bir hayvan yatıyor. Yanlarından geçtik, yürümeye de vam ediyorum. Yol su ile dolu. Gittikçe topuklanma, sonra diz lerime kadar çıkmaya başladı. Ne olursa olsun yine yürümeye devam ettim. Nerede ise çamurlar kasıklarıma kadar çıkacak. Daha ileri gidersem daha fena bataklara düşeceğimi anlayarak geri döndüm. Benimle gelen askerler hep arkamdan sıvışmışlar. Geri dönüp bir kısmını buldum. Gelemeyeceklerini söylediler. Zorlayamıyorum da. Gideceğimiz yer belli değil ki, bilen de yok. Nihayet içlerinde altıncı bölükten Fahri Çavuş adlı yeni gelmiş birini buldum. Rumelili idi. Benimle gelmeye başladı. Artık sulara daldık, yürümeye başladık. Bata çıka gidiyordum. Suyun fazla derin olduğu yandaki odayı gösterdiler. Kapıyı açıp girdik. İçerisi dumanla dolu. yağmurun
Oradaki taburun hemen bütün zabitleri burnva toplanmış. Tedarik edebildikleri kömürleri bir tenekP iizerine koymuş, yakmışlar. Etrafında yedi sekiz kişi ısınıyorlar. Kömür bittikçe herkes cebinden bir parça kömür çıkararak a teşe koyup yakma-
34
Gelibolu 1 9 1 5
y a çalışıyor. Uzakta yolunu şaşırara k batağa saplanmış b i r ne ler, " İ mdat!" d iye bağırıyor. Mer h a m et en bunu kurtarmak iste yen bir iki nefer de batağa g öm ü lmek tehlikesi karşısında geri dönüyorlar. Nihayet o b i ça re, "Din ka rd eşle r, acıyın, merha met!" d i y e bağıra bağıra gecen i n ölüm karanlığı içinde, derece derece sesi kesilerek sönüp g i t ti İ leriye konan bir nefer, arada sırad a düşman istika metine b i r silah patla t ıy o r, ses ta sahile ka d a r uzanıp gidiyor. Ma ngalda a te ş bitti, ü şü mey e ba şl a d ı k Kasıklarıma kadar pantolonum, k a pu tum çamu rl u Vücudumun o kı s m ı sırılsık lam. Üşümenin tesirini daha şiddetli hissediyorum. Oradakiler, "Hadi içeri gidelim, belki b i r parça ısınırız," dediler. Biz de he men p eş l e r i n e ta kıldık. B i rta kım mahfuz mahallerin bulundu ğu bir ra hı mestura indik. Ne feci felaket. Tüylerimiz ürperme den g i t m e k kabil mi? Çamur ba taklık, önü m ü z d e bir saka katı rı boğulmuş ya tıyor. Yan tarafta fıçıları . Biraz ötede cephane sandıkları . Beride, gece erzak ge t iren bir hayvan bütün erzak sand ıklarıyla devrilmiş, boğulup ölmüş. Bu nların arasında yi ne boğu lan a ske r cesetleri, b i rb i r i ne yakın, boylu b o yunca u z anm ı şl a r bu fela ketin kendilerini uğra ttığı feci akıbetten ha bersiz ya t ı y or l a r Ni h a ye t bir yere geldik. Buranın önüne beygir leşleri koy muşlar, çamura bir engel yapmışlar. Ü zeri kapalı b i r yer. Hepi miz uzandık. Uyumak istiyoruz. Burada uyumak cinnet sayılır. Y a nım d a ki l er de neferlere tembih e tm e y i u nutmuyorlar ki, bi r sel gelince ke n d i l erini uyandırsınlar. E pe y c e k ıvra n d ı k ,
.
.
.
,
.
.
Küçük rütbeli a sker Hakkı Sunata n ı n günlüğünden a ktardı ğımız bu u zun alıntının anlattığı kadarıyla siperlerdeki yaşam gösteriyor ki, her iki tarafın askerleri cephede kahramanca sava şırken, cephe gerisinde ya da cephenin bizzat k endi s i olan siper lerde de bombalara, dinamitlere, el bombalarına, keskin ni şan cılara karşı da hayatta kalmaya çalışırken, bitler, sinekler, kurt çuklar ve doğa felaketlerine karşı da savaş vermişler. Her iki ta rafın günlüklerinde, mektuplarında, gazete yazılarında bu zor yaşam yansıtılmıştır. Bu konuyu siperlerde yukarıda anlatılanların d ışında da ba zı olaylar yaşandığına vurgu yaparak kapatalım. Anzak günlüklerinde ayrıca, siperlerde yaşanan ilginç bazı '
35
Erol Mütercimler
olaylar da anlatılmaktadır.
Örneğin,
Yeni Zelandalı Çavuş
Frank Aicken genç bir askerdir. Cephede bulunduğu sırada baş lıca görevi, merkez ile iki numaralı nokta arasında atla haber ta
şımaktır.
Frank Akken, Anzak'a geldiği gün, ilk şafağa ulaştı
ğında genel durum hakkındaki izlenimi, tek bir kelimeyle dile getiriyor : Umutsuz. Aicken aynca, her gün birkaç kez atla haber g ö türüp ge tirir ken, ne zaman atış menzillerine girse,_ Türklerin kasıtlı olarak kendisini hedef almayan atışlarıyla karşılaş tığın ı
anlatıyor. Sanıyorum Türk askerleri, çocuk yaştaki bu gencin at
la haber taşıdığını bi li yor ve onu, zararsız sayıp -belki de acıyıp pek.ala çok ko lay vurabilecek iken vurmayıp, sadece gösterme
lik ya da uyan atışlarıyla yetiniyorlardı . (M. Tunçoku) Gazeteci C.E.W. Bean, 1 0 Kasım 1915 günü defterine şöyle bir b a şlık atmayı uygun görür: "Türkler: Yaşamın Güzel Yanları." Te kra r olacak ama siperlerdeki durumu şöyle a nla tıyor:
Son zamanlarda Türklerle iyi iletişim kuruyorduk. Siperleri ne, Mısır'daki Türk savaş esirlerinden gelen ve çok iyi bakıldık larını anlatan mektuplarıyla, sağlıklı ve mutlu
olduklarını
gös
teren fotoğrafl a rın ı atmıştık. (Gerçi bizim askerler bunu yapma
ama . . . ) Her neyse, karşıdan şu yanıtı aldık: ''Sadaka ile yaşayan bir adam, do m u z un , lanetin tekid ir . Karnımız tok olduğu gibi, yedek yiyeceğimiz de bol. Ellerimizde tüfeklerle hazı rız. İngilizlerin çok s ilah ve cephan es i olabilir. Ancak, bizim de sün gülerimiz ve inancımız var. Eğer iddia et tiğiniz gibi büyük bir millet iseniz, nede n üstün ilkeler doğrultusunda hareket etmiyorsunuz da, iıaşka la rı m n aklını çelerek sadakatlarını bozmaya çalışıp alçalıyorsu n uz ? . . Çok asilce bir cevap! Bu tür çabalan yoğunlaştırıp, Türklerin teslim o lm a la nn ı sağlayabiliriz sanıyord u m . Kaldı ki onlar -ya da Al ma n la r- da, benzer yöntemleri b izi m üzerimizde denemiş mızı pek istemiyor
"
lerdi.
Üç hafta kadar önce,
Türklerin
üç günlük bir bayramı vardı.
Bizim siperlere , üzerine silinmez kalemle ve a celeyle şunlar ya zılı iki pak et sigara a ttıl a r: Prenez, fumez avec pla is ir notre heureux ennemis. (A l ı n , afiyetle için mutlu düşmanlarımız .) Karşılığında biz de onlara, konserve sığır eti yo lla d ık . Pake-
Gelibolu 1 9 1 5
ti, üzerinde "Bully beefnon" (sığır bifteği istemeyiz) mesajı ya zılı olarak geri yolladılar. Türkler bunun domuz eti olmasından kuşkulanmış olabilir ler!..
Savaşın lojistik maddeleri Savaş hiç kuşkusuz cephelerde çarpışan askerler dernektir. Ama ordunun lojistik ve idari desteği ile etkinlikleri de önem kazan maktadır, yani silahı, cephanesi, yiyeceği, suyu, posta ve sağlık hizmetleri gibi akla gelebilecek her türlü desteğin aksaksız sağ lanması gerekiyor ki, muharebe meydanlanndaki asker de aldı ğı eğitimin, sahip olduğu kültürün hakkını verebilsin. Çanakka le Cephesi'nin giderek takviyesi üzerine 5.0rdu'nun personel mevcudu önce 1 37.599'a, hayvan mevcudu da 24.734'e çıkmışh. Bu mevcut, Çanakkale Muharebeleri'nin sonuna doğru daha da artmış, 28 Temmuz 1 91 5 tarihinde 250.818 erle 69. 1 63 hayvanı bulmuş � . Sürekli enerji harcayan bu kadar çok sayıda canlının beslenmesi aksaksız işleyen bir organizasyonun yapılması de mektir. Genelkurmay arşiv yayınlarına göre 5.0rdu, Ordu Da iresi'ne ilettiği Mart 1916 tarihli yazısında mevcudunun 4.390 subay ve 252.844 er olduğunu bildirmiştir. Ülkenin o günkü koşullarında ve özellikle çeşitli cephelerde ve bu arada Çanakkale Cephesi gibi en kritik bir cephede çetin muharebeler veren ordunun ikmal sorunu, kuşkusuz hayati bir önem taşımaktaydı. Yurtiçi kaynakları, 191 0'lara kadar art arda sürmüş olan sa vaşlar nedeniyle bir hayli sınırlı hale gelmişti. Uzun sürebilecek bir savaş için orduyu besleyecek yeterlilikte değildi. Ü lkede sa vaş endüstrisi kurulmamış olduğundan, piyade silahlan, top, uçak ve bunların cephaneleriyle motorlu ulaştırma araç ve baş ka tüm savaş silah araç ve gereçlerini dış kaynaklardan sağla mak zorunluğu vardı. Bu nedenle önce Almanya ve Avusturya Macaristan, sonra da tarafsız başka ülkelerden satın alma yolu na gidilmiştir. Savaşın sürdürülebilmesi için gereksinim duyulan tüm ay-
Erol Mütercimler
37
gıtlann sağlanmasında Çanakkale Cephesi için başlıca iç kay nak, başta İ stanbul olmak üzere, harekat alanı itibariyle bölge sellik yönüyle Çanakkale bölgesiydi. Böylece gereksinim mad delerinde yurtiçi ve yurtdışı kaynaklarından yapılan tedarik uy gulaması, yerinden tedarik sistemiyle tamamlanıyordu. Bu da, sa tın alma ve borçlanma yoluyla genellikle kolordu ve tümenlerin harekat ve menzil hizmet alanlarından sağlanıyord u. Çanakkale Savaşları'nın lojistik desteğinde önemli unsurlar olan 5.0rdu menzil müfettişliği ile idari teşkiller: •
•
•
•
• •
Akbaş Karargah Şubeleri: Muhafız, Telgra f Mü f. Sahra Post. Sahra J. Tk. 1. Nokta Komutanlıkları: Uzunköprü, Keşan, Gelibolu, Ba yırköy, İ lgardere, Akbaş, Biga, Karabiga, Lapseki, Bergaz, Çanakkale. 2 . İskele Komu tanlıkları: Çardak, Gelibolu, İl gardere, Ak baş, Kilye, Karabiga, Lapseki, Bergaz, Çanakkale. _ İ dari teşkiller olan çayhaneler, ekmekçi takımları ve erzak ambarlarının çeşitli yerleşim yerlerine dağılmıştı. Çayhaneler: Gelibolu, Keşan (Gürecik, Bayırköy, Yedisu, Karapınar). Ekmekçi Takımları: Burgaz, Gelibolu. Erzak Anbarlan: Akbaş, Malular, Uzunköprü, Keşan, İl gardere, Akbaş, Biga, Karabiga, Gelibolu, Lapseki, Ber gaz, Işıklar Köyü.
Öteki cephelerde olduğu gibi Çanakkale Cephesi'nd eki l:,ir liklerin her çeşit personel ve akla gelebilen malzeme gereksini mi, en önemli ikmal (lojistik) merkezi olan başkent İstanbul' dan sağlanmaktaydı. Bunu gözlemiyle onaylayan bir önemli tanığın anıları ilginç pekçok konuya açıklık getirmektedir. Çanakkale adıyla bir eser yazmış olan ABD'li yüzbaşı Gran vill� Fortescue (bu kitap Osmanlıca'.ya Başkomutanlık Genel Karargah İ stihbarat Şubesinde görevli Kıdemli Deniz Kurmay Yüzbaşı Rahmi tarafından çevrilmiş ve İstanbul' d a 1 9 1 6 yılnda Matbaa-i Amire'de basılmıştır. Günümüz Türkçesine ise Bur-
Gelibolu 1 9 1 5
38
han Sayılır tarafından derl eme
her iki
olarak çevrilmiştir: Ankara 2003) koymuştur.
tarafın durumlarını ortaya
Beni İstanbul'dan Çanakkale'ye getiren nakliye gemisinin am barları ekmek ve dikenli tel ile doluydu. Türk savaş usulünün zembereği bunlardı. Türkler,· mart ayı içinde Gelibolu Yarıma dası'nın etrafına telden bir hat döşemişlerdi ve bu işlem, ilk İ� giliz askerinin ka ray a ayak basmasından önce kesin bir şekilde tamamlanmıştı .
. Dikenli teller çok dayanaıklı ve kuvvetliydi. Keskin bir alete
bile dayanabilecek
bir
şekil de yapılmıştı. Ara zinin kendine has
yapısı, sadece top ateşinden korunmak için değil, taarruz ve hü cuma ka l kan düşman askerleri ne görünmeden tel engelleri dö şemek için de uygundu. Tel engeller i le her ta ra fı yoğun bir şe kilde kaplanmış olan bir arazide, süngü hücumu yapma gerek sinimi dolayısıy la
İngiliz as kerlerin i n akıllara
durgunluk verici
bir derecede uğramış oldukları kayıpların ana nedeni... (Yüzba
şı Granville Fortescue)
Askerin yemek mönüsü Birinci Dünya Savaşı ve onun içind eki en önemli cephelerde n biri olan Ç an a kka l e muharebelerinde, çözüm bekle:ren sorun lard an birisi de beslenmek konusuyd u : Cephane kadar önemli bir sorun da beslenme sorunuydu. Na pole o n Bonaparte d er ki, "Ordu midesinin üstünde yürür." Türk resmi kaynaklarından Tayinat ve Yem Kanunu'na göre bir erin günlük payı 600 gram un, 250 gram et ya da 1 25 gram ka vurma, pa s hrma sucuk ya da konserve et, 86 gram pir.nç, 1 0 gram yağ, 20 gram soğa n ve tuzda n ibaretti. Etin dörtte birine karşılık nohut, kuru fasulye, sebze ve konserve ya da yaş sebze verilebiliyord u Ancak, bunların sağla na m a ma sı halinde günlük yiyecek miktarı daha da azaltılıyordu. Günde 250 gram verilme si gereken et 62 grama ve daha sonra 31 grama kadar indirildi. Sıkışık durumlarda er ve hayvan üzerinde emirle yedirilme sine izin veri len demirbaş yiyecek ve yem bulunmaktaydı. Toplanan yiyecek ve yem, önce Çanakkale Müstahkem Mev kii ve 9 Tü men ambarına geliyordu. Erzak kollan, dağıtma mer,
.
.
Erol Mütercimler
39
keziyle ambarlar arasında taşımacılık yapıyordu. Eşya sınıfına giren malzemelerin, birliklerle dağıtma merkezleri ve erzak kol lan arasında dağıtımı ise çeşitli taşıtlarla· ulaştırılması sağlan mıştı. Birleşik Filo'nun 19 Şubat 1915'te Boğaz giriş tabyalarına ta arruza başladığı gün Çanakkale' de bulunan Başkomutan Vekili Enver Paşa, son savunma menzilleri içinde en azından 3 aylık yiyeceğin depo edilmesini emretmişti. Bu emir açıkça ortaya koymaktadır ki, "Türkiye'de hiçbir zaman yiyecek sıkıntısı emaresi yoktu"(Granville Fortescue; B.Sayılır; 51). 5.0rdu'nun kuruluşundan sonra, Çanakkale Müstahkem Mevkii'nin beslenmesi görevi, 5 Nisan 1 915'ten sonra bu ordu ya verildi. 5.0rdu Menzil Müfettişliği, Çanakkale Müstahkem Mevkii birlikleri de içinde olmak üzere ordu kuruluşundaki tüm birliklerin personel yiyecek maddeleri ve hayvan yemi ge reksinimi halktan Tekalifi Harbiye usulüyle sağlanıyordu. Baş langıçta Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı'nın yiye cek ve her türlü malzemesi doğrudan doğruya Harbiye Nezare ti Levazım Dairesi'nce sağlanıyordu. Halkın elinde bulunan ge reksinim fazlası yiyecek maddeleri (personelin ekmek gereksi nimini sağlamak için buğday, çavdar, mısır gibi hububatla mer cimek, fasulye, nohut... gibi kuru sebzeler ve hayvanların gerek sinmesi olan arpa, yulaf, saman ve kuru ot), her türlü yiyecek ve yemin bölgeden sağlanması, savaş yükümlülüğü (Tekalifi Har biye) komisyonları tarafından yapılmaktaydı. Yağ ve sabun, yağhane ve sabun yapımevlerinden sağlanı yor, yu ..tdışından getirilen çay ve şekerden piyasada olanlarının yüzde 15 ile yüzde 25' ine el konuluyor, kalanı halkın gereksini mine terk ediliyordu. Tüm bu yiyecek maddeleri, 5.0rdu'nun harekat alanı geri sindeki menzil depolarında depolanıyor, buradan menzil am barlarına, kolordu dağıtım merkezlerine taşınıyordu. Aynca Marmara denizyolunun kapanması olasılığına karşı, Biga' da bir kolordunun iki aylık yiyecek gereksinimi depolanmış, bu erza kın geceleri Anadolu kıyısındaki iskelelerden mavna ve rö morklarla Kilya ve Akbaş ambarlarına taşınması sağlanmıştı.
40
Gelibolu 1 9 1 5
5.0rdu Menzil Müfettişliği, mu ha rebe alanının oldukça geri sin d e, B ur ga z, Akbaş, Biga, Kara big a, Ezine v e Bayramiç'te bi rer menzil ambarı açarak, birliklerin gereksinimini karşılayacak erzakı depolamıştı. Bu ambarlardan gö n d eri len yiyecek madde leriyle Bigalı kuzeyind e İki a yl ık stok seviyesinin korunmasına çalışılmıştır. Anafartalar ve Anbumu bölgelerindeki birliklerin gereks i n im i için de, Soğanlıd ere bö lgesind e grup komutanlıkla rı erzak ambarı ve dağıtım merkezleri açılmış, böylece birlikle rin lojistik desteği sağlanmıştır. Tümenler, doğrudan burada açılan dağıtım merkezlerinden ikmallerini yapmaktaydılar. 5 . 0rd u nu n, beş savunma grubu (Kuzey, Güney, Asya, Saros ve Çanakkale G rup ları ) ve bunlara ek olarak, 5.Menzil �omu tanlığı' nırt yu k a rıd a da belirtildiği gib i 28 Temmuz 1 9 1 5 perso nel sa yısı 250.8 1 8, hayvan mevcudu 69. 1 63'ü bulmuştu. Bu ta rihte 5.0rdu Menzil M ü fettişli ğ i kuruluşlarında bulunan menzil ambarlarından yalnız 1 1 tanesindeki yiyecek maddelerinin mik tarı 16 günlük yemeklik, 53 günlük ekmeklikle 8 günlük hayvan yemini karşıl ayaca k düzeydeydi. Bu açıdan 5.0rdu, et, sebze ve meyve gereksinimi dışında genel olarak yiyecek maddesi sıkın tısı çekmem iş ti Bir örnek olarak, 5.0rdu'nun 23 Mayıs 1915 ta rihindeki iaşe mevcudu 194.000 personelle 40.000 hayvandan oluşuyordu. Bu tarihte 12 adet menzil ambarında toplam ola rak, 3.927,5 ton ekmeklik, 993 ton yemeklik ve 1 .695 ton da yem malzemesi bul u n u yo rd u. Buna göre menzil komutanlığındaki erza k ve yem miktarı 20,5 günlük ekmeklik (un ya da buğday olup buğdaylar, k iş i başına 800 gramdan, unlarsa 630 gramdan hesaplanmaktadır), 13 gü nlü k yemeklik, 39,5 gü n lü k yemek ( yumuşa k yem, sert yem ya da mübadele yem l er d i r) ge reksini mini karşılayacak durumdaydı. Ayrıca 5.0rdu ve savunma gruplarının depoları n da l 'er ayl ı k, birliklerin üzerinde de 20 gü nl ük yiyece k stoku bulunduruluyordu. 5.Levazım Başkanlı ğı nca verilen 28 Temmuz 1915 tarihli rapora göre de 5.0r du'nun mevcudu, 250.818 personel ile 69. 1 63 hayvandı. Aynı ta rihte 16 günlük yemekl ik, 5,3 gü nlük ekmeklikle, 7,7 gü nlü k hayvan yemi n i karşılayacak durumdaydı. Sayısal sonuçlara gö re, yiyecek maddeleri konusunda sıkıntı çekilmemiştir. '
.
'
41
Erol Mütercimler
Cephedeki kolordu ya da tümenlerin dağıbın merkezlerine yanaştırılan ekmekçi takımları, birliklerin ekmek ya da peksi met gereksinimini aksatmadan karşılamışlardı. Yemekler, o günün koşullarına göre, çoğunlukla bakliyata dayanmak suretiyle pişirilerek götürülebilmişti. Erlere 3.000 ka loriyi sağlayacak yemek verilmesine çalışılmış, buna karşılık ta ze sebze hemen hemen hiç verilemiyordu. Bu yüzden erler ara sında iskorpit hastalığı başlamıştı. Genelkurmay savaş tarihi kaynaklarına göre buraya kadar yapılan açıklamalardan birliklerin, g�nellikle yiyecek sıkıntısı çekmediği kanısı ortaya çıkmaktadır. Oysa Güney Grup Komu tanı Mirliva Vehip Paşa'nın, Kerevizdere muharebelerinden sonra, erlerin bir an önce beslenme konularının düzene sokul masını sağlamak için, 3 Ağustos 1915'te Genel Levazım Dairesi Başkanlığı'na çektiği tel g raf ilginçtir. Et yasal ölçüsünün dörtte biri olan 60 gram üzerinden hesapla narak haftada ancak iki kez v eril iyordu ki, gü n lü k 16 gram dü şer. Ekmek, yansı un ve d iğer yansı toz haline dönüşmüş pek simet kırıntılarından olmak üzere verilebiliyor. Ambarlar bom boştur. Birçok birlik, demirbaş erzakını yemiştir. Yazılı olarak bulunduğu emredilen erzak, hüsnüniyetten ibarettir. Yedirip içi rme bu biçimde g i d ers e, güçsüz kalma, erlerin niceliğiyle be raber, moralini de kemirecektir. Ne yazık ki erlerde görülen hastalıkların kökeninin gıdasızlığın oluş turduğun u bildirmek zorunda ve Başkomutanlığımızca durumun, gereğine göre yo luna k onu l aca ğı kan ıs ınd a yım .
Vehip Paşa'nın kardeşi Esat PaŞa'nın anılarından ise Çanak kale' de cephedeki normal bir tabldotun şöyle olduğunu okuyo ruz: kadınbudu köfte, omlet, domates dolması, pilav, ayva komposto su, kahve. Bu yiyecekler herhalde yalnızca generallere verilmek tedir. Esat Paşa, anılarında günlük emirdeki yemek listesini (tabl dot) veriyor ama siperlerde ve arazide askerin nasıl beslendiği ni küçük rütbeli iki subayın günlüğünden okuduğumuzda, yi yecek ve tütün sıkıntısı çekilmediğini öğrehiyoruz ama farklı yemek listeleriyle karşılaşıyoruz.
42
Gelibolıı 1915
İlk günlük Mehmet Fasih Bey'e ait ve
"Kanlısırt Günlüğü."
1 9.10.1 915 . . . Fena halde aoktım. Çünkü sabahleyin çay içme
mişti.k. Yemek geldi. Kemali iştahıyla dört arkadaş yemek ye dik. Tabur Komutaru'nın yanına girerek bayramlaştık. Bugün bayram; ancak bombalar yağıyor.
Mehmet Fasih bazı siperlerin arasının yüz metreye kadar yaklaştığını yazıyor. Bayram tebriklerini yazıyorlar, çavuş ve onbaşılarla bayramlaşıyorlar.
Saıı t
1 7.00 . . . Yemek için aşağıya indik. Güzelce, arkadaşlar
yemek yedik. Mektuplanmı vesaireyi göndermek için
ile yukan
çıktım. Yine bu anılarda kahye, çay, pipo, çubuk, nargile içmek ko nusunda hiçbir sorun yaşanmadığını bu maddelerin bol miktar da olmasa bile yeteri kadar dağıtıldığını okuyoruz.
Saat 1 2.DO'de yemek için kaldırıldım!.. de nargilemi getirtmiştim.
21 .10.1915 . . .
Ben
Saa t
1 7.30 . . . Akşam yemeği geldi. Hep beraber toplanarak
yedik. Tek tük piyade bomba ateşi var. Suriye'den A lay'a bir grup gazeteci gelmiş ve subaya şam baklavası göndermişler. Bi
rer diliın yedik. Saat 1 8 .20 . . Yerime geldim. Bir kahve ve pipo içtim. 22.10.1 915 . . Ateş geldi, yataktan kalktım. Bir kahve ve pipo içtim . . . Bölük karavana yemiş. Güzel bir konserve çorba s ı . .
.
Siperlerde mutfak teşkilatı kurulmuş, sıcak yemek dağıtıl mış. Akşam yemekleri de saat 1 7.00'de dağıtılıyor. Gecenin han
gi saati olursa çay, kahve pişirilebiliyor. 26.10.1915 . . .
Saa t
12.00 . . . Yemek yedik. Güzel bir imambayıldı.
Bir nargile, bir kahve ile keyif yaptım.
Saat 1 7.30 Akşam yemeği geldi. Bir nargile ve kahve ile ye meği tamamladık. 29.1 0.1 915 . . Saa t 6.30 .. Alay ve Tabur komu ta nlan ve dün kü Hoca Efendi siperleri geziyorlar. Bir-iİ İ �gilizlere ilk zapartayı a tmış ve onla n Arıbur nu ' nd a dar bir yere mı h la m ı ştı .
Anbumu komutam Yanyalı Vehip Paşa'mn ağabeyi Esa t Pa Arıburnu'na geld ik . Orayı gezerken b i rd enb i re İngilizle rin bir yaylım a teş i , yani bombardımanı ve ayn ı zamanda kula ğımıza bir de mızıka sesi ge l d i .
şa idi.
Erol Mütercimler
51
Esat Paşa'ya sordum: Paşam bu ne? Mızıka başladı, İ ngilizlerde de yaylım ateş? Cevap verdi: Dikkat edin, bütün mermiler, şu üst tarafımızdaki Cesaret Tepesi'ne yöneliktir. Her gün öğle zamanı oldu mu, oranın tü men komutanı Mustafa Kemal, askerine bando ile yemek yedi rir. Ve İ ngilizleri kıyı.da dar bir yere mıhladığı için, mızıka sesi ni duyan gemileri, Mustafa Kemal'e ateşle cevap verirler. Ye mek bitince bando kesilir. İ ngilizler de, sırf hiddetlerinden aç tıkları ateşe son verirler.
Mustafa Kemal, "Zabit ile kumandan arasındaki hasbıhal" de şöyle söylüyor: "Muharebede yağan kurşun yağmuru, o yağmurdan ürkmeyen/ere, ürken/erden daha az zarar verir. " Boru trampet takı mıyl a askerine yemek yedirmesinin ardında, hem daha 1 9 1 3 yı lında kendisinde olgunlaşmış bu düşünce hem de İngiliz gemi lerinden sürekli karaya yağdırılan, askerin ruh sağlığını allak bullak eden top mermilerinin gürültüsüne alışkanhk kazandır ma isteği vardır. General Şükrü Naili Gökberk'in anılarında (Yakın Tarihimiz, Cilt 1, 76) ise cepheye sıcak yemek götürülüşü ve taşıyıcı erlerin bunları hangi koşullar alhnda oralara ulaştırdıkları anlatılıyor: Gene Çanakkale'de . . . ileri mevzide Keçideresi' nin karşısında, düşman makineli tüfeklerini kurmuş, durmaksızın bu dereyi ateş altına alıyor ve her gün bizden on-on beş kişiyi şehit edi yordu. Bir gün teftişe gittiğim sırada, o dereden geçmek gerekti . Dere başına gelince Alay Komutanı, bana, " B u sıra t köprüsü dür, önce ben geçeyim, sonra siz," dedi ve bu kırk adım kadar mesafeyi, hızla koşarak geçti. Ben de öyle koşarak geçtim . Düş man ateş ediyor, makineli tüfekleri işleyip duruyordu . . . Bir
de arkama döndüm baktım ki; bir Mehmetçik, ellerinde
ki bakraçlarla ateşe hiç aldırmadan, ağır ağır geliyor. "Koş . . . vu rulacaksın ! . . Koş ! .. " diye bağırdım. Sesimi işitmemiş gibi, hiç istifini bozmadı. Nihayet yanıma yaklaşınca, niçin koşmadığını sordum� Ne cevap verse beğenir siniz? Koşsam, bakraçlardaki bakla çorbası dökülür arkadaşla rım aç kalırlar ... Düşmandan korkulmaz komutanım! . .
52
Gelibolu
1 915
Gelibolu muharebelerini teknolojiye karşı kazandıran, rüt besiz bu askerin düşmandan korkmadan taşıdığı cesaretidir.
İkinci ve dördüncü sınıf lojistik maddeleri Yiyecek malzemeleri dışındaki maddeler nasıl sağlanıyordu? İkinci sınıf ikmal (lojistik) maddeleri olarak tanımlanan aygıt, is tihkam, muhabere, silah ve çeşitli araç gereçti. Ana depolar İs tanbul' da bulunduğundan, genel olarak bu ikmal maddeleri, İs tanbul' dan Çanakkale'ye denizyoluyla gönderilmekteydi. Seferberliğin başlamasından önce Türk Ordusu'na gerekli giyim eşyaları, levazım dairesince sağlanmakta ve Ahırkapı' da ki dikimevlerinden yararlanılmaktaydı. Seferberliğin ilanı üze
rine, Eyüp'te de bir imalathane kuruldu. Kumaş fabrikaları, İs tanbul' da Feshane, Hereke, Karamürsel, İzmit ve İzmir'deydi. İstanbul ve çevresindeki fabrika ve yapım evleri, Türk ordusu nun giyim eşyası gereksinmesini karşılamaktan çok uzaktı. Bu nedenle Anadolu' daki küçük yapımevlerinden ve hatta evler deki dokuma tezgahlarından yararlanma yönüne gidilmiştir. Buna karşın karşılanamayan gereksinimin halktan yapılan yar dımlarla sağlanmasına ya da yurtdışından alınmasına çalışıl mıştır. Bu nedenle S.Ordu'nun giyim eşyası glreksinimleri he men hemen hiç tamamlanamamış, bazı birliklerin yazlık elbise leriyle kışı geçirmek zorunda kaldığı görülmüştür. 5.0rdu bir likleri, giyim gereksinimini Akbaş, Kilya ve Lapseki' deki eşya ambarından sağlamaktaydılar. Birliklerin istihkam ve muharebe gereçleri gereksinimleri de, gerek yurtiçindeki fabrika ve yapım evlerinden ve gerekse ordu donatım fabrikalarından sağlanmasına çalışılmış ya da Men�il Genel Müfettişliği'nce yurt dışından alımına gidilmiştir. Birlik ler, bu gereksinimlerini S.Ordu Menzil Müfettişliği'ne başvura rak, Akbaş ve Bigalı' daki istihkam parkından kendi araç ola naklarıyla almaktaydılar. Çanakkale' de siper muharebelerinin başlaması üzerine, önem kazanan kum torbası için, Hindistan' dan Jüt (Hint Keneviri) ge tirilemeyişi ve yerli kenevirle bu gereksinimin yeterince sağlana-
Erol Mütercimler
53
mayışı karşısında, keten kumaş ve pamuklu basmalardan yarar lanmak zorunda kalınmıştı. Siperlerde değişik renk ve desenler deki kum torbala rının görülmesinin nedeni bu olmuştur. 5.0rdu'nun gerek yakın muharebe silahları, gerekse destek silahlan bakımından durumu iç açıcı değildi. Bu nedenle silah ların sağlanması ve özellikle elde bulunanların onarımı, 5.0rdu için hayati önem taşıyordu. 1 915 yılı başlarında 5.0rdu'nun elinde 65.725 adet değişik çap ve cinste (mavzer, martin, muad del martin, şinayder . . . ) tüfek, 1 .291 adet filinta, 1 .468 adet kılıç, 3.814 adet tabanca ve 34 ad et makineli tüfek vardı. Gerek sahra ve gerekse çakılı olan topl a rın durumu da aşağı yukarı böyley di. Çanakkale Cephesi'nde ağır topların olmadığını resmi İngi l iz tarih yazıcısı gen era l Aspinall Oglander de yazmaktadır. Tophane'deki İmalatı Harbiye Merkezi'nde tüfek ve top ya pılabiliyordu. Birliklerin silah gereksiniminin buralardan karşı lanmasına çalışılıyor, yapımı olanaksız olanlar için Almanya' ya başvurularak getirtilmesine çaba gösteriliyordu. Birlikler, silah gereksinimlerini 5. Menzil Komutanlığı aracı lığıyla Akbaş, Bigalı Köy kuzeyind eki Yahşi Köy ve Lapseki' de ki silah depolarından sağlamaktaydılar. Gerek İngilizlerden ele geçen ve gerekse qıuharebeler arasında arızalanan silahlar, bo şalan erzak ve cepheye kollarıyla Bigalı, Gelibolu' daki silah ta mirhanelerine gönderilmekte ya da buradan İstanbul' daki silah fabrikalarına yollanmaktaydı.
Üçüncü sınıf ikmal m addeleri Çadırda, siperlerde kalan askerler nasıl ısınıyordu? Asker üşür müydü! Askerin barınağını, korunağını sağlayan bu tür malze me üçüncü sınıf ikmal madde sınıfındadır. Bütün birlikler iç in yakacak maddesi olarak, odun ve kömür gereksinimi bölgeden sağlanıyordu. Odun, daha çok Anadolu yakasındaki Biga Yarımadası'ndan ve özellikle Kaz Dağı kesim lerinden getiriliyordu. Çanakkale bölgesinde iki yerde Küçük Anafarta ve Sümbül dere'de bulunan linyit ocakları, işle ti le rek kömür gereksinimi
54
Gelibolu 1 91 5
sağlanmıştır. Gazyağı dahil olmak üzere satın alınan akaryakıt, Başkomutanlık Vekaleti Levazım Dairesi Başkanlığı'nca Avus turya-Macaristan' d an getirtilerek, örıce İstanbı,ıl' da depolanıyor, buradan birl i klerin gereksinimine göre dağıtı m yapılıyord u. Beşinci sınıf ikmal maddeleri
Beşinci sınıf ikma l maddeleri olarak adlandırılan cephanelerin sa ğ la n ma s ı n a gelince; Çanakk al e Cephes i, öteki cephelerden daha ö n e ml iyd i ve küçü k bir arazi parçasının kaybı, Çanakkale Boğazı'nın dü ş mes i n i doğurabilirdi. Bu durum öteki Türk ordu larını olumsuz etkileyebileceği gibi Almanları da etkileyecekti. Çanakkale Muharebeleri' nin, Os m an l ı İ mparatorluğu' nun gü cünün sürdüğünü göstermesi bakımından özel bir önem taşı ması ne den i yle de, 5 . 0rd u ' nu n cep hane gerek s inimi n e ö n cel ik ta n ı nıyordu . Çanakkale Müstahkem Mevkii topçu birliklerinin cephanesi, genellikle topların kendi yanlarındaydı. Batarya ve ta bu r cepha nelikleriyle, ağır topçu a l a yl arı n ı n cephaneleri de cephane depo müfrezesinin cephaneliğinde bu l u nmaktaydı. Se ferb er l iğin ilanından sonra cephane İ s tanb ul' dan Çanak kale' ye denizyoluyla taşınıyord u . Askeri fabrikalarda yapılan barut v e fişekler, Menzil Genel Müfettişliği a racıl ı ğ ı y l a ordulara gönderilmekteydi. Piyade cephanesi, B a k ı rkö y ' deki barut fabrikasıyla m üh im mat depoları, Zeytinburnu fişek ve mermi fabrikası, İ stanbul Haliç'teki tapa fabrik a s ı, Karaağaç' ta tapa fabrikası, mermi ya pım ve ıslahhanesi, Başıbüyük'te mermi imalathanesi g ibi ku rumların ürünleriyle, depolardaki mevcutlardan kısmen sağla nabiliyordu. Buna karşılık topçu cephanesinin bulunması, bü yük bir sorun olmuştu, yurtiçindeki asken fabrikalar, hafif top çu cephanesi yapabi li yord u . Ancak, kullanılacak miktarı karşı lamaktan uzaktı. İ ng iliz-Fransız birliklerinin karay a çıkma s ından sonra, 5.0r du'nu n cephane tü k e ti mi çok a rtmış ve bu cephanenin takviye si, ge n e l komutanlığı çok zor duruma sokmuştu. Başl a n gıçta Al-
Erol Miitercimler
55
ma nya yolu n un kapalı olması, d ışarıdan ge ti ril mes ine de ola nak vermiyo rd u Bu yüzden 5.0rdu'nun cephane gereksini m i , mevcut stoklardan ka rş ıla nmaya ça lış ılıyor ya da henüz kritik olmayan bölgele rd eki birliklerden alınarak sağlanıyordu. Stokların gün geçtikçe erimesi ka rş ısı nda, Başkomutanlık Vekaleti cephane tüketiminin sı nırland ırıl ma sı emrini vermişti. Liman von Sanders, Türkiye'de Beş Yıl başlı klı anılarında şun ları yazıyor: .
En güç meselelerden b i ri d e 5 0rd u ' y a ce p ha n e
idi. Pi t o pçu cepha nes i başlangıçtan beri çok a zd ı O sıralarda Tü rk i y e d e topçu ceph a n esi yapan fabrikalar bul u n ma d ığ ı gib i tarafsız memleketler de kendi arazileri üzerinden Alman cephanesi sev kı yatı na m üsa a d e e t mi yorla rd ı Bu sebeple, d ah a i l k g ünd e n Türk to pçu s u cephane harcamaktan kaç ı nı yo rd u K a rş ı tara fın alabildiğine ve hesapsız harcamasına ka rşı n Türklerin bu yok sullu ğunun nasıl güçlük yarattığı kol a yca a nl a ş ılı r. Yı l başınd a İs ta nbul d a Yü zbaşı Piepen yö n eti m i nd e topçu cephanesi ya pa n bir fabrika kuruldu. Zi ra ne makine ne de mal zeme yeterliyd i . İng il izlerin bu y eni Türk cep ha nes i ne pek ö nem vermedik lerini a nl ıyord u k Alınan bazı esi rler yirmi kırmızı merm i d e n a n ca k b irin i n pa tladığın ı söylüyorlardı. Buna ra ğ me n biz bu yard ım d a n bile m e m nu n d u k Zira daha öncel e ri p iy a d em i z to p çula rı n kendilerini himaye e t ti ğin e in a n sı n lar d iye bazı topla rı n manevra merm i si atmalarına bile müsaade ediyorduk. .
tedariki
yade cephanesi yeter derecede sa ğla nab ili y ord u ,
ama
.
'
,
.
.
'
.
.
A l m a nya yol unun açılmasından sonra, tren yoluyla g e len si ve cephane, Uzunköprü' de indirilmekte buradan menzil kol larıyla Kilya ve Akbaş'taki 5.0rdu Menzil Komutanlığı cep hane pa rk larına götürülmekteydi. Gru p Komutanlıkları, gereksinimi olan ce p ha n eyi 5.Menzil Komu tanlığı'ndan istemekte ve adı geçen cephane parkların d a n kendi ta ş ı tl a rı y l a, cephe kesimlerinde açtığı cephane parklarına getirmekteydi. Buna karşın ce p h a n e tüketiminin, tamamen kar şılanması mümkün olmamış, mermi tasarrufuna ve a teş disipli nine u y u lmuştur. lah
56
Gelibolu 1 9 1 5
Bu cephede siper muharebelerine geçilmesi üzerine, daha çok el bombası kullanılmaya başlandığından, stoklann erimesi yüzü nden büyük bir sorun olmuştu. Bulgaristan'ın Almanya Avus tu rya yanında savaşa girmesiyle Almanya'dan getirtilme si mümkün olmuş ve böylece kısmen de olsa birliklerin el bom bası gereksinimi sağlanmıştı Yine Granville Fortescue'nin görd üklerine başvuruyoruz . Fortescue haziran başında trenle İs tanbu l a dö n d ü ğü n ü yaz maktadır: .
'
Beni İs tanb ul' a getiren trenin ikinci sınıf kompartımanları, ta mamıyla Almanlarla dolu ydu Bunlara bir göz gezd irmekl e hiç birinin asker olmadıklarını anladım. Biraz d ikkat ve gözlem, bunların teknisyen sınıfına mensup old uk larını a n l a tıyordu . Kı sa bir süre sonra bunla rı n mühimmat ve cephane yapa n ustalar d an ibaret olduklarını ve Tü rkiye deki mühimmat fabrikaların da ça lış mak i çi n geld iklerini anladım. Alman sistemi Türki ye' d e kurulur kuru lma z Türklerin üç büyük fabrikası, G el i bo lu Yarımadası ü z e rin d e bulunan asker lerin ih t i ya cın a ka rşılık verebilecek miktarda fişek ima l i içi n fa a l i yete g eçi rild i . Türk ordusunun kullanması i çin diğer savaş alanlarında, mutlak gerek duyulan yü ksek ateş l i mermileri yap m a k gerekmezdi. Türkler için ana silah tüfek, m a ki ne li top ve el bo mba sınd a n ibaretti. Almanların gözetimi al t ın da k i yerli mü himmat fabrikalarınca silahlan yapmak ve bunları yetiştirmek te hiçbir zorluk yoktu . Keza fabrikalarda sahra to pla rınd a kul l a nıl a n mermiler bi l e yapılmaktaydı. Savaşın ilk d evrele ri n d e büyük havan mermilerinin Türkiye'de yapıldığına eminim. Muhtemeldir ki, bu za ma nda ona da bir çare bulmuş olsunlar. Ça na kkale de bulunan askerlere mühimmat yapıp yetiştir mek için kısa sü reli bir hey eca n yaşanmışsa da cephane yapma k için gere k li araç gere çle rin Almanya'nın Essen kentindeki Krupp fabrikasından gelmesiyle bu sıkıntı da o r tadan kaldırıl mıştı. .
'
,
'
Akbaş' ta bir cephane deposuyla, bir istihkam d e p os u İl ga r dere, Gelibolu ve Burgaz'da birer cephane d eposu kurulmuştu. İ lga rdere de bir köprücü takımı, Lapseki' de bir araba yapım ye ri; Biga' da bir inşaat bölüğü bulunuyordu. ,
'
Erol Mütercimler
57
Ulaştırma Çanakkale bölgesi için, başlıca ulaşım yolu, denizyoluydu. Ana depo, fabrika ve öteki kurumlar, İstanbul ve Marmara çevresin de bulunuyorlardı. Ağır gereçlerin taşınması ancak denizyoluyla yapılabiliyor du. 18 Mart 1 9 1 5 tarihindeki deniz muharebesi ve bunu izleyen dönemde genellikle Marmara' da İngiliz denizaltı etkinliği azal dığından, denizyolu oldukça güvenli sayılırdı. Aynca Çanakka le-Umurbey-Biga-Bandırma yolu, menzil yolu olarak kullanıl mışsa da, oldukça uzun bir yol sayılırdı. Uzunköprü yolu, ikin ci bir menzil yoluydu. Bu da yetersiz ve uzun oluşu yanında, Sa ros Körfezi' ne de açıktı. Kısaca her iki yolun da uzun olmaları nedeniyle bu karayollarında ulaşım sınırlı ölçülerde sağlanabi liyordu.
Sağlık hizmetleri Savaş öncesinde Seddülbahir, Kilitbahir, Eceabat, Bolayır, Kum kale ve Çanakkale' de 250 yataklı bir hastane vardı. İngiliz ve Fransız donanmasının Çanakkale Boğazı önünde görünmesi ve boğazı geçme girişimi üzerine, bazı birlikler, Ça nakkale harekat alanına kaydırılmış olduğundan, o tarihe kadar bölgede mevcut sağlık kurumlan takviye edildi ve revirlerin ya tak sayıları da artırıldı. Yaralanıp mevzi gerisine alınanlardan önce yaralı yuvaların da ilk tedavileri yapılanlar ya tekrar cepheye ya da kıta sargı yerlerine gönderiliyordu. Buralardan geriye gönderilenler, önce hafif yaralı toplanma yerlerine, yarası ağır olanlar, araba durak yerlerine götürülüyor, bu ndan da büyük sargı yerlerine ulaştı rılıyordu. Büyük Sl rgı yerleri; Kerevizdere, Tenger Deresi, So ğ anlıdere ve Havuzlar Deresi, Kurucadere ve Matikdere bölge lerinde açılmıştı. Tümen sıhhiye bölükleri gelen yaralı ve hastaların tedavisini yapmakta, gerekenleri seyyar hastanelere ya da menzil hastane lerine yollamaktaydı.
58
Gelibolu 1 9 1 5
Bir ara orduda baş gösteren bit salgınını önlemek için, seyyar etüvlerin birliklere verilmesine çalışılmış, yetmemesi halinde el bise ve eşyaların, sahra fırınlarında ve hatta ekmek fırınlarında yakılması önlemlerine başvurulmuştu. Kanlı muharebelerin yapıldığı kritik günlerde, tümen sıhhi ye bölüklerine 2.000 kişinin birden geldiği ve bu yüzden sargı bezi sıkıntısı çekildiği görülmüştür. 5.0rdu'nun sağlık teşkilleri, muharebenin şiddetlenme.siyle gittikçe takviye edilmiş ve 6 Temmuz 1915'te 26 hastanedeki ya tak sayıları genel toplamı 1 l .700'e ulaşmıştı. Hastane kapasitelerinin artırılmasında sivil halkın büyük katkısı olmuş, muharebe alam bölgesindeki hemen hemen bü tün köylerin halkı, elindeki yatağını orduya vermekte adeta ya rış etmişlerdi. 5.0rdu'nun personel mevcudu 250.818'e ulaştığına göre, mevcut hastanelerdeki yatak toplamı, ordu mevcudunun yüzde 4,7'sine ulaşmıştı. Temmuz 1915 ortasına kadar yeniden açılan ya da genişletilen hastanelerle tümen sıhhiye bölükleri ve sey yar hastanelerin durumları iyileştirilmiştir. Böylece, savaşın so nuna doğru Menzil Müfettişliği' ne bağl ı hastanelerle, 5.0rdu'ya bağlı birliklerin elinde bulunan hastanelerin yatak mevcutları, ordu mevcudunun ancak yüzde 7,5'ine çıkarılabilmişti. Yine de, çoğalan yaralıların yatırılmasında güçlük çekilmekteydi. Nite kim, 5.0rdu'nun kuzey ve güney gruplarındaki çarpışmalarda, g ün d e oluşan 3.000-4.000 yaralanma olayı karşısında, büyük sı kıntıya düşülmüş, bunların bakımı ve yatırılması için ilk müda halelerinden sonra yurtiçi hastanelerine gönderilmeleri gerek mi ş ti .
Hasta ve yaralılann tahliyesi (boşaltılması) Yaralı ve hastaların, muharebe alanı g er isi nd eki sağlık k u ru m ve kuruluşlarına taşınmaları için, hasta taşıt a r aç l a rında n ya da cepheye e rza k ve cep ha ne getiren taşıt kollarından yararlanıl ma kt ayd ı Ağır ve hafif yaralılar, ayrı kafileler h a lin d e gönderiliyordu. .
Erol Miitercinıler
59
Hasta ve yaralı .kafile kollan, her 20 kilometrede kurulan 50'şer yataklı sağlık istasyonları arasında çalışıyor, hasta ve yaralıları nı, burada bekleyen diğer taşıt kol ya da arabasına devrediyor lardı. İ lk tedavileri yapılarak, memleket içi hastanelerine gönde rilmesi gerekenlerin bir kısmı, Eceabat ya da Akbaş yaralı ak tarma merkezlerine gönderilmek te ve burada yüklerini boşal tarak dönmekte olan vapur, taka, mavna ya da yelkenlilere bin dirilmekteydi. Bu sırada İ ngiliz uçakları ve muharebe gemileri, yaralıların taşınmakta olduğu gemilere taarruz etmekte ve böy lece durumu daha da güçleştirmekteydiler. Muharebe gemile ri, hastaneleri ya da yaralıları taşıyan askerlerle araçları bomba lamakta tereddüt etmiyorlardı. Nitekim, bu gemiler, 1 Mayıs 191 5'te Eceabat' ta 2.500 yaralıyı barındırmakta olan hastaneyi topa tutarak yıkmış ve içlerindeki iki İ ngiliz tutsak ağır yaralı er de, dahil olmak üzere, pek çoğunun ölümüne neden olmuş lardı. Cephedeki yaralıların alınması ve ölülerin kaldırılması için, zaman zaman birkaç saatlik ateşkes yapılmaktaydı. Örneğin, 4 Mayıs gecesi yapılan İ ngiliz taarruzunda, her iki taraf ağır zayi at vermiş ve yapılan böyle bir ateşkesle 500 İngiliz ölüsü kaldı rılmıştı. Savaşın tüm olumsuz koşullarına karşın 5.0rdu'nun sağlık hizmetleri, o günkü koşullara göre, gerçekten çok iyi yürütül müş sayılırdı. Yaralıların ve ölülerin tahliyesi sorunu, iki taraf arasında za man zaman ateşkes yapılmasına neden olmuştur. Anzaklarla Mehmetçik bu anlarda birbiriyle dost olup kaynaşmıştır. Bunun dışında Türklerin hastane gemilerine ve Kızılhaç çadır ve Sahra Hastanesine ateş açmayışı da, özellikle Anzak subay ve erlerinde hayranlık uyandırmış, Mısır'daki eğitimleri sırasında kullanılan İngiliz propagandasının asılsız olduğu görülmüştür. Argus gazetesinin 29 Haziran 1 915 günlü nüshasında, cephe den ayrıntılı haber ve asker mektuplarının yayımlandığı sayfa da, Türklerin Çanakkale' de dürüst ve mert bir savaş ser g iledik leri, özenle vurgulanarak dile getirilmektedir.
60
Gelibolu
1915
Avustralyah asker A.R. Ditterich, Mısır' da Mena' da bir hastane de yatıyor, tedavi olmaktadır. Basına yolladığı mektupta Türk lerin, müttefikleri Almanlar gibi davranmadığını ve hiçbir yara lıyı da sakat bırakmadığını açıklayıp, şunları belirtmektedir: Türklerin, yaralı ve ölülerimize işkence ederek, onların el ve kollarını kırıp kestiğine ilişkin dedikoduları duymuşsunuzdur. Hastanemizin doktoru Springthorpe, tüm Mısır'da, bunun tek bir örneğine rastlanmadığını ve tek bir kişinin bile, böyle bir olaya tanık olmadığım söylüyor. En yetkili kişiler de bize Türk lerin bu oyunu dürüst oynadığını söyledi, çıkarmadan önce bizlere resmen Türklt:rin yaralı ve esirleri sakat bırakıp işkence ederek öldürdüğü söylenmişti. O zamandan bu güne, bu tür rapor ve haberlerin doğru olmadığı, artık anlaşılmış bulunmaktadır. (M. Tunçoku)
Ağustos ayı, gerçe k ten de Çana k k a l e Savaşlan'nın en kanlı çarpışmalarına tanık olmuş, iki tara ftan da binlerce genç yarala nıp ölmüştür. Diğer yandan, savaşın bu acı gelişmeleri içinde bile, çarpıcı insanlık ör ne kle ri sergilenmekte, taraflar düşman da olsalar, her şeyden önce insan olduklarını unutmadıklarını kanıtlayan ilginç olaylar yaşamaktadırlar. Argus gazetesinde, 1 0 Ağustos 191 5'te yayımlanan "Düşünceli ve Saygılı Türk" başlık lı bir asker mektubu da bu tür örnekler içeriyor. Yaralanıp teda vi için yattığı Malta' daki hastaneden arkadaşına yazan A vust ralyalı çavuş H.D. Collyer, şunları anlatıyor: Türklerin aslında iyi kalpli insanlar olduğunu biliyorum. İşte bunu kanıtlayan hatırladığım üç olay: Bir keresinde on iki yara lı askerimiz, cephede Türk Kızılay ekibi tarafından bulunur. Esir alınmazlar. Yaraları sarılır ve kendilerine: sizinkiler gelip si zi nlırlar, denilip bırakılırlar. Bir başka sefer bir Türk askeri, ya ralı ve yürüyemeyen bir askerimizi bulur. Yaralarını temizleyip sarar. Onu kuytu bir yere yerleştirir. Arkadaşları tarafından bu lunması gecikebilir endişesiyle de yanına, bisküvi ve su bırakır. Gene bir be< şk1 Türk, yaralı bir askerimizin yarasını sarar ve he men gitmesini, aksi takdirde bir Alman subayı gelirse her ikisi de vuracağını söyler . . . Tüm şiddet ve felaketlerin &o�umlusu Alman köpekleri Türklerin gözünü de iyice korkuttukları içindir ki Türk, yapı-
Erol Mütercimler
61
sının doğal yönlerini bizlere (serbestçe) göstermiyor. (M. Tun çoku)
Yeni Zelandalı savaş muhabiri Malcolm Ross da, Çanakkale Cephesi'ndedir. Yazı ve raporlar hazırlayıp ü lkesine yollamış ve kamuoyunun, Gelibolu gelişmeleriyle ilgili konularda, d oğ rudan edineceği bilgilerle aydınlanmasına yardımcı olmuştur. Wellington'da The Even ing Post gazetesinin 14 Ağustos 1 9 1 5 ta rihli sayısında çıkan ayrı n tılı bir haber ve yorum n it e liğ i nd eki yaz ıs ınd a Ross, şu değerlendirmeleri yapıyor: Bir keresinde doktorlar ameliyat yaparken hastane çadırına bir Türk mermisi düştü. Hasta, doktor ve yardımcıları toz-toprak altında kaldılar. Ama ilginçtir, kimseye bir şey olmadı. Aslında çadırda da, birçok kurşun deliği v�rdı. Sonunda geçenlerde, (hastanenin bulunduğu) oyuk içeriye doğru derinleştirilerek kazıldı, durum biraz daha güvenli hale getirildi. Elbette, Türk ler hastane çadırını kasıtlı olarak ateşe tutmuyorlar. Ö ylesine dar bir cephede ve iç içeyiz ki, yaptıkları rasgele atışlar bile ister istemez, ara sıra hastanemize de isabet ediyordu. Hastane gemi miz kıyıda ve yakın mesafede bulunuyor. Türklerin a,tış menzi li içinde ve gözetleme noktalarından rahatça görülüp vurulabi lir yakınlıkta. Ancak, hiç ateşe tutulmadı. Destek gemilerimize yönelik Türk ateşi sırasında, gerçi bir-iki mermi bu gemi yakını na düşüyor, ama önemli değil. Aslında bizim askerler, Türkleri dürüst savaşçılar olarak ka bul ediyor. Ayrıca, çok sözü edilen "Türk işkence ve zulmü" de yok denecek kadar az. Ben de, bu konuda bugüne kadar, kişisel inceleme yapma dan a ynntılı bilgi vermekten çekindim . Şu ana kadar duydu ğum, sayısız işkence iddialarından sadece ikisini doğrulayabil dim. Bu yüzdendir ki, Yeni Zelanda kamuoyu, "Türk İ şkence ve Zulmü" ile ilgili haberleri kuşkuyla değerlendirmdidir. Biz ay rıca, Türk doktorlarının, yaralı ve esirlerimiz için ellerinden ge leni yapmaya ça İıştıklarının, kanıtlarına da sahibiz. Bu arada İ s tanbul' da, çok sayıda savaş esiri ve yaralı Yeni Zelandalı oldu ğunu da biliyoruz. (M. Tunçoku)
Cephe' den yaralı nakli 25 Nisan' da k ö p rü b aş ı tutulma giri ş i mi ardından başlamıştır. O günün akşamı İ ngilizleı- açısın-
62
Gelibolıı 1915
dan bu konunun ne denli önemli bir sorun olduğu da görül müştür. Yenilginin Desta n ı ' nda bu durum müttefik askerlerin anıla rından aktarılmaktadır. İngiliz cephesinde durum şöyledir: Gün boyunca cepheden yaralıların toplanması büyük güç lüklere neden olmuştu. Çıkarmanın planlaması sırasında Genel Karargah olası yaralı sayısını pek düşük olarak hesaplamıştı. Oysa 25 Nisan sonu itibariyle yaralı sayısı Kabatepe'de iki bine ve Seddülbahir' de üç bine ulaşmış ve bu sayı yetersiz yardım malzemesini kat kat aşmıştı. Biri Seddülbahir'de, diğeri Kabate pe' de olmak üzere sadece iki hastane gemisi vard ı ve bunlar da 400-500 ciddi vakayı kabul edebiliyordu. Bu gemilere yardımcı olarak nakliye gemilerinin bir kısmı yedek hastane gemilerine dönüştürülmüştü. Ancak akşam olduğunda bütün gemiler taşa cak kadar dolmuştu. Gemideki erler azalınca kıyılardan yaralı taşınması ağırlaşmış, pek çok filika kıyıdan ayıldıktan sonra ge miler arasında dolaşarak yaralılarını boşaltacak yer aramaya başla mıştı.
Tanık Astsubay Eric Longley Cook anlatıyor: Ordu 1 00 kadar yara l ı dolu bir mavnayı hastane gemisine gö
türmemi istedi. Hastane gemisine vardığımda beni oradan ko va l a d ı lar . "Bakın, burada ölmek üzere o.lan insanlar var!" de dim. Hastane gemisinden, "Biz silme doluyuz ve bir tek ya ralı bile a l a may ı z ! " dediler. Ben de üç d ö rt tane taşıt gemisi dolaş tım. Ama her yerde aynı şeyle k a rşı l a ş tı m . Sonunda gece saat do kuz , on sularında kendi gemim olan Prince of Wales'e gi d i p nöbetçi subaya ve komu tana, "Bunlan götüreceğim başka bir yer kalmad ı, Prince of Wales'e a l ınm a l arı gerek," dedim. Herkes ya rdıma gel d i . Yaralılar güv ertey e a l ı nı p elden gelen yapıld ı . Üç d o ktoru mu z ve üç hastabakıcımız vardı, ama s uba y la rın ilk yardım eğitimi görenleri de ellerinden geleni yapıp saba ha ka dar ç a l ıştı l ar . (N. S tel l ve Ha rt) Bu ek h a s t a n e g emileri akşa m o l ma d a n dold ukları ve ola nakla rı uzun süreli t eda v i için ye te rli olm a d ı ğ ı halde, üs hasta
nelerine gitmek üzere hemen oradan ayrılamamışlard ı. Genel kurmay çıkarmada bir aksilik o l a c a ğını ve askerin g eri çekilme-
Erol Mütercimler
63
si gerekeceğini düşünerek en az kırk sekiz saat oldukları yerde kalmaları koşuluyla bunların hastane gemisine dönüştürülme lerini kabul etmişti. Bu yüzden yaralılar günlerce denizde bek letildiler ve sadece ilkyardım görmüş olan yaraların çoğu yeter li cerrahi olanaklara kavuşamadan kangrene dönüştü. Şiddetli yağmur gibi kötü hava koşulları mevziler boyunca yaralıların ıstıraplarını daha da artırmaktadır. İ ngiliz cephesin deki durumu Steel ve Hart 87. Sahra Sıhhiye Birliği'nden sedye ci Er Cecil Tomkinson'un tanıklığından anlatmaktadır: Kumsala getirilen çok sayıda yaralı asker vardı ve bu zavallıla rı hastane gemisine götürecek araç yoktu. Gündüz hava sıcaksa da, gece dondurucuydu. Bu zavallı yaralılar orada taş gibi don muş bir halde yatıp kendilerine yardım edilmesi için yalvarıyor lardı. "Bir dakika asker. Seni az sonra göndereceğiz," diyorduk. Ama aslında her şey çok yavaştı. Doktorlar çok meşguldüler ve biz ilkyardım yapıyorsak da kanamaları falan durduramıyor duk . . . Çok kötüydü. Bizler de duygulan olan delikanlılardık, yaralıların çığlıkları ve inlemeleri karşısında çok hassastık. On ların inlemeye hakları vardı. Kendilerine bakan yoktu çünkü.
İ ngilizler ve Anzaklar cephesinde durum kötüyken Türk cephesinde de yaralılar açısından durum iç açıcı değildi. On binlerce yaralıya doğal olarak ne doktor ne de hastane yetişebi lird i. Yine de hastane teşkilatı varını yoğunu ortaya koyuyordu . Üsteğmen Şerif Güralp'in günlüğünde 2 5 Nisan Kumkale muharebesinde yaralanan ı gerektiğini anlattı. Lord Kitchener bir deneme planı uygulan-
Erol Müterrimler
101
masını istedi, etkisiz kaldığı takdirde bombardımanlar tatil edi lebilirdi. R.R. James'in (Gelibolu Harekatı kitabı) anlatımına göre, bü tün gün süren zor ve yorucu bir çalışma oldu. Kış akşamı gö rünmesin diye tüm perdeler kapatılmıştı. Hava ağırla�mış ve masa her uzun toplantıdan sonra olduğu gibi son derece dağı nık görünüyordu. Tüf konsey üyeleri bütün gün süren tartış malardan bitkin görünüyorlar, son karan alabilm�k için güçle rini toplamaya çalışıyorlardı. Tam bu sırada işler 'dramatik bi _ çimde değişmeye başladı, zira Churchill birdenbire o ana kadar çok iyi koruduğu sırrını, Çanakkale Boğazı' na denizden yapıla cak bir hücumu ortaya attı. Düşünce herkesi hemen büyüledi. Birdenbire hava değişmiş, tüm bıkkınlık dağılmış, yorgunluk unutulmuştu. Artık herkesin çok güvendiği Deniz Kuvvetleri, Akdeniz'de ateş hattına gidecekti. Churchill planlarını kendi sinden beklenen ustalıkla açıkladı. Artık tüm üyeler ikna edil mişti ve aşağıdaki karar oybirliği ile alındı: Amirallik Dairesi, Şubat ayında, ana amacı İstanbul'un zaptı ol mak üzere Çanakkale Boğazı'na yapılacak deniz hücumunda hazırlık ve uygulanması ile görevlendirilmiştir.
Doğuda bir askeri harekat yapılmadığı takdirde Almanlara kesin darbe indirilemeyeceğine karar verilmesinin ardından ya pılan hazırlıklardan biri, müttefik Fransa ile görüşmek oldu. Fransa Deniz Bakanı'nın Londra ziyaretinden yararlanılarak, İngiliz-Fransız filolarının Akdeniz'de kullanılması konusu gö rüşüldü; özellikle Koramiral Carden'in Çanakkale önündeki Müttefik filoya komuta etmesi kararlaştırıldı. İngiltere, Akdeniz Filosu'nu pekiştirdi; bu arada yeni Queen Elizabeth muharebe gemisi Carden'in emrine gö�derilecekti. Aynca, Inwestigable muharebe kruyazörü Inflexible muharebe kruvazörüyle değiştirilecek; savaş yetenekleri yüksek olan Lord Nelson ve Agamemnon muharebe gemileri de verilecekti. Fransa Deniz Bakanı'yla yapılan görüşmeden sonra İngiltere Deniz Bakanlığı, tasarlanan harekattan Rus Başkomutanlığı'nı 1 5 Ocak'ta haberdar etti. Rus Hükümeti'nin, Karadeniz boğazı
1 02
Gel ibolu 1 91 5
önünde yapılacak harekatla müttefiklerini destekleyeceği v e ay rıca Rus kara kuvvetlerinin de hazırlanacağı ümidi belirtildi. Rus kuvvetlerinin ancak Çanakkale Boğazı ağzındaki tabyaların düşürülmesinden sonra harekete geçmesinin uygun olacağı, böyle yapmakla harekatta başlangıçta bir başarısızlığa uğranır sa bunun yapacağı ters etkilerin önlenmiş olacağı da bildirildi. Bununla beraber harekat sonuna kadar yürütülecekti ve Rus fi losunun gerekli olduğu anda muharebeye sürülmesiyle etkili olması isteğe uygundu. Rusya, 26 Ocak tarihli yanıtında, Türkiye'ye karşı yapılacak bir harekata doğrudan katılacak durumda olmadığını, Rus Ka radeniz Filosu' nun Türk Donanması'na az bir farkla üstün bir durumda olduğunu, bu nedenle bu donanmanın karşısına do nanmanın 1ümüyle çıkmak zorunda olduğunu bildirdi. Rus Ka radeniz Filosu'nun bu güçsüzlüğü ancak Mayıs 1 91 5'te hizmete girecek olan ilk büyük muharebe gemisi, modern muhrip ve de nizaltı gemileriyle giderilebilecekti. Karadeniz boğazındaki si lahlar, Rus filosuna başarılı bir taarruz olanağını vermemektey di. Bütün bunlara karşın, Türkiye'ye karşı yapılacak her harekat büyük önem taşırdı. Öngörülere göre başarılı bir harekat, taraf sız Balkan devletleri üzerinde etki yapacak ve Türkiye'yi savaş dışına götürecekti. Anavatan filosundan bazı gemilerin Çanakkale' ye ayrılması nı önermiş olan Birinci Deniz Lordu Amiral Fisher, son toplan tıdan sonra, Çanakkale'ye karşı uygulanacak taarruz planının donanmanın öteki görevlerini ve özellikle Kuzey Denizi'ndeki işlerini tehdit edecek derecede büyük ölçüde gelişeceği sonucu na vardı. 25 Ocak' ta Başbakan Asquith'e verdiği bir yazıda, do nanmanın başka bir yerde kullanılmasını önererek kuvvetin da ğıtılmaması için uyanda bulundu. 28 Ocak tarihli Savaş Konseyi'nin toplanmasından biraz ön ce Başbakan, Deniz Bakanı ve Birinci Deniz Lordu Fisher ile gö rüştü. Fisher'in başka harekat planı önermesine karşılık Churc hill Çanakkale üzerinde direndi. Uzu'n gör�şmelerden sonra ço ğunluk Churchill'in düşüncesini uygun buldu, çekimser kalan Fisher ileri sürdüğü noktaların göz önüne alınmadığını görünce
Erol Mütercimler
1 03
çekilmeye kalktıysa da Lord Kitchener'in aracılığıyla bundan va zgeçirildi Kesin karara, aynı g ün ö ğ l ed e n sonra y a p ı la n ikinci toplan tıda varıldı. Daha önce Churchill, Fisher'le yaptığı görüşmede pl an konusunda onun onayını almıştı. Sonunda Ch u r c h i ll 'i n hizmetin yapılacağı ko n u s u n dak i demeci üzerine, Çanakka l e' y e yalnız deniz kuvvetleriyle yapılacak olan taarruz 28 Ocak' ta toplanan Savaş Konseyi'nde, İn gi lt e r e Başbakanı Lloyd George'nin, " Ü ze r i nd e özenle durulmadan kara rla ştır ı lan ve hazırlanan seferler genellikle felaketle sona erer" uyarı sına karşın, Koramiral Carden'in tasarısı tümüyle onaylandı . Buna göre, .
•
•
• •
Önce uzak mesafeden endirekt bir bombardıman yapılacak, son ra Boğaz dışındaki Orhaniye, Kumkale, Seddülbahir ve Ertuğ rul Bataryaları susturulacak, Çanakkale ve Kilitbahir hattına kadar olan bölgedeki mayın lar taranacak, Donanma, Boğaz içine girerek iç tahkimatı tahrip edecek, En son mayın engelleri taranacak ve donanma Marmara Deni zi' ne girdikten sonra General Hami/ton komutasındaki İngiliz tümeni Gelibolu Yarımadası'na çıkarak donanmanın gerisini güven altına alacaktı. Donanma da kuvvetlerin bir bölümü ile Boğaz'da sürekli olarak devriye gezecekti.
İngilizler tarafından, donanmanın üs gereksinimini karşıla mak üzere Limni Adası ileri üs olarak seçildi. Limni Adası'nın seçilişi tamamen stratejik bir karardır. Eğer stratejinin, The Baston Consulting Group gibi, "birtakım cesur adım lar ve bunların hatasız uygulanmasının birleşimi" olduğu tanımına katılıyorsak, İ ng il tere Savaş Konseyi'nin aldığı kararlar ve gö rüşme sürecinde tartışmalar stratejinin doğasına aykırı değildir. Ancak, strateji düşünürü Clausewitz'in uyarısına da kulak ka bar tm a k gerekiyor: "Savaşta çoğu zaman, bütün iyi n iyetinize kar şın, kendinize önceden çizmiş olduğunuz hattın gerisinde kalırsınız . " Birbirini e tk i l ey en kararlara stratejik, genel kabule göre onlara uygun düşen h are k a t planlarına strateji adı v e ri l i r Limni Ada.
1 04
Gelibolu 1 9 1 5
sı'nın harekat üssü seçilişinin nedeni, yukarıdaki teorik açıkla ma çerçevesindedir. Hem Çanakkale Boğazı'na yakın oluşu hem de Mondros gibi çok sayıda geminin aborda olmasına ola nak tanıyan limana sahip oluşu nedeniyle stratejik önemde bir limandır. Bunun ötesinde, Kıbrıs ve Mısır' da üs ve eğitim alan ları bulunan İngiltere için Doğu Akdeniz'e hızla ve güvenli ola rak karakol olanağı sağlayan bir ulaşım merkezidir. 1 8 Mart 1 915'teki denizden yapılan büyük saldırıyı anlatma dan önce, gücü sınama diyebileceğimiz 19 Şubat ve 25 Şubat bombardımanlarından söz etmeliyiz. Koramiral Carden'in istediği gemiler, Şubat ayının ilk hafta sında Limni sularında toplanmaya başladılar. İngiliz gemilerine destek olarak Fransızların dört zırhlısı ile Rusların Askold isimli bir hafif kruvazörü de bu kuvvete katıldı. Böylece 1 6 zırhlı hattı savaş gemisi, 4 kruvazör, 14 muhrip, üzerinde 6 uçağı taşıyan 1 uçak taşıyıcı gemi, 6 denizaltı, 21 mayın tarama gemisi, 30' dan fazla mayın tarama ve imha botu, 1 muhrip ana gemisi, 1 gan bot ve çeşitli yardımcı gemilerden oluşan toplam 1 00' den fazla gemiden oluşan bir donanma, o zamana kadar savaş tarihinde ilk kez uygulanacak bir harekat için bir araya gelmiş en güçlü armadayı ortaya çıkarıyordu. Bu çok güçlü armadanın komutanlık görevi, harekatın tasar layıcısı olan Koramiral Carden'e verilmişti. Kendisine yardımcı olarak da Amiral John Michael de Robeck atanmıştı. Müttefikler artık zorlayıp geçebileceklerine inandıkları Çanakkale harekatı için hazırlıklarını tamamlamışlardı. Düşmanı böylesine büyük hazırlıklar içerisindeyken Türk cephesinde durum nasıldı acaba? Başkomutanlık emrinde bulu nan Çanakkale Müstahkem 'Mevkii Komutanlığı, Boğaz'ı sa vunmakla görevlendirilmişti. Boğaz savunmasının temeli, kara daki topçu bataryaları ve mayın engellerine dayanmakta, do nanma tarafından da desteklenmekteydi. Donanmanın bu des teği genel olarak, • •
Boğaz dışında gözlem ve keşif lıarekdtı, Mayın engellerinin kurulması ve sürekli olarak kon trolü,
Erol Mütercimler
•
• •
1 05
Deniz bataryaları ile, kıyı torpido bataryalarının sürekli olarak kullanılabilir hale getirilmeleri, Marmara'daki düşman denizaltıları ile mücadele, İstanbul-Çanakkale denizyolunun korunması
şeklinde sağlanmaktaydı. Ayrıca, Gelibolu Yarımadası' nın sa vunması için de eldeki sınırlı olanaklara karşılık oldukça büyük bir güç ayrılmıştı. Boğaz dışındaki gözlem ve keşif hareketleri 1 Ağustos 1914'te başlamıştı. Draç sınıfı iki botla sürdürülen bu harekat, Akhisar botunun 2 İngiliz muhribi tarafından geri çevrilmesi ile 26 Eylül'de sona ermiş, bunun üzerine 27 Eylül 1914'te Boğaz lar'ın kapatıldığı ilan edilmişti. Bu arada az sayıdaki uçakla da, keşif ve gözetleme uçuşları yapılıyordu. Çanakkale'y� saldırıya ve mayın dökülüşüne geçmeden ön ce, İngiltere cephesinden "Çanakkale Deniz Savaşı 'na dair açıkla malar"a yer vermek istiyorum. E. Ashmeat Bartlett'ın Times ga zetesine yazdığı ve o dönemde Osmanlıca'ya çevrilen analizi ol dukça önemlidir: Çanakkale savaş alanında kara ordumuzun yeri ni almasından önce cereyan etmi ş olan deniz harekatına İngiliz kamuoy u nun hemen hemen büyük bir çoğunluğu ilgisizdi. B a şbaka n ile Churchill'in "Çanakkale deniz harekatı, uzmanların tamamı ta rafından tıı-sarlanmıştır" açıklamasını kabul etmek zorundayız. Uz manlarb bilgi seviyelerini şu an için olsun küçümseme k dü şün c esind e değilsem de, bütün uz manla rı n dü ş üncel e ri , yapı l a cak işte kullanılacak olan malu m u nsurla ra göre kısmi bir öne me haiz olduğu fikrini ortaya koyabi li ri m . O halde elde bulu nan malum unsurlar nelerden ibaretti? Bunlar her ne kadar De niz Bakanlığı arşivinde saklı ise de, bunları, o zaman Çanakka le' de bulunan h erkes biliyordu ki, saçma kabul edilmiş olan ma lum unsurları içermekteydi. Maluma'tm kısaltı l mış ana no k tala rı şunlardan ibaret olsa gerektir. 1 ) Sa vaş ın o rta y a çıkışı ndan beri Türkler, Almanla rı n nezareti altında ne kadar istihkam vücuda getirmişlerdir ve ne kadar yeni top ta�ya edi lm iş t i ? 2) To rp il ara ma işinde kulla n ılan muh r ipler ile ba lı k çı gemile-
1 06
Gelibolu 1 91 5
rine
karşı
kull a n ılma k üzere Türklerin, harekat kabiliyetine
sahip ne kadar topu vardı?
3) Tü rk
istihkfımlanna ne kadar Alman top çu su kon muş t u?
4) Çan akkale geçid inin torpil,
mayın ve karadan ateş ed ebilir kadar savunması hazırlan
torpido kovanlan ile ne de receye mıştı?
5) Mayın tarlalarının asıl yerleri nerel eriydi ? Bu ana noktalardan h içbi ri hakkın d a gü ven ili r bilgilere sa hip değildik. Eğer donanma Narrows'dan (İ ng i l iz lerce Ça nak kale-Bigalı-Kilitbahir kıs mı na verilmiş isimdir. Bundan sonra "Boğaz" diye anılacaktır e.m.) geçip de Ma rm a ra ' ya girer ve Türkler dara düşüp barış istemeyecek olursa, bu konuda ne ya
en önemli ko n u bile söz ko ol mam ış tı . Tabii ki dona nma İstanbul önlerinde uzun sü re dura �ayacağı için şimd i de donanmanın yeniden Boğaz'dan dışarı çı km a sı meselesi ile karşı ka rş ıy a ka lacaktık. Uzmanlardan çıkan düşünce ve bilgiler -ki bunlar sırt larını hükümete dayamışlardı- savaş gemisi toplarından, istih pılması gerekeceğinden ibaret olan nusu ve tartışma konusu
kamlara karşı açılan ateşin, tıpkı üniversitede olduğu gibi olası etkilerini incelemek ve tartışmaktan ibaret olduğu gerçeği orta ya çıkmıştı. Uzmanların düşünce ve bilgilerinin bölünmelere uğramış olduğu ve ancak Amiral Sir Walson, dış istihkamların zorla da olsa tahrip edilebileceği ve
fakat
bekleyiş sürecinin başlayacağı yolundaki
bundan sonrası için açıklamalarının ger
çeklerle ne kadar bağdaştığı ortaya çıkmıştı . Türkleri ve Türk kuvvetlerinin kaynaklarını iyi
bilen iki ki
ş i nin bu konuda düşüncelerinin alınıp alınmad ığının bilinmesi de çok fazla yararlıdır. Bu kişilerden birisi, savaştan önce Türk donanmasını idare etmiş olan Amiral Limpus; diğeri de Balkan Savaşı'nın bitiminde İ stanöul'da bulunmuş olan askeri ataşemiz Albay Tirrol'dur. Türk ordusunun durumu ile bozulma sebep lerini çok yakından incelemiş olan Albay Tirrol, iyice kanaat
ge
tirmiştir ki, Türklerin bozulma sebepleri, gafil avlayıcı bir hücu
dağı n ı k bir halde bulunmasın çok büyük noksanları olmasından ileri g el
ma uğramalarından -ordularının dan- ve malzemece
miştir. Yoksa Türklerin atalarından eskiden beri miras almış ol dukları sav a şç ı
hasletlerinin
yok olmasından ibaret değild i. Bu
harekatının tamamen bir duraklama devresine u ğrad ığı Eylül ayı ortalarında istihbaderece bilgisi olan Albay Tirrol'un savaş
1 07
Erol Miiterciınler
rat şubesi müdürü göreviyle Çanakkale'deki orduya gönderil miş olması ga ri pl i ğinden bahsetmeden geçemey eceğim A kıbeti meçhu l ve adeta bir serüven olan bu harekete, düş manın sa vun m a araçları konusunda hiçbir bilgiye ulaşamadan ancak 15 pusluk obüslerin Anvers'i yerle bir et tiği düşüncesine güvenerek, Queen Elizabeth'in de filoda bulunan diğer savaş gemilerine tabya edilmiş 12 pusluk topların arkas ı nda Narrows istihkamlarını harap edeceği fikrine tam bir bağlılık ile sarıldık. Şurası iyice bilinmelidir ki, sabit bir platfo rm üzerine tabya edil miş olan bir obüs t opundan düzenli ateşlenen mermilerin birbi ri ardı sıra bir met rel i k bir sah a içine düşürülebildiği ve burala rı yerle bir ettiği halde savaş gemisi toplarından ateş edilen he deften yüksek, hızlı ve yatık mermi l eri n düştüğü yerde yapabi leceği etki çok azdır. Eğer savaş gemisi toplarının hasar verdiği ni za n n ed iyo rsa k yanılıyoruz. Çünkü onlar, toprak içi ne nüfuz ile oralarda infilak ederek toprak kütlelerini havaya kaldırır ya da top mazgallarından içeriye girerler. Bunların her ikisinde de sağlıklı atışa ulaş ı lama z . Çünkü gemiler bizzat hareketli bir plat fo rm oldu ğundan rüzgarın en ufak bir esintisinin ve deni zin en ufak bir dalga ya da akın tısı nın etkisi y le yerleri değişirdi. .
,
Gerek mayın engellerinin korunması, gerekse gemilerle ya pılan muharebelerde büyük rol oynayan kıyı topçu bataryaları mız, genellikle orta ve kısa menzilli toplardan oluşturulmuş Dardanos, Mesudiye, Muini Zafer, Kumburnu, Ertuğrul ve Hamidi ye Bataryaları idi. 6 Şubat'ta İngilizlerin iki tabur deniz piyadesi, susturulmuş bataryaları tahrip birliği olarak Limni Adası' na hareket emrini aldı. Üç gün sonra da Fransızlar taarruz planını onaylamışlardı. 16 Şubat' ta 29. İngiliz Tümeni'nin de Limni'ye yollanmasına karar verildiyse de, 3 gün sonra toplanan "savaş konseyinde" Savaş Bakanı Lord Kitchener fikrini değiştirerek bu tümeni ve remeyeceğini bildirdi; Churchill'in bu konudaki inandırma ça baları boşa gitmişti. Aslında saldırı 15 Şubat'ta yapılacaktı ama deniz uçakları ve mayın arama tarama gemileri hazırlanamamıştı. Ertelenen 1 9 Şubat v e ardından yapılan 25 Ş u b a t bombardımanları 1 8 Mart'ın provalanydı.
1 08
Gelibolu 1 9 1 5
1 9 Şubat'ta yapılacak olan taarruz şöyle olacaktı: •
•
• •
• • •
•
Vengeance ve Suffren muharebe gemileri, 9-1 0 bin metre den Kumkale'yi dövecek. Boıwet muharebe gemisi, Mehmetçik (İlyas) Burnu batı sında yukarıdaki iki geminin ateşini kontrol edecek. Gaulois muharebe gemisi, Beşig'e önünde bulunacak. Inflexible muharebe kruvazörü, Seddülbahir' i dövecek ve Triumph'ın ateşini kontrol edecek. Triumph muharebe gemisi, Mehmetçik'i (İlyas) dövecek. Cornwallis muharebe gemisi ise, Orhaniye'yi dövecekti. Albion, Amethyest kruvazörleri ve 7 İngiliz arama tarama gemisi, Kabatepe'nin 1 mil kuzeyinden 3 mil güneyine kadar mayın arayacak, Queen Elizabeth muharebe gemisi de adı geçen mayın arama alanında bulunarak yarımada üzerinden yapacağı endirekt atışla Hamidiye ve Kilitba hir tabyalarını dövecekti. Albion muharebe gemisine gelince, bir yandan arama ta ramayı himaye ederken aynı zamanda bu bölgedeki mev zileri dövmekle görevlendirilecekti.
19 Şubat'ta Qııeen Elizabeth ve Agamemnon, Çanakkale'ye var mak üzere idiler. Bombardımanın birinci safhasında kendilerine ihtiyaç olmayan bu iki gemi, ikinci safhada görev alacaklardı. Müttefikler Boğaz' ı geçip Marmara' ya girdiği takdirde, Türk deniz kuvvetleri tarafından şu karşı önlemler uygulanacaktı: Barbaros ve Turgut muharebe gemileri, Boğaz'daki mayın engel leri gerisinde yer alarak düşmanı karşılayacaklar ve kendilerini feda edercesine karşı koyacaklardı. Yavuz ve hafif kuvvetler, İs tanbul Boğazı'nı savunacaklardı. Torpidobotlar Marmara'da gece hücumları yapacak, bunlara karşın düşman İstanbul Boğa zı' na girerse sonuna kadar çarpışılacaktı. Saraybumu-Kızkulesi arasında mayın engelleri kurulacak ve bunlar savaş gemileriyle kıyı topları tarafından korunacaktı. Saldırı hazırlığındaki İngiliz-Fransız donanması ile savunma hazırlığını tamamlamış olan Türk tarafı yukarıda anlatılan ko-
Erol Mütercimler
1 09
şullarda ilk kez 19 Şubat 1915 tarihinde karşı karşıya geldi. As lında bu saldırı "koalisyon" güçleri açısından bir gösteriş hare kahydı.
19 Şubat 1915 bombardımanı Müttefik donanma 18 Mart'tan önce 19 Şubat'ta bir bombardı man denemesi yaptı. 3 Kasım 1 914'teki kısa süreli bombardıma nın ardından bir durgunluk devresine girildi. Bu 3,5 aylık süreç Çanakkale Boğazı'na taarruz yapılıp yapılmaması konusunda tartışmalarla geçmiştir. İngilizlerin Çanakkale'ye savaş gemileri kaydırmalarını kolaylaştıran iki olay olmuştur. Birincisi, Alman Uzakdoğu Filosu' nun Folkland Deniz Muharebesi sonunda yok edilmesidir. İkincisi de, Süveyş Kanalı'na yapılan Türk taarru zunun sonuçsuz kalmasıdır. Kasım 191 4-Şubat 1 9 1 5 arasındaki yaklaşık 3 aylık süre Türk tarafında da boğazın tahki�atının ye niden gözden geçirilmesi ve mayın hatlarının takviyesiyle de ğerlendirilmiştir. Boğaz'a taarruz planını uygun gören Fransızlar, hem 4 mu harebe gemisi ve 1 mayın arama tarama filotillası vermeyi ka rarlaştırdıkları gibi, hem de Müttefik Filo Başkomutanlığı'nın İngiliz amiraline verilmesini de kabul etmişlerdi. Taarruz hazırlıkları arasında 24 Ocak' ta, lnflexible İngiliz mu harebe kruvazörü Çanakkale'ye gelerek, eşi lndifetigable'ı değiş tirdi. Filoya katılmak üzere olan yeni İngiliz muharebe gemisi Queen Elizabeth, bir makine arızası nedeniyle ancak 15 mil hızla seyredebilmesine karşın yine de Yavuz'a karşı adı geçen muha:. rebe kruvazörüne gereksinim duyulmuştu. İngilizlerin Queen Elizabeth, Agamemnon, lrresistible, Lord Nel son, Albion, Triumph, Canopus, Ocean, Swiftsu re, M ajes t ic ve Prin ce George muharebe gemileri Çanakkale'ye hareket emrini al mışlar ve Fransızlar da Suffren, Bouvet, Gaulois ve Charlemagne muharebe gemileri ile 14 mayın arama tarama gemisi, 6 muhrip ve Foudr uçak ana gemisini bu iş için ayırmışlardı. Bu planla mayla toplanacak olan 16 muharebe gemisinden başka, D ublin, Dartmou th, Amethyest ve Saphir hafi f kruvazörleri ile 1 6 muhrip,
Gelibolu 1 9 1 5
1 10
5 İngiliz denizaltı gemisi, 2 Fransız denizaltı gemisi ve 6 deniz uçağı taşıyan Arc Raya/ uçak ana gemisi görev al ıyo rd u Fransızlar "müttefik filonun" Koramiral Carden emrine ve rilmesini kabul ettikten sonra, Koramiral Carden'in yanına İkin ci Komutan olarak Amiral de Robeck ve Komodor Keys de kur maybaşkanı olarak verildi. 22 Ocak' ta forsunu Vengeance muha rebe gemisine çeken Amiral d e Robeck, şubat başlarında Çanak kale önüne geldi. Bu sırada İngiltere Deniz Bakanlığı kara birliklerine olan ge reksinmeyi il k kez anlayarak, harekata yardımcı olmak ve hiç olmazsa susturulacak olan bataryaları ele geçirmek üzere bir ka ra birliği olmadıkça denizden yapılacak zorlamaya sağlam bir hareket olarak bakılamayacağını bildirdi. Bu istek, denizden ya p ıl a cak taarruzlardan hemen önce Deniz Bakan l ığ ı'nda ki Daire Başkanları'nın Koramiral Carden planı üzerinde kuşku ve du raksama göstermeye başlamış olmalarının bir sonucuydu. 19 Şubat 1 807'de Marmara'ya girmiş olan bir İngiliz filosu nun bu hareketinin tam 1 08. yıldönümü günü olan 19 Şubat 1 91S'i Boğaz'a yapacağı büyük taarruzun başlangıç günü olarak seçti. O günü Müttefik İngiliz-Fransız filosu Boğaz'a yaklaş maktayken, Başkomutan Vekili Enver Paşa ve yanındakiler bir torpidobotla Sedd ülbahir'i teftişe gitmekteydiler. Düşmanın ha rekatını, Seddülbahir-Kumkale arasında bu torpidobottan izle diler. Türk askeri kaynaklarına göre, sabah saat 9.3S' te Kumkale ve Orhaniye tabyalarına ateş açılmasıyla başlayan bombardı . man sonradan Ertuğrul ve Seddülbahir'i de içine aldı. Menzil 1 7.000 metrenin üstünde olduğundan tabyalar bir karşılık vere medil er Uçak ve gemi gö ze t l emesi ile saat 1 2.00'ye kadar süren ateşe saat 1 4.3o'' a kadar ara verildi. Bu saatte yeniden başlayan bombardımanda, tabyaların ateş çemberi içinde ka la n gemiler 7.000 metreye kadar sokulmakta ve menzil dışındakiler de tab yaların erişe m ey e c e ğ i bir me sa feden atışlarını sürdü rmekteydi ler. İ ngiliz kayıtlarına göre saat 9.Sl 'de, muharebe gemi si nd e n Orhaniye'ye ilk merminin atılmasıyla b o m bardı m an başlamış .
.
Erol Miitercinıler
111
oluyordu. Atış isabetini sağlamak için gemiler dem i r üstünde ateş etmekteydiler. Tabyalar henüz bir karşıl ık veremiyorlardı On dakika sonra Triumph, Ertuğru l a ateşe başladı. Bunu yanın saat sonra, Yeniköy-Tavşan Adaları arasında demirli olan Suff ren'in Kumkale yi ateş altına alması izledi. Yarım saat sonra, Cornwallis'in yerini Vengeance aldı. Cornwallis'e, Triumph ve Inf lexible'ın ateşini g özetleme görevi verilmişti . Saat 1 7.30'a kadar süren bombardımandan sonra düşman fi losu geri çekildi Yalnız Orhaniye ve Ertuğru l tabyaları 38 mer mi ile karşılık verebilmişler ve 2 düşman gemisinin üzerinde bi rer isabet sağlamışlardı. Türk tarafının personel kaybı 2 subay, 2 er ve 1 1 ya ralıdan ibaret oldu. Tahribat en çok Kumkale' de olmuş t u Çünkü Kum kale ve Seddülbahir tabyaları, top menzi lleri nin y�tersizli ği yü zünden ateşe katılmadılar. Bu tabyalar, yapıları gereği büyük hedef oluşturduklarından kolayca hasar gördüler Toplarda ha sarlar olduğu gibi, bir 150 ve bir 280 mm.lik top da kullanılamaz d uruma g i rmiş ti Kışlalardaki hasar büyüktü Ertesi günün sa bahına kadar çalışılarak Ertuğrul Orhaniye ve Seddülbahir tek rar muharebeye hazır bir duruma getirildi. Kumkale' de ise, top lardaki hasarlar henüz giderilememişti. Bu bombardımanda fi lo 305 mm'lik 1 39 mermi harcamıştı. 7,5 saat süren bu muhare bede, filo gemilerinin girişteki Türk tabyalarına 1 .000 taneden fazla top mermisi attıkları saptanmıştır . Koramiral Carden'in geri dönüş emri vermes in i n nedenleri ni Türk Genelkurmay kaynakları şöyle yorumlamaktadır: .
'
'
.
.
.
.
.
,
Güneşin batması yaklaştığindan görüş koşullan filo için elveriş· siz bir hal almaktaydı. Daha bu ilk harekette gemilerin hasara uğramamaları gerekiyordu. ( İlk günkü harekat başarısız olmuş tur.) Cephaneden tasarruf etmek gerekti. Eski muharebe gemile rinin toplan ömürlerini bitirmek üzereydiler. (Harcanan cepha
ne ile alınan sonuç kıyaslandığında Türk tabyalarında istedikle ri etkiyi yapa madıkları ortaya çıkmaktadır.) Karanlığa kalınırsa, Türklerin bir torpido hücumu yapması beklenebilirdi.
112
Gelibolıı 1 91 5
Kıyı istihkamlarına karşı uzak mesafeden yapılan atışlann az etki yaptığ ı görülmüştü.
19 Şubat bombardımanı İngiliz filosu için kolay bir zafer ola rak yorumlanabilir. Zaten bu yanıltıcı zafer sarhoşluğu 18 Mart taarruzuna giden süreci başlatacaktır. İlgili bölümde okuduğu muzda göreceğimiz gibi, bu taarruz beklenmedik ve yıkıcı bir yenilgi olacaktır. Seddülbahir ve Kum �ale tabyaları toplarının menzilleri dı şında bulunan gemiler isabetli atışlar ile bu bataryalara karşı adeta atış eğitimi yaparcasına ardı ardınca ateş açtı. İstihkamla rın beton kısımları parça parça olmuştu. Seddülbahir istihkamı merkez olmak üzere yarım daire üzerinde yer almış bütün ge milerden buraya mermi yağdırıldı. Bu sırada Türk istihkamla rından atılan mermiler geminin 14-15 metre önüne düşüyordu. Bunun doğal sonucu olarak Türkler eşit olmayan böyle bir top düellosu ve önceden bir örneği daha yaşanmamış olan bombar dıman karşısında yerlerini terk ettiler. Bununla beraber saf dışı bırakılmış olan istihkamları kontrol etmek üzere gemilerden karaya keşif müfrezeleri gönderildiği zaman hasarın derecesi karşısında bu müfrezeler sessizlik ve hayret içinde kaldılar. İstihkamların hasara uğrayan kısımları beton ve taş kısımlardan ibaretti. Hatta Qııeen Elizabeth'in etkili mermileri istihkamların topraktan olan kalın dış çeperlerinde infilak ettiğinde hiçbir etki yapamamıştı. Keşif müfrezesi ilk ba kışta görülebilen bu istihkamları tamamen tahrip etmek konu sunda fazlasıyla zorluklarla karşı karşıya kalmışlardı. Bu bombardıman karşısında Türk muhafız kuvvetlerinin psikolojilerinin oldukça sarsılmış olduğu kuşkusuzdur. Durum çok ümitsiz haldeydi. Mermiler gemilere pek ulaşamıyordu. Topçular istihkamları terk ettiler ve topların menzilleri dışında bulunan yerlere çekildiler. Bu, muharebe olduğuna göre, sonucu zafer olarak yorum lanmış olabilir. Ama yanıltıcı ve yanılgılara sürükleyecek bir ba şarıydı. O salvo sağanağı. altında komodor gemisinden bakıp bu sonuç doğru görülebilir miydi? Büyük olasılıkla bunun yanı t ı
Erol Miitercimler
1 13
hayırdır. Ama iyi yetişmiş bir "kurmay subay", daha önce, sa vaşın doğası anlatılırken belirtilen, muharebelerin olasılıklar bütünü olduğunu da unutmaması gerekirdi. Churchill'i de, Ha milton'ı da, de Robeck'i de yanıltan husus bu unutkanlık olmuş olabilir.
25 Şubat 1915 bombardımanı Birleşik Filo'nun, büyük kısmıyla 19 Şubat'ta Boğaz gırışını bombardıman ederken, bir kısmıyla da Gelibolu Yarımadası'nın batı kıyılarında faaliyette bulunması üzerine ivedi önlemler alındı. Örneğin kara muharebelerinde Seddülbahir cephesinde göreceğimiz 9. Piyade Tümeni Karargahı, 19 Şubat'ta taşındı. Bölgedeki 5. Ağır Topçu Alayı istihkam inşaat birlikleri gece sabaha kadar olağanüstü çabayla çalışarak Ertuğrul, Seddülba hir ve Orhaniye tabyalarındaki hasarları ortadan kaldırdılar. Böylece bu tabyalardaki tüm toplar muharebe öncesindeki du rumlarına getirildiği gibi, Kumkale tabyasında bulunan topların 4'ü dışında öbür toplar da muharebeye hazır bir duruma sokul dular. 24 Şubat akşamüzeri Eşek Adası gerisinde bulunan Birleşik Filo'nun, 7 İngiliz ve 4 Fransız muharebe gemisi, 3 hafif kruva zör, 18 torpido, 2 denizaltı ve 1 7 taşıt gemisinden oluştuğu sap tandı. 25 Şubat Muharebesi'nde güdülen amaç, 19 Şubat Muhare besi'nde tahrip edilemeyen giriş tahkimatının tümünün tahrip edilerek, Koramiral Carden planının birinci evresinin gerçekle� tirilmesiydi. Birleşik Filo'nun 19 Şubat saldırısından edind iği deneyimlere göre, tabyaların içerisine mermilerin düşmesiyle toplar tahrip edilemiyordu. Ancak tek topa vuruş sağlanmasıy la, topun tahrip edilebileceği sonucuna varılmıştı. 25 Şubat saat. 7.30;da, Limni yönünden gelerek Boğaz'a iler lemekte olan 8 İngiliz muharebe gemisine, Bozcaada kuzeyinde bulunan 4 Fransız gemisi de katıldı. Saat 9.00'da, içinde bir tor pido ve bunu izleyen 4 Fransız muharebe gemisi, bunların da gerisinde İngiliz muharebe gemileri olduğu halde, pruva düze-
1 14
Gelibolu 1 9 1 5
ninde Boğaz'a yaklaşmaya başladılar. Agamemnon ile bir Fransız muharebe gemisi filodan ayrılarak Yeniköy-Bozcaada yönüne, öteki 3 Fran sız muharebe gemisi de Tekke Bumu ile İmroz Ada sı' na doğru hareket ettiler. Saat 9.4S'te de yerlerini aldılar. 25 Şubat sabahı fırtınanın durmasıyla İngil i z Fransız filosu hareke te geçti. İngiliz kay ı tla rı na göre saat l0.1 3'te Seddülbahir'i döv meye başlaya n Q ueen Elizabeth muharebe gemisi, Ertuğrul tab yasından karşılık gördü. Orhaniye, mesafenin fazlalığından ate şe katılamamıştı. Türk askeri kayıtlarına göre ise saat 9.4S'te kıy ı ile Queen Eli zabeth arasına demirleyen Agamemnon, saat 1 0. 1 7'de Ertuğrul ta byas ın ın ateşine uğradı. 10 da kika içinde 7 isabet alan gemi, ayrıca su kesim i n i n biraz yukarısından bir yara daha almış ve 3 ölü , 5 yaralı vermişti. Bu durum karşısında demir al m a k zorun da kalan Agamemnon'un yerine Queen Elizabeth ateş açtı ama isa bet elde ed emedi Dublin kruvazörü ile Ertuğrul a ra s ınd a da atışlar oldu. Ve biraz sonra buna Agamemnon da katıldı. Dublin zor durumda kaldı ve uzaklaştı ama Ertuğru l un 2 topu muha rebe dışı oldu. Bu sıra da Gaulois Kumkale'yi dövüyor ve ateşi, İlyas'ın 4 mil karayel yönündeki Bouvet ta ra fı nd an kontrol edi liyordu. Saat 1 0.27'de lrresistible'ın Orha niye'ye ateşe başlamasından bir süre sonra bu tabya da susmuştu. Bu s ırada Ertuğrul'un ate şine uğrayan Gaulois demir aldıktan sonra, ateşini önce Ertuğ rul' a ve sonra da Queen Elizabeth'in Ertuğrul'a a teşe başlamasıy la Kumkale'ye yöneltti. Bir isabet alınca 9 ölü ve birçok ağır ya ralı verdi. Saat 1 2.45'te, önde Vengeance, arkasında Cornwallis, Boğaz gi rişine ilerlemeye başla d ılar. Saat 13.00 sıra la rı n � Ertuğrul ve Orhaniye Bataryalarını ateş altına aldılar. Üstelik bunları koru yan gemiler de ateşe başladılar. Kumkale ve Seddülbahir tabya larının kısa bir karşılıkta bulunduğu sırada Seddülbahir yanma ya başlamıştı. İngilizlerin yaptığı keş i f ve gözetlemelere göre, Türk tabya larının durumu şöyleydi: -
.
'
115
Erol Miltercimler
Ertuğrul tabyasındaki toplarda birinin namlusu yukarı ka l kmış durumda, öteki top görünüyor ve top başında erler yok Sed dülbahir tabyasında batıdaki üç top görülüyor. Orhaniye tabya sında iki topun namluları yatay durumda ve top başında erler .
yok.
Seddülbahir ve Kumkale tabyalarından ancak dörder mermi atılabilmişti. Gemilerin ateşleri etkili olmuş, 2 top isabet almıştı. Bunun üzerine Koramiral Carden, ikinci yaklaşma hareketine başlanmasını, ateşin Kumkale ve Orhaniye üzerinde toplanma sını ve özellikle Orhaniye'ye ateş edilmesini emretti. Saat 1 5.00'e doğru bombardımanın ikinci safhası başlayacak tı. Buna dair emirde, istihkamların daha kısa mesafeden ezici bir tahrip atışına tutulması ve Boğaz ağzına doğru mayınların ara nıp taranması bildirilmekteydi. Karşılıklı top atışları saat 1 5.30'da en şiddetli düzeye ulaş mıştı. Kumkale ve Seddülbahir tabyaları ağır ateş altındaydı. Aynı şekilde Ertuğrul ve Orhaniye de sürekli bomba yiyordu. 4 tabya ve kışlaları tümüyle harap olmuş, 13 er şehit ve 1 8 er ya ralı verilmişti. Bu bombardımanlarda tabyalar 83 mermi atmış ve bunlardan Ertuğrul 7 isabet sağlayabilmişti. Saat 1 6.00'ya doğru Orhaniye Bataryası'ndaki bir top, Albi on'a ancak bir mermi atabildi ve topun silindiri kırıldığından ça hşamaz hale geldi. Seddülbahir yöresindeki havan bataryası 1 -2 mermi attıysa da, gemiler menzilinin dışında kaldığından ateşi ni kesmek zorunda kaldı. Boğaz' a giren savaş gemileri, öteki tabyalardaki topları da yakın mesafeden açtığı ateşlerle tahrip ettiler. Fransız Amiral Guepratta, hükümetine şu mesajı gönderdi: Bugün eşsiz bir gün 8 İ ngi liz ve 4 Fransız muharebe gemisi Bo ğaz girişindeki tabya la ra a teş a çtılar . Başlangıçta kuvvetli bir karşılık gösteren bu tabya l a r giderek sustular. Seddülbahir ka sabası ateşler içinde, ma yın tara y ıcı la r bu gece giriş kesiminde ,
ki mayınları ta ra ma y a başlayacaklar.
Türk Genelkurmayı'nın askeri uzmanlarına göre Birleşik Fi lo'nun bugünkü taarruzu daha cesurcaydı. 1 9 Şubat Muharebe-
116
Gelibolu 1 91 5
si'nde gemiler ateşlerini dağıtmışlardı. Özellikle en güçlü gemi ler olarak bilinen Queen Elizabeth ve Agamemnon, Ertuğrul Batar yası' na birlikte odakladıkları ateşleriyle bu bataryayı tahrip et mişlerdi. Türk bataryalarına gelince, Boğaz girişinde uzun menzilli 2'şer toptan oluşturulan 2 bataryadan biri olan Orhaniye Batar yası, bugünkü muharebede ancak 1 mermi atabilmişti. Buna karşılık Ertuğul Bataryası ise, öğleden önce gemilerin yoğun topçu ateşleri altında tahrip edilinceye dek yaklaşık 2 saat için de 74 mermi atarak, uzak mesafeden onlara 8 isabet sağlamayı başarmıştı. Bu durum, kuşkusuz övgüye değer bir kahramanlık örneğiydi. Bu görüşe göre Birleşik Filo, 1 9 Şubat Muharebesi'nde bu günkü taarruzda olduğu gibi hareket etseydi 1 günde giriş tah kimatını düşürebilirdi. Bunu yapamadığı içindir ki, Türk tarafı na 6 günlük bir zaman kazandırmıştır. Burada ilginç olan nokta şudur: Müstahkem Mevkii Komu tanı daha 20 Eylül 1 914 tarihinde Başkomutanlığa sunduğu ra porda, "40-50 büyük çaplı topun etkisi altında her :z:aman Bo ğaz'ın girişinden içeri girmek mümkündür," demiştir. Çünkü Boğaz'ın giriş tahkimatı zayıftı. İşte Türk askeri otoritelerince ortaya konan bu zayıflığa karşın İngiliz-Fransız filosunun ağır ateş gücü olanakları değerlendirilememiştir. Öğleden sonra Müstahkem Mevkii Komutanlığı Karargahı, Çanakkale'nin 3 kilometre güneybatısındaki Hacı Paşa Çiftli ği'ne taşındı. Filo savaş gemileri kıyıya 1 .800 metreye kadar yaklaşmayı başardılar. Akşamın karanlığı basarken tabyaların susturuldu ğunu düşünen Carden gemileri Bozcaada'ya doğru hareket et tirdi. Böylece 25 Şubat bombardımanıyla, taarruz planının birin ci evresinin ikinci kısmı bir hafta içinde tamamlanmış oluyordu. Artık Boğaz'ı zorlamanın ikinci safhasına geçebilirlerdi. Birinci safhada "yarımadaya" bir çıkarma emri verilmedi ğinden deniz piyadesi Mondros'taki taşıt_ gemilerinde kaldı. De niz uçaklarını da kullanamadılar. Kabatepe önündeki mayın arama tarama filotillası boğazın bu bölgesinde mayına rastla-
Erol Mütercimler
1 17
madı. Bu mayın arama sırasında Türk tabyalarından ateş de ye mediler. 26 Şub at'tan 18 Mart'a kadar deniz muh arebeleri
Boğaz ağzındaki 4 tabya tahrip olunduktan sonra, Filo'ya Bo ğaz'a giriş yolu açılmış oluyordu. Şimdi Boğaz'ın içindeki batar ya ve tabyalarla mücadeleye başlanacaktı. Bu suretle Boğaz'ı zorlamanın en çetin evresine geçilecekti. Düşman 26 Şubat' ta bu alanda harekete geçti. Çanakkale-Kilitbahir bölgesine kadar her iki kıyıda bulunan bataryalar ve özellikle Dardanos ile Baykuş tahrip olunacaktı. 26 Şubat sabahının erken saatlerinde Albion, bir süre Seddül bahir' e ateş ettikten ve Majestic de Menderes Çayı köprüsünü tahrip ettikten sonra, mayın arama tarama gemileri muhriplerin ardından Boğaz'ın 4 mil içerisine kadar girdiler. Saat 13'te Albion 1 1 .000 metreden Dardanos'a ateşe başlarken, Mrı.jestic de İnte pe'deki bir batarya ile meşgul olmaya başlamıştı. Saat 1 6'da, Anadolu yakasındaki bataryaların menzili içine giren gemiler den Majestic, su kesimi altından bir 1 50 mm'lik mermi isabeti al dı. Bu sırada 2 adet 80 mm'lik toptan ibaret sahte bir batarya düş manı üzerine çekmiş ve 50 mermi harcamasına neden olmuştu. Seddülbahir ve Kumkale yöreleri terk edilmiş göründüğün den, bu durumdan yararlanmak isteyen Amiral de Robeck, Ko ramiral Carden'in de izniyle, sınırlı hedefli denebilecek bir çı karmayı kararlaştırdı. Kumkale'ye Vengeance muharebe gemisinden, Seddülbahir'e de lrresistible muharebe gemisinden birer müfreze çıkarılacaktı. Çıkarılacak müfrezeler bu 2 muharebe gemisiyle birlikte, Corıı wa l l is muharebe gemisi, D u bl i n kruvazörü, Racon ve Bassilisk torpidoları tarafında denizden destekleneceklerdi. Saat 1 4' te ge rekli emirler verildi. Veııgcance'den çıkarılacak müfreze, Binbaşı Heriot komuta sında 50 deniz eriyle, Yüzbaşı Robenson komutasında bir tahrip ekibinden oluşmaktaydı. Müfreze, Kumkale' nin tahribiyle birlikte Orhaniye'deki top-
118
Gelibolu 1 9 1 5
lan ve bunların güneyindeki uçaksavar görevi yapan 2 topu tahrip edecek, ayrıca Menderes Çayı köprüsünün de tahribini tamamlayacaktı. Müfrezenin bu hareketini korumak üzere Dublin kruvazörü Yenişehir dolayında, Vengeance Kumkale açığında; Bassilisk muhribi de Menderes ağzının önünde yer almışlardı. Böylece müfreze saat 1 4.30'da karaya çıktı. Müfreze Kumka le mezarlığına kadar gidebildiyse de şidd et li bir ateşle karşıla ş tığından fazla ilerleyemedi ve 1 ölü, 2 yaralı verdi. Yüzbaşı Ro benson, tahrip ekibini daha fazla kayba uğratmamak için, tek başına Orhaniye' deki makineliyi, daha sonra da ekibiyle birlik te öteki makineli tüfeği ve Orhaniye tabyasındaki bir topun kı zağını tahrip etti. Sonunda Binbaşı Hariot, Türklerin güçlü ol duğunu Vengeance muharebe gemisine bildirdi ve müfreze ge miye alındı. Seddülbahir bölgesinde de, Irresistible muharebe gemisinden Yüzbaşı Panton komutasındaki 45 kişilik bir başka müfreze Sed d ülbahir' e çıkarıldı. 4' e ayrılan müfrezeden biri, buradaki tab yada bu lu n a n 6 toptan 4'ünü tahrip etti. Müfreze, bundan son ra Ertuğrul t abyas ı na yöneltildiyse d e, buradaki Türk direni ş i karşısında başa rı sı z kaldı ve müfreze gemiye alındı. Saat 1 8'de Filo uz akl aş ı rken Erenköy ve Kumkale Köyü ha rap ol m u ş bul u n u yo rd u. Bugünkü muharebede Türk to pçu s u 342 m erm i harc a m ı ş ve Seddülbahir'deki h ava n bataryası 3 şe hit ile 8 yara l ı v erm iş ti 26 / 27 Şubat gecesi balıkçı gemil e ri n d en ibaret olan mayın arama tarama gemileri, muhriplerin himayesinde Boğaz ağzın daki aramalarına devam ettil er 27 Şubana Donanma Komutanlığı'ndan v eril en 53 Alman mayınıyla Çanak k al e Değ i rmenbu rnu arasında 10. hat kuruldu . Adı geçen komutanlıkta yedek olarak 2 6 mayın kalmıştı. Bunla rın 7 /8 M a rt gecesi E renköy Koyu'nda kullanıldığı ve tarihi bir rol oyn a d ığı ilerde görülecektir. Filo bugünkü şiddetli fırtınaya karşın, Boğaz ağzı tabyaları nı yakından tamamen tahrip amacıyla iki hare k et t e bulundu. Bunlardan birincisi ö ğled en önce oldu ve püskürtüldü. Saa t .
.
-
Erol Miitercim/cr
1 19
1 8'de lrresistible'dan çıkarılan 2 subay ve 78 erden oluşan bir tahrip müfrezesi ise, şiddetli karşı ateşe karşın hedefine vardı. Bu sırada Irresistible, çanaklıklanndaki silahlarla hareketi des teklemekte idi. Bugünkü muharebelerde yalnızca 1 er yaralandı. 28 Şubat, daha şiddetli bir poyraz fırtınası ile başladı. Bu yüzden düşman Boğaz içinde bir harekette bulunamadığı gibi, tahrip müfrezeleri de çıkaramadı. Bu suretle Şubat ayı da, baş ka bir ilerleme kaydedilemeden sona erdi. Türk askeri uzmanların yorumuna göre: Boğaz'ı zorlama planının birinci safhası bitirilmiş gibiydi, ikinci safhasında pek az bir ilerleme vardı. Bundan sonra daha çok zorluklarla karşılaşılacağı kesinlikle biliniyordu. Deniz uçaklari bir iş görememişlerdi. Kara birliklerine olan ihtiyaç, her zaman kinden çok kendini hissettirmekteydi. Donanmanın harekatına yardım için kara birliği olmadıkça ciddi bir ilerleme olmayaca ğı anlaşılmıştı.
Mart ayının başından 18 Mart'a kadar İngiliz-Fransız filosu nun boğaz tabyalarına gösteri harekatı sürdürüldü. Filo 1 Mart'ta bir harekat yapmayı tasarlamıştı ama bundan vazgeçildi. Bu arada Amiral de Robeck, daha önce Kumkale' de yarım kalan tahripleri tamamlamak üzere buraya bir çıkarma yapmayı planladı. Bu işle görevlendirilen 50 kişilik deniz piy � desinin desteğinde Kumkale'ye çıkarılan bir tahrip müfrezesi, 25 Şubat'ta kullanılmaz hale getirilen 6 top, 4 nordanfiltle bir ışıldağı tahrip etti. Türk kayıpları, 5 er şehit ve 8 er de yaralıdır. 2 Mart'ta hava lodos olduğundan çıkarma girişimi engellen miştir ama 4 muharebe gemisinden oluşan Amiral Guepra tte Tümeni, saat 14.1 5'te başlayarak 55 dakika süreyle Bolayır mev zileriyle Kavaklı köprüsünü bombardıman etmiş ve yapılan ke şifler sonunda Kabatepe-Suvla Körfezi arasındaki kıyılarla, Bo layır mevzine 7 mil uzaklıktaki kıyı kesimi çıkarmaya elverişli bulunmuştur. 3 Mart 1 9 1 5 Harekatı'nda muharebe gemileri saat 1 8 . l O'a dek Dardanos' a uzaktan ateş ederken, Halileli bölgesindeki ba-
1 20
Gelibolu 1 9 1 5
taryalarla da ateş muharebeleri yaptılar. Saat 1 8.20'de ateş kese rek Boğaz' dan çekildiler. Bundan başka, saat 1 8'de Seddülbahir yönünden gelen bir uçağın Kumkale-Tenker-Dardanos üzerinden geçerek Seddül bahir yönüne uza.klaştığı görüldü. Keşif uçuşunda bulunduğu anlaşılan bu uçağa, Tenker ve Yıldız tabyalarından top ve tüfek a teşleriyle karşılıkta bulunulmuştur. Bugünkü muharebelerde Türk kayıpları 1 er şehit ve 2 er de yaralıdır. 4 Mart' ta Seddülbahir, Kumkale ve Yenişehir bölgesini bom bardımana ve Ertuğrul ile Orhaniye'yi tahribe devam için bura lara, 4' er makineli tüfekle donatılmış birer deniz piyade bölüğü çıkarmaya karar verdiler. Bombardıman, saat 1 1 .30' da başlayarak 2,5 saat sürdü, Sed dülbahir' e çıkan müfreze, gördüğü direnme nedeniyle bir iş gö remeyerek ve 3 ölü, 1 yaralı vererek saat 1 5'te geri çekildi. Kumkale'ye çıkanlar da 17 ölü ve 24 yaralı vererek, karanlı ğa kadar yaptıkları bu harekattan bir sonuç alamadı. Bütün bu hareketlerde, küçük kuvvetlerle bir şey yapılamayacağı anlaşıl mıştı. Bu harekat sonunda Kumkale ve Yenişehir Köyleri tü müyle harap olmuş, 1 6 şehit ve 48 yaralı verilmişti. Bugün Ka batepe önünden Kilitbahir'i bombardıman eden Queen Eliza beth'in attığı 36 mermi ancak hafif hasar yapabilmişti. Bu bom _ bardımana ilk kez olarak Barbaros muharebe gemisi Kilya önle rinden karşılık verdiyse de, düşmanın mesafeyi açmasıyla etki siz kaldı. Birleşik donanmanın Boğaz'a taarruz günü yaklaşırken, bir Türk subayının karısına yazdığı mektuplardan, hem Çanakka le' deki hem de İstanbul' da ki yaşamı ve tepkileri farklı bir açı dan öğrenme şansı buluyoruz. Selahattin Adil 1 5 Ağustos 1914 tarihinde kurmay başkanı olarak geldiği Boğaz Müstahkem Mevkii Komutanlığı'nda 29 Kasım 1 9 1 4 tarihinde yarbay oldu. İstanbul' da yaşamakta olan karısının ve yeni doğmuş kız çocu ğunun Çanakkale'ye gelmesini istiyordu ama bu konuda baskı yapmaktan da kaçındığını, eşine gönderdiği sevgi ve özlem do lu mektuplardan okuyoruz.
Erol Mütercimler
121
8 Ocak 1915 tarihli mektup:
Sevgili Sir! Postaya verdiğim ve belki sizin henüz almamış bulunduğun mek tubumda bildirdiğim vechile tuttuğum hizmetçi Mari'yi sana gönde riyorum . Kendisi hali vakti yerinde, temiz bir kadın bir kabahati varsa İstanbul'da, bir yıldan fazla kalmayacak ve en çok bu müddet zarfında seni de beraber alıp buraya gelecek! Galiba için hop etti. Ziya Efen di' nin getirdiği mektupta ahval-i sıhhiyyenin düzelmesinden, yavru muzun birisi gibi pamukluğundan yaramazlığının azaldığından pek sevindim. Acaba kim ? Acaba! Ağabeyim (Barbaros zırhlısı komutanı Deniz Albay Muzaffer A dil e.m.) buraya gelmene razı olmuyormuş ve buradaki tehlikeden bahsediyormuş. Benim buraları mülahaza edeceğimi ve senin selame tini düşünmüş olacağımı takdir edersin, zan ederim . Zaten geçen sene Çatalca'daki Bulgar toplarını çekmeğe alışığız. Burada ise böyle hal yaln ız birkaç dakika devam etti ve aylarca bir da ha olmuyor ve hiçbir tehlike de mevcut olmadığından birçok zabit ve aileleri buradadır. Gelip gelmeme kararı senindir. Her ne kadar kararı Siret Hanım'a bıraksa da bu mektup, açıkça karısını yanında görmek is ted iğ ini anlatıyordu. 8 Ocak S(mrası Siret Çanakkale'ye gelmiştir. Ancak tam yer l eştikleri mahalle belli değil. Ama mektuplardan, ailenin bir çiftlikte kaldığını tahmin ediyoru z . Müstahkem Mevkii ile yani Sela hattin Adil ile eşi arasında iletişim yine mektuplar aracılığıyla oluyor. Ocak ayı ile 3 Mart 1 9 1 5'e kadar geçen sürede Boğaz'a yapılan taarruzlar, büyük harekatın yakın olduğunun belirtile rini ortaya koyduğundan, bö lge boşaltılmaya başlanıyor ve Si ret Hanım ile üç aylık kız bebeği Sada 4 Mart' ta İstanbul'a ha reket ediyor. Selahattin Adil karısına yazdığı toplam 32 mek tubun (bugüne kadar yayımlanmamış bu mektuplar Semuh Adil'in a rşi v i n dedi r) tamamında "Sir" diye hitap etmektedir. 1 8 Şubat 1 330 yani 3 Ma r t 1 91 5 tarihli mektuptan şunları oku yoruz:
1 22
Gelibolu 1 9 1 5
Sevgili Sir! Bu harp memleketlerin hayat memat meselesi olduğundan ne kadar süreceği malum değil. Herkes düşmanı sonuna kadar vurmağa karar vermişdir. Fikrim şu: 1) Buradan düşman geçtiği takdirde lstanbul'da taht-ı emniyetde olmamakla (beraber) herkesin başına ne gelirse bana da deyip gidersiniz. 2) Veya şimdiden sizi içerilerde Bayramiç, Karesi, Balıkesir gibi bir yere göndereyim. Benimle beraber bulundukça bit-tabi arasıra haber almakla beraber sizin ve yavrumun bedenen ve benim fikren meşgul olmamaklığım pek tabii. Ben İstanbul'da Server'le birlikte gitmeği ve fakat İstanbul'.da kal mayıp, yengem (Deniz Albay Muzaffer Adil'in eşi e.m.) ve çocuk larla birlikte Eskişehir'e çekilmelerini tercih ederim. lstanbul'a git orada kalmayın, mektubumu pedere, yengeme götür. Hemen bir an evvel Eskişehir'e 'ismi aklıma gelmeyen' beyin yanına gidiniz. Daha bir iki gün içinde burada tehlike yok. Bugün akşama doğru kaleye (Çanakkale e.m.) inerek eşyaları hazırlayıp ilk vapurla lstan bul'a gidersiniz. Fakat dediğim gibi orada kalmayıp Bursa'ya, Eskişe hir'e. . . neresi olursa dahili bir yere gidiniz ... Ben gece gelirim. Gözlerinizden öperim. • Not: Vapur gece hareket ediyor.
Anlaşıldığı kadarıyla Selahattin Adil o gece eve gidememiş ve eşine 4 Mart 1915 (19 Şubat 1330) tarihli bir mektup göndermiş. Sir! Reşit Paşa vapuru vakıa daha iyi fakat b!lnun lstanbul'a mı yoksa başka yere mi gideceği belli değil. Halbuki Leon Gelibolıı'ya uğrayıp doğru lstanbul'a gidecek. Remorkör deyip de küçük bir şey zannetme. Sizin Edremit kadar bir şeydir. Sonra Kaptan'a söylendi. Sana kama rasını tahsis edecek. Her türlii istirahatin temin olunacak. Zaten hava lar güzel merak etme, rahatça gidersiniz. Şayet Reşit Paşa daha evvel hareket eder ve doğruca İstanbul'a giderse ona bindiririm.
Erol Miiterciıııler
1 23
. . . Melun heriflerin (düşmanların e.m.) ne yapmak istediklerini henüz bilmiyoruz. Herhalde daha on-on beş gün boğazdan geçemezler. Siz de İstanbul'da hazırlanır ve mümkün olursa ağabeyimden de izin alırsınız ... Not: Sivil elbiselerimi almayı unutma.
Bu mektupta dikkati çeken en önemli nokta, koalisyon donan masının Boğaz'a yapacağı saldın gününün Yarbay Selahattin ta rafından çok doğru olarak tahmin edilmiş olmasıdır. 4 Mart 1915'te Amiral Sackville Carden donanması olmayan Türklere son darbeyi rahatlıkla vurabileceğini düşünüyordu. Ama savaşta hesaba katılamayan olasılıklar vardı, bunu unut muştu. Seddülbahir tabyası Türkler tarafından boşaltılmıştı ama ka� le, ön gözetleme için çok önemliydi. Karadan yapılacak bir sal dın esnasında yarımadayı 9.Tümen'i ile savunmakta olan Bin başı Halil Sami, 27. Piyade Alayı, 3.Tabur ve 1 0.Bölük eratından Mustafaoğlu Bigalı Mehmet Çavuş komutasında bir takım aske ri Seddülbahir Kalesi' ne yerleştirdi. Tabyanın hemen aşağısında yer alan kalede gözetleme yapacaklardı. Eğer düşman bir saldı rıya girişirse onları oyalayacaklar ve acele olarak ·gerideki yedek birliklerine haber göndereceklerdi. Gelen birliklerle beraber eğer dayanır ve hayatta kalırlarsa, birlikte düşmana karşı koya caklardı. Kısacası, takım önemli bir oyalama hareketini yapmak için görevlendirilmiş ve gözden çıkarılmıştı. Mehmet Çavuş takımını deniz tarafına, karşıyı geniş bir açıy la görecek şekilde yerleştirdi. Ellerinde sadece tüfek ve. el bom balan vardı. Her bir askere mermileri sayarak bizzat verdi. Sün gülerini biletip talim yaptırdı. Koca kalede topu topu 30 kişiydi ler ama görevlerinin ne kadar önemli olduğunu biliyorlardı. Az sayıda olmalarına karşın yılgınlığa düşen yoktu. Moralleri yük sekti. Mehmet Çavuş'a, düşmanın ancak deniz tarafından saldırı ya geçebileceğini anlatmışlardı. Karadan bir saldırı beklenmi yordu. Onun için geceleri 5 askeri nöbetçi bırakmıştı. Diğer as kerleri kale içindeki siperlere yerleştirmişti.
1 24
Gelibolu 1 91 5
Kalenin açığına demirleyen muhrip ve gambotlardan İngiliz askerleri motorlara bindiriliyordu. Motorların önlerine makine li yerleştirilmişti. Hem gemilerden hem de motorlardan taciz atışları yapıldı. Ama Türk tabyalarından karşılık verilmedi. Peş peşe motorlar kumsala yanaşıyor askerler Seddülbahir tabya sından ateş yemeyeceklerini sanarak coşku i çind e karaya ayak basıyorlardı. Birdenbire karadan ateş başladı. Kimi tümseklerin arkasına saklanmaya çalışıyor, kimisi denize a tlıyor, kimisi de motorlara hücum ediyordu. Mehmet Çavuş ve takımı isabetli atışlarla ortalığı kasıp kavuruyordu. Kumsal ve motorlar kısa sürede ölü ve yaralılarla doldu. Karadaki düşman askerleri karşı ateşe başlayamamışlardı. Sadece uzaktaki muhriplerden makineli ile ateş ediliyordu. Ama kimseyi göremiyorlardı. Kaldı ki, tüfekler aynı yerden ate şe devam etmiyordu. Çünkü kaledeki 29 asker devamlı yer de ğiştirerek geniş bir açıdan ateş ediyordu. İ ngiliz l er, kaledeki as ker sayısının çok fazla olduğunu düşünüyorlardı. Bu sebeple teknelerde bekleşen askerler karaya çıkmak iste miyord u Ko mutanlar tabanca tehdidi ile onları kıy ıya çıkmak için gayret sarf ediyordu ama hepsi isteksiz davranıyorlardı. Zira, karaya yaklaşan ya da ayak basan anında mermiyi yiyordu . Ölüler üst üste yığılmış, sandallar cesetle dolmuştu. Bazı sandallar ise akıntıya kapılmıştı. Mehmet Çavuş devamlı yer değiştirerek durmadan ateş edi yordu. Öy le seri ateş etmeye başlamıştı ki kendinden geçmişti. Birden ellerinin ısındığını fark etti. Tüfeğine baktı. Ucu nar gibi kızarmış, namlusu paramparça olmuştu. Öfkeyle tü feğ i ni düş mana doğru fırlattı. Yerdeki taşları alıp düşmana atmaya başla dı. Artık eline ne geçerse düşmana doğru savuruyor, bir yandan da takımını yüreklendiriyordu. Mehmet Ça vuş u n düşmana taşla sald ırdığını gören erler daha da cesaretlenerek, a çıktan ateş etmeye başlamışlardı. Bu sırada kurşunlardan biri Mehmet Çavuş'un başını sıyırdı. Fark etmedi bile. Daha sonra atılan bir başka kurşun göğsünün sağ tarafına saplanıp (memesinin üstü ne) kaldığında İngilizler yavaş yava ş motorlarını ve sandalları nı geri çekmeye başladı. Çünkü kaledekilere karşı koyamıyor.
'
Erol Mütercimler
1 25
lardı. En iyisi muhripler ya da zırhlılarla birlikte geri dönüp ka leyi toplarla yerle bir etmekti. Akşama doğru yedek kuvvetleri yetişti. Yarbay Mustafa Kemal' in raporuna göre 6 şehit, 1 3 yara lı vermişlerdi. Çatışmayı 12 kişi sürdürüyordu. Getirilen seyyar 2 top ile muhriplere ateş edildi. Ölülerini bırakan İngilizler ge riye döndüler. İmroz Adası'na doğru gidiyorlardı. Kaledekiler kendilerinden en az on kat kalabalık düşmanla 6 s a at çarpışmış lardı. 19.Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, Seddülbahir kuzeyindeki Harap Tepe'den Müstahkem Mevkii Komutanlı ğı'na bir rapor göndererek, bir askerin madalyayla ödüllendiril mes ini istemiştir. Bu asker 27.Alay'ın 1 0.Bölük çavuşlarından Mehmet Çavuş'tur. Mustafa Kemal' in raporda anlattığına göre, Seddülbahif' e çıkan İngilizler buradaki piyadelerimizin ve obüs bataryamızın ateşleriyle püskürtülmüştür. Özellikle Mehmet Çavuş'un tabya içindeki yarım takımının süngü hücumuyla püskürtülmüştür. Bu hücum sırasın�a Mehmet Çavuş, tüfeği nin mekanizmasının işlememesi üzerine yanındakilere örnek olarak taşla düşmana saldırırken başından yaralanmıştır. Tü-. men komutanı da adı geçenin madalyayla ya da başka bir bi çimde ödüllendirilmesini önermiştir. Bu olayı Uluğ İğdemir, �rıburnu Muharebeleri Rapo ru"nda biraz farklı anlatır: Mehmet Çav uş Bigalıdtr. Ben kend isini bu savaştan birkaç ay sonra tebd i l i hava için Biga'ya geldiği zaman görd ü m ve sava-· şın hikayesini kendinden dinledim. Mehmet Çavuş savaşı şöyle anlatıyordu:
Ben manga mla n öbe t te id i m Düşman gemileri sahili şidd e t bomb a rd ıman ettikten sonra çıkarma ya pmaya başladılar. Bu strada gizlendiğimiz yerden çıkarak yere yattık ve düşmana ate şe başladık. Düşman da yere yatarak bize ateş ediyo rd u Birbi rimize çok ya kınd ık . Bir ara tüfeğimin mekanizması işlemez ol du. Hırsımdan tüfeği m i attım. Bunu gören bir d ü şma n neferi ayağa kalkarak bana ateş etmeğe başladı Hemen istihkam kü reğini çekerek ü zerine atıldım. Kaç kişiyi vurduğumu hatırla m ı yorum . Gözümü açtığım zaman kendimi s ıhhiye ça dırı nd a bul .
le
.
.
dum.
Gelibalu 1 9 1 5
126
Savaşlar, muharebelerde her zaman kendi kahramanlarını yaratır. Bigalı Mehmet Çavuş'un-öyküsü de bu nun tipik örnek lerinden birisidir. 19.Tümen Komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal, o gü n çarpışma ile ilgili olarak Boğaz Müstahkem Mevkii Komutanlı ğı' n a şu raporu yazd ı : Mustafa Kemal'in 22.12.1330 (7 Mart 1915) tarihli raporu şöyledir: Bu ayın on dokuzuncu günü
(4 Mart 1915 e.m.) vuku bulan Sed
dülbahir Muharebesi'nin cereyan. şekli aşağıdaki gibidir:
1) Söz konusu gün öğleden evvel saat dokuzda düşmanın üç drednot ve beş torpidosu tarafından Seddülbahir ve civan bombardıman edilmeye başlandı. Bu sırada bir nakliye ge misi ile üç mavnası Seddülbahir iskelesine yanaşarak asker çıkarmaya başlamış ve bombardıman himayesi altında bir subay kumandasında yetmiş kişilik tahmin edilen bir kuv vet ve bir makineli tüfek iskeleye çıkmıştır. 27.Alay'ın
10.
bölüğünden Mustafa oğlu Mehmet Çavuş kumandasındaki yanm takım tarafından, çıkan düşman üzerine Seddülbahir tabyasından ateş açılıyor ve düşman da karşı ateşe başlıyor. Muharebe
üç
saat kadar devam etmiş, mesafenin azlığı ve
askerimizin şiddetli ateşi altında ve en nihayet süngü hücu muna kalkması sayesinde düşman askeri sebat edemeyerek birçoğu vurulmuş olduklan halde sandallarına binerek kaç mışlardır. 2) Bombardıman sırasında 27.Alay 1 0.Bölük'ten altı şehit ile on üç yaralımız vardır. Bunlardan üç şehit Seddülbahir'de di ğer üçü Harab Tabya' da bekleme mevzisinde bulunan kıta dandır, Seddülbahir' de şehit olan üç neferden Nuh oğlu Nuh'un cesedi bulunamamış ise de şehit olduğu kuvvetle muhtemeldir.
3) İşbu muharebede 46.700 piyade mermisi sarf edilmiştir. Beş silah ile sekiz kasaturanın henüz bulunamadığı ve iki silahın kundaklannın harap olduğu ve bu konudaki zayiat listesi
nin ilişikte takdim edildiği arz olunur.
1 9.Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal'in raporund a yazdığı şehit ve yaralı sayısı ile Genelkurmay'ın yayımladığı
1 27
Erol M ütercimler
harp tarihindeki sayılar birbirini tu tmuyo r Harp Tarihi' ne (5. cilt 1 . kitap, say fa 1 48) göre, "Türklerin bw .ünkü muharebede cep hane tüketimi 292 top mermisiyle, 30 8 O F- ;yade cephanesiydi. Kayıplarsa, 1 6 şehit, biri subay olm'l. · z e e 45 yaralıdan iba retti. Hasara gelince; Kumköyü ve YePış hir ı- ;müyle yanıp yıkıl mıştı. İngilizlerin kendi kaynaklarına göre kayı · arı; Seddülba hir'de 3 ölü, 1 yaralı; Kumkale'deyse 17 ölü (s oay, astsubay ve er) 24 ya ra l ı ve 3 yitikten ibaretti. .Yarbay Mustafa Kemal, Bigalı Mehmet Ça vuş' un kahraman l ı ğını İstanbul'da hayran olduğu Madam Corinne'e 30 Mart 1 9 1 5 tarihi nd e gönderdiği mektupta da yazıyordu. .
Maydos Karargahı (Dardanalles), 17 Mart 1 331 (30 Mart 1 9 1 5) Aziz Dostum, Son kartınız Maydos'a Fethi'nin (Okyar) bir zarfı içinde geldi. Siz ki benim hayatımı takip etmekten zevk almak istersiniz. Nasıl oluyor da benim muharebe meydanında olduğumu öğre nemediniz? Bunun benim hatam olduğunu mu söylemek isti yorsunuz? Hakikaten, değil mi, cidden endişelenmişsiniz sanı rım. Ben Maydos' ta bulunur, gece gündüz düşmanla savaşırım da aziz dostum Corinne bunu bilmez ve kartlarıyla mektupları nı her zamanki gibi Sofya'ya gönderir, bunları da benim yerime hep Fethi Bey alır. Vaziyet Çanakkale Boğazı'nda biraz kritik bir hal alınca, aziz dostumuz Nuri'nin eski mevkisi olan Rhodosta'ya (Tekir dağ) gidip orada bulunan bir tümenimizin kumandasını üzeri ne almamı isteyen gayet acil bir telgraf emri aldım. Yeni dostla rıma veda bile edemeden Sofya'dan ayrıldım. Biliyordum ki, bu benim tarafımdan bir nezaketsizlikti. Mısır'a gitmeden ve daha sonra Kudüs'te istirahate karar vermeden önce sizde bir akşam yemeği yiyen ve size hararetle veda eden Nuri hiçbir zaman be nim gibi hareket etmek istemezdi. Neyse, 24 saatte Rhodosta'da hazırdım ve tümenin oluştu rulmasıyla meşgul oldum. Sonra oluşturduğum tümenle May dos'a gitmek ve orada bulunan bütün kuvvetlerin komutanları-
1 28
Gelibolıı 1 9 1 5
nı üstlenmek emrini aldım. Bu kuvvetler, Ça nakkale Boğazı'nı müdafaa eden iki topçu tümeniydi. Bir aydır buradayım ve Çanakkale Boğazı'nı mü ttefiklerin çıkarma teşebbüsünde bulunan donanmalarına ve kuvvetlerine karşı müdafaa ediyorum. Bu ana kadar, sevgili Corinne, hep ba şarılı oldum ve aynı yerde kalırsam, kuvvetle ümit ediyorum ki daima başarılı olacağım. Burada benim ismimin duyulmamasına şaşırmamalı çünkü ben, mühim bir muharebenin kahramanı olarak Mehmet Ça vuş'a şeref kazandırmayı tercih ettim. Tabii şüphe etmezsiniz ki, muharebeyi idare eden sizin dostunuzdu ve savaş gecesi muha rebelerin saflarında Mehmet Çavuş'u bulan da o idi. Corinne, Sofya'dan ayrıldığımı ve burada bulunduğumu si ze niçin haber vermediğimi bana sormayınız. Çok iyi anlıyorsu nuz ki, çok ciddi bir şekilde meşgulüm ve şüphe etmemelisiniz ki, hafızalarımızda silinmez çizgilerini bırakan değerli anları as la unutamam. Zaman geçer fakat dostlar arasındaki bağl a n daima kuvvet lendirir. Mektubumu elinize vermesi için size tümenimden bir subay gönd e riyorum Çünkü posta ile ancak manasız birkaç ke lime göndermek mümkün. Siyasi askeri ve u mumi vaziyeti na sıl gördüğünüzü bana açıkça söyl eyiniz Corinne. Ben bu konuda size izahat veremem. Cevdet Bey hiç değilse pazar günleri sizi ziyaret ed iyor mu? Etmiyorsa ona sizi görmesi için yazınız ve söyleyiniz ki her tür lü yanlış anlamalara karşın ben onun sam imi dostuyum ve ba na mektup yazmasını arzu ediyorum . Siz bana kısa, basit kartlar yollayabilirsiniz. Size istenilen zamanda yazamazsam ümit ederim ki beni mazur görü rsü nüz Matmazel Edith'e yürekten dostluklarımı arz ederim . Vali deniz hanıma ve pederinize lütfen hürmetlerimi bildiriniz. Geçmiş ve geçmiş zamanın hahralan ebedi bir hayata s�hip tir. Beni un utmayını z Corinrie, hatta bu savaşta ölsem bile. .
,
.
Ma rt'a kadar yapılan deniz harekatı, koalisyona açıkça, ya Boğaz'ı yarıp geçmekten vazgeçmeli ya da iki kıyıyı temizlemek için büyük kuvvetlerle güçlü çıkarma yapılmalıdır, mesajını vermiştir. Ama onlar yaptıkları ısrarlı hücumlarla bunu doğru 4
Erol M iitercimler
1 29
değerlend iremediklerini ortaya koymuşlardır. 1 8 Mart'a kadar anlamsız kayıpları göze alıp, güçsüz birl iklerle Boğaz'ı zorlama ya devam etmişlerdir. 5 Mart'ta Queen Elizabeth endirekt atışını sürdürdü. Kabate pe'nin 2,5 mil lodos yönüne demirleyerek Rumeli Mecidiye tab yasını dövmeye başladı. Atışını gözetleyen iki uçaktan biri dü şerek ba t tı ve diğeri de pilotunun yaralanmasıyla geri döndü. Bunun üzerine bu iş, Karanlık Liman' a girmiş olan 3 gemi tara fından devralındı. Queen Elizabeth, Türk bataryalarından 1 7 mermi yemiş fakat etkisi a z olmuştu. Mecidiye' den sonra Na mazgah' a, hedef değiştiren gemilerin attığ ı mermilerden biri, Rumeli Hamidiye tabyasına isabetle cephaneliği tutuşturdu. Sa at 1 8'de ateş kesen düşman çekildi. Bu harekattan alınan ders, uçakların bir atış kontrolüne yeterli olmamaları idi. Yukarıda kısaca açıklanan hareka t sırasında, Kabatepe açı ğında Boğa z' d aki tabyalara yöneltilen ateşleri n gözetleme ve kontrolüyle görevlendirilen uçaklardan biri arız a lanarak denize düştü. İkinci uçağın pilotu da, yerden açılal) piyad e ateşleri so nucu isabet alarak geri dönmek zorunda kaldı Bu nedenle atış ların kontrolü tümüyle Boğaz'a giren gemilere kalmıştı. Bu ge miler de yerlerinin belirlenmesi güç olan gizli Türk bataryaları nın ateşleriyle karşı karşıya bulunuyorlardı. Bugünkü muharebelerde 347 topçu cephanesiyle, 279 piya d e cephanesi tüketilmiş, Rumeli Mecidiye tabyasının koğuşu yıkıl mış, insan kaybı olmamıştı. .
.
7 Mart 1915 harekatı General Pomiankowiski'nin yazdığına göre, 25 Şubat saldırısı ardından 7 M art ta da dört İ ngil i z savaş gemisi Karanlık Li man'a girdi ve Dardanos ile körfezdeki tabyaları şiddetli top atı şına tutmaya başladı. Çanakkale Boğazı'nın d ış kısmındaki tab yaların tahribi, Fransızlar ile İ ngilizlerin devamlı karaya çıkma girişimleri, İ s tanbul da korkunç bir paniğe neden oldu. Sadece Türk halkı değil, aynı zamanda hükümet de kısa zamanda düş man donanmasının Çanakkale Bo ğazı'nı geçerek ba şkentin ön,
'
'
1 30
Gelibolu 1915
lerine kadar gelebileceğinden endişeleniyordu. Bu yüzden hü kümet İstanbul'u tahliye etme hazırlıklarına girişti. Padişah sa rayı, hükümet ve idari makamlar Eskişehir'e nakledilecekti. Bu sebeple eşyalar, arşiv ve buna benzer kıymetli evrak oraya nak ledildi. Hazine, müzelere ve mukaddes emanetler ise, Konya'ya gö t ü rü ldü Büyükel çi lik mensupları ve diplomatlar, Anado lu' daki yen i yerlerinin belirlenmesi konusunda hükümetle mu tabakata vardılar. Yabancı e lç ili kl er Avusturya-Macaristan tara fı n dan bile gerekli eşyaların Anadolu'ya sevk ı ya tı sağla n d ı . Ay nca onların orada kalabilecekleri yerler de hazırlandı. Fakat Pomiankowiski İstanbul'dan ayrılmayı uygun gör medi: Ben şahsen o zaman Çanakkale Boğazı ' n ı n böyle çabuk düş ma n donanması tarafından zaptedileceğine inanmıyordum. Bu görü şe uy gım düşen raporumu Viyana'ya ve hatta Markgraf Pallavicini'ye gön de rdim ve sonuçta büyükelçilik tarafı nda n Anadolu'da yerleşmek için sürdürülen hazırlıklara katılmadım. Avusturyalı ataşenin tezini güçlendiren husus 7 Mart günü bölgeye yaptığı seyahatte gördükleridir: .
Seyahatim esnasında topladığım bilgiler son derece ilgi çekici ve ya rarl ı idi. 7 Mart günü 8-10 bin metre mesafeden) tabyanı n a ğ ır topl a r ı (35 cm 24 ve 35,5 cm'lik) yarım saatte top la m 26 atış yaptı. Buna mukabil düşman gemilerinin atışı sayılamayacak kadar çoktu. Fakat İngilizlerin bunca tesirsiz a tışına karşılık 26 Türk atışı, yüzde yüze varan bir isabetle gemilerin yara alarak geri çekilmelerine yol açtı. Bu had i sen i n böyle olmasına sebep, Ça nakkale Boğazı'ndaki akıntı yüzünden su üzerinde sallanan gemilerden yapılan atışların isabetsizliğine karşılık mükemmel yetiş tiril miş Türk topçu la rı tarafından kullanılan tabyaların isa betli atışlarıydı. İşte bu çok önemli b i l g i le r, bana Çanakkale Boğazı ile İstan bul'un o za man ki durumu h akkı nd a kesin bir hükme varmama yardımcı oldu. İngiliz-Fransız donanmasının Boğazlar'a ka rşı girişeceği hareka tın başarılı olacağına ihtimal ve rm ed i ği mi be l i rt m e k isterim. Çünkü tabyaların toplarının düşman donanma sının hücumunu başarısızlığa uğratacak miktarda cephanesi bulunduğunu tahmin ediyordum. Eğer -bana göre zayı f bir ih-
131
Erol Mütercimler
timal- düşman donanmasının bir kısmı, top ateşleri ve mayın lar arasından geçerek Marmara Denizi'ne girmeyi başarsa bile, ondan sonrasının ne olacağı belli değildi. Düşman donanması nın, kuvvetli Türk birliklerinin bulunduğu Marmara Denizi kı y ıla nna çıkarma ya pması mümkün değildi. Olsa olsa İstanbul'a bir iki bomba atarak birka ç binanın tahribine yol açabilirdi. Fa kat düşmanın yedek cephanesinin sarf edilmesinden sonra, Ça nakkale tabya ve bataryalanndan elde edilen çapraz ateş altın da ı;laha fazla ağır kayıp vermeden içi ne düştüğü çemberden kurtulmanın hesabım yapmalıydı. Ancak, Çanakkal� Boğazı'nın düzenli işgali ve savunma araçlannın yavaş yavaş tahribedilmesiyle ilgili taktiğin uygu lanmasının ileride olumlu bir sonuç vereceğine inanmıyordum. Zihnimi kurcalayan bir başka soru da, gemi toplarının tesirsiz atışlarıyla iç tabyaların tahribi ya da hasara uğratılmasının bek lenip beklenemeyeceği konusuyla ilgiliydi. Bence bunun ger çekleşmesi, ancak çok miktarda cepha ney e ve uzun zamana bağlıydı.
5 / 6 Mart'ta yapılan aşırtma atışları yeterli tahribatı yapma yınca, bugün, dört muharebe gemisinden oluşan Fransız tüme ni Boğaz' a girdi. Saat 1 1 'de . Halileli bölgesindeki bataryadan atıldığı sal).llan bir mermiyle �arekat başladı. Muharebe gemile ri buna ateşle karşılık verince, Tenker ve Erenköy'deki Türk obüsleri de ateşe katıldı. Saat 12.00'de Boğaz'a giren Agamemnon veLord Nelson, Fran sız korumasının altında, Boğaz'ın ortasında doğuya yönelerek kıyıya biraz yaklaştıktan sonra, batıya dönüp Rumeli Mecidiye ve Anadolu Hamidiye tabyalarını bombardımana başladılar. Anadolu Hamidiye tabyası buna karşılık verdi. İngiliz muharebe gemileri, bu iki tabyayı bombardıman ederken, Fransız muharebe gemileri de, obüs bölgesindeki top çuyu ve Dardanos Bataryası'nı ateş altına aldılar. Boğaz'da günü n en şiddetli ateş muharebesi yapılıyordu. Bataryaların önüne, arkasına ve yanlarına düşen yağmur gibi düşman mermilerine karşın, Türk to pçusu büyük bir sessizlik ve düzen içinde Birleşik Filo'nun bu bombardımanına karşılık veriyordu. ,
1 32
Gelibolu 1 915
Hare.kat sırasında bir mermi, Çanakkale' nin kenar mahalle sine düşmüş, Anadolu Hamidiye ve Rumeli Mecidiye tabyaları kışlaları ve Kilitbahir Kulesi isabet almıştır. İ ki İngiliz gemisi de, Türk topçusunun şiddetli ateşlerinden isabet alarak hasar gördü ve saat 1 5'te İ ngiliz ve Fransız muha rebe gemileri, ateş keserek çekildi. Bugünkü muharebede, Türk sahra ve obüs toplarının ver diği hasara ek olarak, Agamemnon ve Lord Nelson'a kaydedilen isabetlerle, direkt donatım ve üs kesimleri tahrip edildi. Lord Nelson'un ko m uta nı ve kuledeki daha birkaç personeli de ya ralandı. Aldığı isabetler sonucu Agamemnon' da büyük bir de lik açıldığı, bu arada subay odalarının da hasara uğradığı gö rüldü. Aynı anda Bolayır bölgesi de bombardıman edilmiştir. Dart mouth adlı bir İ ngiliz kruvazörünün saat 1 0.45'te Bolayır sırtla rına attığı 23 mermiden beşi, Bolayır Köyü' ne, öbürleri de Bola yır sırtlarına düşmüştü. Bolayır bölgesinde, 714 tane top mermi si harcanmış, Türk tarafının 4 şehit, 12 yaralı vermesine neden olunmuştur. Müttefik Filo'nun hem bombardımanları hem de karakol ge mileri ile mayın arama taramaları devam ederken, Türk donan masında da bazı hareketler olabilmiştir. Buna iki örnek Demirhi sar torpidosunun 7 Mart'ta Ege Denizi'ne çıkışı ile aynı gece Nusrat mayın gemisinin Erenköy Koyu'na mayın döküşüdür. Nusrat'm Çanakkale deniz savaşının seyrini değiştiren öyküsü aynntılanyla anlatılacaktır. Önce Demirhisar torpidobotunun Ege Denizi hareketi üzerinde kısaca durmalıyız.
Demirhisar torpidobotunun harekatı Osmanlı Devleti donanmasının İngiliz-Fransız Filosu'na karşı taariuz yapma gücü yoktu. Ama Türk Genelkurmay kaynakla rına göre: Mayıs 1 91 5 ortasından itibaren Türk sularına gelen Alman deni zaltı gemileriyle bu, bir derece mümkün olmuş fa ka t bu da düş-
Erol Mütercimler
1 33
manın aldığı karşı tedbirlerle bir süre sonra gevşemişti. Bunun dışında, bu türden bir harekette bulunmak girişimi komutan Yüzbaşı Lütfi Talat idaresindeki 7 tonluk küçük Demirhisar tor pidobotunun yaptığı çıkış hareketidir.
25 Şubat 1915'te Çanakkale'ye gelen Demirhisar torpidobo tu, iki gün sonra bu hareketi yapmaya kalkışmış fakat Erenköy Koyu'nda iki düşman muhribinin bulunduğu haberi alınınca geri dönmüştü. Bu haber, her ne kadar gerçekleşmemişse de bir bakımdan yararlı olmuş ve ay ışığının gittikçe azalması, torpi dobota, çıkışını karanlık bir gecede, (7 /8 Mart 1915'te) yapma olanağını vermişti. 7 Mart 1915 saat 1 7'de harekete geçen Demirhisar, Kepez'de karanlığı bekledikten sonra mayın hatlarını geçti ve Rumeli kı yısını izleyerek seyrine devamla Seddülbahir bölgesindeki düş man gemilerinden sıyrılmayı başardı. Sonra kuzeye yöneldi. Gökçeada'dan (İmroz) açık bir rotada seyrederken bir düşman gemisi tarafından izlendiyse de bir süre sonra bundan kurtula bildi. Saros Körfezi hizalarında batı rotasına dönen torpidobot, sonradan lodos rotası ile Kesendire Körfezi Üzerlerine kadar git tikten sonra 8 Mart öğle vakti Strati Adası'na yol verdi. Burası bombalandıktan sonra Bababumu'na rota değiştirildi. Bu bölge de düşman kuvvetlerine rastlanmayacağı ve Bababumu'na sığı nılmak suretiyle çıkışlar yapılabileceği umuluyordu. Bunun ak si ortaya çıkıp bu burun yakınlarında düşman gemileriyle kar şılaşılınca kuzeye yönelip Bozcaada' daki düşman gemilerine ta arruz etmek istediyse de havanın berraklığı karşısında bundan vazgeçerek güney rotasına döndü ve ikmalini yaptıktan sonra aynı harekete tekrar girişmek üzere İzmir Körfezi'ne girmeye karar verdi. Buradan 1 5 Nisan 1 91.s'te yeniden denize açıldı. 8 Mart 1915 harekatı Beş İngiliz gemisinden oluşa :' filo önce Kumkale'yi ve arkasın dan da Seddülbahir'i bombardıman etti.
134
Gelibolu
1915
Queen Elizabeth, Vengeance, Canopus, Cornwallis ve Irresistible muharebe gemilerine ek olarak üç motorbot da harekata katıl mıştır. Bugünkü bomba rdımanda 202 top mermisi ha rcan mış ama asker kaybı ve önemli bir hasar ol mam ış tır. İngiliz gemilerinin 1 .500-1 .600 metreden ya ptıkları atışların e tkili olmadı ğı, da ha ya kın uz aklığa gelmeleri gerektiği s a pta n dı. Ancak boğaza döşenmiş mayı nl arın temizlenmeden bunun başarılm asının da olanağı yoktu. Bal ıkçı gemileriyle gecel eri mayın temizleme işine karar veril di .
9 Mart harekatı Türk ta byala rına rahat yüzü göstermeme kararındaki İn gilizl er, Kumkale'nin Türkler tarafından yeniden iş ga l in i ö nl emek a m a cıy la, Albion, Prince George ve Irresistible muharebe gemileri nce, Menderes Köprüsü kalıntılarıyla, kıy ılarda bulunabilecek san dal ve öteki deniz ara çlar ı n ın tahribi n i pla n la d ı la r. Bugünkü muharebede öğleye doğru başlayıp, gece yarım sa ;ıt süren harekat sırasında, top lam 51 top mermisi harca nm ış, personel ka ybı verilmemiş, gü ndü z harekatında da Menderes Köprüsü hasar görmüştü r .
10-18 Mart arası harekat 10 Mart'ta h a re k a tın ağırlığı Bolayır bölgesindeydi. Merkez Ta bya Kışlası, Bola yır Köyü, Kadıköy ve yöresinin bombardı manıyla ba ş la dı . Bu harekatta yaklaşık 300 gemi top mermisi harcandı. Boğaz'da geçen bugün kü muharebelerde, Türk topçusu, 33 mermi sa rf et m iş, asker kaybı olmamıştır. Yalnızca Bolayır mev ziinde Merkez Kışlası'nın bir bölümü hasar görmüştür. Gece yapılan muharebede ise, muharebe gemi leri 1 .882 top mermisi ku lla n m ış, buna karşılık üç er yaralanmıştır. 1 1 Mart harekatına Fransız gem i leri de kat ıla ra k yine Bolayır bö lges i bomb ardı ma n edil m i şti r .
Erol Mütercimler
1 35
Filo 300 mermi atmış, tabyalara ve cephaneliğe birkaç isabet sağlamışsa da, can kaybına ve önemli bir hasara neden olma mıştır. Türk topçusu ise yalnızca dört mermi atmıştır. 1 2 Mart'ta Bolayır bölgesinde başlatılan harekat küçük ölçü de de olsa bugün de sürdürülmüştür. Yeniköy önüne gelen Dublin kruvazörü, Çınarlı Limanı'nı bombardıman ederek, limana 13 mermi attı, fakat etkili (: la madı. Saros Adaları yakınında bulunan bir muharebe gemisi de, Merkez Tabyası'na 20 mermi savurdu ama o da etkisiz kaldı. 1 1 / 1 2 Mart gecesi yapılan mayın arama taraması, özellikle Mesudiye Bataryası'nın ateşi etkisiyle başarılı olamadı. Gündüz ve gece yapılan muharebelerde Türk bataryaları toplam 82 mermi kullanmıştır. Filo'nun Boğaz harekatında Arc Royal uçak gemisi devamlı hizmet etmiştir. Bu tarihten itibaren de Cibralta' daki Feiton uçak ana gemisi, Marsilya'dan 14 İngiliz kara uçağını Çanakkale'ye getirecek, Fransızlar da Mısır' daki 3. Hava Filolarını göndere ceklerdir. 13 Mart'ta Saros Körfezi'ndeki harekat sürdürüldü. Merkez Tabya'ya 150 top mermisi atılırken Tabya'dan buna üç atımla karşılık verildi. Kayıp ve hasar olmadı. Gemilerden biri Ekinlitepe'ye 27 mermi attı. Boğaz'daki harekatta ise Seddülbahir ve Kumkale bomba landı. Hem keşif uçağı hem de denizaltı kullanıldı. Ayrıca, Bo ğaz girişinde bulunan iki muharebe gemisi de, İntepe ve yöresi ni bombardıman etti. Bugünkü Boğaz muharebesinde Türk topçusu 369 mermi harcamıştır. Harekat gece de devam etmiş, Filo, çoğu Ametheyst kruvazö ründe olmak üzere, toplam 27 ölü 43 yaralı vermiştir. Türkler ise, 974 top mermisi harcamış, iki top kürsüsünün ayakla rı kırıl mıştır. 14 M art ve 15 Mart'ta da hem bombardıman hem de may ın arama devam etmiştir.
1 36
Gelibolu 1 9 1 5
Koalisyon donanması Çanakkale Boğazı'na taarruz hazırlığı nın sonuna geldiği günlerd� Türk Hükümeti'nin bazı yüksek dereceli devlet memurları ile diplomat ve subaylarının bölgeye bir denetleme gezisi yapmasına ·karar verilir. Gezi dönemin en konforlu Türk hükümet yatı olan Yörük ile yapılacaktı. İşin ger çeği, bu gezi ABD elçisi için düzenlenmişti. Büyükelçi Morgent hau için yapılan geziye davet edilenler arasındaki yabancı mis yonda General Pomiankowiski de vardı ve anılarında şunları yazmıştır: 14 Mart sabahı İstanbul'dan hareket ettik. Öğrendiğime göre, Enver �aşa bu geziyi Amerikan Elçisi Morgenthau için tertiple mişti. Morgenthau, Türkiye'nin durumu hakkındaki kordiplo matik çevrenin endişe verici düşünceleri ile İngiliz-Fransız do nanmasır.ın pek yakında İstanbul önlerinde görüneceği söylen tilerini yaydı. Hatta bizimle birlikte olan Enver Paşa bile 4. Ko lordu'yu teftiş için Bandırma'da gemiden indi. Hemen hemen zamanının büyük bir kısmını Morgenthau ile konuşmakla geçir di ve kendisini, kötümserliğe sevk edecek herhangi bir sebep ol madığı yolunda iknaya çalıştı. Yörük akşamleyin Gelibolu Limanı'na gird i. Geceyi orada geçirdik. Ertesi s a ba h Çanakkale'ye hareket ettik, oradan k a ra ya çıktık. Otomobillerle gezip gördüğümüz tabya ve bataryala rın bulunduğu Anadolu kıyısına hareket ettik. Orada alabora olan Mesudiye gemisinin su yüzündeki enkazını gördük. Öğleden sonra Avrupa kıyısındaki tabyaları gezdikten son ra dönüş için akşama doğru gemiye geri d öndük ve 1 6 Mart gü nü öğleden önce İstanbul'a geldik.
16 Mart'ta iki muharebe gemisi Kabatepe'deki gözetleme bi nasıyla Kumtepe'yi bombardıman etti. Önemli bir hasar olma dı. Bugün asıl değişiklik Birleşik Filo'da oldu. Sağlık durumu kaygı verici bir hal almış olan Koramiral Carden' in, yapılan mu ayene sonucunda emir ve komutayı bırakarak dinlenmek üzere izinli gönderilmesine karar verildi. Yerine tüm harekatı iyi bilen Amiral de Robeck atandı. Daha kıdemli olan Amiral Wemyss, Mondros Üs Komutanlığı gibi o zaman çok önem kazanmış olan görevinde kendi isteği ile kalmıştı. Amiral de Robeck'in ilk işi,
1 37
Erol Miitercinıler
kendisinden önceki amiral tarafından hazırlanmış olan büyük taarruz planını 18 Mart'ta uygulayacağını İngiltere'ye bildirmek oldu. Yalnızca bu komutan değişikliği olmadı. Fransız Kuvvetleri Komutanı General d' Amade de 15 Mart'ta Çanakkale' ye gel mişti. 1 7 Mart öğleden sonra da Akdeniz Sefer Kuvvetleri Başko mutanı Orgeneral lan Hamilton, Phueton kruvazörü ile Bozca ada'ya geldi. 27 Şubat ile 17 Mart 1 9 1 5 arasında Boğaz'daki harekat, İngi liz ve Fransızların başarısızlığı ile geçmiştir. General Birdwood 5 Mart'ta Londra'ya çektiği mesajda, "Donanmanın yalnız başı na Çanakkale Boğazı'nı zorlayıp geçeceğine inanmadığını," be lirtiyordu. Londra da Birdwood'a inanmayacak ve 18 Mart' ta Çanakka le Boğazı'nı zorlayacaktı. Türk tarafının bu zorlamaya direnemeyeceğine inanılmıştı. İngilizler Balkan Savaşları'ndaki Türk askerinin ve topçu gücü nün bu kadar kısa sürede değişebileceğine, geÜşebileceğine, di siplin altına alınabileceğine ihtimal vermediklerinden, planları nın işleyeceğinden emindiler. Hesaba katmadıkları direnç gücü nü, Selahattin Adil anılarında, Kurmay Topçu Subayı olarak Ça nakkale Müstahkem Mevkii'nde 15 Ağustos 1914-18 Mart 19 15 ara,sında geçe1t 7 aylık sürede yapılan hazırlıkları ve gelişmeleri şöyle anlatıyor: Mevcut bataryalarla bunlar için gerekli silah ve cephane duru mu tes pi t edildikten sonra mevcudu takviye için, müttefikimi z Almanya ile henüz bağlantımız olmadığı nd a n memle ket içinde sağlanabilecek araçlara göre boğazı n nasıl savunulacağı etraflı ca tetkik ve münakaşa edildikten sonra alınan kara rları n uygu lama çalışmalarına geçilmişti. Üstün bir atış gücüne sahip b ir donanmaya karşı ağır bataryalarımızın atış alanları ve atış me safeleri dikkate alınarak bölgenin savunma durumunun tanzi mine gelmişti. . . İşte Cevat Paşa'nın kendisin i n devamlı izleme l e ri ve teftişleri diğer taraftan karargah topçu subaylarından Yüzbaşı Hakkı Bey'le bü tü n birlik subaylarının gayretli çalışma ları sonucunda 18 Mart 1 9 1 5 tarihine kadar geceli gündüzlü ça,
,
1 38
Gelibolu 1 9 1 5
lışılarak zaman v e vasıtalardan hakkıyla faydalanılmış, ne mümkünse yapılmıştı.
Selahattin Adil Paşa, bu muharebeden beş yıl sonra, Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale Deniz Muharebeleri hakkında İs tanbul' da 1 920 yılında Harp Akademileri' nde verdiği konfe
ransta, savunma açısından hem mayın hatlarının döşenmesi hem de topların yerleştirilmesiyle ilgili olarak şunları anlat
m ış tır : 6
Ağustos'ta daha
26
mayın kalmıştı. Bununla ikinci bir hat te
sis edildi. Bu birinci hattın doğusunda idi. 1 5 Ağustos'ta gelen
mayınlarla dördüncü bir hat yapıldı . . Erenköy ile İntepe arası .
na birer obüs grubu inşasına karar verdik. Bir taraftan Müstah kem Mevkii'yi takviye ederken bir taraftan da bu mı n tıka la ra konmak üure İstanbul' dan obüs bataryaları istedik ve geldikçe yerine koyduk.
Müstahkem Mevkii bir yandan toplarla güçlendirilirken, bir yandan da haberleşmeyi sağlayacak, topçu atışlarını koor dine edecek ve İstanbul'a anında bilgi verecek telefon ve telg raf hatları da kuruldu. 1 8 Mart Boğaz muharebesinde kurulan bu hatlar sayesinde her 1 O dakikada bir Sadrazam' a b il gi veril m iştir .
18 MART 1915 BOGAZ MUHAREBESİ
Şubat ve Mart ayında kara hedeflerine yapılan başarısız saldırı ların ardından Koramiral Carden tarafından hazırlanan ikinci planın son hedefi olan kısmın uygulamaya konması için 18 Mart sabahı uygun görüldü. 25 Şubat bombardımanında İngiliz-Fransız kurmaylarına göre boğazın giriş kapısını açmış sayılıyordu. Fransız Amiral Guepratte, bu muharebenin yorumunu şöyle yapmaktadır: Bugün eşsiz bir gün 8 İngiliz ve 4 Fransız muharebe gemisi bo ğaz girişindeki tabyalara ateş açtılar. Başlangıçta güçlü bir kar şılıkla bu tabyalar giderek sustular. Seddülbahir kasabası ateş ler içinde. Mayın tarayıcılar, bu gece giriş kesimindeki mayınla rı temizlemeye başlayacaklar.
Ancak aynı amiral daha sonra şunu yazacaktır: Garip şey! Mayın tarayıcıla nmızın boğaz girişinde yaptıkları araştırmalar bir sonuç vermedi.
25 Şubat-18 Mart 1 9 1 5 tarihleri arasında geceli gündüzlü ka ra ile deniz arasında süren mücadelede, Filo savaş gemileri çe1 39
1 40
Gelibo/ıı 1 9 1 5
şitli etkinlik alanlarında 35 harekat yapmıştır. Filo'nun bombar dımanına karşılık olarak Türk tabyalarından cephane azlığı ne deniyle cılız karşılık veriliyordu. Öte yandan Türk tarafı daha çok denize mayın hatl an döşemeye ve patlatılan mayınların ye rine hemen takviye yapılmasına yönelik ağırlık vermekteydi. Nara'da bu işle görevli bulunan mayın müfrezesince seferberli ğin ilanından, 1 9 Şubat 1915'e kadar, giriş tahkimatına karşı gös terilen ilk ciddi deniz mayın harekatına karşı, boğazda döşen miş olan 9 mayın hattı, 26 Şubat'ta döşenenle lO'a çıkarılmıştı. Mayın hatları açısından Erenköy Koyu, askeri açıdan ayrı bir özellik taşıdığından, buranın mayınlanması ayrı bir önem taşı maktaydı. Gerçekten bu koy, merkez tabyalarının en güçlüsü olan Anadolu Hamidiyesi'nin ölü alanında kaldığı gibi, Tenker deresi ve Erenköy kesimindeki obüsler tarafından da ateş altına alınamıyordu. Bu zayıf durumdan yararlanmak isteyecek Birle şik Filo gemilerinin bu koya sığınıp, Türk topçusunun ateşlerin den korunmalarının önlenmesi gerekiyordu. Bu da koyun ma yınlanmasını zorunlu kılmış ve bu amaçla Nusrat mayın gemisi, 7 Mart gecesi mayın dökmekle görevlendirilmişti. Bir gün öncesine 6 Mart 1 915 gecesine dönelim Her an görev verilebil ir düşüncesiyle mayın dökme uzmanı Yüzbaşı Nazmi yarı uyur, yarı uyanık durumdayken emir eri nin sesiyle doğruldu. Hemen fırladı, kalktı. Kendisini bir anda komutanın kapısının önünde buldu. Gece yarısını geçiyordu. Çanakkale Müstahkem Mevkii komutanı Tümgeneral Cevat ı n kapısı vuruldu Git emri üzerine, aralanan kapıdan, Ba l kan Sa vaşı'ndan sonra, Çanakkale Boğazı Mayın Grup Komutanlı ğı'na ve kılavuzluğa tayin olan 1 ,80 boyunda, iri y ap ılı, g ül eç yüzlü Yüzbaşı Nazmi ağır ağır içeri girdi. Cevat, bu cesur subayı çok önceden tanı rdı O, Balkan Sava şı'nda bir-iki düşman ge m isini batırmakla da ün yapmış, göster diği yararlılık ve kahramanlıklardan ötürü çeşitli madalyalar ve nişanlar almıştı . General Cevat, odanın bi r köşesinde Alman Amiral Usedom ile konuşmasını birden kesti, çok önceden tanıdığı bu silah arka daşına yaklaştı. Sağ el iyle elini tutup sıkarken, sol elini de Hafız ...
'
...
.
Erol Miitercim/er
1 41
Nazmi Bey'in omzuna koydu. Sonra gözlerinin içine dikkatle çok kısa bir süre baktı. "Oğlum," dedi. "Sana çok önemli bir görev veriyorum. Va tanın selameti bu görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlı dır." Nazmi dikkat kesilmişti. Cevat konuşmasını sürdürdü; "Yalnız bir gerçeği gizlememiş olmak için söyleyeyim ki, uzeri ne alacağın görevde, ölmek şansı sağ dönmek umudundan da ha fazladır. Ancak şunu da bil ki, bu görev uğrunda ölmenin şe refi, bu derece şerefli bir görevi yerine getirmekten mahrum ka lan kahramanların azaplarından çok büyüktür. Başarabilecek misin?" Mayın Grup Komutanı Yüzbaşı Nazmi, hiç kıpırdamadan, komutanına karşı da saygısızlık etmeden çok sakin bir sesle kar şılık verdi: "Asker değil miyim komutanım, vatana olan borcumu elbet te ödeyeceğim. Zaten vatan elden gittikten sonra hayatımın ne önemi kalır ki?" "Berhudar ol Yüzbaşım." Bu konuşmanın ardından kısa bir süre sessizlik oldu. De minden beri tutmakta olduğu Nazmi'nin elini bıraktı, kendisini izlemesini emretti. Köşedeki geniş masaya doğru yürüdüler. "Elinizde kaç mayın var?" "Yirmi altı, komutanım." "Düşman, yarından sonra belki de iç istihkamlarımızı sus turmak için büyük bir saldırı yapacaktır. Yarın gece yarısı deni ze açılacaksın. Elindeki mayınları Kepez'le Karanlık Liman ara sına dökeceksin . . . " İki subay, üzerinde Boğaz'ın büyük bir haritası bulunan ma sanın kenarına iyice sokuldular. Alman amiral, sabit bakışlarla Nazmi'yi süzüyor; komutan yumuşak bir ses tonu ile gereken açıklamaları yapıyordu. Haritada bir noktayı işaret etti: "Yarın akşam, Nusrat'la buraya mayın dökeceksin. Bütün mayınları, şu gördüğün Karanlık Liman'da kıyıya paralel ola rak dökeceksin. Düşman hareketinizi sezer, size saldırıya kalkı şırsa, kıyı toplarımız, önceden aldıkları talimata uygun olarak hareket edecek ve sizi himaye ateşiyle koruyacaklar. Kendinizi göstermemeye çaba harcayın. Allah yardımcınız olsun!"
142
Gelibolu 1 9 1 5
İki asker birbirlerini selamladılar. Deniz Yüzbaşı Nazmi oda dan çıktı. Mayınların her zamankinden farklı olarak döşenmesinin ne deni, şuydu: Türk Karargahı'ndaki uzmanlar 19 Şubat'tan son ra er geç düşmanın saldıracağını biliyorlardı. Boğaz'a giren ilk grup gemiler uzun menzilli atışlardan sonra ikmal için geriye çekilmek zorundadırlar. Bu gemiler geriye çekilerek böylece ar kadaki gruba da yer açacaklardı. Bunu çok iyi değerlendiren mayın uzmanları, Türk toplarının menzili dışındaki Erenköy Koyu'nun bu dönüş için en uygun yer olarak seçileceğini de dü şündüler ve mayınları adı geçen bölgeye kıyıya paralel olarak döşenmesi için planlarını yaptılar. Yüzbaşı Nazmi ertesi gün Nusrat mayın gemisi komutanlığı nı yapacak olan Tophaneli Yüzbaşı Hakkı'yı buldu. Her iki su bay da çok iyi arkadaştılar. İki gün önce kalp krizi geçiren Nus ra t'ın genç komutanı Yüzbaşı Hakkı, sağlığı için yerine bir baş kasını görevlendirmeyi öneren Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı'nın ısrarlarına karşın, savaşın ve ülkenin sorumlulu ğunu omuzlarında duyarak görevi kabul etti. "Hakkı'cığım, kardeşim, bu gece Karanlık Liman'a gidiyo ruz, elimizdeki son 26 mayını da dökeceğiz. Saat 24'te demir ye rinden ayrılacağız." Gidecek bütün personel toplandıktan sonra, verilen talimat kendilerine iletildi. Gemi sintinesine kadar gözden geçirilmeye, mayınlar yüklenmeye, ocak kıvılcım saçıp dışarıdan görünme yecek biçimde tavlanmaya başladı. Almanya'dan Edime'ye trenle oradan da güçlü kle 2 Mart 1915 tarihinde Çanakkale'ye getirilmiş olan 26 mayın, 7 Mart'ı 8 Mart'a bağlayan gece küçük Nusrat'ın güvertesine yüklenmişti. Nazmi ve Hakkı, komutan kamarasında masaya yayılı eski Boğaz haritası üzerinde izleyecekleri rotayı ve mayınları döke cekleri hattı çizmeye başladıl ar. Son bir haftalık rasat cetvelini in celediler. Gemideki hazırlıklar sona erdikten sonra kara ya indi ler. Dost, hemşeri bir helalleşme sahnesi başladı ki görülmeye de ğer. Namazlarını da kıldıktan sonra yeniden gemiye döndüler. 7 Mart'ı 8'e bağlayan gece yarısı Çarkçıbaşı, "Kazan tavla-
Erol Mütercimler
143
nıp, stim toka edildi, komutanım. Arhk bacalardan duman ve kıvılcım çıkma ihtimali kalmadı. Makineler manevraya hazır. Gemi ha rekete hazır... " diye rapor etti. Bunun üzerine Yüzbaşı Hakkı, emrederek; "Başüstü, Bismillah viraya hazır ol." "Başüstü viraya hazır, Bismillah vira." G emide sadece alınan zincir sesleri, ırgat gıcırtısı ve makine lerin çalışmaya başladıklarını belli eden mekanik, ritmik gürül tüler duyuluyordu. Geminin baş kısmındaki er, köprü üstüne doğru bağırıyor du: "Üç kilit güvertede ... "Demirin vira edildiği anda çıkardığı ses geminin her noktasından duyuluyordu. "İki güvertede" "bir güvertede" Demirin vira gürültüsü sessiz gecenin tek se sidir adeta ... "Apiko salpa" Şimdi gıcırtılar duyulmak tadır. "Demir göründü" "Demir loçaya oturdu, başüstü . . . " Loçaya oturan demirin çıkardığı tok ses güvertede yankılandı. Yüzbaşı Hakkı, "Ağır yol ileri, dümen iskele alabanda !" ko mutunu verdi. Sadece, makine telgrafının sesi ve su şıpırtıları yıldızsız, ıssız, simsiyah fakat çok sakin bu gecenin duyulan ses leri idi. Serdümenin sesi makine tıkırtılarını bastıramadı fakat köprü üstündeki derin sessizliği bozdu. "Pruva 270 . . . Pruva 260 . Pru ·ıa 250 ... Yüzbaşı Hakkı, "Ortala, 1 80 de viya ... Pruva 1 80 .. Gemi ro tada ... " Nusrat demir alarak Çanakkale'den uzaklaşmıştır. Bütün ışıklarını söndürüp, kıvılcım atmasın diye ocaklarını bastırmış tır. Yüzbaşı Nazmi'nin kılavuzluğunda mayın hatlarının arasın dan beyaz köpükler saçarak büyük bir güvenle verilen rotada yoluna devam etmektedir. Makinelerin düzenli, tempolu sesine, geminin yarattığı küçük dalgacıkların hışirtısı karışmaktadır. Maskeli ışıklar altında rotayı izleyen gemide, Yüzbaşı Naz mi'nin serdümene verdiği komutlar duyulmaktadır. "Sancak alabanda, viya böyle ... Tamam. . . Gemi daha önce döşenen mayın hatlarının arasından geçi.
"
.
"
.
1 44
Gelibıılıı 1 9 1 5
yor, Nazmi aşağıya inmiş, ceketini çıkarmış elleri yağ içinde makaraları yokluyor ve yaylara bakıyor, az sonra denize indiri lecek mayınları teker teker gözderi geçiri y ordu . Son kontrolleri bitirdikten sonra ilk mayın platformun üstüne alındı. Artık atış anı bekleniyordu. Nazmi yeniden köprü üstüne çıktı. Harita üzerinde bulundukları noktayı işaretledi. "Şi m d i buradayız ... Biraz son ra Akyarlar'a doğru dönece ğiz ... " Deniz sakin, hava simsiyah, zifiri karanlıkta idi. Uzaklarda dolaşan düşman devriye gemileri pırıl pırıl yanan projektörleri ile suyun yüzünü aydınlatmaktadır. Bir an, suyun yüzüne de ğen ışık silindirler hemen ardından denizi yalayarak, havaya kalkıp yeniden denizin yüzeyinde başka bir noktayı aydınlatıp derinlere inmekte, ardından yine uzaklara gitmektedir. Daha yakınlarda, devriyeye çıkmış düşman gemilerinin projektör ve ışıldakları, zaman zaman Nusrat'ın karşı yakasını noktalamak taydı. Simsiyah koyuluk içinde, ışıkları karartılmış 360 tonluk Nus rat'ın köprü ü s tünde Yüzbaşı Hakkı'nın ve Yüzbaşı Nazmi'nin gözleri, ufuk çizgisindeki düşman devriye gemilerinin yollarını Kepez' den, Seddülbahir'e çevirip çevirmediklerini dikkatlice iz liyordu. Gemilerin bekledikleri bölgeye girmelerinin ardından Karanlık Liman yönünü hıtarak yol almaya başlad ı la r . Erenköy önlerine vardılar. "İskele a hı banda ... " "Dikkat tam yol . . . İleri..." Nusrat, Anadolu yakasına, Akyarlar'a doğru yol almaktadır. Sonunda yeni mayın hattının hazırlanacağı noktaya geldiler. "Makineler yarım yol..." Nazmi, Hakkı'ya, "Tam yerindey i z, ben, aşağ ıya inip sıra dan başlıyorum. Borudan konu şuru z . . . " dedi ve mayınların ba şına geçti. Maskeli bir ampulün ışı ğında derinliği ölçen erin sesi duyul du. "Elli. " "Dikkat! Elli yarda var." "Bir numaralı mayın hazır."
Erol Miitercimler
145
"Bir numaralı mayın bismillah funda." "Bismillah funda!" Yavaş ilerlemekte olan gemiden karanlığın içine salıverilen mayın birkaç saniye sonra tok bir sesle suya çarptıktan sonra su damlacıkları çıkarıp denizin karanlığı ile kucaklaştı. "İki numaralı mayın fundo!" "Üç numaralı mayın funda!" Aynı komutlar 26 kez yinelendi. Birkaç dakika sonra tüm mayınlar belirlenen rota doğrultusunda dökülmüştü. Geri dö n üşte de aynı mayınların arasından geçileceği için Nazmi'nin kılavuzluğuna gerek vardı. Ellerini yıkayıp köprüüstüne çıktı. "Tamam Hakkı' cığım. Dönelim artık. Çağır vardabandrayı, üç yeşil bir kırmızı çaksın. Sancaktan verin ki dışardan görün mesin . . . Yaz rapora, saat, 3.20 . . . "Dikkat! Makineler tam yol ileri; . . Rota 43 derece . . . "Her iki makine tam yol ileri cevap verdi... Rota 43 derece ... " Makineler ulaşabilecekleri en yüksek devirde çok hızlı tempoda çalışmaktadırlar. Şimdi en az mayınların dökülüşü kadar tehlikeli olan geri dönüş yolculuğu başlamıştır. "Pruva 43, gemi rotada. Her iki makine tam yol ileri . . . Cevap verdi..." Verilen görevi eksiksiz yerine getirmeqin sevincini duyan iki cesur silah arkadaşı bahriy�liler, geri dönüşün de en az geliş ka dar zor olacağını biliyorlardı. Daha önceki dökülen mayınlar, düşman devriye gemilerinden daha tehlikeliydi ve aralarından kazasız belasız geçmek zorundaydılar. Gözleri bir karaltıya takıldı. Mayınlardan biri olduğuna ka rar verdiler. Fakat düşman devriye gemilerinin geri dönmüş olabileceği akıllarına gelince ikisinin de neşesi kaçtı. Bu gemile re yakalanmak her şeyin sonu demekti. Ancak olan olmuş, düş man devriye gemileri de geri dönmüşler ve aralarındaki uzaklı ğı hızla kapatarak arkalarından geliyorlardı. Ara verdikleri pro jektörle taramaya yeniden başladıkları zaman Nusrat'ı görecek ler ve her şey bitecekti. Bütün personelden buz gibi terler boşa nıyordu. Nihayet korktukları başlarına geldi ve düşman gemisinin "
146
Gelibolu 1 91 5
projektörleri yandı. Karanlığı yaran projektör ışığı az öteden, hızla, Üzerlerine doğru, denizi tarayarak geliyordu. Artık görül eceklerdi ve kurtulmak umudu kalmamış gibiydi. Işık dalgası kıyılan, dalgaları taraya taraya arada bir durarak, arada bir ge rileyerek ağır ağır üzerlerine geliyordu. Bu ışık silindiri ölüm kı lıcına dönüşmüş, Nusrat'ın böğrüne saplanacaktı ki, bir mucize gerçekleşti. Ölüm ve ışık dalgasının içine girmelerine saniye ka la, Türk kıyılarından yanan projektör bir mucize yarattı. Kıyıda birden bire yanan Türk projektörü, birkaç saniyelik zaman dilimi içinde, düşman projektörünü denizin üstünde ya kaladı. İki projektör şimdi göz gözeydiler. Ortalığı sise yakın yoğun bir beyazlık kapladı. Beklenmedik bu ışık kavgası Nus rat 'a yaşam umudunu geri verdi. Şimdi karşılaşan iki projektör, iki düşman göz birbirinden kurtulmak için olağanüstü bir sava şa başladılar. Düşman projektör, kurtulmak için yoğun çaba harcıyor, bir türlü başaramıyordu. Kıyıdaki bir an olsun boş bı rakmıyordu. Nusrat, bu bazen üstünde, bazen yanında süren ışık çarpışmasının altından sessizce sıyrıldı. Olanca islim üstün de, Çanakkale yönünde yol almaya başladı. "Makineler tam yol ileri . . Cevap verdi..." O anlarda duyulan heyecan, yaşanılan sıkıntı bi.r .ömrü dol durabilir, bütün bir ömrü tüketebilirdi. Nazmi sevinçle, kader arkadaşının omzuna vurdu. "Geçmiş olsun Hakkı!" Fakat Yüzbaşı Tophaneli Hakkı cevap veremedi. 14 Mart 1 895' te doğmuş olan Tophaneli İbrahim oğlu Yüzba şı Hakkı bu olaydan altı ay sonra Kasımpaşa' da askeri hastane de 14 Eylül 1915 tarihinde yaşama veda edecekti. Bu may.nlann dökülüş tarihi bazı kaynaklarda 1 7 / 1 8 Mart 1 91 5 gecesi olarak gösterilmiştir. Bir kısım kaynaklarda da 7 /8 Mart 1 91 5 gecesi olarak belirtilmiştir. Bu tarih konusunda güve nilirliğine inanabileceğimiz birkaç kaynaktan alıntıları aşağıya aktarıyorum: Bu kaynaklardan ; lki Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı resmi yayınları seri no: 3 "Birinci Dünya Harbi'nde Türk Harbi VlJI. cilt" sayfa 1 73 ve 1 74' te Şu bilgileri vermektedir: .
Erol Mütercimler
147
Nusrat, bu mayınları yükleyerek 8 Mart sabahı saat 5.00'te hare kete geçti. Nara'dan kalkan gemi, Anadolu kıyılarını izleyerek seyre başladı. Hava hafif sisli ve yağışlıydı. Mayın hatlarını ba şarıyla geçen gemi, dumansız bir seyirle saat 7.00'ye doğru be lirtilen yere vardı. Saat 7.lO'da geri dönüşe geçilirken, her biri 80 kilo şarjla 26 mayın, poyraz-lodos istikametinde, yüzer met re aralık ve 4,5 metre derinlikte döşendi. Bu sırada ortalık yeni ağarmaktaydı. Bu hareket sırasında hiçbir düşman gemisine rastlanmadığına göre, bu bölgedeki karakol yapmakta olan düş man gemileri sabaha karşı geri çekilmişlerdi. Saat 8.00'de Nus rat, Çanakkale önüne demirlemiş bulunuyordu.
Bahrisefit Boğazı Mevkii Müstahkem Komutanlığı'nın (Ak deniz Boğazı Müstahkem Mevkii Komutanlığı) 9 nolu savaş ce ridesinin 677. sayfasındaki kayıt da aynen şöyledir; Tarih: 23 Şubat 1 330 (8 Mart 1 915). Ceridenin tutulduğu yer: Hacıpaşa çiftliği (Müstahkem Mevkii Karargahı). Hava sisli ve kapalıdır. Yağmur var ve ara sıra şimşek çakıyor. Saat 5 önce (5.00): Torpil gemisi Nusrat, Karanlık Liman'a gi dip yüzer metre aralıkla olaysız 26 torpil döktü. Saat 7.30 önce (7.30): Arkasından torpil motoru olduğu halde Nusrat, Kepez Burnu'ndan göründü, dönüyor. Sis ve yağmur saat 1 0.00'a ka dar sürdü. Bu mayın dökme işlemini başarıyla gerçekleştiren gerçek kahraman Yüzbaşı Nazmi (sonra Binbaşı Akpınar) Çanakkale Deniz müzesi'nde bulunan kendi el yazmalı anı defterinde yaz dıklarını hiç değiştirmeden aktarıyorum. Bu defterler dört ta nedir.
Binbaşı Nazmi'nin günlüğü Tarih kitaplarımızda çoğunlukla mayınların dökülüş tarihi ola rak hep, 1 7 / 1 8 Mart 1915 gecesi diye yazılır. Bu doğru olmadı ğı halde niçin böyle yazmayı tercih ederler açıklaması gerçekten güç olmakla birlikte, şunu düşünebiliriz; daha gizemli daha ha masi bir hava veriyor! Mayınların dökülüş tarihini ve müttefiklerin Boğaz' dan geç-
148
Gelibı.ı/11 1 9 1 5
me harekahnı Binbaşı Nazmi'nin (Akpınar) günlüğünden aktarı yorum. Anıların 25. sayfasından itibaren aynen yazıyorum: 23 Şuba t 1 330 Pazartesi ( 8 Mart 1 91 5)
Alınan emir üzerine öğleden önce saat 5.30' da Nusrat vapu ru ile (Paleo kastro mevkiinden) başlayarak Erenköy hizasında bitmek üzere 26 karbonik torpil ile bir hat teşkil edilmiş ve sali men geri dönülmüştür. Düşman görmemiş tir . Torpillerjn ara lıklan 1 00-1 50 metre, derinlikleri 4,5 metredir. Düşman istihka matı hafif surette bombardıman etmiştir. 24 Ş u ba t 1 330 Salı
Bugün düşman · gemileri methalden içeri girmemiş, hari çten Yenişehir ve Setilbahir cihetine birkaç mermi atmıştır . Kilitba hir'de Torpido'nun havalan ikmal edilmiştir. Serseri torpiller için şeker yerine tuz tertip edilmiştir. 25 Şuba t 1 330 Çarşanba
Bu gü n düşman, methal haricinden hafif süratte ateş etti. Ser seriler (mayın e.m.) için şeker yerine tuz hazırlanmıştır. Gece sa at l l 'de top sesleri işitilmiştir. 26 Şubat 1 330 Perşenbe
Kepez'deki tarassut müfrezemizden, Salih Onbaşı gelerek, bu geceki top a tışında torpil tahharisine (araştırma e.m.) gelen bir kruvazör himayesinde müteaddit distroyer ve arama gemi leri olup bu gemilerden birkaçının battığı haber verilmiştir. Üç torpilin de battığı aynca söylenmişti'r. Kepez'deki tarassut müfrezemi�den Onbaşı Salih gelerek, bu geceki atışta torpil aramaya gelen bir kruvazör ve beş distro yer ve dört ufak arama gemilerinden, bataryalarımızın atışı ile arama gemilerinin atışımızla battığı ve bu atış esnasında Kepez önündeki hatlardan üç torpilin patladığın ı haber vermişti r. Bu gemilerin, havuzların altındaki Kum Burnu'na kadar yaklaştık lan anlaşılmıştır. Öğleden sonra düşman methalden Kumkale civarına top atışına başladı. Saat l O'da öğleden sonra içeriye gir mek isteyen bir torpidoya atış devam etmiştir. Büyük şamand ı ralann istihlp ateşiyle başladı. Saat 1 1 .0S'te bombar dıman, tüm Tü.rk �ephesinin önündeki baraj ateşi üzerinde yo ğ u nlaş mış tı Taarruz i çin s eçi len tarih İ ngi l tere kralının doğum g ü n üy d ü İ n giliz ve Fransız deniz ve kara topçu ların ın savurdukları mermiler ortal ı ğ ı cehenneme çev ird i Müttefiklerin kendi asker lerinin bile kulakları haftalarca sağır oldu. Türklerin çek t i ği tüm dikenli tel hatları dağıtıldı. Siperler darmad a ğın ık ediliyor, göv de, kol, bacak havalarda u ç uşuyo rd u Bu insafsızca yapıla n top atışları öğleye kadar gittikçe şidd et ini artırdı. Steel ve Hart'ın yazdığına göre, önceden kararlaştırıldığı g i bi Türkleri taarruzun başladığına kandırmak iç in bombardıman saat 1 1 .20' de on dakika durdu. Askerler süngülerini gö s tererek .
.
.
.
490
Gelilıolıı 1 915
bir şaşırtma saldırısı ya pa rlarken Türkler müthiş bir ateşle kar şılık verdiler, siper kenarlarındaki kum to rba la rın ı makineli tü feklerle delik deşik ettiler. Fransız cephes ind eki taarruz, hemen hemen, d u rd u ru l muş tu. Böylece 1 2.Tümen'in sol kanadına yönelen Fransız kolordu sunun taarruzu, Türk birliklerinin savunma gücü ve süngüsü önünde boyun eğmiş, ağır kayıplar vererek taarruza başla dığı ilk siperlerine geri dönmek zorunda kalmıştı. Fransız kolordusunun solunda bulunan İ ngiliz deniz piyade tümeni de, bu taarruza katılmıştı. 21 .Tümen Komutanı Albay Selahaddin' e bağlı 22. Piyade Alayı (Komutan Binbaşı İbrahim) cepheyi takviye edip, Kirte yoluyla Kanlıdere arasından karşı taarruza geçti . İ ng i liz Deniz Tu ga yı erleri bu alay karşısında tutunamayıp saat 1 2.45'te çıkış siperlerine geri çekilmek zorunda kaldı. Kırk beş dakikalık mu . harebe sırasında ikinci İ ngiliz Deniz Tugayı yetmiş subayın dan altmışını, bin d o kuz yüz erin binden fazlasını kaybetmişti. 9. Tü rk Tümeni'nin savunduğu hatlara 42. İ ngiliz Tüme ni'nin sol u nd a ki 29. İngiliz Tümeni de bu taarruza katılıyordu. Bu tümen cephesinde 29. Hint Tugayı da ilerlemeye çalışırken ağır kayıplar veri yord u . 14. Sih Birliği tamamen eridi. G. Gurka (Gourkhas) Birliği de İngiliz suba yla rını n çoğu öldüğü için bü yük kayıplar vererek geri çekild iler. Steel ve Hart' a göre; "Bunların başarısızlıklarının baş l ıca ne deninin Zığındere ile deniz arasındaki sırtın bombardımanında ki başarısızlık olduğu anlaşılmaktadır. Sektöre daha öldürücü ateşiyle havan toplan verilmemişti ve durumu da �a da kötüleş tiren bir başka unsur da başlangıçta oraya ayrılan bazı topların daha sonra başka hedeflere kaydırılmasıydı." Öğlen saatlerinde orta kesimdeki 42. İngiliz Tümeni, bir ki lometre genişliğindeki hedefleri ele geçiİ-in iş ti. Hatta b ir kısım b i rlik l eri , Kirte'nin 1 .200 metre güneyine kadar varabilmişti. Bu sırada, 42.Tümen' in sağ ve solundaki birliklerin ilerleyeme meleri, 42.Tümen'in iki y an ı n ı n tehlikeli biçimde açık kalması na neden olmuştu. 88. Tugay, kendisine verilen hedeflerin b ir çok kısmını ele geçirmiş, hatta Türklerin üçüncü hat siperleri-
491
Erol Miitercimler
ne kadar ilerlemişti. Burada 9. Türk Tümeni direnmeyi sürdü rüyordu. Deniz Tümeni'yle sol kanatlan takviye edilen Fransızlar, öğ leden sonra dörtte Kerevizdere üzerinden ikinci bir taarruz ha zırlığına başladılar. Ama General Gouraud, saptanan saatte Fransız kıtalannın yeni bir taarruza geçemeyeceğini bildirdi. Akşamüstü muharebe kesilmişti. Bugün yapılan muhare belerde tüm kazanç, 1,5 kilometrelik bir cephede 200-450 met re derinlikte bir arazi ele geçirmekten ibaretti. Bu kadar küçük bir kazanç için 1 6.000 askeri olan İngilizlerin 8. Kolordusu 4.500 subay ve erini, Fransız Kolordusu ise 2.000 askerini kay betmişti. Bir ay boyunca bu taarruza hazırlanan müttefiklerin gün so nunda 400 metrelik bir araziyi elde etmeleri, uğradıkları zayiat ve harcadıkları güçle karşılaşhnldığında, sonuç tam bir başan sızlıktı. Bunda en önemli etken Türk askerlerinin gösterdiği di namik savunma ve karşı taarruzlardı. Müttefik komutanlığının bugün yaptığı büyük taktik hata ihtiyat kuvvetlerini alana süre memesiydi. Bu görüşü destekleyen bir yorumu da Steel ve Hart şöyle ya pıyor: "Türklerin 4 Haziran'da oluşturduklan dinamik diren me, hattın ortasındaki ilk başanların uyandırdığı umutlan sön dürmüştü. Aynca, masabaşı generalleri genelde bir s�vaş ala nında ihtiyat birliklerini hareket ettirmekte karşılaşılan uygula ma güçlüklerini unuturlar. Belki de Hunter-Weston bir fırsat ka çırmıştı ve başanyı desteklemiş olsaydı Kirte'nin ötesindeki Al çıtepe yamaçlarına varabilir ya da Türklerin tekniğini kullana rak Türk cephesini geriye sürebilirdi ... Üçüncü Kirte Mull,arebesi'nin ilk günü akşamında Ti:irk ge nel karargahlanndaki durum değerlendirmesi sonucunda veri len karar, karşılıklı taarruz etmek yönündeydi. 5.0rdu Komutanlığı saat 19.30'da verdiği yazılı emirle, düş man eline geçen mevzilerin geri alınmasını Güney Grubu Ko mutanhğı'na bildirmişti. Hamilton ve Karargahı bugünkü taar ruzda Kirte'yi ele geçirseler bile Alçıtepe yamaçlanndaki Türk tahkimatlarını aşmanın çok fazla kayba neden olacağını anla"
492
Gelibo/ıı 1 9 1 5
mıştı ve başka noktalara yönelmeyi düşünmeye başlamışlardı. Ancak 8. Kolordu karargahı bu görüşü paylaşmıyor, daha fazla takviye ile hedeflere ulaşılacağını öne sürüyordu. Hem Türk hem de İ ngiliz tarafının bu istekleri, Seddülbahir'de muharebe lerin devam edeceğini gösteriyordu. Bugünkü muharebelerde müttefik askerler ilk kez "konserve kutusundan" yapılma el bombaları kullandılar. Müttefiklerin Gelibolu muharebeleri boyunca cephane problemi olmadı. Türk askerine kıyasla kat kat üstün silah ve cephane donanımına sa hiptiler. Sıkıntısını çektikleri tek silah, özellikle siper saldırıları sırasında kullanılan el bombasıydı. İngiliz askerleri boş konser ve kutularına çivi, dikenli tel ve şarapnel parçaları koyarak ba sit el bombaları üretiyorlardı. Fazla etkili olmayan bu bombalar ilk kez 4 haziran 191 5'teki Üçüncü Kirle Muharebesi sırasında kullanıldı. 4 Haziran gecesi 9.Tümen cephesinde taarruzlar yapıldı. Ama başarı kazanılamadı. Aynı geceyi İ ngilizler ölü ve yaralıla rını cephe gerisine taşımakla geçirdiler. Gelibolu'ya henüz ayak basmış olan, ihtiyatlardan kurulu Scottich Borderers Taburu' nun ilk aldığı görev ölülerin gömülmesiydi. İngilizlerin, 5 Haziran 1915 tarihinde öğleden önce, Zığınde re sol kesiminde bombayla yalnız bir hücum denemesi yaptığı, fakat herhangi bir başarı elde edemediği verilen raporlardan an laşılmaktadır. 6 Haziran' da Türk birlikleri taarruz başlattı. Akşam oldu ğunda iki tarafta yorgunluktan bitmişti. İ ngilizlerin elinde kalan bazı siperlerin geri alınması amacıyla gece de hücumlar yapıldı ama olumlu bir sonuç alınamadı. Üçüncü Kirte Muharebeleri olarak adlandırılan 4-6 Haziran 1915 tarihleri arasında süren üç günlük çatışmaların sonunda Türk kuvvetleri 9 .000 kayıp verdi. Ağır kayıplar pahasına da ol sa bu üç günlük muharebeler kesin Türk zaferiyle sona ermiş bulunuyordu. İ ngiliz ve Fransız birliklerinin taarruzu durdurulmuş ve ge ri atılmıştı. Elde ettikleri Türk siperleri, tümüyle denebilecek öl çüde geri alınmış ve taarruz gücüyle birlikte güvenleri de kırıl-
Erol Mütercimler
493 ( 28 Hazi'an - 5 Temınız 1915 >
'\,,,,,.-- ,,
'
t 1 t
"
.,/
ç:..:_,,_.,' .
1 ,.. - -'
ÖZEL İŞARETLER : Taerruzu,....n h•d•li - 28Haziran-5Tem muz muharebesi .ı• geçirün h lll . + 29 Haziran
mıştı. İ ngiliz ve Frans ız birlikleri, ulaşmayı amaçladığı hedefe varmayı başaramadı. Yalnızca birkaç yüz metrelik siperleri ele geçi rm işlerdi Bu kazanç karşısında da çok büyük kayıplar ver diler. Ö te yandan İngiliz-Fransız birliklerinin de, Osmanlı kuv vetlerinin de cephane sıkın t ıs ı çektikleri ortaya çıkmıştı. Türk cephesinde de Li man von Sanders, Güney grubundan memnun değildi. Güney grubu muharebeleri sırasında 9. Tü men Komutanı Albay Halil Sami, görevden alınmış ve İst�n bul'a gönderilmişti. Tümen Komutanlığı'na Alman danışman lardan Albay Kannengiesser, kurmay başkanlığına da Kurmay Binbaşı Hulusi atanmıştı. Türk resmi savaş tarihlerinin yorumuna göre (5. cilt, 3. ki tap); "Üçüncü Kirte Muharebesi sonucunun apaçık başarıyla so na ermesine karşın, Liman von Sanders'.i ümitsizliğe iten neden, şimdiye kadar Güney Grubu karşısındaki Frans ız ve İ ngiliz bı.· liklerini denize dökeceğini ummuş ve buna inanmış olmasıydı. Liman von Sanders'in bu unü.ıdu, İngiliz ve Fransız kuvvetle rind en oluşan düşmanın çıkarma yapmasından Üçüncü Kirte .
494
Gelibolu 1915
Muharebeleri sonucuna kadar, bir türlü gerçekleşememişti. Üs telik yapılan muharebelerde verilen şehit, yaralı ve öteki her türlü kayıplar, normal ölçüleri de aşmışh." 5.0rdu Komutanı ile Güney Grubu Komutanı Tümgeneral Weber arasında da gerilimi yüksek yazışmalar olmuştur. Bu resmi yazılar Seddülbahir cephesinde karşılıklı gerginliğin had safhada· olduğunu göstermektedir. Türk resmi savaş tarihinde (5. cilt, 3. kitap) bu durumu yan sıtan ilginç belgeler yayınlanmıştır. Liman von Sanders tarafın dan el yazısıyla Almanca olarak yazılmış ve 8 Haziran 1915 ta rihini taşıyan emirden bir bölümde şunlar yazıyor: Son söyleyebileceğim, Soğanlıdere'dc yapılacak düzenleme ve örgütlenmeyi, taktik hatası kabul eder; çok kötü bir sonuca dö nüşebileceğini öncelikle belirtirim. Böyle bir hata, elde bulunan bütün kuvvetin kesin sonucun elde edilmesi için muharebe ala nına girmesine engel olur. Hele bazı birliklerin savaşa katılarak zaferi kazanması yeri ne, geride bulunacak mevziye yerleştirilmesiyle yapılan hata daha fazla genişlemiş olur. Ruslar, bu tür taktikler yüzünden Rus-Japon Savaşı'nda pek çok muharebe kaybetmişti. Kesin sonucun elde edilmesi için her tüfeğin yeri, muharebe hattıdır. Bu emri almadan bir gün önce Weber'de ordu komutanlığı na bir "durum tartışması" yazıp postalamıştı. Sanders'i sinirlen diren ve yukarıdaki sert yorumu yapmasına neden olan etken, bu rapor olmuştur. Hem kuzey hem de güney gruplannın insan kaybı 19 Ma yıs-9 Haziran 1915 arası, ortalama günde üç yüz askerdir. Buna 19 Mayıs taarruzundaki on bin, Üçüncü Kirte'deki dokuz bini de eklediğimizde ortaya çıkan sayıların büyüklüğü insanı ür kütmektedir. Bu sayılar, Limon von Sanders'in kendisinin kale me a lıp Başkomutanlık katına gönderdiği raporda yer almıştır (5. cilt, 3. kitap). "Çanakkale şehitleri tanıtım ve araştırma derneğinin" derle meleri içinde, Kirte muharebelerini yaşayan o dönemin gazile-
495
Erol Mütercimler
öyküler, bu muharebelerin hangi k oşullard a yapıldığını ortaya koya n ilginç örneklerdir. İş te bunlardan biri :
rinden birisi tarafından anlatılmış
Kirte muharebeleri sırasında, bölükler arka sıralarda hücum sı ralarını beklemektedirler. Ön siperdekiler ileri fırlamış b.oğuşu yorlar. Yüzbaşı hücum için emir bekliyor. Askerin tamamı sün gü takmış siperd ı:n fırlamak için hazır. Sinirler gergin . . . Dudak lar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şahadet getiriyo r. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor: "Yavrularım . . . aslanlarım . . . biraz sonra Cenabı Rabbül Alem'in huzuruna varacağız. Ab dest;siz gitmeyelim . . . Haydi! Tüfeklerimizin kabzalarına elleri mizi sürüp hep beraber teyemmüm edelim . . . " Teyemmüm edi lir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı; "Çocuk larım ... sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz . . . Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. HeP\ onlar için hem de vakit varken kendi cenaze namazımızı kendimiz kı lalım. I