Dokuz Öykü [19 ed.]
 9753630484

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

T. D. SALINGER

"'

••

Dokuz Oykü

Çeviren Coşkun Yerli

..

Oykü

OlD O

YAPI KREDI YAYlNLARI

Yapı Kredi Yayınlan



332

Edebiyat -2

Do!cuz Öykü 1 J- D. Salinger Özgün ad1: Nine Stories Çevinm: Coşkun Yerli

Kitap editörü: Selahaitin Özpalabıyıklar Redaksiyon: Mina Urgan Oüzelti: Zarife Blliz Kapak tasarımı: Nahide Dikel

Yüzyıl

Baskı: Altan Basım Ltd. Ma h. Matbaaalar Sil. 222/ A Bağalar 1 İstanbul Tel: 0212 629 03 74 Faks: 0212 629 03 76 [email protected] Sertifika No: 11968

İngilizce ilk baskı: Little, Brown and Company, ABD, Nisan 1953 Çeviriye temel alınan baskı: Little, �rown a n d Company, ABD, Mayıs 1991 YKY'de 1. baskı: Istanbul, Kasım 1993 19. baskı: İstanbul, Nisan 2015 ISBN 978--975-363-048-4 ©Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınalık Ticaret ve Sanayi A.Ş. 2013 © 1948, 1949, 1950,1951, 1953 by J.D. Salinger. Copyright renewed 1975, 1976,1977, 1979, 1981 by J.O. Salinger. Bu kitabın telif haklan Aslı Karasuil Telif Haklan Ajans1 araahğıy la ahnnuşhr. Sertifika No: 12334 Bütün yayın haklan saklıdır. Kaynak gösterilerek tamhm için yapılacak kısa ahnblar dışında yayıncının yazıl1 izni olmaksiZUl hiçbir yolla ço�altılamaz.

Yapı Kredi Kültür Sanat yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.. . lstilclal Caddesi No: 142 Odakule Iş Merkezi Kat: 3 Beyoğlu 34430 Istanbul Telefon: (0 212) 252 47 00 (pbx) Faks: (0 212) 293 07 23 http: ll www.ykykuJtur.rom.tr e-posta: [email protected] İnternet satış adresi: http://alisveris.yapikredi.com.tr

Dorothy Olding ve Gus Lubrano için

Birbirine çarpan iki elin sesini biliriz .. Ya çarpan tek bir elin sesi nedir? -BİR

ZEN KOANI

İÇİNDEKİLER

Muz Balığı

İçin Mükemmel

Bir Gün

Sars ak Dayı Connecticu t' ta



Esme



Teknede

70

-

Sevgi ve Sefaletle

Yeşil Gözlüm, AlDudaklım







143

42

81

103

De Daumier-Smith'in Mavi Dönemi Teddy



56

Gülen Adam

İçin

13

26

Eskimolorla Savaştan Hemen Ö nce







115

••

••

DOKUZOYKU

Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün

Otele New York·-ıu doksan yedi reklamcı doluşrnuş ve adam­ larm şehirlerarası hatlara koyduğu tekel yüzünden

507 no'lu

odadaki kız, öğlende yazdırdığı telefonu saat iki buçuğa kadar beklemek zorunda kalmışh. Bu süre içinde boş durrnamışh

ama. Küçük boy bir kadın dergisinden ��seks Bir Eğlence ya da Cehennemdiril adlı bir yazı okumuş, tarağıyla fırçasını yıkamış, bej tayyörünün eteğındeki lekeyi silıniş, bluzundaki düğmenin yerini değiştirmiş, beninde peyda olan iki

tüyü cımbızla almış­

h. Sonunda santraldan aradıklarmda, pencere kenarına otur­ muş, sol

elinin ojesini bitirmek üzereydi.

Öyle telefon çalınca elindekileri yerlere düşürecek kızlar­ dan değildi.

Ergenliğe girdiği günlerden

beri telefonu hep çalı ..

yormuş gibi bir hali vardı. Telefon çalarken, ojenin fırçasıyla serçe parmağının kavsini tamamladı. Sonra kapağı oje şişesine yerleştirip kapattı. Ayağa kalktı, sol -yeni ojeli- elini havada ileri geri salladı. Ojesi kuru­ muş eliyle pencerenin kenarında duran tepeleme dolu kül tabla­ sını aldı ve telefonun durduğu komodinin

üstüne koydu.

Yeni

düzeltilmiş iki yataktan birinin kenarına oturdu ve -beşinci ya da alhncı çalışta-alıcıyı eline aldı. Alo dedi, sol elinin parmaklarım açarak ve -topuklu ter­ " likleri dışında- üstündeki tek giyimi olan beyaz ipekli sabahlık­ tan uzak tutarak; yüzüklerini hanyoda bırakmıştı. ll

Santral görevlisi, 11New York telefonunuz hazır, Bayan Glass" dedi.

13

"Teşekkür ederim" dedi kız ve kül tablasına yer açtı korno­ dinin üstünde. Alıcıdan bir kadın sesi geldi: "Muriel? Sen misin?" Kız alıcıyı kulağından uzaklaştırdı biraz. uEvet, Anne. Nasılsın?"

"Merakımdan ölecektim neredeyse. Niçin aramadın? Iyi misin?" "Dün gece de, önceki gece de telefon yazdırdım. Ama bura­ da tele-" "İyisin, değil mi Muriel?" Kız telefonu kulağından iyice uzaklaştırdı. "Iyiyim. Ama çok sıcak burası. Florida'nın en sıcak günü." "Niye telefon etmedin? Nasıl üzül-" "Anneciğim. Canım benim. Bağırma öyle. Sesini çok iyi duyuyorum." dedi kız. "Dün gece iki kez aradım. Birinde tam" "Babana, dün akşam, arar, demiştim. Ama nerdee? Baban ... İyisin, değil mi? Muriel doğru söyle bana." "İyiyim. Artık sorup durma n' olur." "Ne zaman vardınız oraya?" "Ne bileyim. Ha, Çarşamba sabahı, erken." "Kim kullandı arabayı?" "O kullandı" dedi kız. "Hemen heyecanlanma. Çok güzel sürdü. Hayret ettim."

"O mu kullandı? Muriel, bana söz vermiş·-"

"Anne" diye kesti kız, "Söyledim ya.

Çok

güzel kullandı.

Üstelik sekseni de aşmadı hiç."

"Ağaçlarla o acaip işi yaptı mı?" "Çok güzel kullandı dedim

ya

anne. Tamam artık lütfen.

Beyaz çizgiye yakın sürmesini söyledim, o da ne demek istedi­ ğimi anladı, öyle gitti. Ağaçlara bakmamaya çalışhğı belliydi. Ha, babam yaptırdı mı sizin arabayı?" ''Daha olmadı. Dört yüz dolar istiyorlar şuncacık-" "�nne, Seymour babama ödeyeceğini söyledi ya. Neden-" "Iyi, iyi. Bakarız. N' aaptı- yani arabada filan?" "Bir şey yapmadı" dedi kız. "Sana yine o acayip laf-"

14

"Hayır, şimdi yeni bir şey buldu." "Ne?" "Amaan anne, "Muriel,

ne fark eder ki?"

söyle bana, ne diyor? Baban-"

"Peki, peki. Bana '1948

dedi

kız ve güldü.

Ruhani

Başıboşlar Güzeli' diyor"

"Hiç de komik değil, Muriel. Hiç. Korkunç.

Acıkiz

aslında.

Düşünüyorum da nasıl-" 11

Anne" diye kesti

kız yine.

"Beni dinle. Bana Almanya'dan

gönderdiği kitabı hamlıyor musun? Biliyorsun ya, hani şu Almanca şiirler. Nerede o kitap, bulama-" "Sende ya."

"Emin misin?"

dedi kız.

"Tabii. Yani bizde. Freddy' nin odasında. Oraya bırakmış­ sın. Ben de bir daha... Ne oldu? Kitabı mı istiyor?" "Hayır. Yalnızca sordu, buraya gelirken. Okuyup okumadı­

ğımı öğrenmek istemiş." 11

Ama kitap Almanca değil miydi?"

"Evet anneciğim. Ama fark etmiyor ki!" dedi kız, bacak

"Yüzyılın tek büyük şairi yazmışmış, çeviri­ sini filan alsaymışım. Ya da bu dili öğrenseymişim, öyle diyor." "Rezillik. Rezillik. Acıklı aslında. Dün akşam baban diyordu ki... bacak üstüne atarak.

fl

'

kız. Gidip pencere kenanndan sigarayı aldı, yaktı ve gene yatağına oturdu. "Anne?" dedi, dumanı "Bir saniye anne" dedi

dışan savurarak. "Muriel! Dinle şimdi beni." "Dinliyorum." "Baban Dr. Sivetski ile konuşhı." "Ya?" dedi kız. "Ona her şeyi anlattı. Yani anlatmış, öyle diyor; bilirsin baba­ nı işte. Ağaçları. Şu pencere meselesini. Büyükannene söyledi­ ği o korkunç şeyleri; hani ölümüyle ilgili planlarını sormuş ya! Bermuda'da çektiği o güzel resimlere yaptıklarını, her şeyi, her şeyi anlatmış." "Ee?" dedi kız. "E' si, doktor, en başta ordunun onu hastaneden taburcu

15

etmesi başlı başına bir suçtur, demiş; yemin ediyorum. Seymo­ ur'un her an tamamen denetimden çıkma olasılığı -çok büyük bir olasılık- bulunduğunu kesin bir dille anlatmış babana. Yemin ediyorum sana." "Burada, otelde bir psikiyatrist var," dedi kız. Kim? Adı ne?" "Bilmiyorum. Rieser miydi neydi. Iyi bir doktor diyorlar." "Hiç duymadım." "İyi bir doktor diyorlar yine de." "Muriel, toyluk etme lütfen. Senin için çok üzülüyoruz. Baban dün gece eve dönmen için telgraf çekecekti aslın-" "Şu an gelmeye hiç niyetim yok anne. Rahat ol arhk." "Muriel, yeminle sana. Dr. Sivetski, Seymour'un tümüyle denetimden-" "Daha yeni geldim anne. Yıllardan beri bu ilk tatilim ve her şeyi toplayıp geri dönmeye de hiç niyetim yok." dedi kız. "Zaten yola çıkamam. Güneşte öyle yanmışım ki, kıpırdayamıyorum bile." "Yandın mı? Çantana koyduğum güneş yağını kullanmadm mı? Çantana koyduğumu çok iyi hahr-" "Kullandım anne. Ama yine de yandım." "Ah çok kötü! Nerelerin yandı?" "Her yerlerim canım, her yerlerim." 11Çok kötü." "Olmem, korkma." "Söyle bana, o psikiyatristle konuştun mu?" "Eh, biraz" dedi kız. "Ne dedi? Seymour neredeydi sen doktorla konuşurken?" "Okyanus Salonu'ndaydı, piyano çalıyordu. Burada iki gecedir piyano çalıyor;" "Peki, ne dedi doktor?" "Pek bir şey demedi. O açh konuyu önce. Bingo' da yarum­ da oturuyordu. Bana, 'Salonda piyano çalan kocanız mı?' diye sordu. Evet, kocam, dedim. Seymour'un hasta olup olmadığını sordu. Ben de anlat-" "Niye sormuş ki?" 'Ne bileyim anne? Herhalde, rengi çok solgun, ondan soru

16

muştur" dedi kız. uHa, Bingo' dan sonra doktor ve kansı

içki

içmeye davet ettiler beni. Peki dedim. Kansı dehşet bir kadın. Bonvit'in vitrininde gördüğümüz o rezalet gece elbisesini hatırlı­

yor musun? Hatta, demiştin ki, bunu giyrnek için daracık kal-" 11Ay, o yeşilimi diyorsun?"

"Halı, işte onu giymiş. Kalçalar da löpür löpür. Bana sorup durdu, 'Seyrnour'la Suzanne Glass' ın bir akrabalığı var mı?' diye; hani şu, Madison' da şapkacı dükkanı olan kadınla." "Doktor ne dedi?" "Ha. Valla, pek bir şey demedi;

yani,

"Evet ama, sen- sen anlattın

büyükannenin koltuğuna

barda otururken ne

desin adam? Korkunç gürültü vardı." ını

yaphklannı?''

uHayır, anne. Fazla aynnhya girrnedim" dedi kız. uAma onu bulup konuşabilirim . Adam sabahtan akşama kadar barda

oturuyor."

"Kafayı -biliyorsun işte- kafayı üşütme olasılığı var mıy­ mış? Sana bir şey yapar mıymış" "Pek değil," dedi

kız.

"Olup bitenleri daha iyi bilmesi gere­

kirmiş. Her şeyi, çocukluğunu filan bilmesi gerekirmiş.

Dedi m

ya, çok zor konuştuk, çok gürültü vardı."

"Peki. Mavi ceketin nasıl? Olmuş mu?"

"Olmuş. Vatkasıru çıkardım." "Bu yıl kıyafetler

nasıl?"

"Korkunç! Ama görülmemiş şeyler. Minik minik pullar, yok bilmem neler" dedi

kız.

"Odanız nasıl?" "Güzel olmasına güzel de; savaştan önce kaldığımız adayı vermediler," dedi

kız.

"Bu

yıl insanlar pek

berbat. Yemek salo­

nundaki milleti bir görsen, kamyonla gelmişler sanki buralara."

"Valla her yer öyle. Balerin elbisen nasıl olmuş?"

"Çok uzun olmuş. Sana o zaman da uzun demiştim."

"Muriel, son kez soruyorum: Gerçekten iyi misin?" "Evet anne. Doksan sefer sordun." '

'Ye eve dönmek istemiyorsun. Öyle mi?"

"Istemiyorum anne." "Dün gece baban dedi ki, kendi başına bir yerlere gidip her

17

şeyi tekrar bir düşünsen ...

�asrafını seve seve

ödermiş. Nefis

bir vapur gezisine çıkardın. Ikimiz de düşündük ki-" ��Hayır anne, teşekkür ederim" dedi kız ve hacağını indir­ di. "Anne, bu konuşma fazla para yaza-" "Bu oğlanı tü1n savaş boyunca nasıl da beklediğini düşü­ nüyorum da; yani, kocaları yokken şu küçük hanımların yap­ tıkları-" "Anne," dedi kız. "Artık kapatsak. Seymour her an gelebilir." "O nerelerde?" "Plajda." "Plajda mı? Ay, tek başına mı? Plajda saçmalık yapmadan durabiliyor mu?" ,,Anne" dedi kız. "Sanki manyak1nış gibi konuşuyorsun onun hakkında." "Öyle bir şey demedim, Muriel." "Ama öyle demeye getiriyorsun. Plajda yatıp duruyor. Bornozun u da çıkarmıyor." "Bornozunu çıkarmıyor mu? Niye?" "Bilmiyorum. Teni bembeyaz, herhalde onun için." "Hay Allahım! Güneşe

ihtiyacı

var onun. Çıkarthramıyor

musun?" "Seymour'u biliyorsun" dedi kız ve yine bacak bacak üstü­ ne attı. "Döğmesine bir sürü salağın bakmasını istemiyormuş." 11Ünun döğmesi yoktu ki! Yoksa askerdeyken mi yaptır­ mış?" "Hayır anne, hayır canım" dedi kız ve ayağa kalktı. "Seni yarınararım belki." "Muriel. Şimdi iyi dinle beni." "Evet anne" dedi

kız, ağırlığını sağ hacağına kaychr{lr�k­

"Sana saçma bir şey -biliyorsun işte- yapar veya derse, o an

hemen beni ara. Beni duyuyor musun?" ll

Anne, Seymour'dan korktuğum filan yok."

11Muriel, bana söz vereceksin." "Pekü, peki. Söz. Allahaısmarladık anne" dedi ma sevgiler." Telefonu kapattı.

18

kız.

"Baba­

"SiPlorgless,"* dedi Sybil Carpenter. Annesiyle otelde kalı­ yorlardı. IISimorgless'i gördün mü?"** "Güzelim, tekrarlayıp durma. Deli olacağım arhk. Rahat dur, n'olur." Bayan Carpenter, Sybil'in omuzlarına güneş yağı sürü­ yordu, minik iki kanat gibi duran kürek kemiklerine yayarak. Sybil, yüzü denize dönük, şişirilmiş kocaman bir deniz topu­ nun üstünde, her an düşecekmiş gibi oturuyordu. İki parçalı, kanarya sarısı bir mayo giymişti, ama aslında üst parçaya, daha doku� on yıl için hiç de gerek yokhı. "Işte sıradan ipek bir mendil - yakından bakınca" dedi Bayan Carpenter'm hemen yanındaki şezlongda oturan kadın. "Ah! Nasıl bağladığını bir öğrenebilseydim. Nasıl da tatlı görü­ nüyor." "Evet, çok tatlı görünüyor" diye onayladı Bayan Carpenter. uSybil, rahat dursana kızım." /ISimorgless'i gördün mü?" dedi Sybil. Bayan Carpenter içini çekti. "Peki, tamam" dedi. Güneş yağı şişesini kapattı. /IHadi bakalım, koş oyna. Anneciğin otele çıkıyor. Bayan Hubble ile birer Martini içeceğiz. Zeytini sana getiriri m." Sybil kurhılur kurtulmaz, hızla aşağıya, plaja doğru koştu ve Balıkçılar Kulübü yönünde yürümeye başladı. Islak ve yıkıl­ mış bir şatoyu ayağıyla dağıtmak için biraz oyalandı, sonra yürümeye devam etti. Otel müşterilerine ayrılan bölgeden çık­ mışh bile. Kıyıda beş yüz metre kadar yürüdü ve sonra birden kum­ ların kuru olduğu iç kısma doğru yan yan bir koşu tutturdu. Genç bir adamın sırtüstü yattığı yere gelince durdu. .. Sybil, Seymour Glass'ın adını "See more glass?" diye telaffuz ederek "daha fazla cam görmek" diye çevirebileceğimiz bir sözle karıştınyar (Ç.N.) ,.,. Bu soru he m "Seymour Glass'ı gördün mü?" ve hem de, "Daha fazla cam gör­ dün mü?" anlamlarını taşıyor. Ama, buradaki "glass" sözcüğü "Glass ailesin­ den bjri" gibi düşün ülürse "Daha başka Glass gördün mü?" anlamına da gelir ki, Salinger, sanınz bu cümlede n esinlenerek, tam dör t Glass öyküsü yazmışhr: "Franny", "Zooey", ''Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar" ve "Seymour Bir Giriş" ,

(Ç.N.)

19

"Denize giricen mi simorgless?" dedi. Genç adam irkildi, sağ eli bornozunun yakasına uzandı. Yüzükoyun dönerken yüzündeki burulmuş havlu yere düştü ve gözlerini kısıp yukarıya, Sybil'e baktı. "Vay! Selam Sybil." "Denize giricen mi 'r' "Seni bekliyordum" dedi genç adam. "N' aber?" liNe?" dedi Sybil. �·'N'aber? Yani, neler oluyor?" "Babam geliyo yarı nuçakla" dedi Sybil, kumları tekmeleye­ rek. "Yüzüme geliyor ama bebek" dedi genç adam ve uzanıp bir eliyle kızın ayak bileğini tuttu. uEvveet, baban geliyor sonun­ da. Her an için bekliyordum onu zaten. Her an." "Hanfendi nerde?" dedi Sybil. "Hanfendi mi?" Genç adam seyrek saçlanna dolan kumları silkti yere. 'Valla, ne bileyim, Sybil. Her an her yerde olabilir. Saçını boyatıyordur. Odada fakir çocuklara bebek yapıyordur." Yüzükoyun durumda, yumruklanru üstüste koydu, üstüne de çenesini yerleştirdi. "Anlat bakalım, Sybil" dedi. H a mayon çok güzel. Hayatta sevdiğim bir şey varsa, o da mavi mayodur.J'/ Sybil bir ona bakh, bir de tombik karnının altına. "Ama sarı bu" dedi. "Bu sarı." "Aaa! Öyle mi? Gel bir bakayım. Kesinlikle haklısın. Ne aptalım." "Denize giricen mi?" dedi Sybil. "Bak, cidden girmeyi geçiriyordum kafamdan. Bilsen nasıl düşünüyordurn Sybil." Genç adamın bazen yashk niyetine kullandığı deniz yatağı­ na elini bashrdı Sybil. "Sönük'' dedi. "Haklısın. Biraz şişirmek gerek." Yumruklarını çekti ve çenesini kuma koydu. "Sybil," dedi. "Çok tathsın. Ne iyi oldu seni görmem. Kendini anlat bana bakayım." Öne uzandı ve Sybil'in her iki ayak bileğini avuçlayıp tuttu. "Ben Oğlak bur­ cundanım" dedi. "Sen hangi burçtansın?" "Sharon Lipschutz dedi ki, piyano çalarken yanına oturt­ muşsun onu." "

20

,

"Sharon Lipschutz öyle mi dedi?" Sybil başıyla onayladı. Kızın ayak bileklerini bırakh, ellerini geri çekti. Yanağını

sağ koluna dayadı.

"Valla,"

dedi, "böyle şeyler nasıl olur bilir­

sin, Sybil. Orada oturmuş çalıyordum. Eh, sen de yoktun orta­ lıkta. Sharon Lipschutz geldi, oturuverdi yanıma. Onu itelese miydim yani?" "Evet!" "Aa? Olur mu? Olmaz öyle şey. Yapamam" dedi genç adam. "Ama n'aphğımı söyleyebilirim." "N'aphn?" ''Yanımda sen varmışsın

gibi yap b m."

Sybil birden diz çöküp eğildi ve kumu elleriyle kazmaya başladı. "Hadi, denize girelim!" dedi. uPeki" dedi genç adam. "Sanınm girebilirim." "Bir dahaki sefere itele onu" dedi Sybil.

"Kimi ite leyeyim ?" "Sharon Lipschultz'u." "A evet. Sharon Lipschutz" dedi genç adam. "Bu da nere­

den çıkh? Bellek ve istekler, hepsi bir arada." Sonra birden kalk­

h. Denize bakb. "Sybil," dedi, ''n'apalım, biliyor musun? Baka­ lım muz balığı tutabilecek miyiz?" ''Ne balığı?" "Muz balığı" dedi genç adam ve kuşağını çözüp bornozu çıkardı. Omuzları beyaz ve dardı. Mayosu koyu ma viydi. Bor­ nozunu önce boyuna ikiye, sonra da üçe katladı. Yüzüne örttü­

ğü

havluyu sallayıp açh, kuma yaydı; üstüne bornozu

koydu.

Eğildi, yatağı kaldınp sağ kolunun altına sıkıştırdı. Sonra sol eliyle Sybil'in elini tuttu. İkisi denize doğru yürümeye başladılar. "Sanınm sen kendin de bir iki muz balığı görmüşsündür vaktiyle" dedi genç adam.

Sybil uha yır" anlamında başını salladı.

liGörmedin mi? Sen nerde oturuyorsun, Allah aşkına?" "Bilmiyorum" dedi Sybil.

"Biliyorsun. Bilmen gerek. Sharon Lipschutz nerede oturdu­ ğunu biliyor, hem daha üç buçuk yaşında!"

21

Sybil durdu ve elini çekti. Yerden sıradan bir deniz kabu­ ğu aldı, derin bir ilgi yle inceledi ve sonra kabuğu yere fırlattı uWhi r ly Wood, Connecticut," dedi ve yü r ümeye başladı; karnı dışarda. "Whirly Wood, Connecticut," dedi genç adam. "Bu Whirly Wood, Connecticut' a yakın mı?" Sybil ona baktı. "N' oolmuş? Ben or da o turuyorum işte" dedi sabrı taşarak. 11Whirly Wood, Connecticut'ta oluruyorum ben. " Birkaç adım koştu, sol eliyle sol ayağını tuttu, tek ayak üstünde iki üç kez hoplad ı. I Bunu n her şeyi ne kadar iyi açık ladığından hiç haberin yok" dedi genç adam. Sybil ayağ ını bıraktı. "'Küçük Kara Sambo'yu okudun mu? " dedi. uİşte bunu bana sonnan çok tuhaf" d edi. "Şu rastlantıya bak ki, daha dün gece okuyup bitirdim." Uzandı ve Sybil'in eli­ ni tuttu. "Nasıl, b eğendin mi?" nKaplanlar o ağacın çevresinde koşuşuyor l ar mıydı?" "Evet. Ben de hiç durmayacaklar sandım. O kadar çok kap­ lan da ner'den ç ıkmı ş ki?" "Yoo. Hepsi altı tane yalnızca. " "Yalnızca mı?" dedi genç adam. "Sen buna mı yalnızca diyorsun 'r' "Balm umu sever mi sin?" "Ne sever miyim?" " Balmumu. " "Ohoo, çok severim. Sen sevmez misin?" Sybil ba şıyl a onayladı. "Zeytin sev er misin?" diye sordu. "Zeytin mi? Tabii! Zeytin ve ba lm umu. Onlarsız bir yere gidemem." "Sharon Lipschutz'u seviyor musun?" "Evet. Evet seviyorum" dedi genç a dam. "Onun özellikle en sevdiğim yanı ne, bil iyor musun? O te l lobisind e küçük köpekle­ re hiç kötülük yapmıyor. O Kanadalı hanımın minik k öpeğine sözgel imi. Belki buna inanma yacaksın ama bazı küçük kızlar var, balon sopalarıyla minik köpekleri dürtüklüyorlar, yaa. ShaJ

22

ran öyle kötü şeyler yapmıyor, acımasız olmuyor. Onu bu yüz­ den çok seviyorum." Sybil suskundu. Sonra birden, ��Ben mum yiyorum" dedi.

"Kim yemez ki?" dedi genç adam, ayağını suya sokarken. "Amman! Çok soğuk" dedi. Yatağı suya bıraktı. "Yo, bir saniye bekle Sybil. Biraz gidelim, ondan sonra." Suda ilerlediler; su Sybil'in beline gelene dek. Genç adam küçük kızı kaldırdı ve yüzükoyun deniz yatağına yatırdı. "Başlığın filan yok muydu senin?" diye sordu. "Bırakma!" diye emretti Sybil. "Tutsana beni." "Bayan Carpenter. Lütfen. İşimi öğretmeyin bana" dedi genç adam. "Gözünüzü dört açın ve muz balıkianna bakın. Muz balığı için mükemmel bir gün bugün." "Hiç görmüyorum" dedi Sybil. "Anlaşılıyor.

Çok değişik huyları vardır." Yatağı itmeyi sür­

dürdü. Su daha göğsüne bile gelmemişti. "Çok acıldı bir yaşam­ ları vardır" dedi. "N' aparlar, biliyor musun, Sybil?" Sybil başını salladı "hayır'' anlamında.

"Muz

dolu bir delikten içeri girerler. Deliğe

daimadan

önce

hasbayağı balıkhrlar. Ama delikten içeri bir girdiler mi, domu­ za dönerler. Neden mi? Öyle muz balıklan bilirim

ki,

delikten

içeri girdikten sonra yetmiş sekiz muz yediler, ondan." Yatağı

ve üstündekini bir adım daha ilerletti. "Tabii, bu kadar muzla öyle şişko olurlar ki, delikten çıkamazlar. Kapıdan geçemezler." "Çok açılmayalım" dedi Sybil. "N' oluyor onlara?" "Kimlere n' ol uyor?" J'/Muz balıklarına." "Yani o kadar muz yiyip delikten çıkamayınca mı?" ��Evet" dedi Sybil.

.. "Off, Sybil. Hiç istemiyorum söylemeyi. Olürler. Yaa!" "Niye?" 11Muz hastalığından. Korkunç bir hastalıktır."

"Dalga geliyor" dedi Sybil,

sinirli sinirli.

"Boş verelim. Ama haddini de bildirelim ona" dedi genç adam. "Biz

iki züppe"

diye ekledi. Sybil'in ayak bileklerini tuttu,

23

aşağıya doğru bashnp ileri doğru itti. Deniz yatağı dalgayı göğüs­ ledi. Sybil'in san saçlan ıslanmışh ama çığlığı pek keyifliydi. Yatak düzelince, Sybil eJiyle ıslak bir saç tutarnını kaldırdı gözünden ve "Bir tane gördüm"" dedi. "Ne gördün hayahm?" "Bir muz balığı." 11Tanrım! Olamaz!" dedi genç adam. "Ağzında muz da var mıydı yoksa?" "Evet" dedi Sybil. ��Tam altı tane." Genç adam birden, deniz yatağının ucundaki ıslak ayağını kaptı Sybil'in ve üst kısmını öptü. "Heey!" dedi ayağın sahibi dönerek. "Hey sensin! Hadi dönüyoruz arhk. Yeter, değil mi?" ��Hayır!" "Kusura bakma" dedi ve Sybil inene dek yatağı kıyıya sür­

dü. Kıyıda yatağı kaldırdı, eline aldı. "Allahaısmarladık" dedi Sybil ve otele doğru koştu, kaygısız. Genç adam bomozunu giydi, yakasım iyice kapadı ve ıslak havlusunu cebine tıkışhrdı. Yapış yapış ıs l a k

ve

hantal deniz

yatağını kaldınp koltuğunun altına aldı. Sıcak ve yumuşak kumlarda, yalnız başına, ağır bir yürüyüşle otele yöneldi. Genç adam ve burnu kara merhemli bir kadın, idarenin denize gidip gelenler için otelin alt giriş kahndaki ayırdığı asan­ söre bindiler. Asansör harekete geçince, genç adam kadına "Ayaklanma bakıyorsunuz" dedi. 11

Affedersiniz, anlamadım" dedi kadın.

"Ayaklarıma bakıyorsnnuz, dedim."

11Özür

dilerim. Ben yalnızca yere bakıyordum" dedi kadın

ve yüzünü asansörün kapısına doğru çevirdi. 11 Ayaklanma bakmak istiyorsanız, söyleyin11 dedi genç adam. 11 Ama öyle allahın belası bir sinsilik etmeyin." "Burada ineyim lütfen�� dedi kadın çabuk çabuk, asansör görevlisi kıza. Asansörün kapılan açıldı ve kadm arkasma bakmadan çık­ h gitti.

24

'ryahu, şu iki normal ayağa bakmak için en küçük bir lanet

neden bulamıyorum" dedi genç adam. ''Beş lütfen." Cebinden oda anahtarını çıkardı.

Beşinci katta indi, koridorun sonuna doğru ilerledi ve ken­ dini 507'ye ath. Oda taze deri bavul ve aseton kokuyordu. Birbirine bitişik iki yatağın birine uzanmış uyuyan kıza bakh. Sonra bavullann önüne çöktü, birini açh, don ve fanila yığınlarının alhndan 7.65 kalibre, Ortgies marka otomatik taban­ eayı çıkardı. Şarjörü söktü, bakh, sonra yerine takh, horozunu kaldırdı. Boş olan yatağa gidip oturdu, kıza bakh ve tabaneayı sağ şakağma dayayıp ateşledi.

25

Sarsak Dayı Connecticut'ta

Mary Jane, sonunda Eloise'in evini bulduğunda, saat nerdeyse üçe geliyordu. Hemen lafa girişti ve kendisini karşılamaya ta anayola çıkan Eloise'e, Merrick Yolu'ndan sapana dek her şeyin nasıl da mükemmel gittiğini, yolu nasıl da tam olarak hahrladığı­ nı anlath. Eloise, "Merritt Yolu bebeğim, Merritt Yolu" dedi ve daha önce evi hiç karışhnnadan iki kez bulduğunu hatırlath ona; ama Mary Jane mızıldanarak anlaşılmaz bir şöyler söyle­ di, kağıt mendil der gibi bir şeyler, ve arabasına koştu. Eloise, devetüyü mantasunun yakasını kaldırdı, rüzgara sırtını verip bekledi. Mary Jane bir dakika sonra elinde bir kağıt mendille, silinerek geldi; yüzünde şaşkın, hatta bozuk bir ifade vardı. Eloi­ se ona neşeyle, öğle yemeği için pişirdiklerinin -uykuluklar, her şey- yandığını söyledi; ama Mary Jane de zaten yolda bir şeyler yemiş, zararı yokmuş. İkisi eve doğru yürürlerken, Eloise, Mary Jane' e nasıl olup da izin alabildiğini sordu. Mary Jane bütün gün izinli olmadığını söyledi. Bay Weyinburg, Larchmont'ta evinde fıtıktan yatıyormuş, Mary Jane öğleden sonraları ona postayı götürüyormuş, bir iki de mektup yazıyormuş. Mary Jane sordu: "Bu fıhk da neyin nesi kuzum?" Eloise sigarasını ayağının dibi­ ne, çamurlu kara bıraktı ve ne olduğunu aslında kendisinin de bilmediğini, ama fıhk olmaktan korkması da gerekmediğini bil­ dirdi ona. Mary Jane, "Yaa!" dedi ve iki genç kadın eve girdiler. Yirmi dakika sonra, aynı okulda okumuş bu iki eski oda arkadaşı, ilk viskilerini yudumluyorlar ve o günlere özgü, hatta o günlerin havasıyla sınırlı bir tarzda sohbet ediyorlardı. Onla26



birbirlerine bağlayan daha da güçlü bir bağ vardı; ikisi de

mezun olamarnışlardı. Eloise 1942'de, ikinci sınıftayken ayrıl­ mışh üniversiteden; kaldığı yurdun üçüncü kahnda, kapalı asansörde bir askerle yakalandıktan bir hafta sonra. Mary Jane ise -hem de aynı yıl, aynı sınıfta ve neredeyse aynı ay içinde­ Jacksonville, Florida'da okuyan bir hava harp okulu öğrencisiy­ le evlenmek için aynlmıştı. Dili, Mississippi'li, aklı fikri pilot­

lukta, çıta gibi bir ağlandı. Üç aylık beraberliklerinin

iki

ayını

içerde geçirmişti; bir inzibah bıçakladığı için. Mary Jane onunla hapisanedeyken evlenmişti.

"Haayır" diyordu Eloise. 11Kızıldz valla." Kanepeye uzan­

mış, ince ama çok güzel olan bacaklarının ayak bileklerini kavuşturmuştu. "Bana san dediler ama" diye yineledi Mary Jane. Mavi bir koltuğa oturmuştu. "İşte o adı her neyse, yemin etti durdu bana, sarıya boyadı diye!" "1-ıh. Kesinlikle." Eloise esnedi. "Boyarken yanzbaşındaydım desem yeridir. O da ne? Nereye gitti yine bu sigaralar?" "Boş ver. Bende dolu bir paket olacak" dedi Mary Jane. "Bir yerlerde." Çantasını karıştırmaya başladı.

"Ah şu salak hizmetçi!" dedi Eloise yerinden kıpırdama­ dan. "Bir saat önce iki karton sigara attım önüne. Gelir sorar şimdi, bunları n'apıcam diye. Ner'de kalmıştım?" "Thieringer'de" diye atıldı Mary Jane, kendi paketinden çıkardığı sigara yı yakarken. ll

A, evet. Kesin hahrlıyorum. Frank Henke ile evlendiği

günün gecesi boyamıştı. Hatırlıyor musun o oğlanı?" "'Eh, biraz. Şu bücür onbaşı

değil

mi? Hani

şu

felaket itici

olan?" "İtici ne demek? Aman Allahım! Bela Lugosi'nin yıkanmamış haliydi o." Mary Jane

başını geriye attı ve kahkahayı

bastı. "Harikula-

de!" dedi, yine içkisine uzanırken. ,Bardağını uzatsana" dedi Eloise, çoraplı ayağını yere koyup kalkarak. "Vallahi, ah ne salaktzr o kız. Bizimle buraya gelsin diye

elimden geleni yaptım, bir Lew'dan onu tavlamasını istemedi­ ğim kaldı. Ama şimdi pişmanım

-

27

O şey de ner'den çıktı?"

mu?" dedi Mary Jane, boynundaki kabartmalı broşa do­ kunarak. "Okulda vardı ya, Allah aşkına. Annemden kalmışh." "Allah Allah!" dedi Eloise, ellerinde boş bardaklar la. "Şu mübarek gibi b]r şeyim o]madı hiç takacak. Lew,nun anası ölür­ se -hah ha- herhalde sapında adının baş harfleri yle, bir buz kıra­ cağı bırakır bana." "Aranız nasıl bu günlerde?" "Aman, dalga mı geçiyorsun?" dedi Eloise mutfağa giderken. "Bu bardak son olsun artık/' diye seslendi, Mary Jane. "İyi, iyi. Anladık. Kim kimi aradı peki? Ve kim tam iki saat bekletti? Senden sıkılana kadar bir yere kaçamazsın. O mesleği­ nin de cehenneme kadar yolu var." Mary Jane başını geriye atarak yine kahkahayı bastı, ama Eloise mutfağa girmişti bile. Odada kalmasını gerektiren bir şey yoktu ama, Mary Jane ayağa kalktı ve pencereye gitti. Perdeyi çekti, elini pencerenin iki kanadı arasındaki tahta kısma dayadı, ama avcuna toz bulaş­ lığını hissedince geriye çekti, öbür eliyle oğuşturup avcunu temizledi ve sırhnı dikleştirdi. Dışarda, pis bir sulu kar, gözle görülür bir hızla buza dönüşüyordu. Mary Jane pencereden çekildi ve koltuğa doğru yürüdü ağır ağır, kitaptarla dolu iki kitaplığın önünden geçti, dönüp tek bir kitabın adına bakma­ dan. Oturdu, çantasını açh ve aynayı çıkarıp dişlerine baktı. Ağzını kapadı, dilini bashrarak ön dişlerinin üzerinden geçirdi, sonra bir daha aynaya bakh. "Dışar'sı iyice buz kesiyor" dedi, başını çevirerek. "Aman Allahım, bu ne hız? Hiç mi soda koyınadın yoksa?" İki elinde birer yeni içkiyle gelen Eloise, olduğu yerde dur­ du. işaret parmaklarım tabanca namlusu gibi öne uzath ve " Kim ­ se kıpırdamasın. Her taraf sarıldı" dedi. Mary Jane güldü ve aynasını çantaya koydu. Eloise içkilerle geldi, Mary Jane'inkini altlığına yerleştirdi, kendi içkisi elinde, yine kanepeye uzandı. "Bizimki n'apıyor içerde, biliyor musun? O koca kara kıçının üstüne oturmuş, The Robe' dergisi okuyor. Buzları çıkanrken buz kabım düşürdüm. Başını kaldırdı. Rahatsız oldu hanfendi, valla." "Bu

28

11Bak bu kadeh son, tamam mı? Sahi söylüyorum" dedi Mary Jane ve içkisini aldı. "Ha h, bak dinle. Geçen hafta kimi gördüm, bil bakalım? Lord & Taylor'ın giriş katında?"

"Hmm!" dedi Eloise. Bir yandan başının alhndaki yashğı

düzeltiyordu. "Akim Tamiroffu mu?"

"Kimi?" dedi Mary Jane.

11

"O da kim?"

Akim Tamiroff. Film artisti. Filmlerde, �üthiiş bir şaka

- ha?' der ya. Ona bitiyornın işte... Bu evdeki hiçbir yasbğa tahammül edemiyorum. Kimi gördün, söyle bakalım." "J ackson'ı. Hani şu kız-" "Hangi Jackson?" "Ne bileyim hangisi? Bizim Psikoloji sınıfındaydı hani,

hep-"

"İyi de, ikisi de Psikoloji sınıfındaydı." 1'Valla mı? Hani şu felaket-" "Anladım. Marcia Luise. Ben de rastladnn ona. Kafanı şişir-

""·ı d.ı, degı

. mı'?"

1'Aman Allahım, evet. Ama ne öğrendim ondan, biliyor

musun? Dr. Whiting ölmüş. Barbara Hill' den bir mektup almış; Whiting kansere yakalanmış ve ölüp gitmiş. Kadıncağız yirmi sekiz kiloya düşmüş. Öldüğü zaman. Ne korkunç, değil mi?" "Hayır." "Eloise, giderek taş kalpli oluyorsun." 0Hı.m. Başka ne dedi?'' "Ha. Avrupa'dan daha yeni gelmiş. Kocası Almanya'ya mı atanmış., neymiş. O da onunla gitmiş. Kırk yedi adalı bir evde oturuyorlarmış dediğine göre; bir başka aileyle birlikte, on küsur hizmetçiyle filan. Kendi atı varmış; seyisleri de Hit­ ler'in özel binicilik hacası mıymış neymiş. Aman aman, bir de zenci bir askerin ona nasıl saldırdığını anlatmaya kalkışmaz mı? Lord & Taylor'ın

ortalık yerinde

hem de- Jackson'ı bilmez

misin? Adam, kocasının şoförüymüş, bir sabah onu çarşıya mı

götürüyormuş, neymiş. Öyle korkmuş

ki,

ağzını bile-"

"Bir dak'ka! Eloise başını uzath ve seslendi. "Ramona, sen misin?"



�� vet" diye karşılık verdi küçük bir çocuk sesi. "On kapıyı kapat, e mi?/1 dedi Eloise.

29

"Ramona mı? Ah, can atıyorum onu gonneye. Farkınd