Bilgi Tarihinde Sürgünler ve Göçmenler (1500-2000) [1 ed.]
 9786257317337

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Peter BURKE (d. 1 937, Stanmore, İngiltere)

İngiliz tarihçi ve akademisyen. Katolik bir baba ve sonradan Ka­ tolikliğe geçen Yahudi bir annenin oğlu olarak dünyaya geldi. St. John's College'de Cizvit eğitimi aldı. Daha sonra St. Antony's Col­ lege'e devam etti. 1962'den 1 979'a kadar Sussex Üniversitesi'nde Avrupa Çalışmaları Okulu'nda görev aldı. Burada tarih dersleri verdi ve düşünce tarihi alanında okutmanlık yaptı. Daha sonra­ dan Cambridge Üniversitesi'ne geçti. Halen Emmanuel College'de Emeritus Profesör olarak görev yapmaktadır. Burke, Yeniçağ Av­ rupası'nın tarihi kadar, sosyal ve kültürel tarih konularında da önemli bir isim olarak kabul edilmektedir.

BİLGİ TARİHİNDE SÜRGÜNLER VE GÖÇMENLER 1500 - 2000

Islık Yayınları: 1 1 0 Bilimsel Kitaplar Serisi: 62 Bilgi Tarihinde Sürgünler ve Göçmenler 1 500 - 2000 Peter Burke Exiles and Expatriates in the History of Knowlcdge, 1500-2000

Türkçesi Turgay Sivti�aya ISBN: 978-625-731 7-33-7 Genel Yqyın Yönetmeni Fahri Özdemir © Brandeis University Press, March 201 7 ©Islık Yayınları, Mart 2023, İstanbul (Bütün Haklan Saklıdır) Birinci Baskı Islık Yayınları, Mart 2023 / İstanbul Kapak Tasanm Ayhan Duman Dizgi· Islık Yayınları Baskı ve Cilt Metro Basım Hiz. A.Ş. Yahya Kemal Beyatlı Caddesi, No:. 94 Begos 3. Bölge Buca/ İzmir Islık Yqyınlan Emniyetevler Mahallesi, Ötügen Sokak, No: 4/B 4 . Levent/ İstanbul

PETER BuRKE

BİLGİ TARİHİNDE SÜRGÜNLER VE GÖÇMENLER 1500 -2000

Türkçesi

TURGAY SİVRİKAYA

GöÇmen dede ve ninelerimin anısına; En sevdiğim göÇmen, Maria Luciaya . . .

SUNUŞ

Yıllar yıllar önce Cambridge'te Profesör Peter Burke hakkın­ da doğruluğu şüpheli bir anekdot duymuştum. Ancak tarihçiler olarak biliyoruz ki doğru olmqyan hikayeler çoğu zaman söz ko­ nusu kişi hakkında doğru olan hikayelerden daha çok şey söyler. Anlatılana göre Peter Burke altmışlı ve yetmişli yıllarda ders ver­ diği Sussex Üniversitesi'nden bir söyleşi için Cambridge Üniver­ sitesi'ne geldiğinde, dinleyicilerden birisi kendisine, "Dr. Burke hangi dilleri biliyorsunuz", diye sormuş, Peter da ölçülü bir bi­ çimde, "Valla, Moskova'dan Lizbon'a kadarki her dili biliyorum, çalışmalarımda da kullandım, ama Norveççeyi o kadar iyi konu­ şamıyorum", diye yanıtlamıştı. Sonra heyet onu işe almış. Başka bir bağlamda bu hikaye, eski günlerde bazı gayri resmi üniversite .ortfl,�larında adayların özgeçmişlerine bakılmaksızın tamamlanan akademik işe alım sürecinin işleyişi (şüphesiz hata­ lı) hakkında da anlatılabilirdi. Ancak Peter Burke'ü anlatırken bu anekdotu anmamın sebebi, kendisinin dil becerilerinin gerçek­ ten olağanüstü, hatta eşsiz olmasıdır. Bu sayede Avrupa'daki tüm dillerde araştırma yapıp geniş kaynaklara erişebilmiş, Avrupa'nın tamamını gerçekten bir araştırma nesnesi olarak alan kitaplar ya­ zabilmiştir - pek çok kişinin arzuladığı ama çok azının gerçek­ ten yapabildiği bir şeydir bu. Yıllar sonra öğrendiğim Peter'ın aile geçmişi de bizzat bütün Avrupa'da, yani Peter'ın çalışmalarını şekillendiren aynı toprak­ larda geçen hikayesi de bu anekdota eklenebilir. Peter Burke'ün babasının ebeveynleri Avrupa'nın en batı ucundan, İrlanda'dan gelmişlerdi; annesinin ebeveynleri ise Vilniuslu Yahudilerdi (An-

9

nesi İrlandalı babasıyla evlenebilmek için Katolikliğe geçmişti). Dolayısıyla Peter'ın Avrupa tahayyülünün belli bir düzeyde gen­ lerine işlemiş olduğu söylenebilir. Karakteri açısından değinmek istediğim başka bir özelliği de Asya'daki askeri görevidir - Singapur'du sanırım. Katipti, bu yüzden de haliyle sıkılmış, daha önce gördüğü kişilere hiç ben­ zemeyen bu insanları incelemeye başlamıştı. Kültürel fark olgu­ sunu hatırı sayılır bi.r biçimde idrak etmesinin ardından meşhur antropolog E. E. Evans-Pritchard'ı � bir kitabına rastladı. Bu sa­ yede Peter birdenbire, yaptığı şeye belli çevrelerde aslında alan araştırması dendiğini fark etti. Nihayetinde tarihçi olduğunda da sosyal bilimlerin yöntemlerini tarih yazıcılığında kullanan belli başlı kişilerden biri olmayı sürdürdü. O halde Peter Burke neyin tarihçisidir? Cevaplanması kolay bir soru değil bu, zira Peter'ın henüz ele almadığı çok az konu var. Doğrusu ne zaman düşünsel meraklarımda yeni bir dönemece girsem, orada biraz yol aldıktan sonra önümde Peter'ın kendi­ ne has ayak izlerini görüyorum. Yakın tarihlerde sanatın tarihsel kanıt olarak nasıl kullanılabileceği hakkında yazıp ders vermeye başlayınca, Peter'ın Tarihin Gijrgü Tanıkları: İmgelerin Tarihsel Kanıt Olarak Kullanımlarz'na (2001) başvurmuştum. Bana şaşırtıcı gelen bir adım atıp Avrupa kültürünün eşi benzeri olmayan bir labo­ ratuvarı olarak Venedik hakkında ders vermeye başladığımda, bekleneceği gibi, Peter'ın o sırada bilmediğim eski bir kitabını, Venedik ve Amsterdam: On Yedinci Yüzyıl Elitleri Üstüne Bir İncele­ mesi'ni (1974) keşfettim. Şu anda erken modern dönemin mutla­ kıyetçi hükümdar özentisi Saksonyalı Güçlü August'un öz im­ gesi üstüne çalıştığım ve hükümdarın kültür politikaları değerli nesneler etrafında şekillendiği için, ilkin Peter'ın XIV. Louis'nin İmali'yle (1992) başa çıkmak zorundayım. Ve daha niceleriyle . . .

10

Öyleyse, az önce bahsettiğim kitap dahil, Peter Burke'ün çalışmalarındaki üç önemli hattan kısaca bahsederek bu sunuşu bitireyim. Peter'ın Yeniçağ Avrupası'nda Halk Kültürü 1978'de yayımlan­ dı. Bu eşsiz bir çalışmaydı: yeni ve heyecan verici bir alana dair, hem de alanın tam manasıyla olgunlaşmasından önce -sonra de­ ğil!- geniş kapsamlı bir sentez sunuyordu bu kitap. Bunu nasıl yapabilmişti? İskandinavya ve Balkanlar dahil Avrupa'nın her yanından her incelemeyi ve sayısız kaynağı okuyup tarihin üç yüzyıllık döneminin izini süren bir anlatı içeresinde bir araya getirerek. Bu kitap, milliyetçillğin doğuşundan önceki dönem­ de Avrupa'nın birliğine derinden duyulan bir inancın ifadesidir: esas çelişkiler İngiltere ile Almanya ya da Rusya arasında değil, yaylalar ile ovalar, kasaba ile kır, çoban ile dokumacı ve bir o ka­ dar önemli olan elitler ile halk kültürü arasındadır. Elitler ilkin Rönesans'ta halk kültürüne düşkünken, sonradan Reformasyon ve Karşıreforn:ıasyon çağinda bu kültüre parmak sallamış, 18. yüzyıl Aydınlanma çağında ise ona bütünüyle sırtını dönmüştür. Bu ufuk açıcı kitabın etkisini abartmak pek mümkün değil. Bahsetmek istediğim ikinci hat, Peter'ın az çok bütünüyle yeni bir alan haline getirdiği dilin toplumsal tarihidir. Dillerin kendisi için belli bir noktada güçlü birer araştırma aracı ve başlı başına bir araştırma nesnesi olması pek şaşırtıcı değildir.· Sohbet Sanatı'ndan (1993) YeniçağAvrupası'nda Diller ve Topluluklara (2004) kadar Peter'ın kitaplarından birkaçı, bir toplum tarihçisinin di­ lin tarihini keşfedişidir. Belli koşullarda dil nasıl kullanılıyordu? Somut bir örnekle, dil, 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadarki dönem­ de kimlikle nasıl ilişkili hale gelmişti? Bunun gibi daha pek çok soru. Tarihi, sosyodilbilimcilerin alanına sokanın Peter olduğu bile söylenebilir. (Tam da bu noktada Peter'ın en önemli çalışma­ larının hepsinin baş döndürücü çeşitte farklı dillere çevrildiğin-

11

den bahsedebiliriz. Mesela Yeniçağ Avrupası'nda Halk Kültürü'nün çevrildiği diller arasında Arnavutça, Belarusça, Bulgarca, Çince, Hırvatça, Çekçe, Almanca, Felemenkçe, Macarca, İtalyanca, Ja­ ponca, Korece, Lehçe, Portekizce, İspanyolca, İsveççe, Türkçe ve Ukraynaca vardır - aynı şekilde kültürel ve dilsel menzili açı­ sından günümüz tarihçileri arasında neredeyse emsalsizdir.) Bahsetmek istediğim son kitap, ikinci kez de olsa, XIV. Lou­ is'in İmali'dir. Bu kitap XIV. Louis'yi ilk büyük modern "medya kişiliği", bizzat kralı da bir medya patronu olarak incelemesiyle (yine bu tür formülasyonların moda 'olmasından uzun zaman önce) Avrupa mutlakıyetçiliğinin doruğu hakkındaki düşüncele­ rimi yeniden şekillendirdi. Bahsettiğim çalışmaların haricinde yirmi beş kitap daha ol­ masına rağmen burada dumyorum artık. Yine de müsaade eder­ seniz, bu sunuşu daha kişisel bir notla bitirmek isterim. P�ter bunu hatırlamayacaktır ama burada bir Avrupa tarihçisi olarak bulunuşumda onun etkisi büyük. Seksenlerin ortalarında Tel Aviv Üniversitesi'ni ziyaret etmişti. Ben o zamanlar, tarih bö­ lümde takılan ve onların yaptıklarının ilerideki olası bilim kari­ yerimden daha ilgi çekici olup olmadığını anlamaya çalışan, fizik bölümünde bir doktora öğrencisiydim. Beşeri bilimler binasının kafeteryasında karşılaştık ve deyim yerindeyse tarihin geleceği hakkında lafladık. Bana cömertçe zaman ayırıp alanı çok heye­ can verici ve anlaşılabilir kıldı (O sıralarda bütün bu dilleri bil­ miyordum). Şimdi burada, onun tahmin ettiği gibi fizikçilikten tarihçiliğe geçmiş bir şekilde huzurunuzdayım; Peter Burke'ün Kudüs derslerine dayanan bu kitabı okurlarına kısaca tanıtma fırsatı bulduğum için de minnettarım.

Dror Wahrman

12

ÖN SÖZ

Anne ve babam gibi ben de sürgünlüğü yaşamayacak kadar şanslıydım, ancak büyükanne ve büyükbabalarımın dördü de Britanya'nın dışında doğdular. Annemin ailesi mülteci olmaları anlamında sürgünlerdi ya da pogrom korkusuyla Rus İmpara­ torluğu'ridan, göç çalışmalarında sık sık kullanılan dikotomiyi kullanarak söylersem, dışarıya "itilmişlerdi." Babamın ailesi ise göçmendi, daha iyi bir yaşam umuduyla, yeni fırsatlar sunan bir yere göç etmeyi seçerek İrlanda'nın batısından İngiltere'nin ku­ zeyine "çekilmişlerdi." 1957'den bu yana Britanyalı bir üniversite öğrencisi ve hocası olarak, akademideki meslektaşlarım arasında pek çok sürgün ve göçmeni tanımamış olma:k, bazılarıyla arkadaş olmamak ve yıl­ lar boyunca oaj.arla fikir alışverişinde bulunmamak imkansız bir şeydi benim için. Oxford'da Edgar Wind'in seminer ve derslerin­ den çok şey öğrendim, St. Antony's College'ta Janos Bak, Macar tarihiyle tanışmama vesile olurken, Juan Maiguascha Latin Ame­ rika'nın tarihi ve daha fazlasından haberdar olmamı sağlamıştı. Oxford'un dışında üç ülkeye ve yirmi yıldan fazla bir zamana yayılan bir tür uzatılmış sohbet biçimdeki diyaloğumuz saye­ sinde Arnaldo Momigliano'dan çok şey öğrendim; keza daha az karşılaşmakla birlikte Ernst Gombrich ve Eric Hobsbawm'dan da. Benzer bir biçimde David Lowenthal ve Mark Philips'le otuz yıla varan muhabbetimiz, bana mesafe ve yakınlık hakkında çok şey öğretti. Kuruluşundan kısa bir süre sonra Sussex Üniversitesi'nde, II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan komünist rejime muhalif,

13

Romanyalı sosyolog Zev Barbu ve 1933'te Almanya'yı terk eden sanat tarihçisi Hans Hess'in yakın arkadaşı oldum. Hint tarihçi Ranacit Guha, İngiliz-İtalyan John Roselli (Fransa'da faşistlerce öldürülen bir sürgünün, Carlo'nun oğlu), filozof lstvin Meszaros (Georg Lukics'ın eksi öğrencisi) ve 1968'de Çekoslovakya'yı terk etmeye zorlandığında Sussex'te karşılaştırmalı edebiyat profesö­ rü olan Eduard Goldstuecker'le sık sık sohbet etmenin keyfini tattım. Cambridge'te yine Çek Ernest Gellner ile Dalibor Vesely gibi ya da Slovak Mikulas Teich ve !'1 acar Istvan Hont gibi sür­ günleri, ayrıca Japon Toşio Kusamitsu gibi göçmenleri tanıdım. Bu kitabın ortaya çıkışıyla daha yakından alakalı olan başka borçlarım da var. Kitaba 201 5 baharında İsrail Tarih Cemiyeti için verdiğim Menahem Stern Dersleri vesile oldu. Hem davet edil­ mem hem de ziyaretimi mükemmel bir biçimde ayarladığı için Maayna Avineri-Rebhun'a, ayrıca dinleyicilerin cana yakınlığı, Eli­ hu Katz'ın yorumları ve Albert I. Baumgarten, Yaacov Deutsch, Aaron L. Katchen ve özellikle Yosef Kaplan'la sohbetlerimiz ve gösterdikleri misafirperverlik için son derece müteşekkirim. Pepe Gonzalez, Tanya Tribe ve Ulf Hannerz beni İngiltere'de sosyoloji ve sanat tarihinde sürgünlerin rolü hakkında bildiriler, o sıralarda henüz bu kitaba vesile olacağını bilmediğim bildirileri sunmaya davet etmişlerdi. Pepe'nin öneri ve tavsiyeleri sayesin­ de 1930'larda Meksika ve başka yerlerdeki İspanyol sürgünleri hakkında yazdıklarımı geliştirdim. Leh göçmen Joanna Kostylo, 18. yüzyıl Polonyası'ndaki İtalyan Protestan hekimleri hakkında yazdığı taslak metinlerini okumama izin verdi. Eamon O'Fla­ herty İrlandalı sürgünler ile İrlanda'daki sürgünler hakkında çok değerli bilgiler sağladı. David Maxwell beni Afrika ve misyoner­ likleri incelemeye teşvik ederken, Peter Burschel başta Alman­ ya'nın 20. yüzyıldaki kayıpları olmak üzere neyin kaybedildiğine odaklanmamı sağladı. Tavsiyeler, öneriler ve çevrimiçi sohbetler

14

için ayrıca Antoon de Baets, Alan Baker, A ngela Barreto Xavier, Melissa Calaresu, Luke Clossey, Natalie Davis, Siman Franklin, Elihu Katz, David Lane, David Lehmann, Jennifer Platt, Feli­ pe Soza, and Nicholas Terpstra'ya teşekkür ederim. Sunduğum bildirilerin Ankara, Cambridge, Graz, Madrid, Medellin, Rio de Janeiro, Viyana ve Zürih'teki dinleyicilerinin hepsi de fikirlerime katkıda bulundular. Taslak metnin bazı kısımlarını Yosef Kap­ lan, Mikulas Teich ve Joan-Pau Rubies okudu; bütün kitabı ise her zamanki değerleri önerilerini eksik etmeyen eşim Maria Lıi­ cia Garda Pallares-Burke okudu.

15

GİRİŞ

Büyük sınır tarihçisi Frederick Jackson Turner, 1891'de he­ nüz klişeleşmemiş "Her çağ geçmişin tarihini kendi zamanın­ daki en belirgin koşullara göre yeniden yazar'', sözünü söylemiş­ ti.1 Geleceğe doğru ilerledikçe geçmişe yeni açılardan bakmaya meylederiz. Mesela 1950'lerde tarihsel demografinin yükselişi, nüfus patlaması hakkındaki güncel tartışmalara cevaben ortaya çıkarken, Paris'teki Mayıs 1968 olayları, Fransa ve başka yerler­ de 1970'lerde yayımlanan erken modern dönemin halk ayaklan­ maları hakkındaki incelemeleri tetiklemişti. Günümüzde çevre tarihinin gezegenimizin geleceğiyle ilgili tartışmalara, küresel tarihin küreselleşme tartışmalarına, diyaspora tarihinin göç me­ selesine ve bilgi tarihinin "bilgi toplumu" tartışmalarına cevaben ortaya çıktığı gayet aşikardır. Bazı bilim insanları bu meselelere önceden değinmişlerdi. Mesela göçmenler, kendileri de göçmenlerce (Rus diyasporası üs­ tüne yazan Piotr Kovalevsky gibi) ya da Oscar Hadlin gibi Bro­ oklyn'de Rus Yahudisi bir ailede doğup Boston's Immigrants (1 941) ve The Uprooted'ı (1951) yazan göçmen çocuklarınca ve daha ya­ kın tarihlerde, Moskova'da doğup Bedin ve Paris'te okuyan, New York'ta profesör ve Russia Abroad: A Cultural History of the Russian Emigration, 1919-1939'u yazan Marc Raeff gibi tarihçilerce ince­ lenmişti. Yine de 21 . yüzyılın başından itibaren hem diyaspora­ ların tarihine hem de bilgi tarihine yönelik ilgi artışı fevkalade bir hal almıştır. Frederick Jackson Turner, "The Significance of History" (1 891 : tekrar basım Fulmer Mood [der.], The Earfy Writings of Frederick Jackson Tunıeı; Madison: University of Wisconsin Press, 1938), 47-48.

17

İster bireysel ister ortak olsun, güncel kaygılardan hareket etmek bir mahcubiyet nedeni olamaz. Profesyonel tarihçiler kimi zaman "şimdicilik" dedikleri şeyi reddederler, ancak sorularla cevapları birbirinden ayırmak zorundayız. Şimdiyi temel alan sorular sormaya hakkımız olduğu su götürmez, fakat geçmişin ötekiliğini ya da yabancılığını ortadan kaldırır bir biçimde şim­ diye odaklanan cevaplardan kaçınmalıyız. Bu kitap kendini az önce bahsettiğim iki eğilimin, bilgi ta­ rihi ile diyasporalar tarihinin kesişi n:ine yerleştiriyor, sürgün ve göçmenler ile onların "yerinden edilmiş", "nakledilmiş" ya da "tercüme edilmiş" bilgileriyle ilgileniyor. Daha önceki iki ki­ tabım gibi bu kitabım da Pierre Bourdieu, Michel Foucault ve Karl Mannheim'ın çalışmalarına dayanan bir bilginin toplumsal tarihi, bilginin tarihsel sosyolojisi ya da tarihsel antropolojisi de­ nemesi olarak tanımlanabilir. Önce Macaristan'dan Almanya'ya, sonra da Almanya'dan İngiltere'ye nakledilen, iki kez sürgün Mannheim, bilginin tarihsel olarak konumlandırıldığını savunu­ yordu. İddiası herkesi kapsayacak şekilde ortaya atılmıştı, ama aslında en aşikar biçimde kendi konumlarında büyük değişimle­ re ayak uydurmak zorunda kalan sürgünler örneğinde geçerlilik taşıyordu. 2

Sürgünün Kelime Dağarcığı Hemen hemen zorunlu göçü tanımlamak için İbranice te­ rim galut' kullanılırken, "sürgün" [exile] pek çok Avrupa dilinde bulunan eski bir terimdir. 3 İtalyancada Dante'nin sürgünlüğünü 2

3

18

Kari Mannheim, "The Problem of a Soçiology of Knowledge," çeviri Emrys in the Sociology of Knowledge (Londra: Routledge, 1952)1 34-90; Peter Burke, A Social History of Knowledge from Gutenberg to Diderot (Cambridge: Polity Press, 2000); Burke, A Socia! History ofKnowledgefrom the Enryclopedie to Wikipedia (Cambridge: Polity Press, 2012). Yitzhak Baer, Calut (1 936: İ ng. çev., New York: Schocken, 1947) .

ifade etmek için kullandığı terim, esı'lio, 16. yüzyıl tarihçisi Fran­ cesco Guicciardini'nin sürgün edilen kişiyi ifade etmek üzere kullandığı terim ise esule'dir. Ariosto kaçan biri anlamında pr6fugo terimini kullanırken, Machiavelli daha yansız bir terim olan fu­ oruscito'yu, yani bir yerden giden, ayrılan birini kullanır. İspan­ ya'da exilio terimi ancak 20. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştı. İspanyolca destierro terimi, "köklerinden koparma/sürgün etme", birinin anavatanını kaybetmesi manasında son derece somut bir anlama sahiptir. Nispeten iyimser bir sürgün olan İspanyol filo­ zof Jose Gaos, iç savaşın ardından Meksika'ya iltica etmişti, yeni uydurulan transtierro terimini tercih ederek "Meksika'da kökleri­ mi yitirmedim, daha ziyade . . . yeniden kök saldım" (no me sentia en Mexico desterrado, sino . . . transterrado) diyordu. Ne var ki Adolfo Sinchez Vazquez bu hususta Gaos'a şiddetle karşı çıkıyordu.4 Gaos bu yeni çevresinde istisnai bir biçimde şanslıydı bel­ ki, ama yine de Kübalı sosyolog Fernando Ortiz'in o sıralarda (1940'1ar) antropologların kullandığı "kültürlenme" teriminin yerine türettiği·'�'kültürlerarasılaşma" (transculturaciıin) fikri gibi kavrayışı değerliydi. 5 Kültürlenme ya da asimilasyon gibi "tek taraflı kavramlar"ın aksine transculturaciıin ve transtierro, ilerideki sayfalarda pek çok örneğin göstereceği gibi karşılaşma sırasında iki tarafın da değişime uğradığını ima eder.6

4

Jose Gaos, "La adaptacion de un espafiol a la sociedad hispanoameri­ cana," Revista de Occidente 14 (1966): 168-78, 178'de; Adolfo Sinchez Vazquez, Del exilio en Mexico (Meksika City: Grijalbo, 1991), 34 ve muhte­ lif yerlerde. Gaos hakkında bkz. Aurelia Valero Pie, "Metaforas del exilio: Jose Gaosy su experiencia del 'transtierro,"' Revista de Hispanismo Filosofico 18(2013), 71-78, 72-73'te.

5

Fernando Ortiz, Contrapunteo cubano (Havana: Montero, 1940) . Transcul­ turacion sözcüğü kitabın altbaşlığında geçer.

6

Antoon de Baets, "Exile and Acculturation: Refugee Historians Since the Second World War," International History Review 28 (2006) : 31 6-35, 329'da.

19

"Mülteci" [rifugee] terimi hem İngilizce hem de Fransızca­ da ilk kez, az çok uygun bir tarihte, Nantes Fermanı'nın feshini takiben Protestanların Fransa'dan kovulduğu 1685 yılında kay­ dedilmiştir. Bu yeni sözcüğün örnekleri arasında kendisi de bir mülteci olan Charles Ancillon'un 1690'da Berlin'de yayımladığı Histoire de l'etablissement des François rifugies dans . . . Brandenbourg ve aynı yıl Hollanda'da isimsiz olarak yayımlanan Avis important aux rifugies sur leur prochain retour en France vardır. Almanca Flücht/ing, yani kaçan kişi anlamındaki terim d� 17. yüzyıla tarihlenir, ara­ nan ya da kovuşturmaya uğrayan kişi ·anlamındaki Vetfolgte ise daha yakın tarihlidir. "Yersiz yurtsuz insanlar" tabiri, 1936'da Londra'da List of Displaced German Scholar başlıklı bir yayın ol­ masına rağmen ilk kez İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru kayıtlara geçen nispeten ye.ni bir ifadedir.7 Gönüllü göçmen anlamında "expatriate"* terimi, İngilizcede 19. yüzyılın başlarında kullanılmaya başlar. Zaman zaman göç­ menlerin, memleketlerinden "itilmek"ten ziyade yeni bir ülkeye "çekildik"lerinden söz edilir. Bu mekanik dil, mültecilerin zo­ runda kaldıkları tercihlerini gölgeler, hatta bu tercihlerin hem zor hem de kısıtlı olduğu durumlarda bile. Başka bir deyişle gö­ nüllü ve zorunlu göç arasındaki ayrım her zaman berrak değildir,

7

İ ngilizce terimler için bkz. the Oxford English DictionalJ' (2 . Basım., Ox­ ford: Oxford University Press, 1993); Fransızca için, Henri Basnage, Dic­ tionnaire, akt. David van der Linden, Experiencing Exile: Huguenot Rejugees in the Dutch Republic, 1680-1700 (Farnham: Ashgate, 201 5), 1 1 . Kitapta expatriate terimini, dilimizde taII). bir karşılığı olmadığından göçmen diye karşıladık. Gurbetçi de denebilirdi belki, ama o zaman da hem bu kelimenin duygu yükü expatriate terimine fazla gelir hem de terimin Burke tarafından kullanıldığı geniş bağlam daraltılmış olurdu. Yine Burke'ün zorunluluk ve gönüllülüğün sınırlarının her zaman açık olmadığı tespitinden hareketle gönüllü göçmen demeyi de uygun bul­ madık. Bunların yerine daha yansız ve Burke'ün kullandığı bağlama uy­ duğunu düşündüğümüz göçmen terimini yeğledik -çn.

20

bir tür farkından ziyade bir derece farkı söz konusudur.9 İleride tartışacağımız örneklerden bazılarına bakarsak, 1930'larda Tür­ kiye'deki bazı Alman Yahudi bilim insanları ile Meksika'daki bazı İspanyol Cumhuriyetçisi akademisyenler hem sürgün (çün­ kü neredeyse memleketlerini terk etmeye zorlanmışlardı) hem de göçmen (çünkü başka bir yere davet edilmişlerdi) olarak tanım­ lanabilirler. Yine 1970'lerde bazı Latin Amerikalı entelektüeller ne memleketlerinden sürülmelerine ne de ciddi tehlike içinde bulunmalarına rağmen demokratik olmayan rejimleri reddettik­ leri için ülkelerini terk etmişlerdi. Şüpheli durumlarda, sürgün ve göçmenleri birlikte ele alırken de kullanacağımız, yansız "göç­ men" ya da imigri terimini kullanacağım.

Kişisel Sorunlar Kişilerin bakış açısından "mülteci" ya da "sürgün" tabirleri kimi zaman kabul edilmesi· güç sıfatlardır. Şilili yazar Ariel Dorf­ man "mülteci".,terimini reddedip kendisini bir "sürgün" olarak anıyordu. Aynı şekilde Alman filozof Hannah Arendt de 1943'te '"Mülteci' olarak anılmaktan hoşlanmıyoruz. Birbirimize 'yeni gelenler' ya da 'göçmenler' diyoruz", diyordu. Benzer bir biçimde . 1930'larda Almanya'dan Birleşik Devletler'e göçen öncü siyaset bilimcilerden John Herz de (aslen Hans Hermann Herz) sürgün yerine kendi "göç"ünden bahsediyordu. 10 9

Jan Lucassen ve Leo Lucassen (der.), Migration, Migration History, History: Old Paradignıs and New Perspectives (Bern: Peter Lang,1 997), 1 1 .

10

Hannah Arendt, " W e Refugees," Ron H. Feldman (der.), The ]ew a s Pa­ riah: Hannah Arendt (New York: Grove Press, 1978), 55-66, at 55; Ariel Dorfman akt. Mario Sznajder ve Luis Roniger, The Politics ofExile in Latin A.merica (Cambridge: Cambridge University Press, 2009), 28. Herz hak­ kında, Peter Stirk, "International Law, Emigres and the Foundation of International Relations," Felix Rösch (der.), Emigre Scholars and the Genesis of International Relations (Basingstoke: Palgrave Macmillan, 2014), 61-80, 75'te.

21

Bazıları bu tabirlerin hiçbirini kabul etmedi. Göç ettikleri ülkelere varışlarından sonra bir süre inkar durumunda kalıp ken­ dilerinin sadece geçici olarak memleketlerinden uzaklaştıkları­ nı düşündüler. Rusyalı mültecilerin kızı ve kendisi de 1933'ten sonra Almanya'yı terk eden bir mülteci olan sosyolog Nina Ru­ binstein, bu başlangıçtaki inkar ya da kabullenememe safhasının yersiz yurtsuzlaşma tarihinin tekrarlayan bir aşaması olduğunu belirtiyordu. İnkar, 1680'lerde, Papaz Pierre Jurieu gibi Fransa'yı terk eden ama kısa zamanda geti dönmeyi uman Huguenotlar­ dan bazılarının durumunda gayet açıktı. Yine 1935'te, yani Bri­ tanya'ya gelişinden iki yıl sonra sanat tarihçisi Nikolaus Pevsner, "kendisini bir göçmen ya da bir mülteci olarak [görmediğini]" belirtiyordu.1 1 İnkar, sürgünler hakkında anlatılacak nice hikayelerden bir tanesidir sadece. Başka pek çok hikaye daha var, onların pek çoğu bu kitabın adının gönderme yaptığı kayba dairdir. Mem­ leketinden [homeland] "ev sahibi ülke" [hostland] diye tabir edebi­ leceğimiz bir yere nakledilmek, yersiz yurtsuzlaşma travmasını ve yarıda kalan bir meslek yaşamını; güvensizlik, tecrit hissi ve memleket hasretini, bunların yanı sıra işsizlik, fakirlik, yabancı dil sorunlarını ve diğer sürgünler ve yerli halkla yaşanan çatışma­ lar gibi (zira göçmen korkusu ya da nefreti yeni bir şey değildir) pratik sorunları içerir.12 Yahudi bilim insanlarının 1930'lardaki 11

İ nkar hakkında, Nina Rubinstein, Diefranzösische Emigration nach 1789: Ein Beitrag zur Sozjo!ogie derpolitischen Emigration (Graz: Nausnerand Nausner, 2000), 93, 176. Krş .. Rubinstein'la mülakat 1 987, akt. David Kettler, Colin Loader ve Völker Meja, Kari Mannheimand the Legary ofMax Weber (Alder­ shot: Ashgate, 2008), 148-49. Jurieu ve Huguenotlar hakkında, Elisabeth Labrousse, Pierre Bqyle, 1. Cilt (2 cilt., The Hague: Nijhoff, 1 963-64), 203, 209. Pevsner hakkında, Susie Harries, Niko!aus Pevsner: The Life (Londra: Chatto ve Windus, 2011), 1 90.

12

Michel S. Laguerre, "The Transglobal Network Nation: Diyaspora, Homeland and Hostland," Eliezer Ben-Rafael ve Yitzhak Sternberg (der.), Transnationa!ism: Dfyasporas and the Advent ofa New (Dis) Order (Leiden: Brill,

22

"Büyük Göç"üne katılan . bazı kişilerin (mesela Karl Mannhe­ im, Victor Ehrenberg ve Eugen Taubler, 5. bölümde tartışılıyor) hatırlattığı gibi, göçün ardından gelen mesleki statü kaybı da unutulmamalıdır. Sürgünlüğün şoku aynı zamanda bireyin önceki kimliğinin kaybını da içerir. Hiç şüphesiz mülteci sanat tarihçisi Kate Ste­ initz'in mahlasını "Annette C. Nobody" olarak seçmesi gayet manidardı. Yeni bir kimlik inşa etme mücadelesi genelde bir isim değişikliğiyle simgelenmiştir. Nitekim Avusturyalı eleştirmen ve gazeteci Otto Karpfen, Brezilya'daki yeni hayatında Otto Maria Carpeaux olurken, Leh sosyolog Stanislas Andrzejewski, İngi­ lizlerin ismini telaffuz ederken zorlandıklarını fark edince onu Stanislav Andreski olarak değiştirmişti.13 Uzun lafın kısası pek çok kişi için sürgün, travmatik bir de­ neyimdi, kimi zaman yazar Stefan Zweig ve bir meslektaşı tara­ fından "son derece parlak" bir zihin olarak anılan filozof-bilim tarihçisi Edgar Zilsel ör�eklerinde olduğu gibi kişileri intihara sürüklemiştir:':Bu iki kişi de Nazi Almanyası, ülkelerini işgal ettikleri 1938'de çareyi kaçmakta bulan Avusturya Yahudisi'y­ di. Zweig'ın son durağı Brezilya iken, Zilsel Birleşik Devletler'e gitmişti. Zweig'ı herkes tanır, ancak Zilsel neredeyse unutulup gitmiştir. Zilsel, Rockefeller araştırma bursu ve Kaliforniya'daki Mills College'ta bir öğretim görevi kazanmıştı, ama 1944'te aşırı dozda uyku hapı alarak intihar etti. Bu öncü bilim insanının.ya­ rıda kesilen bilimin tarihsel sosyolojisindeki kariyeri, "başarısız bilgi aktarımının trajik bir örneği" olarak anılmıştır.14 Zilsel inti-

13

2009), 1 95-210. Almanca Gastland terimi, misafir ülke anlamında, daha eskidir: Rubinstein, Diefranzösische Emigration, 92 (1933'te yazıldı). Andreski'nin bunu 1 960'larda, Sussex Ü niversitesi'ni ziyareti sırasında söylediğini duydum .

14

Friedrich K. Stadler, "Transfer and Transformation of Logical Empiri­ cism," Gary L. Hardcastle ve Alan W. Richardson (der.), Logical Empir-

23

hara kalkışan tek sürgün entelektüel değildi. Romans dilleri filo­ loğu Wilhelm Friedmann, ortaçağ tarihçisi Theodor Mommsen, İspanyol tarihçi Ram6n Iglesia, Alman tarihçi Hedwig Hintze ve Alman sanat tarihçisi Aenne Liebreich gibi (son ikisi, Walter Benjamin gibi kaçışları engellenince kendilerini öldürdüler) baş­ kaları da vardı. Yeni bir dili akıcı bir biçimde konuşmak, özellikle erken 20. yüzyıl sürgünleri açısından büyük bir sorundu. Bu bakımdan er­ ken modern dönem sürgünlerinin çoğunun durumu daha kolaydı, çünkü Latince, Respublica litararum [Edebiyat Cumhuriyeti] çağının bilimsel linguafranca'sıydı, Fransızca ise Avrupa'nın pek çok yerin­ de konuşulup anlaşılıyordu. Bir kişinin anadilini memleketinin dışında kullanma imkanını yitirmesi, muhtemelen en şiddetli bir biçimiyle Zweig gibi yaratıcı yazarların hissettiği bir şeydi. Macar romancı Sandor Marai'ye, 1930'lu ve 1940'lı yılarda Macaristan'ın en başarılı yazarına bakalım mesela. Yeni komünist rejime mu­ halif olan Marai, 1948'de ülkeyi terk etmişti. Rejim bu hareketin karşısında onun bütün kitaplarını Macaristan'da yasakladı. Kendi ülkesinin dışında kitaplarının dolaşımında bir sıkıntı yoktu, ancak nispeten az sayıda Macarca bilen kişilerce okunuyordu sadece. İn­ tiharına kadar geçen sürgündeki kırk yılda, Marai'nin pek bir şey yazmamış olması pek tuhaf olmasa gerek. Akademik sürgünler, daha az düzeyde de olsa böyle acılar çekmişti. Avusturyalı sanat tarihçisi Hans Tietze, bu sorunun kanlı canlı bir örneğiydi. Sürgüne gittiğinde elli beş yaşında olan Tietze, "yeni dilini bütün incelikli nüans ve çekimlerin akıp git­ tiği mecburi bir süzgeç kullanmaya" benzetiyordu. Başka biri ise İtalyan edebiyat bilimcisi Leonardo Olschki'ydi. 1939'da Birleşik icism in North America (Minneapolis: University of Minnesota Press, 2003), 216-33, 222'de. Krş. Diederick Raven ve Wolfgang Kralın, "Ed­ gar Zilsel: His Life and Work," Zilsel, The SociaJ Origins of Modern Science (Dordrecht: Kluwer, 2000), xix-lix.

24

Devletler'e sığınan Olschki, kendine özgü kara mizahıyla, sür­ gün arkadaşlarından oluşan çevresinde konuşulan İngilizceye "Desperanto"* dediklerini yazıyordu.16 Başka bir tanık da Alman sanat tarihçisi Erwin Panofsky'ydi. Memleketinden uzakta yaşayan bir bilim insanı, "Kendini gerçek bir açmazda buluyor. Onun için biçimsel formülasyon, iletmeye çalıştığı anlamın içkin bir parçasıdır. Dolayısıyla kendisininkinden başka bir dilde yazdığı zaman garip sözcükler, ritimler ve yapılarla okurun kulaklarını tırmalıyor; metni çevrildiğinde, okuruna bir peruk ve sahte bir burun takarak sesleniyor", diyordu (bu pasaja bakılırsa, bizzat Panofsky, İngilizce yazarak bu açmazdan kurtul­ maya çalışıyordu, ama meslektaşlarından bazıları bunu hiç yapma­ dı). Sürgün sanat tarihçisi Nikolaus Pevsner'in Paul Frankl'ın kla­ sikleşmiş gotik incelemesini değerlendirdiği yazısında dediği gibi nihayetinde "anlam aktarımda kaybolmuş"tu.17 İngiltere'de göçmen olarak yaşayan, ama yazılarında anadili Almancayı kullgınmaya devam eden W. G. Sebald, romanlarında hayatta kalma ·V.e ölüm, adaptasyon ve adaptasyonu ret hakkında pek çok hikaye yarattı, GôÇmenler'deki (Die Ausgewanderten, 1992) gerçekçi bir biçimde işlenmiş dört hayat hikayesi de böyleydi. Bu Umutsuz, çaresiz vb. anlamlara gelen "desperate " sözcüğü ile Zamen­ hof'un 1887 yılında, evrensel bir ikinci dil olması amacıyla tasarladığı yapay dil olan "Esperanto" sözcüklerine atıfla yapılan bir kelime oyunu -çn. 16

Leonardo Olschki'den Kari Vossler'e, 9 Şubat, 1947, akt. Hans Helmut Christmann ve Frank-Rutger Hausmann (der.), Deutsche und österreichische Romanisten als Veifolgte des National Sozjalismus (Tübingen: Stauffenburg, 1 989), 255.

17

Colin Eisler, "Kunstgeschichte American Style: A Study in Migration," Donald Fleming ve Bernard Bailyn (der.), The Intellectual Migration: E11rope and America, 1930-1960 (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1 968), 544-629, 578'de; Erwin Panofsky, Abraham Flexner'e mektup, 1938, akt. Karen Michels, Transplantierte Wissenschaft: Der Wandel einer Disziplin als Folge der Emigration deutschsprachiger Kıınsthistoriker in die USA (Bedin: Akademie Verlag, 1 999), 1 1 9; Pevsner akt. a.g.e., 1 23.

25

hikayeler, Theodor Adorno'nun her zamanki dogmatik üslubuy­ la, Birleşik Devletler'deki sürgününden dönüşünde sarf ettiği, "Ülkesinden uzaktaki her entelektüel istinasız hasarlıdır (beschli­ digt)" sözüyle kast ettiği şeyi, örneklendiriyordu.1 8 Sürgünler hem düşünsel hem de duygusal olarak yerlerinden sökülmüştür. 16. yüzyıldan bir örnek için Paris'ten Cenevre'ye kaçan bil­ gin-matbaacı Henri Estienne'e bakabiliriz. Estienne damadı alim Isaac Casaubon'a göre, "Ne evine dönebiliyor ne de başka bir yerde kendisine uygun bir yer .�ulabiliyordu." Bu, okurlara, Avusturyalı yazar Stefan Zweig'ın kendisini "her ülkede yurt­ suz" saymasını ya da eleştirmen Edward Said'in her yerde "yersiz yurtsuz" hissetmesini hatırlatabilir.19 Sürgünlerin güvensizliği söz konusu olduğunda, Bela Kun'un Sovyet tarzı rejiminin Am.iral Horthy tarafından yerinden edilip Beyaz Terör'ün başladığı 1919'da ülkelerinden kaçan, ikisi de Ya­ hudi olan iki Macarın örneklerine bakabiliriz. Viyana'da yaşayan filozof eleştirmen Georg Lukacs kendisini kaçırıp Macaristan'a geri götürmeleri ihtimaline karşı yanında bir tabanca taşıyordu. 1933'te Berlin'de yaşayan fizikçi Le6 Szilard her an kaçmaya hazır olabilmek için en önemli eşyalarını iki bavulda hazır tutuyordu. 20 Göçmenler de zaman zaman ciddi sorunlarla karşılaşırlar. Onlar da genelde istedikleri zaman memleketlerine dönebilmele­ rine rağmen nostaljiden mustariptirler. Malinowski'nin ölümün18

Theodor Adorno, Minima Moralia (Frankfurt: Suhrkampf, 1 951), 1 3 .

19

Casaubon akt. John P. Considine, Dictionaries in Earfy Modern Europe (Cam­ bridge: Cambridge University Press, 2008), 98; Zweig akt. George Proch­ . nik, The Impossible Exile: Stefan Zweig at the End ef the World (New York: Other Press, 2014), 40; Edward W. Said, Out ef Place: A Memoir (Londra: Granta, 2000) .

20

Lee Congdon, Exile and Social Thought: Hungarian Intellectuals in Germal!J andAustria, 1919- 1933 (Princeton: Princeton University Press,1991); Leo Szilard, "Reminiscences," Fleming ve Bailyn, The Intellectual Migration, 94-1 5 1 , 95'te.

26

den sonra yayımlanan günlüklerine bakılırsa, antropologlar da arada bir, kendilerinkinden çok farklı alışkanlıkları olan insanlar arasında saha çalışması yaparken bir tecrit edilmişlik hissi yaşar­ lar. Yine göçmenler, hatta buna muktedir olanlar bile, seçtikleri ülkelerde kariyer yapmakta zorlanabilirler. Brezilya ve Latin Amerika çalışmalarının önde gelen isimle­ rinden Rüdiger Bilden'a bakalım. Bilden yirmi bir yaşında bir genç olarak Birleşik Devletler'e göç etmeye karar vermiş bir Almandı ve oraya I. Dünya Savaşı'nın başlamasından hemen önce varmıştı. Bil­ den'ın önünde parlak bir geleceği olduğunu düşünen Franz Boas çapındaki akademisyenlerin bulunduğu Columbia Üniversitesi'nde eğitim gördü. Bilden hiçbir zaman kalıcı bir akademik mevki elde edemedi; kafası fikirlerle dolu olmasına rağmen pek yayım yapma­ dı. Bir bakıma kendi mükemmeliyetçiliğinin kurbanıydı, doktora tezini asla bitiremedi, ama aynı zamanda yanlış zamanda yanlış yerde bulunma, iki dünya savaşı ve Büyük Buhran sırasında Bir­ leşik Devletler'.de bir Alman olma talihsizliğiydi onunkisi. Sessiz sedasız ve·yokiuk içinde öldü, oysa genç arkadaşı Gilberto Freyre, Bilden'ın yıllar önce ileri sürdüğü fikirleri geliştirerek ünlendi.21 Sürgün ve göçmenlerin tarihinde, genel olarak tarihte olduğu gibi, kazananlar kadar kaybedenler de vardır. 22 Başarılı bireylerin dahi sürgün olarak yaşadıkları günde­ lik sorunları unutmak zorken kaybedenlerin hikayeleri bir kez duyulduğunda kolay kolay hafızalardan silinmez. İngiltere'ye gelişinden kısa süre sonra Pevsner karısına, "Bu sularda yüz­ mek kolaylaşacağa benzemiyor. Her cümle, her ders, her ki21

Maria Lucia G. Pallares-Burke, O triunfo do jracasso: Rudiger Bilden, oamigo esquecido de Gilberto Frryre (Sao Paulo: UNESP, 2012).

22

Catherine Epstein, "Schicksalsgeschichte: Refugee Historians in the United States," Hartmut Lchmann ve James Sheehan (der.), An Interrupted Pas!: German-Speaking Refugee Historians in the United States ajter 1933 (Wash­ ington, DC: German Historical Institute, 1991), 1 1 6-35 .

27

tap, her sohbet evdekinden tamamen farklı bir anlama geliyor burada", diye yazmıştı. 23 Bazı göçmenlerin, bir ev sahibi ülke­ den bir başkasına ya da birden fazlasına göç etmesi, bir yere yerleşmenin o kadar da kolay bir iş olmadığını gösterir. "Yeni nişler, yaşam mücadelesinde yeni beklentileri haizdir."24 Yurt­ dışında başarılı olmanız için genelde kendinizi yeniden keş­ fetmeniz, yeni bir alana girmeniz ya da yeni bir disiplinde ustalaşmanız gerekir.

Umut lşığı Bu kitap sürgünlüğün olumlu sonuçlarından bazılarına, kara bulutların arasından görünen ışığa odaklanıyor ve onu, Fele­ menk antropolog Anton Blok'un tabiriyle "talihsizliğin nimet­ leri"nden biri olarak değerlendiriyor. Blok'a göre yenilikçi olarak ünlenen kişiler, genelde hem yaşamları hem de meslek yaşamla­ rında sıradışı zorluklarla, yaratıcı bir biçimde üstesinden geldik­ leri sınavlarla karşılaşırlar. 25 Ancak her şeyi iyiye yormak gibi bir niyetim yok. Bu incelemenin ana teması, sürgün ve göçmenlerin bilginin yaratılması ve yayılması sürecine kendilerine özgü kat­ kıları, ister istemez olumlu niteliklerini öne çıkaran katkılarıdır. Yine de kayıplar hiçbir zaman hesaplanamayacak olsa bile, yarıda kesilen meslek yaşamlarını, yazılamayan kitapları ve birileri bir yerlere sürülmeseydi bilgiye ne gibi katkıları olabileceğini atla­ mamak gerek. Ancak çoğu zaman kazanımlar bile "ölçülemez", zira Britanya ve Birleşik Devletler'e sığınan 1930'ların Alman 23

Akt. Stephen Games, Pevsner: The Ear(y Life (Londra: Continuum,2010), 202

24 Paul K. Hoch ve Jennifer Platt, "Migration and the Denationalization of Science," Elizabeth Crawford vd. (der.), Denationalizjng Science (Dordrecht and Baston: Kluwer, 1993), 133-52, at 143. 25

28

Anton Blok, The Blessings ofAdversity (Cambridge: Polity Press, 2016).

tarihçilerin "esas tesirleri"ni yayınlarından ziyade derslerinde ve yüz yüze ilişkilerinde gösterdikleri söylenmiştir. 26 Nice sürgün, kendisi de bir sürgün olan avukat Franz Neu­ mann'ın 1950'lerde belirttiği üç stratejiden birini izleyerek, bir ölçüde kök salabilmişti. Bunlar, ev sahibi ülkenin kültürü tara­ fından asimile edilmek, ona direnmek ya da üçünden en verim­ lisi olan iki kültürün öğelerini bütünleştirme ya da senteztir. 27 Sürgünlerin ikinci stratejisi direnmeydi, başka bir deyişle kendi­ ni tecrit etme, yakındaki sürgün eş dostla birlikte yaşama, eski topluluğunu yabancı topraklarda yeniden inşa etme, kendi okul­ larına gitme, kendi gazetelerini okuma, kendi kiliselerine, sina­ goglarına ya da camilerine gitmeydi. Bu şekilde kendi sosyallik biçimleri olan Küçük İtalya, Almanya ya da Rusya kurulabilmiş­ ti. Nina Rubinstein'ın Fransız Devrimi'nin mültecilerine ilişkin tezi, mültecilerin göç ettikleri ülkelerin kültürlerine uyarlanma yerine bir arada kalma arzularını vurgular.28 Neumann'ın belirt­ tiği gibi, bir tür orta yolu tutmak da mümkündü. Bu kitap, bilgi _ tarihine katkılaJ:"ın, kendilerini bilhassa bu iki uç arasında bir yere konumlandıran bilim insanlarından geldiğini öne sürmektedir. Sürgünlük deneyimi kuşaktan kuşağa da farklılık göstermek­ teydi. Yetişkin göçmenlerin ilk kuşağı için genelde yeni kültüre adaptasyon zordu. Genç kuşaklar için asimilasyon daha kolay­ dı, bunun sonucunda da roller değişiyor, evlatlar ebeveynlerinin "koruyucu ve bakıcı"sı oluyordu - tıpkı 1 938'de ailesiyle birlikte Londra'ya göçen yayıncı George Weidenfeld gibi.29 Üçüncü ku­ şak, yani torunlara gelince, kendilerinin hiç de sürgün oldukları26

Epstein, "Schicksalsgeschichte," 1 35.

27

Franz Neumann, "The Social Sciences," Neumann (der.), The Culturcıl Mi­ gration: The European Scholar in America (Philadelphia: University of Penn­ sylvania Press, 1953), 4-26.

28

Rubinstein, Diefranzösische Emigration.

29

George Weidenfeld, Remembering lı'[y Good Friends (Londra: HarperCol­ lins, 1 994), 94.

29

nı düşünmüyor olabilirlerdi, ama halen az çok yabancı bir ailede yetişmiş olmanın izini taşıyorlardı. Bu üç kuşağa mensup birey­ lerin hepsi de bilginin hareketi ve yaratılmasında önemli bir rol oynamıştır. Sürgünlerin fikirlerinin ev sahibi ülkelerdeki alımlanması da göçülen ülkedeki kuşaklara göre farklılık göstermiştir. Yeni gelenlerin paylaşmak zorunda kaldıkları en önemli husus bilgi değil, yerleştikleri ülkede hakim olandan farklı bir düşünme biçi­ mi, bir zihniyet ya da habitustu. Bu yüzden mülteciler göçtükleri ülkelerde kendi kuşaklarının üyeleri ya da eski nesil tarafından her zaman iyi anlaşılmamış ya da takdir edilmemişlerdi. Öte yan­ dan sonraki kuşak, sürgünlerin eğittiği öğrenciler dahil, genelde onların fikirlerine daha açıklardı. Pek çoğu bunu görecek kadar yaşamasa da sürgünlerin gelişi uzun vadede ev sahibi ülkede bir fark yaratmıştı.

Odak Bu kitap 500 yıllık bir dönemde ya da daha kesin bir biçim­ de söylenirse Osmanlıların Konstantinopolis'i ele geçiı:dikleri 1453'ten Arjantin'de bir askeri rejimin kurulduğu 1976 senesine uzanan bir zaman diliminde, Avrupa ve Amerika özelinde bilgi tarihindeki seçilmiş vaka incelemelerini sunuyor. Sonraki sayfa­ lar, "Nasılını bilmek"in [know-how] ve "yetenek göçü"nün öne­ mine rağmen akademisyen ve bilim insanlarına, onların "ilim topluluğu" ve "bilim cumhuriyeti"ne katkılarına yoğunlaşıyor. Akademik dünya içerisinde doğa bilimlerine dair nispeten pek az şey söyleyeceğim, ancak karşılaştırma amacıyla düzenli aralıklarla çeşitli bilim dallarına kısa kısa değineceğim. Benim açımdan bu eksiklik kısmen, Katolik Kilisesi'nin kullandığı ya da eskiden kullandığı tabirle, "yenilmez cahillik"ten kaynaklanı­ yor. Ne olursa olsun, bilim insanları, ülkelerinin dışında yaşarken ·

30

yeni bitkiler keşfetse ya da yabancı meslektaşlarıyla tartışa tartışa yeni hipotezler geliştirseler bile, bilgi üretimleri yaşadıkları yere insan bilimlerine mensup kişilere nazaran daha az bağlıdır. Beşe­ ri ve sosyal bilimlerde ise yer değiştirmenin bilgi üretimine etkisi daha büyüktür. Bu etkileri tartışırken kimi zaman kendi mesle­ ğimden aldığım örneklere öncelik vereceğim ki bu da İsrail Ta­ rih Cemiyeti'ne sunduğum konuşmalardan çıkan bir incelemeye gayet uygun olsa gerek. Bu kitap bilginin üretimi kadar yayılmamasıyla da ilgilendi­ ğinden, sonraki sayfalarda sık sık belirecek çevirmen, matbaacı, gazeteci ve yayıncılara, dahası İstanbul Üniversitesi'ndeki Walter Gottschalk'tan East Anglia Üniversitesi'ndeki Willi Gutsmann'a kadar bazı kütüphanecilere özel bir yer verilecektir. Aslında, sözgelimi, erken modern Avrupa'daki bazı matbaacı-yayıncılar, özellikle de Prosper Marchand ve Jean-Fredfoc Bernard gibi sürgünler, belli türden bilgilerin yayılması işinin kendi görevleri olduğunu düşünüyorlardı; 1'9 20'lerde Berlin'deki Rus yayıncılar ya da 1940'larda--Meksiko City ve Buenos Aires'deki İspanyol ya­ yıncılar için de aynısı söylenebilir. Konuyu birazcık daha daraltmak için gezginler, öğrenciler ve diplomatlar burada tartışılacak göçmenler arasında yer almayacaklar, zira onlar yurtdışında nispeten kısa bir dönemliğine yaşama eğilimdeydiler. Aynı şekilde egemen siyasi ya da dini sisteme muhalif olup ülkelerinin dışındaymışçasına ülkelerinde yaşamaya çalışan içerideki sürgünler de konu dışı bırakılacak. Erken modern dönem, kendi bulundukları bölgelerin resmi di­ nini kabul etmeseler dahi başlarını eğip yaşamaya devam eden insanlarla doludur - Hıristiyan ülkelerdeki Yahudiler, Protestan ülkelerdeki Katolikler (veya tam tersi) ve üyeleri arasında muh­ temelen Christophe Plantin, coğrafyacı Abraham Ortelius ve Kutsal Kitap uzmanı Benito Arias Montano'nun yer aldığı Sevgi

31

Ailesi gibi görüşleri her yerde aykırı bulunan gruplar. 20. yüz­ yılda Bitler Almanyası'nda hayatta kalan ve aykırı düşüncelerini günlüğüne saklayan Yahudi dilbilimci Victor Klemperer'den in­ san hakları için mücadele veren ve Moskova'dan Gorki'ye sürül­ mesi anlamında iç sürgünlük yaşayan nükleer fizikçi Rus Andrey Saharov'a kadar pek çok siyasi muhalif vardı. _ Sürgün ve göçmen romancı ve şairler de mesela Camöes ve Cervantes, Conrad ve Mickiewicz, Joyce ve Nabokov, bu incele­ menin dışında bırakılacaktır, çünkü ?ir yerde durmak gerek ve nasıl desem, bu kitabın ele aldığı konu zaten epey geniş. Sürgün­ deki yaratıcı yazarlar hakkında bu kitabınkiyle aynı ölçekte bir inceleme yazmak zor olmayacaktır. Mesela Henry James'in hem Britanya'yı hem de Birleşik Devletler'i belli bir mesafelilikle göz­ lemlemesi, bu kitabın ana temalarından birine çok iyi uyuyor.30 Keza Almanya'da doğup İngiltere'de büyüyen, onlarca yıl hem Hindistan'da hem de Birleşik Devletler'de yaşayan Ruth Prawer Jhabvala'nın romanları da yabancı birinin bakış açısını canlı bi­ çimde sunar. Keskin gözünü kendi ikilemine de yönelten Jhab­ vala, 1979'da halka açık bir toplantıda, "Burada huzurunuzda, yazacak hiçbir dayanağı olmayan bir yazar olarak bulunuyorum: gerçekten de hiçbir şey hissetmeyinceye, hiçbir şey olmayana dek ülkeden ülkeye kültürden kültüre savruldum. Şans bu ya, bunu sevdim de", diyordu. Başka zamanlarda da bu temaya geri döndü. "Bir kez mülteci iseniz, her zaman mültecisinizdir. Bulunduğum yerlerde kendimi rahat hissetmediğimi hiç hatırlamıyorum, zira bütün varlığınızı bir yere adamıyorsunuz ya da içinde yaşadığı­ nız toplumla bütünüyle özdeşleşmek istemiyorsunuz"31 30

31

32

Sanatlar üstüne Jarrell J. Jackman ve Carla M. Borden (der.), The Muses Flee Hit/ r (Washingt n, DC: Smithsonian Press, 1 983); Daniel Snowman, The Hitler Emigres: The Cultural Impact on Britain efRefugees/rom Nazism (Londra: Chatto and Windus, 2002). İ ki pasaj da anma yazında aktarılmıştır The Independent, 4 Nisan 2013.

e

o

Bu kitap hem sürgün hem de göçmenlerin bilginin yayılması­ nın yanı sıra yaratılmasına da olağanüstü, orantısız katkısını açığa çıkarmaya uğraşacaktır. Bugün Britanya'da yaşayan biri için, sür­ gün ve göçmenlerin ülkenin fikir dünyasına katkılarının farkında olmamak (aralarında bakanların da olduğu bazı insanlar bunu be­ cerseler de) çok zordur. Yine de bu kitap üstünde çalışmaya başla­ yıncaya dek Britanya'da (göçmenlerin ülkesi Birleşik Devletler'de daha da çok) ve dünyanın b�şka yerlerinde bu kadar çok sürgünün bilgiye böylesine katkıda bulunduklarını bilmiyordum.

Yô'ntem Sürgünlerin bilgiye katkılarının ne kadar önemli olduğunu ölçmek için sürgünlerle başka yönleriyle örtüşen sürgün olma­ yanlardan oluşan bir kontrol grubunun başarıları ile sürgünle­ rinkini kıyaslamak gerekecektir ki bu, tarihçelerin karşılaşması neredeyse imkansız koşullardır. Bu nedenle ilerleyen sayfalarda tartışma birkaç)zaka incelemesi etrafında dönecek. Sürgünlerin bilgiye katkıları ile birey ve grupları yaratan durum arasındaki ilişki odağa alınacaktır. Meseleyi tam olarak küresel bir biçimde olmasa da en azın­ dan karşılaştırmalı yaklaşımla ele alacağım. Bu sayede batıda beş yüzyılı aşkın bir dönemde sürgün bilim insanlarının büyük hare­ ketlerine dair bir panoramayı veya bir anlatıyı daha ayrıntılı, umu­ yorum ki daha derinlikli bir biçimde sunulan vaka incelemeleriyle birleştirmeyi amaçlıyorum. Ayrıca benzerlik ve farklılıkları göz önüne sererek tekrar eden süreçleri vurgulamak ile belli bağlamla­ rı öne çıkarmak arasında bir denge tutturmayı planlıyorum. Karşılaştırmalı tarihçiler genelde farklı dönemlerden ziyade farklı mekanlarla ilgilenir. Bununla birlikte bana göre, her döne­ me özgü olan şeyi ortaya çıkarmak için tarihin farklı dönemleri arasında sistemli karşılaştırmalar yapmak da gerekir. Sözgeli-

33

mi erken modern dönem ile geç modern dönem arasındaki en önemli farklar nelerdir? Erken modern dönem tarihçileri ile geç modern dönem tarihçileri arasındaki diyaloğu geliştirmeye yöne­ lik uzun erimli bir çabanın parçası olan bu kitap, iki dönemle de ilgilenmektedir. Mesela göçmenlere ilişkin vaka incelemeleri, 18. yüzyıl Rusyası'nda çalışan Alman bilim insanları ile 1 930'larda Brezilya'da araştırma yapıp dersler veren Fransız entelektüelleri­ nin benzerlik ve farklılıklarını ortaya koyar. Burada 17. yüzyıl Protestan sürg.ünleri ile 20. yüzyıl Yahu­ di sürgünleri arasındaki karşılaştırma teinel karşılaştırma olarak sunulacaktır. İki diyaspora arasındaki paralellik gayet açıktır, üstelik içlerinde Myriam Yardeni'nin de (II. Dünya Savaşı'ndan sonra çocuk yaşta Romanya'dan ayrılmıştı) aralarında bulunduğu bazı İsrailli tarihçilerin geç.dönemleri düşünürken erken dönem hakkında yazmış olmaları tesadüf değildir. Yunan bir göçmenin kızı olan ve uzun süre Londra Huguenot Cemiyeti'nin sekreter­ liğini yapan !rene Scouloudi, geçmiş ile şimdi arasındaki paralel­ likten ilham almıştı. İki diyaspora arasındaki bazı farklılıklar da aynı ölçüde be­ lirgindir: sözgelimi dini göçler çağında ilk vakadaki ruhban sı­ nıfının önemine karşın, ikinci diyasporada, hakim bilgi kültü­ ründe üniversitelerin rolünün hiç olmadığı kadar önemli olduğu -hatta 1930'lardakinden bile daha önemli olduğu- bir zamanda, profesörlerin önemi. Bu ikinci vaka incelemesinde, mülteci bilim insanlarının ev sahibi iki kültür (İngiliz ve Amerikan) üstündeki etkileri ile iki disiplin (sosyoloji ve sanat tarihi) üstündeki etkileri arasında da karşılaştırmalar yapılacaktır: Bu kitapta sunulan analizler Alman eski Roma tarihçilerinin kullandığı ve Britanya'ya imigri tarihçi Lewis Namier'in takdim ettiği bir yönteme, yani kolektif biyografi ya da "prosopografi"ye dayanmaktadır. Bu yaklaşımı, sürgün ya da göçmen bilim insan-

34

larını incelerken kullanmak, "aysberg sorunu" denen temel bir soruna yol açar. Buna göre en iyi belgelenmiş sürgünler, "şöhret­ li göçmenler'', daha geniş bir grubun sadece görünen küçük bir kısmıdır.32 Erken modern dönem söz konusu olduğunda genelde bilginlerin isimlerinden başka pek bir şey bilmiyoruz, gerçi bil­ giye önemli katkılar yapmış olan daha pek çok kişinin isimleri­ nin yitip gitmiş olması da muhtemel. Yalnızca 1930'ların büyük Yahudi diyasporası, yüzde analizi yapabilecek kadar yeterli sa­ yıda bilim insanı hakkında yeterli enformasyonu sağlar. Ancak bu durumda bile, ekte isimleri verilen kadın bilim insanlarından bazıları için önemli ayrıntılar eksiktir, hatta standart başvuru kaynaklarında bile bulunmazlar. Bu boşluklara rağmen kolektif biyografi önemli ayrıntılar sunar, acele genellemeleri bertaraf eder ve aysbergin genelde görünenden daha fazla bir kısmını açığa çıkarır. İkinci derece­ den bilim insanlarının katkılarının ne kadar önemli olduğunu hatırlatıp bizi, sosyolog Robert Merton'ın meşhur "Matta Etkisi" (Yeni Ahit'teki "kimde varsa ona daha fazla verilecek" ifadesine atıfla) tabiriyk,�nlatmak istediği, yani daha az tanınan bilim in­ sanlarının keşif ve fikirlerinin sıklıkla birkaç meşhur bilim insa­ nına atfedilmesi eğilimine yenik düşmekten korur.33 20. yüzyıl mülteci entelektüellerinin bireysel hikayeleri, yazdıkları mektuplar ve tuttukları günlükler sayesinde erken modern meslektaşlarının hikayelerine göre elbette daha iyi bi­ linir. İkincil literatür de çok daha zengindir. Bu nedenle Marc Bloch'un tabiriyle "gerileyeci yöntem"in bir biçimini denemeye çalışıp, akademisyenlerin 1930'lar hakkında sorduğu soruların bazılarını, erken modern dönem, özellikle de 1680'ler hakkında soracak, ama onları daha eski bir zamana uygun bir biçimde ce­ vaplamaya çalışacağım. 32

Laura Permi, Illustrious Immigrants: The Intellectual Migration from Europe, 1930- 4 1 (Şikago: University of Chicago Press, 1968).

33

Robert K. Merton, "The Matthew Effect in Science," Science 1 59 (1968): 56-63.

35

1

ÇEPERDEN BAKIŞ

Bu kitap sürgünlerin bilgi alanındaki özel katkılarıyla ilgile­ niyor. Bu sebeple de başarıların üstüne yerleşerek başarısızlıkları göz ardı eden "zafercilik" riskini göze alıyor. Dolayısıyla daha baştan yabancıların, başta yerel ya da içeriden bilgi eksikliği ol­ mak üzere kısıtlamalarla karşılaştıklarını belirtmek gerek. Aksi­ ne yabancılar kadar yerliler de "bilişsel imtiyazlar"ın keyfini sü­ rerler, ancak onların bilgi tarihine katkıları bu kitabın konusuna dahil değil. Ayrıca "Sürgünde yazılan her tarih çalışması önemli ve yaratıcı değildir . . . göçmenler kendilerine has önyargılara, savunma biçimlerine ve hınç duygusuna sahip olmaya meyilli­ dirler" gözleminde bulunuİmuştur.1 B )l gözlem tarih kadar öteki disiplinler için ·de geçerlidir elbette. Yine de farklı önyargılar ara­ sındaki aleni çatışma yeni içgörülerin doğmasına neden olabilir. Bu incelemenin yazılmasının sebebi, sürgünlerin bilgi ala­ nına yaptıkları muhtelif katkıların listesini çıkarmanın yanı sıra, aynı zamanda bu katkıları ayrıksı kılan şey hakkında sorular sor­ maktır. "Üretim"in yanı sıra "süreç"i de inceleyecek, emzgre1erin bilgi alanına yaptıkları muhtelif katkıların nasıl gerçekleştiğini araştırmayı deneyecektir. 2 Bu soruya tek kelimeyle "yerelcilikten uzaklaşma" [deprovincialization] biçiminde cevap verilebilir. Daha Christhard Hoffmann, "The Contribution of German-speaking Jewish Immigrants to British Historiography," Werner E. Mosse (der.), Second Chance: Two Centuries of German-Speaking]ews in the United Kingdom (Tübin­ gen: Mohr, 1991), 1 53-76, 1 54'te. 2

Mitchell Aslı, "Forced Migration and Scientific Change," Roberto Scaz­ zieri ve Raffaella Simili (der.), The Migration of Ideas (Sagamore Beach, MA: Science History Publications, 2008), 161-78, 162, 166'da.

37

doğru bir deyişle, sürgünler ile ev sahipleri arasındaki karşılaş­ ma, ikili bir "yerelcilikten uzaklaşma" sürecini doğurmuştur. Sürgünler bir kültürden diğerine hareket ederek ufuklarını ge­ nişletmişler, dahası ev sahiplerine farklı bilgilerin yanı sıra daha önemli bir şeyi, alternatif düşünme biçimlerini sunarak onların da ufuklarının genişlemesine yardım etmişlerdir. Kısacası sür­ gün ile daha az ölçüde olmak kaydıyla göçmenlik, bu karşılaşma­ nın iki tarafı için de bir eğitim demekti.

Eğitim Olarak Sürgün Bu kitabın cevaplamaya çalıştığı temel soru, farklı yer ve za­ manlarda sürgün ve göçmenlerin bilgi alanına ayrıksı bir katkı­ da bulunup bulunmadıklarıdır. Bu alt bölüm, bu incelemenin, ilerleyen bölümlerde gerekçelendirilmeye çalışılacak çıkarımları­ nın bir önizlemesini sunuyor ve sürgünlüğün bir eğitim biçimi, bizzat sürgünler için ağır bir eğitim biçimi ve ev sahibi ülkede onlarla temas kuran kişilerden bazıları içinse daha yumuşak bir eğitim biçimi olduğunu ileri sürüyor. Sürgünlüğü bir eğitim -hatta duygusuz denebilecek bir eğitim olarak- sunmak, bu olayların olumsuz yanlarını hafife alır görün­ me tehlikesine kapı aralıyor. Kendilerini tecrit eden göçmenler, Talleyrand'ın 1815'ten sonra Fransa'ya dönen kraliyet ailesi için söylediğine benzer bir biçimde, hiçbir şey unutamadıkları gibi hiçbir şey öğrenemeyebilirler de. Diğer taraftan ev sahipleri çoğu zaman yeni gelenlerden bir şeyler öğrenme fırsatını geri teperler ve sık sık yanlış anlamalar ortaya çıkar. Yine de pek çok durumda bu karşılaşmanın her iki tarafı da değerli bir şey öğrenir. Sürgünler yeni içgörüler, yabancı bir kültürde hayatta kalma mücadelesinin getirdiği bir tür ödül ka­ zanırlar. Göçmenler de yurtdışındaki deneyimlerinden bir şeyler öğrenirler, gerçi onların durumunda öğrenme baskısı o kadar

38

kuvvetli değildir, çünkü bir çıkış stratejileri vardır. Tabiri caizse ceplerinde dönüş biletleri vardır ve er geç evlerine geri döne­ bilecekleri umudunu taşırlar. Ev sahibi ülkenin vatandaşlarına gelince, sürgün bilim insanlarıyla temas kuran öğrenciler genel­ de, 1950'lerde Oxford'da benim de kişisel tecrübelerimle tanıklık edebileceğim gibi, diğer hocalardan öğrenemedikleri bir şeyi öğ­ renirler. Sürgünlerin memleketlerine geri döndükleri durumlar­ da, memleketlerindeki öğrenciler için de aynısı söylenebilir.

Yuvqya Dô'nüş Bu incelemenin büyük bir kısmı sürgün ya da göçmenler ile göç ettikleri ülkelerin kültürü arasındaki etkileşimle ilgilidir, ama aynı zamanda göçmenlerin memleketlerindeki bilgiyi nasıl etki­ ledikleri konusunda da bir şeyler söyleyecektir. "Beyin göçü"nün olumsuz sonuçları gayet aşikar, ancak zaman zaman olumlu sonuç­ ları da olmuştur, hiç değilse bazı sürgünlerin geri döndüğü ya da "yeniden göç f'.tt.ikleri" durumlarda bundan söz edilebilir. İleride göreceğimiz gibi 1945'ten sonra Alnianya'ya geri dönen sürgünler­ den bazıları beraberinde yeni fikir ve yeni yöntemleri getirmişlerdi. Çarpıcı bir "yuvaya dönüş" örneği de ailesi tarafından on sekiz yaşında, beş yıllığına Birleşik Devletler'e okumaya gönderilen Bre­ zilyalı tarihçi ve sosyolog Gilberto Freyre'ninkidir. Oxford baş­ ta olmak üzere İngiltere'de geçirdiği yoğun iki ay onu bir İngiliz olarak doğmuş olması gerektiğine ikna etmişti. Lizbon'u ziyaret ettiğinde orayı "Brezilyalı birinin gözlerinden ziyade bir İngilizin gözünden" görmüştü. 1923'te doğduğu Pernambuco eyaletine geri döndükten sonra Brezilya'yı da benzer bir biçimde gördüğü iddia edilebilir. Freyre'nin en zeki eleştirmenlerinden antropolog Darcy Ribeiro, onu meşhur eden ve kolonyal Brezilya'yı şeker plantasyon­ larının prizmasından değerlendiren kitabı Casa Grande e Senzala'nın (1933) olağanüstü gücünün, yazarın ikili kimliği ("Pernambucalı

39

ve İngiliz") sayesinde hem yerli hem de yabancının bakışı açılarını birleştirmesinde yattığını belirtiyordu.3

Yerelcilikten Uzaklaşma Az evvel bahsettiğimiz eğitim türü belki de bir ufuk geniş­ lemesi ya da yerelcilikten uzaklaşma [deprovincialization] süreci ola­ rak özetlenebilir. Alman teolog Paul Tillich, ancak Birleşik Dev­ letler'de yaşamaya başladığı zaman _"eski bilinçsiz yerelcilik"inin "farkına varmış" olduğunu ve bunun · yavaş yavaş "gerilediğini", böylelikle de Almanya'yı artık teolojik araştırmaların merkezi ola­ rak görmemeye başladığını belirtiyordu. İki antropoloğun yürüt­ tüğü bir topluluk araştırmasına göre, Atany sakinleri "Macaristan dünyanın merkezi, Atany de Macaristan'ın merkezidir" diye nükte ediyorlardı.4 Şaka bir yana yerelciliğin olası tanımlarından biri, ki­ şinin kendi topluluğunun dünyanın merkezi olduğuna inanması­ dır (Amerikalı sosyolog William G. Sumner'a göre etnosentrizm, "şeylerin, kendi grubunun her şeyin merkezi olduğu bir bakış açı­ sından değerlendirilmesi"dir). 5 Tillich'in tanıklığı bu sürece dair elimizdeki yegane kişisel hikaye değildir. Mesela 1934'te Birle­ şik Devletler'e yerleşip Yale'de profesör olan Alman tarihçi Hajo 3

Gilberto Freyre, Ingleses (Rio de Janeiro: Olympio, 1 942), 1 1 5; Darcy Ribeiro, "Gilberto Freyre: Uma introduçao a Casa Grande e Senzala,". Tekrar basımı Freyre, Casa Grande e Senzala: Ediçao cri.tica, der. Guiller­ mo Giucci, Enrique Larreta ve Edson Nery de Fonseca (Nanterre: Allca XX, 2002), 1026-37, 1031'de. Peter Burke ve Maria Lucia Pallares-Burke, Gilberto Frryre: Social Theory in the Tropics (Oxford: Peter Lang, 2008), 2. Bölüm.

4

Paul Tillich, "The Conquest of Theological Provincialism," Franz Neu­ mann (der.), The Cultural Migration: The European Scholar inAmerica (Philadelphia: University of Pennsylvania Press, 1 953), 1 38-56, 138'de; Edit Fel ve Tamas Hofer, Proper Peasants: Traditional Life in a Hungar­ ian Village (Şikago: Aldine, 1969), 17.

5

W. G. Sumner, Folkwq_ys (Boston: Ginn, 1 906), 17.

40

Holborn, "Bir Amerikalıya dönüşmem bütün Alman olan şeylere daha geniş açıdan bakmamı sağladı", diyordu. 6 Benzer bir biçimde 1920'lerde İtalya'da yaşayan Perulu gazete­ ci ve kuramcı Jose Maria Mariategui, yurt dışında geçirdiği yılların ufkunu genişlettiğini belirtiyor ve kendisini "başkalarının sırrını aramak için değil, bilakis kendi sırrını aramak için yabancı bir ül­ keye giden" biri olarak tanımlıyordu. İngiliz yazar G. K. Ches­ terton'ın dediği gibi, "seyahatin amacı, yabancı bir ülkeye ayak basmak değil, dönüp dolaşıp kendi memleketine yabancı bir ülke olarak ayak basmak"tı. 1929-1930 yıllarını Berlin'de geçiren Brezil­ yalı gazeteci (sonradan tarihçi) Sergio Buarque ömrünün sonuna doğru, "Çok uzağa gittiğiniz takdirde kendi memleketinizi bir bü­ tün olarak görmeye başlıyorsunuz'', diyordu.7 Alman tarihçi Ernst Kantorowicz ise, "her dezavantajdaki kalıcı bir avantaj"dı sürgün. 8 Yerelcilikten uzaklaşma, farklı süreçleri kapsayan bir "şem­ siye terim"dir. Bu süreçleri üçe ayırmak yararlı olabilir: Aracılık, mesafelilik ve qıelezleşme.'

Aracılık Karl Mannheim mültecilerin "işlevi" dediği fenomen hakkın­ da yazarken, mültecilerin memleketlerinin kültürü ile göçtükleri ülkelerin kültürü arasındaki aracılık imkanlarını vurgular.9 Aracı6

Akt. Otto P. Pflanze, "The Americanization of Hajo Holborn," Leh­ mann ve Sheehan, An Interrupted Pas!, 170-79, 176'ta.

7

Sznajder ve Roniger, The Po/itics ofExile, 288; G. K. Chesterton, Tremendous Trifles (Londra: Methuen, 1 909), 204; Richard Graham, "An Interview with Sergio Buarque de Holanda," Hispanic American Historical Review 62 (1 982): 3-18, S'te.

8

Kantorowicz'ten Bernard Flexner'e, 1941 , akt. Karen ]. Greenberg,"Ref­ ugee Historians and American Academe," Lehmann ve Sheehan, An In­ tmupted Pas!, 94-101, 98'te.

9

Kari Mannheim, "The Function of the Refugee," New English Weekly, 19 Nisan, 1945.

41

lık faaliyeti yaymayı da kapsar; bu sebeple de bir dizi matbaacı ve yayıncı bu incelemede boy gösterecektir. Yayma girişimleri bariz dilsel engellere takılır. Yine de sürgünlerin anadilleri yeni yuva' larında bir ayak bağı olduğu kadar kimi zaman da değerli bir mal varlığıdır. Bir tür entelektüel sermayedir ve sürgünler bu sayede dil dersleri vererek ya da dilbilgisi kitapları ve sözlükler hazırlayarak geçimlerini sağlar. Osmanlıların Bizans'ı fethinin ardından kaçan Rum mültecilerden bazıları eski Yunanca dersleri vermiş, Amster­ dam, Londra ve Berlin'de sürgündeki � azı Fransız Protestanları da hayatlarını dil öğretimiyle kazanmışlardı. Zorunlu göçe maruz kalmanın sürgünlerin pek çoğunu çevirmene dönüştürmesi gayet manidar olsa gerek, zira kelimenin düz anlamıyla kendilerini "çe­ virmişler", başka bir deyişle kendilerini bir yerden başka bir yere aktarmışlardı. Diller arasındaki aracılık, kültürler arasındaki aracılığa doğ­ r� kolayca genişletilebilir. Rönesans İtalyası'ndaki Rum bilgin­ ler ev sahiplerinden bazılarının antik Yunan dünyasına girişine vesile oldular. Huguenot mülteciler Fransız kültürünün bilgisini yaydılar. Aralarında Isaiah Bedin, Georgi Florovski ve Georgi Vernadski'nin bulunduğu Britanya ve Birleşik Devletler'deki Rus sürgünler, Rus kültürünün bilgisini yaydılar. 1930'lardan sonra Birleşik Devletler ve Britanya'ya göçen Alman Yahudisi bilim in­ sanları, Alman tarihi hakkında dersler verip bu konuda kitaplar yazdılar. Nostaljinin etkisiyle mi, yoksa iş arayışından mıdır bi­ linmez, sürgündeki bazı bilim insanları önceki uzmanlık alanla­ rını terk ederek yeni yuvalarının kültürünü incelemeye başladır­ lar - tıpkı Bolşevik Devrimi'nden sonra Paris'e iltica edip başta Dostoyevski olmak üzere Rus yazarları hakkında Rusça kitaplara yazmaya başlayan eski bir Romans edebiyatı uzmanı olan Kons­ tantin Moçulski gibi.

42

Öte yandan bazı sürgünler yeni yuvalarının kültüründe uz­ manlaştılar. Huguenot Paul de Rapin-Thoyras, Fransızca yazdığı ve Avrupa'nın pek çok yerinde okunan İngiltere üstüne tarihiyle meşhur olmuştu. Başka Huguenot mülteciler de Fransa ve başka yerlerde çeviri yaparak ya da dergilerde makale yayımlayarak İn­ giliz ve Alman kültürünün bilgisini yaydılar. 1 888-1901 arasında Londra'da yaşayan Alman sosyalist sürgün Eduard Bernstein, 17. yüzyıl İngiliz radikal düşünürleri hakkında bir araştırma yapmış­ tı ve onlardan birinin, Gerard Winstanley'nin yazılarına dikkat çeken ilk kişi kendisiydi. İkinci kuşak mültecilerinden Israel Gol­ lancz 1903'ten 1930'a kadar King's College London'da İngilizce profesörü ve tanınmış bir Shakespeare uzmanı oldu. İtalya'da sürgündeki Rus tarihçilerden biri olan Nikolay Ot­ tokar, Floransa tarihinde uzmanlaştı. Britanya'ya gelen iki Rus sürgün, 1900'lerin başında gelen Paul Vinogradoff ile 1920'lerde gelen Mihail Postan, ortaçağ İngiliz toplumu hakkında birer oto­ rite oldular, tıp�ı 1 8 . yüzyıl İngilteresi konusundaki Leh Lewis Namier gibi. 1930'larda gelen mülteciler arasında Geoffrey El­ ton, Tudorlar dönemi İngilteresi üstünde bir otorite oldu, Niko­ laus Pevsner ise İngiliz mimarisi üstünde. 19. yüzyıl İngiltere'sini araştırma sahası olarak seçen Peter Hennock (aslen Ernst Peter Henoch) göçmenlerin sıklıkla "göçtükleri ülkeyi inceledikleri"ni ve "[göçmen tarihçilerin] zaman zaman göç ettikleri ülkelerin en önemli unsurlarını kendi tarihçilerinden bile daha açıklıkla fark ettikleri duygusuna [kapıldıkların�" yazıyordu. Bir göçmen ola­ rak Hennock, İngiltere tarihinin hiçbir zaman zaten bildiği bir şey olduğunu sanmamıştı (bir kez daha mesafeliliğin faydalarına bir örnek).10 10

Peter Hennock, "Myself as Historian," Peter Alter (der.), Out of the Third Reich: Rejugee Historians in Post- War Britain (Londra: I. B. Tauris,1 998), 7398, 85'te.

43

Göçmenlerin yerlilerin kendi kültürlerini anlamalarını ko­ laylaştırdıkları tek yer İngiltere değildi. 1938'den sonra Brezil­ ya'ya kaçan Viyanalı Otto Maria Carpeaux, Brezilya edebiyatının önde gelen eleştirmenlerinden biri olmuş, Brezilyalı okurlara, başta Franz Kafka ve Robert Musil olmak üzere bir dizi büyük Avrupalı yazarı tanıtmıştı. Tercümanlar gibi antropologlar da araştırma sahalarının (ge­ çici bir sürgünlük) bulunduğu kültür ile memleketlerinin kültü­ rü . arasında profesyonel bir aracı, bir . çevirmen işlevi görürler. Nitekim bizzat "kültürel çeviri" fikrini ortaya atan da Britan­ yalı antropolog Edward Evans-Pritcard'dı. Dolayısıyla sürgün ve göçmenlerin, antropoloji tarihinde, özellikle de Britanya ve Birleşik Devletler'deki antropoloji çalışmalarında büyük bir rol oynadıklarını fark ettiğimizcj.e şaşırmamalıyız. Britanya söz ko­ nusu olduğunda Leh Bronislaw Malinowski adeta bu disiplini kurmuştur. Amerika'da ise kurucu rolünü Alman göçmen Franz Boas oynamıştır. Öğrencileri arasında Robert Lowie (öncesinde Löwe) Viyana'dan, Paul Radin ise Rus Polonyası'ndan geliyordu, Birleşik Devletler'de doğan Alfred Kroeber ise evlerinde Alman­ ca konuşan bir göçmen ailenin çocuğuydu. Araştırma sahalarından uzaktaki bilim insanları da aracı ola­ biliyor, özellikle büyük şehirlerdeki "hesap merkezleri" denen yerlerdeki çalışma odalarında, sürgün ve göçmenlerin sağladığı bilgileri toplayıp sentezliyorlardı.1 1 Bunun aşikar bir örneği, Ro­ ma'da oturduğu halde Cizvit meslektaşlarının sağladığı bilgileri kullanabilen Alman Cizvit Athanasius Kircher'dir. Bazı rahipler gözlemlerini ona göndermiş (1652 kuyrukluyıldızı hakkındaki­ leri örneğin) ve gönderdiği soruları yanıtlamışlardı. Bazıları ise Çin, Hindistan ve başka yerlerdeki yıllar süren misyonerlik faa11

44

Bruno Latour, Science in Action (Cambridge, M A : Harvard University Press, 1987).

liyetlerinden döndüklerinde Kircher'le sohbet etmişti.12 Bu Ciz­ vit ağı sayesinde Kircher, Çin, jeoloji, tıp vb. konularda kitaplar yayımladı. Kircher'in çalışma odasından bilgi alanına yaptığı katkılar, misyonerlerin sahadaki çalışmalarına bağlı olduğu gibi, misyonerlerin bilgisi de yerel düzeyde kurdukları yüz yüze ilişki­ lere bağlıydı.

Uzaklaşma "Uzaklaşma" [distanciation] kavramı, tıpkı yerelcilikten uzak­ laşma gibi mesafenin bir dizi sonucunu kapsayan genel bir te­ rimdir. Bunlardan en önemlisi "büyük resmi" görme becerisidir. Alexis de Tocqueville bir keresinde kuramcıları, bir şehri hayat­ larında ilk kez bir bütün olarak görmek için bir tepeye tırmanan gezginlere benzetmişti: "Pour la premiere fois, il en saisit la for­ me." Tarihçi August Schlözer de daha önce benzer bir imgeyi kullanarak hemen hemen aynı şeyi söylüyordu: "İnsan büyük bir şehrin her sok�gını görebilir, ama bir plan olmadan ya da yüksek . bir yerden bak �adan bir bütünlük duygusuna sahip olamaz."13 Benzer bir biçimde bazı bilim insanları, sürgünlüğün dayat­ tığı mesafe sayesinde kuşbakışına sahip olup büyük resmi daha 12

Kircher astronomi hakkındaki raporları Bahia'daki Çek Cizvit Valentin Stansel'den, Şili'deki İtalyan Nicolo Mascardi'den , Peru'daki Jean Ray­ mond Coninck'den alıyordu: Andres I. Prieto, Missionary Scientists: ]esuit Science in Spanish So11th America, 1570-1810 (Nashville: Vanderbilt Univer­ sity Press, 2011), 130-31 .

13

Alexis d e Tocqueville, De la democratie e n Ameriq11e (1 835-40: der. Eduar­ do Nolla, 1. Cilt, Faris: Vrin, 1990), 310; August Schlözer, (1792), akt. ve çeviren Ernst Breisach, Historiograp�y: Ancient, Medieval And Modern (Chi­ cago: University of Chicago Press,1 983), 318. Kültürel mesafe ve mesafe­ lilik hakkında önemli çalışmalar için bkz. David Lowenthal, The Pcıst Is a Foreign Co11ntry (1985: gözden geçirilmiş baskı Cambridge: Cambridge University Press, 201 5); Carlo Ginzburg, Wooden Eyes: Nine Reflections on Distance (1 998: İ ng. çeviri, Londra: Verso, 2002); Mark S. Phillips, On Historical Distance (New Haven: Yale University Press, 201 3).

45

önce olmadığı kadar açıklıkla görmüşlerdir. Mesela 1935'te İs­ tanbul'a gitmek üzere Marburg Üniversitesi'ni terk eden Erich Auerbach, Alman kütüphanelerine erişim imkanını yitirmesi de­ zavantajını lvfimesis'e, yani Kutsal Kitap ve Homeros'tan Virginia Woolf'a kadar Batı Edebiyatı'nın meşhur panoramasını sunduğu değerli bir esere dönüştürmüştü. Yine Brezilyalı tarihçi-sosyolog Gilberto Freyre, en meşhur kitabı Casa Grande e Senzala'yı (1 933) Getıilio Vargas'ı iktidara getiren 1930 devriminin ardından git �iği Lizbon ve Stanford'da sürgünde yazmıştı. Aslında Freyre'nin arkadaşı Rodrigo Mello Franco de Andrade, Casa Grande'yi bu devrimin az sayıda olumlu sonuçlarından biri olarak anıyordu.14 İspanyol Americo Castro memleketindeyken büyük orand a bir ortaçağ filoloğu olarak ça­ lışıyordu, ancak ona esas ününü kazandıran, İspanyol tarihinin son derece özgün -ve tartışmalı- bir yorumunu sunan, hoşgö­ rüsüzlüğün yükselişini açıklamaya çalıştığı ve İspanya'nın diğer ülkelerden farkını vurguladığı kitabını Birleşik Devletler'de sür­ gündeyken yazmıştı.15 Sürgündeki bilim insanlarının hepsi de mesafe engeline Au­ erbach, Freyre ve Castro gibi tepki vermedi. Mesela Auerbach'ın İstanbul'daki sürgün arkadaşı Avusturyalı filolog Leo Spitzer, mikro analizi makro analize yeğlemeye, büyük resmi oluşturacak önemli ayrıntıları aramaya devam etmişti. Ne var ki büyük resmi görme kaygısı, sürgün ve göçmenlerin düşünsel tarihinde tekrar etmeye devam etti. Başyapıtları, memleketinden uzakta geçirdiği yılların dam­ gasını taşıyan Fernand Braudel, meşhur bir göçmen örneğidir.

·

14

Fernando Nicolazzi, Um esti/o de historia (Sao Paulo: UNESP, 2015), 50.

15

Erich Auerbach, Mimesis: The Representation of Reality in Western Literature (1947: İ ng. Çev. , Princeton: Princeton University Press, 1 953); Americo Castro, The Structure of Spanish History (Princeton: Princeton University Press, 1954).

46

Almanya'da iki esir kampında sürgünde olan Braudel, bundan önce on yıldan fazla Cezayir'de yaşamış, bir !JcM'de (eşiyle tanış­ tığı) hocalık yapmış ve yeni kurulan Sao Paulo Üniversitesi'nde iki yıl (1935-1937) ders vermişti. Braudel mesafe ve mesafelen­ meyi (je depqysement, te!oingnement) bilginin önemli araçları (grands mqyens de connaissance) olarak nitelemişti: yakınlığın değeri hakkın­ da söyleyecek hiçbir şeyinin olmaması, en hafif tabirle ilginçtir. Olimposçu bir bakıştan yazdığı Akdeniz üstüne kitabı, kendi tabiriyle, büyük resmi görme arzusu ve ihtiyacının (mon desir et mon besoin de voir grantf) canlı bir örneğini sunar. Uzaktan bakma­ yı yeğlemesi, herhangi bir insan deneyiminin uzanabileceğinden çok daha uzun bir zamanı kapsayan dönem, !ongue duree ilgisiyle bağlantılıydı.16 Sürgünlük deneyimi bu mesafeli yaklaşımı teşvik eder. Al­ man sosyolog George Simmel, "yabancının nesnelliği"nden söz ederek onu "tam bir kopuş" örneği olarak değil, "kayıtsızlık ile dahiliyet"in bi � bileşimi olarak niteler. Mannheim ise "bakış açısı edinme"yi, başka bir deyişle seçenekleri fark etmeyi ve kişinin hem memleketindeki hem de ev sahibi ülkedeki yerleşik zihniyet­ ten yaratıcılığı teşvik eden bir biçimde uzaklaşmasını vurgular. 1 7 Sürgünlerin, memleketlerinden tam anlamıyla kopmuş olmala­ rı ve henüz ev sahibi ülkelerine ait olmamaları sebebiyle her iki kültür hakkında da yabancıların bakış açısıyla yazıp konuşmala­ rı pek de şaşırtıcı değildir. 1680'lerde Fransız Protestanlarının zulme uğramalarının ardından (sonraki bölümde ele alacağız) 16

Fernand Braudel, "Histoire et sciences sociales: la longue duree" (1958: tekrar basım, Les ambitions de l'histoire, Paris: Fallois, 1997, 149-79), 162'de; Braudel, La Medite"anee et le monde mediterraneen a l'epoquede Philippe II (1949: 2. Baskı, Paris: Armand Colin, 1 966), 17. Krş. John Marino, "The Exile and His Kingdom: The Reception of Braudel's Mediterranean," ]ournal ofModern History 75 (2004): 622-52 . 17 Simmel, "The Stranger"; Kari Mannheim, Ideology and Utopia (1929: İ ng. Çev., Londra: Routledge, 1936), 253.

47

Hollanda Cumhuriyeti'ne kaçan Pierre Bayle, bunun aşikar bir örneğidir. Bayle, bir 17. yüzyıl Mannheim'ı, düşünce ve önyargı farklılıklarından büyülenen soğukkanlı bir insanlık gözlemcisi olarak nitelendirilebilir. Tarihçileri geçmişte neler olup bittiğini öğrenmek için okumaktan çok, "bir ulusta ya da bir grupta ne söylendiğini" anlamak için okuduğunu itiraf ediyordu.1 8 Rus Polonyası'ndan gelen ve aslen Ludwik Bernsztajn Nie­ mirowski olarak bilinen Lewis Namier de çarpıcı bir tarafsızlık örneği sunar. Namier 1907'de İngilte.r.e 'ye gelmişti, Oxford'da Balliol College'ta eğitim gördü ve I. Dünya Savaşı'nın hemen ön­ cesinde Britanya vatandaşlığına geçip ismini değiştirdi. Kimliği­ ni tanımlamak kolay değildir. Namier İngiltere'de bir yabancıydı, çünkü Polonyalı bir göçmendi. Polanya'da bir yabancıydı, çünkü Yahudiydi. Yahudiler arasında bir yabancıydı, çünkü toprak sahi­ bi birinin oğluydu ve bir Katolik olarak yetiştirilmişti. Namier, bazı yönlerden de olsa İngiltere'yle özdeşlik kurmaya başladı ve Parlamento'nun tarihi üstüne incelemesi bu özdeşleşmenin ifa­ desi oldu. Bununla birlikte İngiliz kültürü ile arasındaki mesafe ve İngilizlerin kendileri hakkındaki mitlerine duygusal yatırım yapmaması, dahası tarihçilerin yerleşik zihniyetini paylaşmaması sayesinde, İngiliz tarihine yeni bir gözle bakabildi ve özellikle 18. yüzyıl parti sisteminin üstündeki sisleri dağıtabildi. Bu ha­ reketiyle eleştiri oklarını üzerine çektiğini de belirtelim, ancak çok azı isabetliydi. Özgürlüğe adanmışlık gibi fikir ve idealle­ ri göz ardı edip siyasi tarihi iktidar mücadelesine indirgemekle suçlandı.19 Olumlu yanından bakıldığında Namier'ın Avrupa'nın 18

Pierre Bayle, Critique generale de l'histoire du calvinisme (1 682), akt. Arnaldo Momigliano, "Ancierit History and the Antiquarian" (1 950: tekrar basım, Studies in Historiograplry, Londra: Weidenfeld and Nicolson,1966), 1-39, at 10.

19

Lewis Namier, The Structure of Politics at the Accession of George III (Londra: Macmillan, 1 929) . Krş. Linda Colley, Lewis Namier (Londra: Weidenfeld and Nicolson, 1989), özellikle 6-20; Herbert Butterfield, George III and

48

başka yerlerinde tarih alanında ne olup bittiğini bilmesi sayesin­ de İngilizler, antik Roma üstüne incelemeler yapan Alman bilim insanlarının öncülüğünü yaptığı bir teknikle, prosopografiyle ta­ nıştılar, ama kolektif biyografi yöntemi zaman zaman "mekanik bir bilimselliği" olduğu gerekçesiyle eleştirildi.20 Başka bir somut mesafelilik örneğini de kozmopolit Eric Hobsbawm sunar. İskenderiye'de doğup Viyana ve Berlin'de yaşayan Hobsbawm, on altı yaşındayken, 1933'te amcasıyla bir­ likte İngiltere'ye göçtü ve eğitimini Londra ve Cambridge'te ta­ mamladı. Uzun ömrünün son seksen yılını İngiltere'de geçiren Hobsbawm, yeni ülkesine her zaman belli bir mesafeyle yaklaştı. Mesela öğrencilik yıllarında Cambridge ona göre "tecrit edilmiş ve darkafalı"ydı ve "Britanyalıların 1930'lardaki olağanüstü ye­ relcilikleri"nden de söz etmişti.21 Çekoslovakya'dan gelen ve Hobsbawm gibi kendisi de II. Dünya Savaşı'ndan önce bir İngiliz ôkuluna yazılan Ernst Gell­ ner, Words and }hings'de (IZelimeler ve Şeyler, 1959) hakim İngiliz felsefe geleneğinin meşhur bir eleştirisini yayımladı. İngilizleri mesafeli, antropolojik bir gözle gözlemleyip belli bir yer ve za­ manda "Dil Felsefesi"nin neden "bu kadar çok kabul" gördüğü­ nü soruyor, onu "beyefendilere ziyadesiyle uygun", herkesten çok da "Kuzey Oxford'un Narodnikleri"ne uygun bir felsefe olarak the Historians (gözden geçirilmiş baskı, New York: Macmillan,1 959), 206, 297. 20

Lewis Namier, "The Biography of Ordinary Men" (1928: tekrar baskı, Crossroads of Power, Londra: Hamish Hamilton, 1 961), 1-6. Krş. Matthias Gelzer, Die Nobilitat der römanischen Republik (Leipzig and Bedin: Teubner, 1 9 1 2). Eleştiri için Butterfield, George III, 296.

21

Eric J. Hobsbawm, Interesting Times: A Twentieth-Century Life (Londra: Weidenfeld and Nicolson, 2002), 1 03; Hobsbawm, "The Historians' Group of the Communist Party," Maurice Cornforth (der.), Rehels and Their Causes: Essqys in Honour ofA. L. Morton (Londra: Lawrence and Wis­ hart, 1978), 21-48, 23'te.

49

niteliyordu, böylece aynı zamanda bilgi sosyolojisine de katkıda bulunuyordu. Biyografi yazarının belirttiği gibi, "Gellner geçmi­ şinin ve yaşadıklarının kendisine yabancı kıldığı bir dünyaya ba­ kan bir yabancıydı."22 Gellner'in, hakim felsefeyi eleştirenlerden biri olarak Britanya'da akademik bir iş bulması pek mümkün de­ ğildi, o da başka bir düşünce sahasına, sosyal antropolojiye geçti. Bununla birlikte her zaman bir yabancı kalan Gellner'e filozoflar antropolog, bazı antropologlarsa en azından bir filozof gözüy­ le bakıyorlardı, kendisi ise meslek yaşam�n� London Schools of Economics'in (LSE) sosyoloji bölümünde başlamıştı. Antropoloji, aracılık kadar uzaklaşmanın da öne çıktığı bir disiplindir, Claude Levi Strauss'un tabiriyle "mesafeli bakış"ı (le regard eloigne') pratik eden bir disiplindir. 23 Yine de bazı antropo­ loglar diğerlerinden daha mesafelidir. Bazıları muhtemelen böyle yetişmişlerdi. İngilizce konuşan antropologların hatırı sayılır bir kısmı Güney Afrikalı Yahudi ailelerden geliy9rdu ve ne beyaz azınlığa ne de siyah çoğunluğa aitlerdi. 24 Bazıları memleketle­ rinden ayrıldıktan sonra mesafeli olmayı öğrendiler. Fernand Braudel gibi Pierre Bourdieu de yıllarca Cezayir'de yaşadı. Bu sayede Ayrım'da (La distinction, 1979) dışarıdan gözlemlediği bur­ juva kültürü başta olmak üzere Fransız kültürüne uzaktan baka­ bildi. Amerikalı sosyolog Thorstein Veblen, Aylak Sınifın Teori­ si'nde (Theory of the Leisure Class, 1899) Yaldızlı Çağ'ın Amerikan burjuvazisi örneğinde Bourdieu'ye benzer bir şey yaptı. Veblen, Norveçli göçmen çiftçilerin oğluydu, Bourdieu ise bir taşra pos­ tacısının, dolayısıyla ikisi de inceledikleri toplumsal sınıftan ko­ puktular, hatta belki de alenen isyan içindeydiler. 22

Ernest Gellner, Words and Things (Londra: Gollancz, 1 959), 237-39; John A. Hali, Ernest Gellner (Londra: Verso, 2010), 104.

Claude Levi-Strauss, Le regard eloigne (Paris: Plon, 1983) . 24 Ö rnekler arasında Meyer Fortes, Max Gluckman, Isaac Schapera, Adam Kuper ve J ohn Comaroff vardır. 23

50

Yine antropolojiyle yakın ilişki kuran iktisatçı Albert Hirs­ chman, Berlin'de doğmuş ve soluğu en sonunda kendi tabiriyle "dördüncü -yoksa beşinci miydi?- göçü'.' olan Birleşik Devlet­ ler'de almıştı. Hirschman'ın üç kat mesafeli olduğu belirtilmiş­ tir: çalıştığı üniversiteye, meslektaşlarının yaygın inançlarına ve siyasi gruplara ("radikallerle yollarımı ayırdım" ve "liberallerle yollarımı ayırdım" diyordu) mesafeliydi.25 Karşılaştırmaların verimliliği, karşılaştırılan nesnelerle ara­ nıza ne kadar mesafe koyduğunuza bağlıdır. Öyleyse sürgünler ile göçmenlerin bu türden bir analizde sayılarıyla orantısız bir rol oynamaları şaşırtıcı değildir: mesela karşılaştırmalı dinde (Ox­ ford'da Alman Max Müller, Şikago'da Romanyalı Mircea Eliade), karşılaştırmalı tarihte (Belçika'da Leh Joachim Lelewel, Birleşik Devletler'de Alman Fritz Redlich) ve karşılaştırmalı sosyolojide (Birleşik Devletler'de Alman Reinhart Bendix, İsrail'de Leh Sh­ muel Eisenstadt). Tarih söz konusu old�ğunda Almanya'dan gelip İngiltere'de okula başlayan.: · Helmut Koenigsberger, derslerde parlamento tarihine ayrılan yerin büyüklüğünden etkilenip öğretmenine neden Alman tarihçilerin kendi parlamentolarına aynı oranda önem vermediklerini sormuştu. Sonradan hem kendisi hem de mülteci arkadaşı Francis Carsten karşılaştırmalı parlamento ta­ rihine döndü. 26 Karşılaştırmalı edebiyat alanı, sürgünlerin rolü hakkında daha da fazla örnek sunar: İstanbul ve Baltimore'da Avusturyalı Leo Spitzer, Cambridge'te Alman-Yeni Zelandalı Peter Dronke, Harvard'da Çek Rene Wellek ve iki İtalyan, Har­ vard'da Renato Poggioli ile New York ve Stanford'da Franco Mo� 25 Jeremy Adelman, World!J Philosopher: The Oc!Jssey ef Alberto O. Hirsch111an (Princeton: Princeton University Press, 2013), 4, 88, 186,383, 40 1 , 452 . 26

Helmut Koenigsberger, "Fragments of an Unwritten Biography," Peter Alter (der.), Out efthe Third Reich: Refugee Historians in Post-war Britain (Lon­ dra: I. B. Tauris, 1998), 99-1 1 8 , 1 04, 1 09, 1 1 1 'de.

51

retti. Genelleştirmeler karşılaştırmalara bağlı olduğundan, sür­ günler toplumsal tarih ile kültür tarihine de çok büyük katkıda bulunmuşlardı. Bir bakıma sürgünler (ve daha az düzeyde olmakla birlikte göçmenler), Alman eleştirmen ve tarihçi Siegfried Kracauer'ın tabiriyle "sınırlarötesi"nde yaşadıkları, bir vatana ya da bir yere ait olmayan bir yabancı oldukları için mükemmel entelektüeller­ dir. 27 Sürgünlerin hepsi de bu farkındalığı göstermez, ama sür­ günlük deneyiminin bunu teşvik ettiğine şüphe yok. Dolayısıyla sürgünler, tıpkı çocuklar gibi, çevrelerfo.deki dünyayı yepyeni gözlerle görmeye meyillidirler. Mesela Pevsner; yerli tarihçilerin sorg1:1layabileceklerinin farkında bile olmadıkları bir konu hak­ kında, İngiliz sanatının İngilizliği hakkında bir kitap yazmıştı. Karl Mannheim, kıdemli meslektaşı Alfred Weber'in izinden giderek mesafeliliği a:z çok abartılı bir biçimde tanımlıyor ve entelek­ tüeller için "serbest" (freischwebende) "bir yere bağlı olmayan, nispeten sınıfsız bir zümre" diyordu.28 Öyleyse "Mannheim'ın paradoksu"n­ dan, başka bir deyişle sürekli olarak vurguladığı "konumlandırıl­ mış" bilgi düşüncesi ile hem çekici hem de tehlikeli bir metafor olan serbestlik düşüncesi arasında bariz çelişki ya da çatışma olduğun­ dan söz edebiliriz. Bunun, Napolili tarihçi Giambattista Vico'nun entelektüellerin küstahlığı (boria) diyeceği şeyi, yani kendilerinin, yerelliğin ve onunla birlikte gelen önyargıların çamuruna batmış olan kişilerden üstün oldukları hissini pekiştirmek gibi bir tehlikesi vardır. Mannheim'ın tanımını biraz geliştirmek için sürgün entelek­ tüellerin eskiden olduğu gibi şimdi de nispeten mesafeli olduklarını söyleyebiliriz. Her türlü bağdan azade yaşamaktan ziyade iki kültü­ rün sınırında yer alırlar. Bu konum genelde rahatsız edici olsa da 27

Martin Jay, Permanent Exiles: Rssqys on the Intellect11al Migrationfrom Germany to America ( New York: Columbia University Press, 1986), 1 52.

28

Mannheim, Ideology, 1 37-38.

52

içgörülere, özellikle de alternatif düşünme biçimlerine dair canlı bir farkındalığa, kendi memleketlerinde kök salmaktan memnun, bu nedenle de yerelcilik, hatta dar kafalılık tehlikesi taşıyan bireylerin mahrum kaldığı bir içgörüye neden olur. 1933'ten beri bir mülteci olan, Mannheim'ın asistanı Norbert Elias yansız bir biçimde yazmasının yanı sıra bizzat bu kavram üstüne de yazdı. "Düşünmenin dahili biçimleri"nin tehlikelerine işaret ederek onları "hüsnüzan"la, "kısa vadeli hislerle" ve "gele­ neksel tutumlarla araya mesafe koyamamak"la bağdaştırıyordu. Öte yandan modern bilimin doğuşunu "insan bilgisindeki da­ hiliyetin �akimiyetinden mesafeliliğin hakimiyetine geçiş"le öz­ deşleştiriyordu. 29 Braudel gibi onun da mesafelenmenin olumsuz yanı hakkında ya da belli bir konuya dahil olmanın olası entelek­ tüel avantajları hakkında neredeyse söyleyecek hiçbir şeyi yok­ tu. Elias'ın yayınlarından bir kısmı onun sürgünlük tecrübesine yönelik cevaplar olarak �eğerlendirilebilir. İçlerinde Fransa'dan Huguenot'ların sürülmesi üstüne kısa bir deneme, mesafelenme üstüne bir deneme, bir de yabancılar hakkında kitap büyüklü­ ğünde bir inceleme vardır. 30

Melezleşme Sürgün ve göçmenler, meslek yaşamının büyük bir kısmı­ nı Birleşik Devletler'de geçiren Belçikalı bilim tarihçisi George Sarton'ın bir incelemesindeki sözleriyle "dönüşüme uğrayan bir düşünsel ve toplumsal gelişimde emigre'nin ya da yabancının ro­ lü"nü örneklerler. 31 Amerikalı sosyolog Robert Park'a göre gö29

Norbert Elias, "Problems of Involvement and Detachment," British Jour­ nal ofSociology 7 (1956): 226-52.

30 Norbert Elias ve John Scotson, The Established and the Oııtsiders (Londra: Cass, 1 965) . 31

Arnold Thackray ve Robert Merton, "On Discipline Building: The Para-

53

çün sonuçlarından biri, "iki ayrı halkın kültürel yaşamı ve gele­ neklerinde içtenlikle yaşayan ve yaşama iştirak eden" "kültürel melez" dediği "yeni bir kişilik tipi"nin doğuşuydu. Park'ın örne­ ği, makalesini, başka bir Amerikalı sosyolog Thorsten Veblen'in (kendisi daha önce gördüğümüz gibi göçmen çocuğuydu) "Mo­ dern Avrupa'da Yahudilerin Entelektüel Üstünlüğü" hakkındaki eski bir makalesiyle birleştiren "özgürleşmiş Yahudi"ydi. Veblen, Yahudilerin kendi geleneklerinden kurtuldukları, Gentile kom­ şuları tarafından da asimile edilmedikleri durumlarda çok yara tıcı olduklarını iddia ediyordu. Başka bir deyişle dünyalar arasın­ daydılar. 1930'1arda, en azından memleketlerini zamanında terk edecek kadar öngörüleri ya da şansları olduğunda, bir kez daha kendilerini dünyalar arasında bulmuşlardı. 32 Sürgünlerden kimileri hem memleketlerinin hem de misafir ülkelerinin güçlü ve zayıf yanlarına dair güçlü bir farkındalık ge­ liştirmişlerdi. Mesela Adorno hakkında, "Bir Amerikalı olarak şüphesiz göç etmek zorunda kalmış bir Avrupalıydı, bir Avrupa­ lı olaraksa Amerika'da geçirdiği yıllar onu derinden etkilemişti. Bunun sonucunda her iki bağlamda da daimi bir sürgün olmaya devam etti", demiştir33 Yine Berlin'de doğup Paris'te yaşayan ve meşhur Origines de l'esprit bourgeois'sını (Burjuva Ruhunun Kökleri, 1927) ve başka eserlerini Fransızca yayımlayan Bernhard Groet­ huysen için bir eleştirmen, "iki dünya arasında bir gezgin" (Al­ manya ve Fransa) diyordu. 34 doxes of George Sarton," !sis 63 (1972): 472-95. 32

Robert E. Park, "Humarı Migration and t lie Marginal Man," American ]ournal ef Sociology 33 (1928): 881-93, 888, 892'de. Krş. Thorstein Veblen, "The Intellectual Pre-Eminence of Jews in Modern Europe," Political Sci­ ence Quarter!J 34 (1919) : 33-42.

33 Jay, Permanent Exiles, 1 37. 34

54

Paul Hartig akt. Klaus G. Kracht, Zwischen Berfin und Paris: Bernhard Gro­ ethuysen (1880-1 946) (Tübingen: Niemeyer, 2002), 196.

İki Odaklı Gö.rüş Birleşik Devletler'e gitmek üzere Almanya'dan çocuk yaşta ayrılan tarihçi Fritz Stern'in de başka bir gezgin olduğu söyle­ nebilir. Stern otobiyografisinde, "Yavaş yavaş iki odaklı görüş benzeri bir şey kazandım (. . .) Alman şeyleri Amerikan gözleriy­ le, Amerikan şeyleri ise Alman gözleriyle görmeye meylettim", diyordu. Benzer bir biçimde, Yugoslavya'da doğan ama İsrail, Almanya ve Macaristan'da yaşayan bilim tarihçisi ve felsefecisi Yehuda Elkanah, bir mülakatında, farklı bir metafor kullanarak, "Avrupa'da Amerikan sesiyle konuştuğumu fark ederken ABD'de Avrupalı bir sesle konuşuyordum", diyordu.35 Durumdan daha az hoşnut olan üçüncü bir sürgün, Henry Patcher da "Kendimi sürekli olarak iki kamp arasında sıkışmış buluyordum - Avru­ pa'yı Amerikalılara, Amerika'yı da Avrupalılara açıklıyordum", diyordu.36 Böyle sürgünler, başka bir sürgünün iki geleneğin "bütün­ leşmesi", !l\dezleşmesi dediği iş için tam da aranan kişilerdi. Bu, elbette kolektif bir çabayla, tıpkı, daha sonra ayrıntılı olarak ele alacağımız, Alman teorisi ile Anglo-Amerikan ampirizmi arasın­ daki karşılaşmada olduğu gibi hem sürgünlerin hem de "yerli­ ler"in çabasıyla mümkündü. Farklı geleneklerin öğeleri arasın­ daki kanıksanmış analojiler onların bir noktada birleşmelerine yol açar, tıpkı Katolik gelenekteki Bakire Meryem ile Budizmin Merhamet Tanrıçası (Kuan Yin, Kwannon) arasındaki meşhur analojide olduğu gibi.

35

Fritz Stern, Five Germanies I Have Known (Wassenaar: NIAS, 1998), 14; Yehudah Elkanah, Leben in Contexten (Bedin: Wissenschaftskolleg, 2 0 1 5) , 76.

36

Akt. Robert Boyers (der.), The Legary ofthe German Refugee Intellectuals (New York: Schocken, 19 72) , 33.

55

Göçmenler de ya yeni çevrelerinde eğitim ve öğretimle ya da her ikisini yaparak bilginin melezleşmesine katkıda bulunurlar. Mesela yakın tarihlerde yayımlanmış bilgi ve kolonyalizm hak­ kındaki bir makale, Britanyalı hekimler ile Hindistan ve Afri­ ka'nın yerli şifacıları arasındaki karşılaşmayı "picin-bilgi" başlığı altında tartışıyordu.37 Benzer bir biçimde Amerikalı psikolog Scott Page kitabı The Difference'ta (Farklılık, 2007), uzun döne­ min büyük grupları yerine şimdiki zamanın küçük gruplarına bakmasına rağmen, sorunların çözülm.esi gerektiği durumlarda "bilişsel çeşitlilik" dediği şeyin yetenekten katbekat daha önem­ li olduğunu savunuyordu. Başka bir deyişle iki ya da üç bakış açısı bir tanesinden daha iyidir, ayrıca farklı kültürlerden gelen bireyleri içeren bir grubun bu tür bir çeşitliliği sergilemesi daha olasıdır. 38 1851'den itibaren düzenlenen uluslararası fuarların etkisin­ den de görülebileceği gibi bilgi genelde metinlerin ve de öteki nesnelerin hareketine bağlı olarak yayılır. Yine de başka bir sür­ gün Macar filozof Mihaly Polanyi'nin kişisel bilgi konusundaki tespitini hatırlarsak, bilgi, yüz yüze temaslarla daha etkili bir bi­ çimde yayılır. Başka bir deyişle, "Fikirler insanların içinde oradan oraya hareket eder."39 İsveçli bir coğrafyacının vurguladığı gibi, "Sıradan olmayan bilgi, doğrudan kişisel temas gerektirir.''4° Bil37

Harald Fischer-Tine, Pidgin-Knowledge: Wissen und Kolonialismus (Zürih ve Bedin: Diaphanes, 2013) .

38

Scott Page, The Di.fference: How the Power of Diversity Creates Betler Groups, Fi'ntJS, Schools and Societies (Princeton: Princeton University Press, 2007).

39

Michael Polanyi, Personal Knowledge (Londra: Routledge, 1 958); John M. Ziman, Ideas Move Around Inside People (Londra: Birkbeck College, 1974).

40

Gunnar Törnqvist, "Creativity and the Renewal of Regional Life," Anne Buttimer (der.), Creativity and Context (Lund : University of Lund, 1983), 91-1 1 2 , 96'da; krş. Carlo Cipolla, "The Diffusion of lnnovations in Early Modern Europe," Comparative Studies in Society and History 14 (1 972): 46-52; Ziman, Ideas.

56

hassa örtük bilginin başka biçimlerde aktarılması zordur. Zana­ atlar bunun apaçık örneğidir, çünkü çıraklar ustalarını izleyerek, ardından da çalışmasını taklit etmeye çalışarak işi öğrenirler, bu sırada usta da çırağı izler ve taklidi doğru yola yöneltir. Yüz yüze temaslar yeniliklere kapı araladığı gibi geleneklerin aktarılmasına da yarar. İleride göreceğimiz gibi yeni fikirler sık sık farklı biçimlerde düşünen ve bu şekilde aynı soruna farklı açılardan bakan insanlar arasındaki karşılaşmaların ürünüdür. "Kavramların yer değiştirmesi" denen olgu, yenilik sürecinin önemli bir bileşenidir ve genelde kavramlara böyle yaratıcı bir biçimde yaklaşan kişilerin bizzat kendilerinin yer değiştirmiş in­ sanlar olduğu, bir ağdan, hatta bir ülkeden bir başkasına geçmiş oldukları görülür.41 Tarihçilerin kendi keşifleri olduklarına inandıkları içgörüle­ rin, konu aldıkları insanlarca öngörülmesi çokça rastlanan bir durumdur; ayrıca burada sunulan bazı temel fikirlerin esasın­ da Karl Manı;ıheim, Franz Neumann ve Norbert Elias gibi 20. yüzyıl sürgünleri tarafından formüle edildiğini belirtmek gerek. Mannheim da Elias da mesafeliliğin getirdiği içgörüleri analiz etmişlerdi ve daha önce gördüğümüz gibi Neuman sürgün bilim insanları ya da akademisyenler için üç olası strateji sıralamıştı. Üçü de sürgünlük teorisi olarak tanımlanabilecek en az yüzyıllık bir gelenekte yerlerini almışlardır.

41

Donald A. Schön, Displacement of Concepts (Londra: Tavistock,1963); Mi­ chael Mulkay, "Conceptual Displacement and Migration in Science," Sci­ ence Studies 4 (1 974): 205-34; Paul K. Hoch, "Institutional versus Intellec­ tual Migrations in the Nucleation of New Scientific Specialities," Stııdies in the History and Philosopf.oı of Science 1 8 (1 987): 481-500; Paul B. Paulus ve Bernard A. Nijstad (der.), Groııp Creativity: lnnovation thro11gh Collaboration (Oxford: Oxford University Press, 2003); Page, The Difference.

57

Teori Yahudi olduğu, başka bir deyişle yeterince Alman olmadığı için Almanya'da bir kürsüye atanamayan Georg Simmel, 1908 senesinde, belli bir toplumda kendisi gibi aynı anda hem içeride hem de dışarıda bulunan insanların yenilikçi katkılarına odak­ lanan "Yabancı" başlıklı (der Fremde) meşhur bir makale yazdı. Ondan seksen sene sonra başka bir sosyolog, İngiltere'de yaşa­ yan sürgün bir Polonya Yahudisi_ Zygmunt Bauman, Yahudileri "Simmel'in yabancılarının timsali � içeride iken bile daima dı­ şarıda olan, tanıdık olanı yabancı bir nesneymiş gibi sorgulayan, başka hiç kimsenin sormadığı soruları soran, sorgulanamayanı sorgulayan ve meydan okunamayana meydan okuyan", kimseler olarak tanımlıyordu. 42 Sosyolojide Şikago Okulu denen grubun öncü figürlerinden biri olan Robert Park da benzer bir noktaya değinerek, kent ve sa­ kinlerine (göçmenlere de) odaklanıyordu. 1928'de göçün "içinde doğup büyüdüğü dünyaya bir yabancının mesafeliliğiyle bakmayı öğrenen'', kendi tabiriyle "marjinal insan" ya da "özgürleşmiş bir birey" dediği "değişime uğramış bir kişilik tipi"ni ürettiğini ileri sürüyordu.43 Daha sonradan başka yazarlar da bu temayı geliştirdiler ve 1960 ve 1970'lerin iki Leh sürgünü, filozof Leszek Kolakowski ile sosyolog Zygmunt Bauman'nın akıllarda kalıcı bir biçimde izah ettiği gibi sürgünlerin kimi zaman, alışık olmadık bakış açılarını ortaya koyarak ev sahiplerini ya da hiç değilse bazıları­ nın ufuklarını genişlettiklerini belirtmişlerdir. 1960'larda rejime yönelik eleştirileri yüzünden Polonya'dan sürülen filozof Leszek 42

George Simmel, "The Stranger," Charles Lemert (der.), Social Theory (Boulder, CO: Westview Press, 1 999), 1 84-89; krş. Zygmunt Bauman, Moderniry and the Holocaust (Cambridge: Polity Press, 1 989), 53.

43

Park, "Humarı Migration and the Marginal Man."

58

Kolakowski, kışkırtıcı makalelerinden birine, "Sürgünlüğe Gü­ zelleme" başlığını vermiş, "Bir yabancının konumunun bilişsel bir ayrıcalık sunduğu iyi �ilinir ve sorgulanmaz" diyerek sürgün­ lüğün bir talihsizlikten çok bir imtihan, özellikle de farklı bakış açılarıyla yüzleşme imtihanı olduğunu ileri sürmüştü. 44 Kolakowski'nin hemşerisi Zygmunt Bauman, bir mülakatta kendisine İngiliz kültürüne uyum sağlayıp sağlamadığı sorul­ duğunda, "Uyum sağlamak hiçbir zaman önceliğim olmadı" demişti. Esas imtihan "benim İngiliz meslektaş ve öğrenci­ lerimden farklılığımın anlamını göstermek ve belki de onları esasında kendilerine yabancı olan şeyde az çok işe yarar bir şey bulmaya ikna etmek"ti. Bu sözlerini açan Bauman, "İngiliz ev sahiplerimin misafirperverliğinin altından kalkabilmenin tek yolu onların henüz sahip olmadıkları ve farklı bir düşünme ve eyleme biçimiyle yüz yüze karşılaşmadıkça edinemeyecekleri bir şeyi kendilerine sunmaktı" diyordu, "Britanya'daki günlük yaşa­ mımda, karşılaşmaları � beni zenginleştirdiği biçimde onları da zenginleştitecek" bir şey. "Yerinden edilmiş olmaktan kazandık­ ların kaybettiklerinden çok daha büyüktür" diyordu. '"İçeride' ama kısmen 'dışarıda' olmak (. . .) bakışın tazeliğini, masumiyeti­ ni ve kutlu saflığını korumanın bir aracıdır."45 Önce Filistinli bir mülteci, ardından da Birleşik Devletler'de bir göçmen olan Edward Said'in örneği ise daha ikirciklidir. Said sürgünlüğe "korkunç bir deneyim" diyordu, ama bu "afallatıcı deneyim"in faydalı yanları olduğunu da düşünüyor, özellikle de "bir fikir ya da bir deneyimin daima bir başkasıyla karşılandığı (. . .) her birini kimi zaman yeni ve beklenmedik bir ışıkla ortaya 44 Leszek Kolakowski, "In Praise of Exile" (1 985: tekrar basım Modernity on Endless Trial, Şikago: University of Chicago Press, 1990), 55-59. 45

Zygmunt Bauman ile mülakat Maria Lucia Pallarcs-Burke: Tempo Social . 16 (2004) : 301-25, 312-13'te (Görüşmecinin Bauman'ın İ ngilizcesinden yaptığı Portekizce çeviriden İ ngilizceye çeviri bana ait).

59

çıkaran", gözde sıfatıyla söylenirse, "iç içe geçen" bakıştan, bir "çifte bakış açısı"ndan söz ediyordu. Uzun lafın kısası bizzat "yer­ siz" sürgünler, başkalarını da huzursuz etmeye muktedirlerdir.46

Alımlavta Sürgünlük ve göçmenlik iki taraftan hareketle ele alınma­ sı gereken aşikar kültürel karşılaşma biçimleridir. Tek tek göç­ menler ya da bütün bir diyaspora topluluklarının ev sahiplerinin kültürlerine az çok açık olmaları gibi, 'bu ev sahibi ülkeler de ya­ bancılara ya da farklı türden yabancılara az çok açık olmuşlardı. İtalya'ya kaçan Rum bilginler, onların öğretmek zorunda olduk­ ları şeyleri öğrenmek isteyecek İtalyanları bulmaları bakımından nispeten daha şanslıydılar. Amsterdam, Londra ya da Berlin'e giden Huguenot bilginler de benzer bir durumla karşılaşmışlar­ dı. Yine 1930'lardan bir örneğe bakarsak, yeni bir kültüre uyum sağlamak Meksika'daki İspanyollar için, sözgelimi, Britanya'daki Almanlara göre daha kolaydı, çünkü İspanyollar ev sahipleriyle aynı dili (ya da içlerinden birinin alaycı yorumuyla aşağı yuka­ rı aynı dili) konuşuyordu. Uzun bir süreden beri sürgünlere ev sahipliği yapan Britanya, 1930'larda yabancılara nispeten daha açıktı, Birleşik Devletler ise o zamanlarda daha da açıktı. Aka­ demik bölümlerin mikro ölçeğinden bakıldığında, İstanbul'dan Meksika City'ye kadar yeni üniversiteler, artan kadro talebini karşılayacak kaynakları olmayan üniversitelere nazaran yabancı akademisyenleri daha kolay kabul etmişlerdi. Bu noktada 1930'lardan iki sürgün akademisyenin tanıklı­ ğına değinmek faydalı olacaktır. Erwin Panofsky, Yahudi sanat tarihçilerin Almanya'dan kaçma zorunluğu ile Birleşik Devlet46

60

Edward Said, "Reflections on Exile" (1 984: tekrar basım Reflections on Exilc, Londra: Granta, 2001), 173-86; Said, Representations qfthe Intellectual (Londra: Vintage, 1994), 35-48.

ler'de sanat tarihi disiplininin yükselişi arasındaki, kendi tabiriy­ le, "talihli eşzamanlılık"tan bahsediyordu.47 Sosyal psikolog Ma­ rie Jahoda ise göçmenlerin "yeni ev sahibi kültürde buldukları" ile getirdikleri arasındaki "dolaşık etkileşim"e değiniyordu. Alımlama meselesi, ev sahipleri ya da daha doğru bir deyişle ev sahibi ülkelerdeki birey ve gruplar cephesinde ileride tekrar­ dan ele alınacak. Aslına bakılırsa bu kitap bütününde alımlama tarihi içerisinde yer alan bir inceleme olarak tanımlanabilir, tabii kelimenin iki anlamıyla da yani ev sahibi ülkelerdeki bireylerin sürgünleri sıcak ya da soğuk karşılamaları ile kendileriyle birlikte getirdikleri fikir ve bilgilerin aktif ya da yaratıcı bir biçimde kar­ şılanması anlamına. Bundan sonraki sayfalarda Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika'dan gelen örneklere yoğunlaşacağız. Ancak konu bütün dünyayı kapsadığından, batılı örnekleri, antik dünya, Doğu Asya ve modern Arap dünyalarından gelen sürgünlerin bilgi tarihine katkıları hakkında kısa bir değerlendirme ile açmak aydınlatıcı ol?-bilir.

47

Erwin Panofsky, Meaning in the Visual Aris (New York: Doubleday,1 955), 332; Marie Jahoda, "The Migration of Psychoanalysis," Flemingand Bai­ lyn, The Intellectual Migration, 371-41 9, 421 , 445'te.

61

il KÜRESEL BİR MESELE

Sürgünlerin bilgi alanına katkıları, antik döneme, ortaçağa ve modern döneme ait örneklerin -ve çok sayıda münferit vaka­ nın- gösterdiği gibi şüphesiz küresel bir meseledir. Klasik antikçağda sürgünlük, Ovidius'un kitabelere uygun "Sürgün ölümdür" (exilium mors est) cümlesinden, Plutarkhos'un bir arkadaşını, bir anlamda, bütün insanlar sürgündür, diyerek teselli etmesine kadar olumludan olumsuza seyreden bir biçim­ de tartışılıyordu.1 Göçmen Galenos ile sürgün Polybios, Yunan olmanın alimlere prestij sağladığı bir zamanda, tıpkı İtalyan ol­ manın Rönesans boyunca prestij sağlaması gibi, Roma'daki bir grup Yunan ali.m içinde öiıe çıkanlardan biriydi. Pek çok tıbbi ri­ salesiyle meşhu:f olan Bergamalı Galenos, 162 senesinde Roma'ya yerleşti ve saray hekimi olarak üç imparatora hizmet etti. Ga­ lenos'un metropolisteki konumunun, düşüncelerinin hem şekil­ lenmesi hem de yayılmasına yardım etmiş olması muhtemeldir.2 Antik dünyanın en meşhur iki tarihçisi, Polybios ile J osephos sürgünlerdi. Arkadya'daki Yunan kenti Megalopolis'ten gelen Polybios, beraberinde pek çok soyluyla birlikte 167 senesinde Ro­ ma'ya esir olarak götürülmüş ve orada on yedi sene kalmıştı. Ro­ ma'da yaşayan bir Yunan olarak başından geçenler ve aristokrasi çevresine katılması, ana teması Roma'nın yükselişi olan Tarihler'i için iyi bir hazırlıktı. Polybios "hem Yunan hem de Roma halkı" Plutarch, "On Exile," Moralia, 7. Cilt (Londra: Heinemann,1959), 519-7 1 . 2

George Sarton, Gaien of Pergamon (Lawrence: University of Kansas Press, 1954) .

63

için yazmıştı, ama kendisi özellikle Roma'yı Yunan hemşerilerine açıklayan bir aracıydı. 3 Kudüs Tapınağı'nın 70 yılında Romalılar tarafından yıkıl­ masının ardından ortaya çıkan Yahudi alimleri diyasporası, "Ya­ hudilerin dağılışı tapınağın düşüşünden çok önce başlamış" olsa bile (Babil sürgünlüğü MÖ 597'den MÖ 538'e kadar sürmüştü) sürgünün düşünsel sonuçlarının başka bir meşhur örneğiydi. Polybios'un Yahudi muadili Titus Flavius Josephos'tu. Josephos, Yahudi Savaşı'nı (Yunanca) yazmadan önce Yahudilere karşı sa­ . vaşmış, ardından iki imparatora çevirmen olarak hizmet etmiş ve bir Romalı ismi almıştı. 4 İki tarihçinin de düşünsel güçleri (içinde bulundukları durumla bağlantılı olduğu aşikar), Romalı­ ları sadece dışarıdan değil, aynı zamanda içeriden de görme be­ cerilerinden kaynaklanıyordu.

Bizanslılar, İranlılar ve Araplar Batılı tarihçilerce geç antikite ya da erken ortaçağ olarak ad­ landırılan dönemde Bizanslılar, İranlılar ve Araplar arasında­ ki temaslar, bilgi ve fikirlerin yayılmasını hızlandırmıştı. 489'd a Nesturi Hıristiyanları sapkın olarak gören Bizans imparatorunun Edessa'daki (Urfa) Nestorusçu akademiyi kapatmasının ardından, tıbbi ve felsefi ilim merkezi olarak akademinin işlevlerini başta Cündişapur'daki (günümüzde İran'da) enstitü olmak üzere ben­ zer kurumlar devraldı. Bu okul Yunan, Acem ve Hint bilgilerinin buluşma noktası haline geldi. Yine 529'da Bizans imparatorunun Atina'daki meşhur Platon Akademisi'ni kapatmasının ardından 3 Frank W. Walbank, Po!Jbius (Berkeley: University of California Press,1 972), 3, 21 .

4 Erich S. Gruen, Dfyaspora: Jeıvs amidst Greeks and Romans (Cambridge, MA: Harvard University Press, 2002), vii; Gruen, "Polybius and Josephus on Rome," Bruce Gibson ve Thomas Harrison (der.), Po!Jbius and His Worid (Oxford: Oxford University Press, 201 3), 255-65.

64

bir dizi Yunan filozofu, günümüz İranı'nın bağrındaki rakip ve düşman Sasani İmparatorluğu'na sığındı. Sasani Hükümdarı I. Hüsrev bir ilim hamisiydi ve bizzat Sanskrit ve Yunancadan çe­ viri yapıyordu. Hüsrev, Hint ve Çinli alimleri sarayına davet etti, Bizans İmparatorluğu'ndan kaçan Nesturi Hıristiyanlara ülkesinin kapılarını açtı, Yunanca ve Süryaniceden (Aramiceye yakın bir dil) Pehleviceye (Orta Farsça) çeviriler yaptırdı. Böylece farklı kültür­ lerden gelen alimler arasındaki yüz yüze karşılaşmalar sayesinde farklı bilgilerin yayılması hızlandı. Mesela Aristoteles'in Organon'u (mantık incelemesi) ile Bat­ lamyus'un Almagest'i (astronomi incelemesi) bu dönemde Yunan­ cadan Pehleviceye çevrildi. Sonradan bu metinler bir kez daha, ama bu sefer İran'ın Araplar tarafından fethinin ardından Peh­ leviceden Arapçaya çevrildi. Araplar aracılığıyla bu metinler, bir kez daha, ama bu sefer Latinceye çevrilecekleri ortaçağ Batısı'na taşındılar. Böylece İran, özellikle de Hüsrev -ironik olsa da Bi­ zans imparatoJ:!arı da- es ki Yunan bilgisinin kolektif olarak akta­ rılması girişiıtıinde önemli bir rol oynadı. Çevirinin çevirisinin sayısı düşünüldüğünde aktarım sürecinde metinlerin melezleş­ mesinden, alımlanacakları kültüre bilinçli ya da bilinçsiz bir şe­ kilde uydurulduğundan söz etmeye gerek bile yok. 5

Gezgin Keşişler, Hıristfyanlar ve Budistler Gezgin keşişler hem Hıristiyanlık ve Budizmin hem de bir kısım seküler bilginin yayılmasının tarihinde çok büyük bir rol 5 Jerôme Labourt, Le christianisme dans l'empire perse (Faris: Lecoffre,1904); Richard N. Frye, The Golden Age of Persia (Londra: Weidenfeld and Nicol­ son, 1975), 1 63-65; Seyyed Hossein Nasr, "Life Sciences, Alchemy and Medicine," Richard N. Frye (der.), The Cambridge History of Iran, vol. 4 (Cambridge: Cambridge University Press, 1 975), 396-41 8; Dimitri Gutas, Greek Tho11ght, Arahic C11/ture: The Graeco-Arahic Translation Movement in Bagh­ dad and Ear[y Abhasid Sociery (Londra: Routledge, 1998).

65

oynadılar. 6. yüzyıl Avrupası'nda İrlandalı misyoner Columba­ nus ile müritlerinin kurduğu manastırlar, Hıristiyanlığın tesisi kadar klasik ilmin korunması ve aktarılmasında da önemli ku­ rumlar haline gelmişti. Columbanus Kuzey İtalya'da Bobbio, Burgonya'da Luxeuil manastırlarını, müritlerinden ise biri İsviç­ re'de Aziz Gall Manastırı'nı kurdu, Luxeuil'li keşişler de Picar­ die'de Corbie Manastırı'nı kurdular. Budizmin Çin, Kore ve Japonya'daki alımlanması da ayrıca yüzlerce yıl boyunca bilgi peşinde koşan ya da onu aktarmayı amaçlayan göçmenlere çok şey borçludur. 4. yüzyıl ile 14. yüzyıl arasında bu aktarımda başı çeken kişiler arasında Kumaraciva, Xuanzhang, Gancin, Ennin ve Dhyanabhadra gibi keşişler vardı. 4. yüzyılda Hint keşiş Kumaraciva, kutsal metinleri Sanskritten Çinceye çevirdiği Çin şehri Chang'an'a gitti. 7. yüzyılda Çinli ke­ şiş Xuanzhang Hindistan'a on yedi yıllık destansı bir yolculuk yaptı ve geri dönerken yanında, ömrünün sonuna kadar çevir­ meye devam edeceği çok sayıda kutsal metin getirdi. 8. yüzyılda başka bir Çinli keşiş Jianzhen, ömrünün son on yılını geçireceği Japonya'ya gitti. Japonların Gancin dediği bu keşiş orada bir ta­ pınak ve okul kurdu, Buda'nın öğretilerini Japon aristokratlarına anlattı. 9. yüzyılda Japon keşiş Ennin, keşişlerin yanında dokuz yıl geçirdiği ve Budist kutsal yazılarını kopyaladığı Çin'e gitti, Japonya'ya döndükten sonra da tantrik meditasyon geleneğinin bilgisini yaydı. 14. yüzyılda Hint keşiş Dhyanabhadra Kore'ye gidip meşhur Nalanda Okulu'nu örnek alan bir manastır kurdu. Bu alımlama süreci erken modern döneme kadar, erken Hint Budizminden Çin'de gelişip Japonya'ya götürülen Zen hareketi­ ne varıncaya dek sürdü. Mesela 17. yüzyılda Çinli keşiş Yinyuan Longqi, bir Zen tapınağı kurmak üzere müritleriyle birlikte Ja­ ponya'ya seyahat etti. Gancin gibi o da ömrünün sonuna kadar J aponya'da yaşadı. 6 6

66

Martin Colcutt, Five Mountains (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1 981); Jiang Wu, "The Taikun's Zen Master from China," East Asian History 38 (2014) : 75-96.

Gazetecilik Batıların ortaçağ dedikleri dönemde İslam Dünyası'nda sür­ gün ve göçmenler, bilginin yaratılması ve aktarılmasında önemli bir rol oynadılar. Antik dünya söz konusu olduğunda, bu dönem sınırların daha sonrakinden daha az önemli olduğu, hem kla­ sik Arapçanın hem de dilbilimcilerin tabiriyle "Yeni Farsça"nın okumuş kesimlerce yaygın bir biçimde bilindiği bir dönemdi bu. Yine de bazı bilginlerin bizzat yaşadığı gibi, kültür farklılıkları halen önemliydi. İranlı astronom Ebu Maşer (batıda Albumasar olarak tanınıyordu) Varanasi'de eğitim gördü, Bağdat'ta çalıştı. Yaşadığı dönemde, yorumlarıyla ikinci Aristoteles olarak tanı­ nan İranlı filozof (ya da daha doğrusu hezarfen) Farabi, günü­ müz Kazakistanı'ndaki bir kasabadan gelerek önce Bağdat, ar­ dından da Şam'da yaşadı. Fas doğumlu coğrafyacı El-İdrisi de Palermo'da çalıştı. Gramer uzmanı Ebu Hayyan, Granada'dan gelip Kahire'de yaşadı. Tarihçi İbn Haldun ise Tunus'tan gelip Fes, Granad�;ye Kahire'de yaşadı. Modern dünyaya döndüğümüzde, fikirleriyle batılı düşünür­ leri, Müslüman düşünürleri ya da her iki grubu birden etkileyen birkaç sürgün öne çıkar. Onlardan biri, iyisiyle kötüsüyle sür­ günlüğü hakkında daha fazla bilinçli olması zor olan Edward Said, diğeri ise İran'da doğup Hindistan ve Mısır'da yaşayan, batı emperyalizmini eleştiren Cemaleddin Afgani'dir. Sürgünlerin bilginin yayılması açısından ne kadar önemli ol­ duklarıyla ilgili kolektif bir örnek de gazetecilik tarihinden gelir. Hidiv İsmail ve İngiliz Konsül-Generali Lord Cromer zama­ nında sansür daha az katı olduğundan Suriye'den Mısır'a göçen Araplar, bir dizi önemli gazete ve süreli yayın kurdular. Bu Arap gazetecilerin arasında El Ahram'ı (1 875) kuran Salim ve Bişara Takla kardeşler; El Ahram'da yazan Paralı Antun; El Mukattam dahil birçok dergiyi kuran Faris Nimr ve El Menar dergisinde

67

yazan Müslüman reformcu Muhammed Raşid Rida vardı. Bu ya­ zarlar İskenderiye ve Kahire'de yaşasalar da yazılarında bütün Arap dünyasına sesleniyorlar, bu da ortak yazı dili sayesinde pek zor olmuyordu.7 Gazetecilik birçok yer ve dönemdeki siyasi sürgünler arasın­ da yaygın bir meslekti. Meşhur örnekler arasında Londra'da ya­ şadığı dönemde Repertorio Americano'yu (1 826) yayımlayan Güney Amerikalı Andres Bello, yine Londra'da (1857-65) süreli yayın Kolokol'u ("Çan") yayımlayan Rus A\eksander Herzen ve Japon­ ya'ya kaçıp orada Çince bir dergiyi, Xinmin Congbao'yu ("Yeni Va­ tandaş", 1902-1907) çıkaran Çinli reformcu Liang Qiçao vardı. Sonraki bölümde başta Bedin, Londra ve Hollanda Cumhuri­ yeti'ne göçen Protestanlarınkiler olmak üzere başka örnekler de verilecektir. Yukarıda saydıklarımıza benzer örnekler, sürgün ve göç­ menlerin bilgiye katkılarının, aşağı yukarı son 500 yıllık dönem­ de batı ile sınırlı olm� dığının, tıpkı kitabın devamındaki örnek vakalar gibi, önemli bir göstergesidir. Şimdi erken modern Avru­ pa'daki sürgünlerle başlayan bu örnek vakalara geçebiliriz.

7

68

Donald M. Reid, The Oc!Jssey of Farah Ant11n (Minneapolis and Chicago: Bibliotheca Islamica, 1 975), 42-62; Sylvia G. Haim (der.), Arab National­ ism (Berkeley: University of California Press, 1962), 1 9-25.

III ERKEN MODERN DÖNEM SÜRGÜNLERİ

Bu bölüm, belki de tarihte ilk defa "dini mültecilerin kitlesel bir fenomen haline geldiği" 16. ve 17. yüzyıllardaki, Alman ta­ rihçi Heinz Schilling'in "din göçü" diye tabir ettiği olguyla ilgile­ niyor.1 Yahudiler, Müslümanlar; Ortodoks, Katolik ve Protestan Hıristiyanlar olmak üzere beş grubun sürgünlüğünü bilgiye etki­ leri bakımından ele alıyor.

Yunanlar İnsanların zorunlu göçü bakımından erken modern döne­ min, 1453'te,_.J..ani küçüldükçe küçülen Bizans'ın başkenti Kons­ tantinopolis'in Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet'in güçle­ rine düşmesiyle başladığı söylenebilir. Şehrin düşüşünden sonra aralarında alimlerin de olduğu pek çok Yunan, İtalya'ya göçtü. Aslında bu göç daha erken bir dönemde, Osmanlıların ilerleyi­ şiyle başlamıştı. Zaten 1422'den sonra Konstantinopolis "hemen hemen sürekli kuşatma altında"ydı.2 Korfu ve özellikle de Gi­ rit gibi Yunan adalarından ayrılan mültecilerin hareketi 1453'ten çok sonra da devam etti. Heinz Schilling, "Innovation through Migration: The Settlements of Calvinistic Netherlanders in Sixteenth- and Seventeenth- Century Cen­ tral and Western Europe," Histoire Sociale -Social History 16(1 983) : 7-34, 32'de; Nicholas Terpstra, Religious Rifugees in the Early Modern WorM (Cam­ bridge: Cambridge University Press, 201 5), 4. 2

Deno ). Geanakoplos, Greek Scholars in Vimice (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1962), 77.

69

Bu göç hareketinin sonuçlarına gelince, 1453'ün Rönesans'ın ya da hiç değilse Rönesans hümanizminin başlangıcı olduğu id­ dia edilir. Bu iddiayı, bir sürecin hafızalarda daha kalıcı hale ge­ tirilmesi için kesin bir tarihi olan tek bir olay olarak sunularak dramatize edilmesi anlamında " 1453 miti" diye tanımlayabiliriz. Hikaye 1 5 . yüzyılın başına kadar geri gider aslında. 1460'lara gelindiğinde hümanist Pier Candido Decembrio, "Konstantino­ polis şehri barbar kafirler tarafından yerle bir edildikten sonra (. . .) inanması zor olsa da pek çok İtalyan bizzat Yunana dönüş­ müştü", diyordu. Bu düşünce 300 yıl sonra bile, mesela Voltaire tarafından ciddiye alınıyordu, gerçi o sıralar bazı bilginlerce şüp­ heyle karşılandığı da oluyordu.3 Öyle ya da böyle, görsel sanatlar kadar edebiyat ve ilimde de klasik geleneğin 1453'ten çok önce, Petrarca (1 304-1 374), Lovato Lovati (1 241-1309) çağında ya da daha öncesinde canlandığı gayet açıktır. Bazı İtalyan hümanist­ ler 1453'ten önce yıllarca Yunanistan'da yaşamışlardı; onların arasında Kos'a yerleşip Sophokles, Thukidides ve başka antik dönem yazarlarının elyazmalarını derleyen Giovanni Aurispa, Konstantinopolis'te Manuel Chrisoloras'ın yanında eğitim gö­ ren Veronalı Guarino ve Manuel'in yeğeni Ianos'tan eğitim alan Francesco Filelfo vardı. Yunan alimlerinin nispeten iyi bir zamanda göç ettikleri sa­ vunulabilir. Mitin aksine alimler, erken Rönesans'ın halihazırda başladığı ve Yunan dili ve Yunan felsefesine dair artan bilgi tale­ bini karşılayabilecekleri bir dönemde İtalya'ya gelmişlerdi ve bu bilgiyi önce İtalya'ya, ardından da Avrupa'nın başka bölgelerine yaymışlardı. Yunan alimlerinin hazır ve nazırlığı onların İtalyan meslektaşlarının artan bilgi talepleriyle çakışmıştı. 3

70

Peter Burke, "The Myth of 1453: Notes and Reflections," Michael Erbe vd. (der.), Querdenken: Dissens und Toleranz im Wandel der Geschichte: Festschrift Hans Guggisberg (Mannheim: Palatium, 1996), 23-30, 24, 27-28'de.

Bilginin bu şekilde yayılmasina katkıda bulunan, aşağı yu­ karı elli kişilik bir Yunan alimi listesi hazırlamak zor değildir. Önemli kişilerin başında, Coluccio Salutati'nin davetiyle 1 397'de Floransa'ya gelen, Leonardo Bruni, Ambrogio Traversi ve Vero­ nalı Guarino gibi önde gelen hümanistlere Yunanca öğreten, ay­ rıca bir Yunanca grameri de yazan Manuel Khrisoloras geliyordu. İkincisi 1430'da Selanik'in ele geçirilişinden sonra İtalya'ya kaçan Theodoros Gazis'ti. Önce Ferrara'da Yunanca öğretmiş, ardın­ dan Yunan felsefesi metinlerini yorumlayıp çevirdiği Roma'ya gitmiş, oradan da Napoli'ye geçmişti. Üçüncüsü 1447'de İtalya'ya varan Atinalı Demetrios Khalkondiles'ti. Padua Üniversitesi'n­ deki ilk Yunanca profesörüydü, ayrıca Perugia, Floransa ve Mi­ lano'da dersler vermişti. Dördüncü kişi de 1453'te esir düştüğü Konstantinopolis'ten kaçan bir mülteci, Yannis Argiropulos'tu. O da Khrisoloras gibi Floransa'da dersler vermişti. Daha ismini anmadı�ımız bu gibi alimler sayesinde, bir dizi İtalyan hümanisti Aristoteles ve Platon'u özgün dillerinde oku­ mayı öğrenil:'); · özgün metnin Arapça çevirisini (çünkü eski Yu­ nan bilgisini ortaçağda batıya aktaranlar Araplardı) temel alan Latince çevirilerden kaynaklanan hatalardan kaçınabiliyorlardı. Hümanistlerin "Kaynaklara Dönüş" diye karşılanabilecek slo­ ganları adfontes'in, bu saydıklarıma benzer ya da Konstantinopo­ lis'te doğup, muhtemelen 1453 civarında İtalya'ya göçen, felsefe yazıları yazıp hümanist Giovanni Pico della Mirandola'ya İbra­ nice dersleri veren başka bir sürgün, Yahudi Yohanan Alemanno gibi sürgünler olmadan hayata geçirilmesi mümkün olmazdı. Kimi sürgünler, halkın daha az eğitimli kesimi için Yunan­ cadan Latinceye çeviriler yapmıştı. Mesela Theodoros Gazis, Aristoteles'i çevirdi. Demetrios Khalkondiles, Ficino'nun Platon çevirisine yardım etti. Trabzonlu Georgios hem Aristoteles'i hem de Platon'u çevirqi (ancak çeviri o zamanlar hataları yüzünden

71

eleştirilmişti). Daha sonraki kuşakta, Kithera (Çuha) adasının piskoposu olan Giritli Maksimos Margounios, Venedik'te yaşadı, şiir yazdı ve Nyssalı Gregorios ve Şamlı Yuhanna gibi Yunan­ ca konuşan teologların eserlerini Latinceye çevirdi. Bizzat farklı kökenlerden gelen Margounios (babası Yunan, annesi Venedik­ liydi) dillerin yanı sıra inançlar arasında da aracılık yapıp Kato­ likleri, Luthercileri ve Yunan Ortodoksları uzlaştırmaya çalıştı. Ancak çabaları sonuçsuz kalmıştı. Sürgün alimler eski Yunan dili "."e kültürüne dair bilgiyi sa­ dece İtalyanlara değil başka Avrupalılara da aktardılar. Mesela Khalkondiles, Alman bilgin Johann Reuchline ile İngiliz Willi­ am Grocyn ve Thomas Linacre'a eğitim verdi; Theodoros Ga­ zis'in kuzeni Andronikos Kallistos ise İspanyol hümanist Anto­ nio Nebrija'ya hocalık yaptı. Bu yabancılar İtalya'ya eğitim için gitmişlerdi, ama sonradan bazı Yunan alimleri Fransa ya da baş­ ka yerlere de gittiler. Sparta'dan gelen Georgios Hermanimos, öğrencileri arasında Erasmus ve Guillaume Bude'nin bulunduğu Paris'e gitti. 1453'te Konstantinopolis'ten kaçan Ianos Laskaris de İtalya'da Yunanca öğrettikten sonra Paris'e yerleşti. Venedik'e giden Giritli Demetrios Doukas, İspanya'ya davet edildi, orada Akala Üniversitesi'nde Yunanca öğretti ve "Çokdilli Complu­ tum Kutsal Kitabı"nı hazırlayan ekipte yer aldı. Daha az bilinen alimler de İtalya ve başka yerlerde Yunanca dersleri verdi, başka sürgünler ise bilgiye başka yollarla katkı sun­ dular. Kimileri hekimdi, ama bu, sözgelimi hukukun aksine, göç­ menlerin kolaylıkla icra edebilecekleri bir meslekti. İsmine rağmen Yunan olan Thomas Frank, İngiltere'de Kardinal Beaufort'un, ar­ dından da Fransa Kralı VII. Charles'ın özel hekimi oldu. Yunanca elyazmalarını kopyalayarak yaşayan, ki günden güne daha fazla ta­ lep görüyordu, sürgünler de vardı. İtalya'ya göçüp orada kardinal olan bir Yunan piskoposu Ianos Bessarion, birçok katibin hamisiy-

72

di; ömrünün sonuna yaklaştığında 800'e yakın elyazmasına sahipti ve hepsini Venedik'teki San Marco Kilisesi'ne bağışlamıştı. Katiplik yapan biri için, Yunanca metinler basmaya ya da matbaalar için düzeltmen olarak çalışmaya geçiş hiç de sürpriz değildir. Matbaacılar Konstantinopolis'ten gelmiyorlardı -bu yeni icat 1453'te, henüz Bizans'a ulaşmamıştı- ama bazı mülteci­ ler matbaa kurdular. Mesela Giritli Demetrios Damilas, Milano ve başka yerlerde hem bir katip hem de bir matbaacı olarak çalış­ tı. Bastığı kitaplar arasında Yunanca grameri de vardı. Başka bir Giritli, Zakharias Kalliergis Venedik'e gidip 1 51 S'te matbaacılık yapmaya başlamadan önce zarif kaligrafisiyle meşhur olmuştu; bir Yunanca fontu tasarlayan Kalliergis, müessesesinde Giritli hemşerilerini dizgici ve düzeltmen olarak çalıştırdı. 1 5. yüzyılın sonunda Venedik'te 4 bin Yunan yaşıyordu, çoğu Giritliydi, dola­ yısıyla da Kalliergis birini işe almakta pek zorlanmıyordu. Papa­ lık Devletlerinden gelen meşhur alim-matbaacı Aldus Manutius, 1494'te matbaa kurmak üzere Venedik'e gitmişti. Yunanca me­ tinlerde uzm 3:nlaştığından, Aldus'un, Yunanca okuyan işgücüne (Marcus Musarus gibi bilginler dahil) ve hammaddelerine, Bes­ sarion'un şehre bağışladığı elyazmalarına mesela, yakın olmak için müessesesini Venedik'e taşımış olması muhtemeldir. Bu hocalar, çevirmenler, kopyacılar, matbaacılar ve düzelt­ melerin hepsinin de birer aracı olduğunu ve bu durumda, alışık olmadık biçimde, ev sahibi ülkeler ile kendi kültürleri olan Bi­ zans, .Doğu Hıristiyan kültürü arasında aracılık etmekten çok, ev sahibi ülkeler ile eski Yunan dili ve kültürü arasında aracılık ettiklerini söyleyebiliriz. Bununla birlikte İtalya ve başka yerler­ deki sürgünler ile öğrencileri Yunanca konuşan "Kilise Baba­ ları"yla da ilgileniyorlardı. Giritli sürgün Trabzonlu Georgios, Eusebios'un Kutsal Kitaba Hazırlık'ını çevirirken, sürgün Manuel Khrysoloras'tan Yunanca öğrenen hümanist Leonardo Bruni, 4. yüzyıl teoloğu Kayserili Basilos'un bir eserini çevirmişti.

73

Yahudi D!Jasporası Avrupa sürgünlerinin tarihindeki bir sonraki önemli yıl 1492'dir. Yahudiler, Granada'nın Hıristiyanlar tarafından ele ge­ çirilmesinin ardından zorunlu din değişiminden kurtulmak için İspanya'dan kaçtılar. Kaçış (bu kitapta 1453'ten 1933'e kadar ele alından öteki vakalar gibi) tek bir olaydan ziyade bir sürecin par­ ·çasıydı, dolayısıyla bu tarihi, daha geniş bir bağlama, pogromlar ve zorunlu din değiştirmelerin yer aldığı daha eski bir zamana, "1391 yılının uzun gölgesi"ne yerleş'tirmeliyiz.4 1492'de din de­ ğiştirmekten kaçan Yahudi sürgünlerin sayısı 100 bin ya da daha fazlaydı (eski tahminler 200 bine kadar çıkar). Onların yarısı, 1497'de bir kez daha din değiştirmek ile kaçmak arasında seçim yapacakları Portekiz'e göçmüşlerdi. Bir zamanlar Salamanca Üniversitesi'nde astronomi profesö­ rü olan Abraham Zacuto, 1492'de önce Portekiz'e, ardından da Tunus'a kaçtı. Kuzey Afrika'ya sığınan tek bilgin kendisi değildi: Jacob Beirav İspanya'dan Fez'e göçmüş (ardından Mısır, Kudüs, Şam ve en sonunda Safed), daha çok bir vakanüvist olarak tanı­ nan Torrutiel'li Abraham ben Salomon ise çocuk yaşta İspan­ ya'dan Fez'e götürülmüştü. İtalya'ya gidenler de vardı: Abrava­ neller gibi Haham İshak ile oğlu filozof Yehuda Leon Templo da İspanya'dan Napoli'ye göçtüler; Jacob Mantino ben Samuel İtalya'ya giderek Padua Üniversitesi'nde eğitim gördü, meslek ya­ şamının çoğunu İbranice kitapları Latinceye çevirerek geçirdi.5

4

Jonathan Ray, After Expuision: 1492 and the Making ef Sephardic]ewry (New York: New York University Press, 201 3), 8, 18-23.

5

Isaac Abravanel hakkında bkz. Baer, Gaittt, 60-68; Benzion Netanyahu, Don Isaac Abravanel, Statesman and Phiiosopher (1 953: 2. Baskı., Philadelphia: Jewish Publication Society of America, 1 968), 53-60.

74

Başta İstanbul, Selanik ve Safed olmak üzere Osmanlı İm­ paratorluğu'na gidenler de vardı. 6 Bu alimler arasında hukukçu ve mistik Yosef Karo; Selanik'e göçen Talmutçu ve Kabalacı Yosef Taitatzak; Granada'dan çocuk yaşta İstanbul'a götürülüp Muhteşem Süleyman'ın özel hekimi olan, kitap koleksiyoncusu, risale yazarı ve bir ilim hamisi olan Moşe Haman vardı.7 Onlar sayesinde kabala bilgisi İspanya'dan Osmanlı İmparatorluğu'na, özellikle de Safed'e yayıldı. Hıristiyanlığı benimseyen İspanyol ya da Portekizli aileler­ den gelen başka alimler, göçlerinin ardından Yahudiliğe geri döndüler. Bu alimler arasında bilhassa iki hekim öne çıkar: 16. yüzyılın ortalarında Selanik'e göçen Amatus Lusitanus ve ay­ nısını Ragusa'da yapan Didacus Pyrrhus Lusitanus. 17. yüzyıla gelindiğinde Safed ve Selanik ("ikinci Kudüs" diye anılmayan başlanan) Rabbanilik ve Kabala incelemelerinin merkezi haline gelmişti. İstanbul, Selanik ve Safed, "Yahudi ilminin ve entelek­ tüel yaşamının eski merkezleri Toledo, Cordova ve Barselona'nın yerini aldı."8 ·'·· Bu diyasporaya mensup alimlerin başarılarını okurken, sür­ gün alimlerin yerleştikleri yerlerin kültürlerinden öğrenmekten ya da o kültürlere katkıda bulunmaktan çok, Kutsal Kitap, Tev­ rat ve Kabala araştırmaları geleneğini sürdürdükleri intibasının 6

Henry Karnen, "The Mediterranean and the Expulsion of the Spanish Jews in 1492," Past and Present 1 1 9 (1988) : 30-55; Karnen, The Disinherited: The Exiles Who Created Spanish Culture (Londra: Ailen Lane,2007), 1-52; Haim Beinart, The Expulsion of the ]ews from Spain ( İ ng. Çev. Ca, Oxford: Littman Library, 2002); François Soyer, The Persecution of the Jews and Mus­ lims of Portugal (Leiden: Brill, 2007), 241-81.

7

Caro hakkında bkz. R. J. Zwi Werblowsky, ]oseph Caro, Laıı:yer and !v[ys­ tic (1962: 2. Baskı., Philadelphia: J ewish Publication Society of America, 1977).

8

Avigdor Levy, The Sephardim in the Ottoman Empire (Princeton: Darwin Press, 1992), 37.

75

uyanmaması güçtür. Bu bakımdan 1930'ların Büyük Diyaspora­ sı'ndaki denklerine hiç benzemezler. İspanya'dan İtalya'ya göçen Haham Yosef Yavetz'in, İspanyol Yahudileri . seküler bilgiye çok meraklılar sözü, belki de ortak bir kanıydı. Öyle ya da böyle bizzat Yavetz'in risalesi, bu gelenekçiliğin büyük bir istisnasıdır, zira kendisi tarih hakkında yazmıştı. Or­ taçağın Yahudi kültür geleneklerinde tarih, büyük bir rol oyna­ mıyordu. Ancak 1492'den sonra bir iki alim bu yolu seçti. 1492 travması bazı kişileri, olan biteni kayd,edip yorumlamaya itti. İshak Abravanel, Moses Almosnino, Abraham.Ardutiel, Yosefh-Kohen, Şem Tov ibn Cemil, Gedaliah ibn Yahya ve Abraham Zakuto bu kişiler arasındaydı. 1492 sürgünü, Yahudi tarihinin yeniden can­ landırılması, yeni bir Çıkış olarak görüldü. Ayrıca Yahudilerin günahlarının ilahi cezalandırılması olarak da yorumlandı. Ancak bu durum, İshak Abravanel gibilerince İlahi takdire iman edilmesi ve çok geç olmadan Mesih'in geleceği yönünde de yorumlandı ve kovulmalarına eşlik eden Hıristiyan polemiklerine bu şekilde ce­ vap verildi. Uzun lafın kısası, Yosef Yeruşalmi'nin sözleriyle, "16. yüzyılda Yahudi tarihyazımının yükselişinin ardındaki temel saik, büyük felaketti."9 Benzer bir biçimde Fransızların 1494'te İtalya'yı işgal etmeleri ve akabinde ortaya çıkan felaketi açıklama gereği, Francesco Guicciardini'nin şaheseri İtafya Tarihi gibi bu olayı ve sonuçlarını konu alan bir dizi tarihçeye ilham olmuştu. 17. yüzyılda İspanya, Portekiz ve İspanyol Hollandası'ndan ikinci bir sürgün dalgası daha geldi. Sürgünlerin büyük bir kıs­ mı "Kuzeyin Kudüsü" Amsterdam'a gidiyordu.10 Bu kişilerin en 9

Netanyahu, Abravanel, 1 30-49; Yosef H. Yerushalmi, Zakhor: Jewish HisfOIJ' and Jewish Memory (Seattle: University of Washington Press, 1 982), 57-76, 58-59 'da; Ray, After Expulsion, 145-55; Jacqueline Genot-Bis­ muth, "L'argument de l'histoire dans la tradition espagnolede polemique judeo-chretienne," Yedida K. Stillman ve Norman A. Stillman (der.), From Iberia to Diyaspora (Leiden: Brill, 1 999),197-213.

10

Yosef Kaplan, "La Jerusalem d u Nord," Henry Mechoulan (der.), Lesj11i.ft

76

meşhurları arasında Hugo Grotius ve Cladius Salmasius gibi en ünlü Avrupalı alimlerle mektuplaşan vaiz ve teolog Menasseh ben israel; geleneksel Yahudiliğe yönelik eleştirileri (bazı sür­ günlere özgü bir mesafeliliğin göstergesi) önce aforoz edilmesi­ ne, sonra da intihar etmesine yol açan Uriel da Costa ve elbette aykırı inançları sebebiyle 1656'da Amsterdam'daki Yahudi toplu­ luğundan sürülen Baruch Spinoza vardı. Spinoza'nın ailesi 1492'de İspanya'dan sürülenler arasındaydı ve ailesi önce Portekiz'e, ardından Fransa'ya, oradan da Spino­ za'nın doğduğu Hollanda Cumhuriyeti'ne göçmüşlerdi. Ancak anadili Portekizceydi. Felemenk kültürünü Sefarad gözleriyle mi, yoksa Sefarad kültürünü Felemenk gözleriyle mi gördüğü bir yana, iki kültür arasındaki yaşamı onu her türlü ortodoks inanç­ tan azade kılmış, özgün fikirlerini geliştirmeye itmişti. Bu göçler, terk edilen yerleri bazı değerli becerilerden mah­ rum bıraktı. İstanbul'daki bir Fransız diplomatına göre, kentteki Yahudi mültc;cilerden bazıları Türklere ateşli silahları ve cepha­ neleri nasıl frre teceklerini öğretiyordu.1 1 İspanya ve Portekiz'deki hekimlerin çoğu Yahudiydi ve onların büyük bir kısmı 1492'den sonra ülkelerini terk ettiler. Ancak İtalya'daki Yunan meslektaş­ larının aksine Yahudi alimler öteki Yahudilere ders verip kitap­ larının çoğunu da onlar için yazdılar, tabii Perguia'da yaşayan, ünlü hümanist Pico della Mirandola'ya biraz İbranice ve Arapça öğreten, Almanyalı mülteci bir ailenin oğlu olan Elia del Medigo gibiler hariç. 1492'ye kadar İspanya'da mesleklerini geliştiren Yahudi mat­ baacılar, bu toplu sürgünden sonra gittikleri yerlerde matbaaları­ nı tekrardan kurdular. 1 5 . yüzyıl sonları ile 16. yüzyıl başlarında d'Espagne: Histoire d'ııne dlyaspora, 1492-1992 (Paris: Levi,1992), 191-209. 11

Mark Mazower, Salonica, Ciry of Ghosts: Christians, ıWus!ims and.fews, 14301950 (Londra: HarperCollins, 2004), 48.

77

İstanbul, Selanik ve Manastır'da matbaa kuran Soncino ve İbn Namias aileleri, bu bakımından bilhassa çok önemliydiler. Bu aileler, Yahudi okurlar için İbranice kitaplar bastıkların için sul­ tanın genel matbaa yasağından muaftılar. Benzer bir biçimde 17. yüzyıl Amsterdamı'nda yaşayan Yahudi matbaacılar da (örneğin Joseph Athias, Immanuel Benveniste, David de Castro Tartas ve daha önce sözünü ettiğimiz Menasseh ben İsrael) İbranice kitaplarda uzmanlaşmışlardı ve İspanyolcaya çevrilmiş Yahudi metinlerini yayımlıyorlardı. Gelgelelim Athias faaliyetlerin'i sadece bu metinlerle sınır­ landırmıyordu. Bir milyonu aşkın İngilizce Kutsal Kitap bastığı� nı da iddia ediyordu, b:unların yanı sıra Katolik ilmihal kitapları; da basıyordu.12 Tartas, Kral Arthur hakkında bir romansın da yer aldığı Yidiş dilinde kitaplar yayımlamıştı; bu da o dönemde şövalye romanslarının epey rağbet gördüğüne işaret eder. Ancak o hiç de yalnız değildi. 1600-1732 arasında Amsterdam'da 318 Yahudi matbaacı çalışıyordu ve Polonya'ya gönderilmek üzere Yidiş kitaplar, yerli Yahudi topluluğu için ya da ihraç edilmek üzere İbranice kitaplar da basıyorlardı.13 Seküler bilgiye gelince, kültürlü bir Sefarad tüccarı Yosef Penso de la Vega, 1688 yılında Amsterdam;da Kargaşalar Kargaşası gibi ilginç bir adı olan büyüleyici bir kitap yayımladı. "Mahir fi­ lozof, uyanık tüccar ve. bilgili bir simsar" arasında geçen hararet­ li bir diyalog biçimdeki bu kitap, borsayı tasvir ediyordu. Yazar spekülatörlerin dalaverelerinden bahsediyor ve ilk defa matbu bir eserde boğalar (amantes) ve ayılardan (contraminores) söz ediliyordu. 12

Marvin J . Heller, The Seventeenth-Century Hebrew Book (2 cilt, Leiden: Brill, 2011) 1. Cilt, xxix.

13

David W. Davies, The World ef the Eiseviers, 1580-1712 (The Hague: Ni­ jhoff, 1 954), 1 29; Renata G. Fuks-Mansfield, "The Hebrew Book Trade in Amsterdam in the 17th Century," Christiane Berkvens-Stevelinck vd. (der.), Le magasin de Jiınivers: The Dutch Repuhiic as the Centre ef the European Book Trade (Leiden: Brill, 1 992), 1 55-68.

78

Ona göre borsa "karmakarışık bir labirent" ve en iyi insanlık komedyasının sahnelendiği bir tiyatroydu. Yosef Penso de la Ve­ ga'nın Amsterdam kadar Londra'yı da etkileyen 1720'nin Güney Denizi Balonu veya 2008'in uluslararas1 balonu gibi daha sonraki kargaşaları nasıl anlatacağını hayal etmek pek zor olmasa gerek.14 Otuz Yıl Savaşları ve Ukrayna'daki Bohdan Hmelnitski ayaklanmasının ardından yaşanan pogromlardan kaçan Doğu Avrupalı Aşkenaz Yahudileri ile İberya'dan kaçan Sefarad Yahu­ dileri 17. yüzyılda Amsterdam'da karşılaştılar.15 Bu karşılaşma­ nın önemli düşünsel sonuçlar doğurup doğurmadığını söylemek güç, fakat elimizdeki bulgulardan bazıları doğurduğuna işaret ediyor. Mesela Amsterdam doğumlu matbaacı Uri Phoebu Halevi, kısa bir süre Polonya'da da yayıncılık yapmış, farklı dönemlerde hem Aşkenazi hem de Sefarad cemaatinin törenlerine katılmış, iki topluluktan da dizgici çalıştırmıştı. Portekiz'den gelen "yeni Hıristiyanlar": n oğlu olan David de Castro Tartas, Aşkenaz tüc­ carların mali.-clestekleriyle her iki topluluk için de kitap ve gazete yayımlamıştı: bir grup için İspanyolca Gazeta de Amsterdam, diğer grup içinse Yidiş Distangishe un Frrytagishe Kuranten.16 Öğrencileri arasında Spinoza'nın' da bulunduğu, Tevrat konusunda bir oto­ rite olan Saul Levi Mortera, Venedikli bir Aşkenaz Yahudisiydi ve pek görülmedik biçimde Amsterdam'daki bir Sefarad cema14 Joseph Penso de la Vega, Confusi6n de Confusiones (1 688: tıpkı basım., Ma­ drid: Sociedad de Estudios y Publicaciones, 1 958), 82,156 ve muhtelif yerlerde. Bağlamı hakkında bkz., Jonathan Israel, "Jews and the Stock Exchange" (1 990), gözden geçirilmiş versiyonu lsrael, Diyasporas within a Diyaspora (Leiden: Brill, 2002), 449-88, 472-74'te, 483-85. 15

Yosef Kaplan, "The Portuguese Community i n Seventeenth-Century Amsterdam and the Ashkenazi World," Jozeph Michman (der.), D11tch Jewish History, 2. Cilt (Kudüs: Hebrew University, 1 989), 23-45.

16

Lajb Fuks ve Renata G. Fuks-Mansfeld, Hebrew 1jıpograph)• in the Northern Netherlands, 1585-1815 (Leiden: Brill, 1984), 233-47, 340-41 .

79

atinin hahamıydı. Sefaradlar arasında etkin olan bir başka Aş­ kenaz da Şabetay Bass'tı; en çok da ilk matbu İbranice kitaplar bibliyografyası olan şairane başlıklı "Uykunun Dudakları"yla (Sifte yeshenim, 1680) tanınıyordu. Bazı Aşkenaz dizgiciler ve dü­ zeltmenler de yine Amsterdam'daki Sefaradların basımevlerinde çalışmışlardı.17 Kısacası, Yahudi sürgünlerin bilgi alanına katkıları iki kültür arasındaki aracılıktan ziyade olumsuz koşullarda dini gelenek­ lerini korumaktı. Aracılık faaliyetini � en bariz örnekleri, Por­ tekizlilerin Hindistan ve Portekiz İmparatorluğu'ndaki başka yerlere sürdükleri ve kendileri için çalışan, linguas, yani "diller" denen Yahudi tercümanlardı. Mesela Vasco. da Gama ve Bre­ zilya'nın kaşifi Pedro Alvares Cabral, Yahudi tercümanlardan yararlanmışlardı.1 8 Bu aracı Yahudi sürgünlerin en iyi örneği muhtemelen Porte­ kiz Kralı IILJoao'nun özel hekimi, İspanyol mültecisi bir ailenin oğlu, "yeni Hıristiyan" Garda de Orta'dır. Orta, otuzlu yaşları­ nın başında Goa'ya gitti, belki de Engizisyondan kaçıyordu. İlaç niyetine kullanılan yerli bitkileri inceledi ve onlarla ilgili, Latince çevirisi Avrupa'da çok iyi bilinen, Col6quios dos simples adında bir diyalog yayımladı. Diyalogdaki kişilerden birinin Hint bir hekim olması, Garcia'nın yerli şifacılarla görüştüğünü ve yerel otları in­ celendiğini düşündürüyor.19 Engizisyondan kaçmak için 1720'de Portekiz'den İngiltere'ye giden Jacob Castro Sarmento da bir başka örnektir. Sarmento, Isaac Newton'ın fikirlerini desteklemek üzere Portekizce ilk ki­ tabı, gelgit teorisi üstüne bir incelemeyi 1737'de Londra'da ya17

Bu bilgi için Yoscf Kaplan'a en içten teşekkürlerimi sunarım.

18

Dejanirah Couto, "The Role of lnterpreters, or Linguas, in the Portuguese Empire in the Sixteenth Century," www.brown.edu / Departments / Por­ tuguese Brazilian Studies/ejph / html /issue2 / html.

19

Kapil Raj , "Beyond Postcolonialism," !sis 1 0 4 (201 3): 337-47.

80

yımladı. Bu kitabın ne kadar okura ulaştığı belli değildir. Büyük ihtimalle Castro'nun 1751'de Lizbon'da yayımladığı Portekizce yazılmış İngilizce gramerinin talihi daha iyiydi. 20

Müslüman D!Jasporası İspanya ve Portekiz'in Yahudileri gibi Müslümanları da din değiştirmek ile sürülmek arasında seçim yapmaya zorlanmış­ lardı. Pek çoğu 1492'den sonra Granada'yı, 1497 'den sonra Por­ tekiz\ 1 502'den sonra Kastilya'yı ve 1 520'lerden itibaren Ara­ gon'u terk ettiler. İspanya'dan çoğu Kuzey Afrika'ya göç eden 100 bin Müslümanın sürüldüğü kuvvetle muhtemeldir, onları daha az sayıda Portekizli Müslümanlar izlemiştir. 21 Bu ilk dal­ ganın ardından, İspanya'nın "Morisco"ları, yani Hıristiyanlığı benimseyen (en azından resmi olarak) Müslümanları sürdüğü 1609-1614 arasında ikinci bir dalga daha geldi. Aşağı yukarı 300 bin kişi İspanya'yı terk etti, üçte biri sadece Valencia'dan geli­ yordu. Pek ç ?ğu Tunus ya da Fas'a, bir kısmı da Cezayir ya da _ İstanbul'a gitti. Bu "beceri göçü" İspanya için büyük bir kayıp­ tı; bostancılar, ipek dokumacıları, seramik işçileri (meşhur çini ya da azulefos ustalarD, taş ustaları ve marangozlardan oluşan büyük bir kayıptı bu. A limler söz konusu olduğunda kayba dair daha az şey bilinmektedir. Yahudi sürgünler gibi Müslüman sürgünler de aracılık konu­ sunda önemli bir rol oynamamış gibi gorünüyor, ancak Portekiz Valisi Afonso de Albuquerque'nin tercümanı olarak Hindistan'a giden Granadalı Sidi Ali vardı. Gelgelelim İspanyalı bu sürgün­ lerin gittikleri yerlerdeki etkileri hakkında çok az şey bilindiğin20 Ant6nio Jıilio de Andrade and Maria Fernanda Guimaraes, Jacob de Carlos Sarmento (Lisbon: Vega, 2010). 21

Bernard Vincent, 1492: L'annee admirable (Paris: Aubier, 1991), 1 1 8-20; Soyer, Persecution, 241-81; Karnen, The Disinherited, 53-93.

81

den (en azından Arapça okuyamayan tarihçiler için) herhangi bir sonuca varmak akıllıca olmayacaktır. En bilindik düşünsel aracılık örneği aslında istemeye iste­ meye gerçekleşmiştir. Batıda Leo Africanus diye bilinen Hasan El-Wezzan, Granada'da doğmuştu. 1492'de ailesiyle birlikte Fez'e gitti, orada eğitim görüp diplomatlığa yöneldi. Yirmili yaşlarının sonunda Hıristiyan korsanlar tarafından esir alınıp efendisi Papa 1 X. Leo'nun şerefine "Leo" adıyla Hıristiyanlaştırıldığı Roma'ya götürüldü. Bologna'da Arapça dersle�i verdi ve bir Arapça gra­ meri yazdı. Papanın istediği üzerine El-Wezzan, ilk kez 1 550'de İtalyanca olarak yayımlanan meşhur Afrika'nın B etimi'ni kaleme aldı. 1600'e kadar Fransızca, Latince ve İngilizceye çevrilen ki­ tap, batılıların Afrika, özellikle de Kuzey Afrika hakkındaki bilgilerine önemli bir katkı şundu.22 İtalyan Yahudisi alim Jacob Mantino ile birlikte el-Wezzan, bir Arapça-İbranice-Latince söz­ lüğü üstünde çalıştı, dolayısıyla da melezleşme yoluyla bilgiye katkı sağlamanın iyi bir örneğini sundu.

Katolik Dfyasporası 1492'den sonraki önemli diyaspora, Reformasyon'un ardın­ dan ortaya çıkmıştır ve kesin tarihlerle yakından ilişkilendiri­ lemez, en azından daha sonra ele alacağımız 1685'teki Nantes Fermanı'nın feshine kadar. Katolikler İngiltere, İskoçya, İsveç ve yeni Hollanda Cumhuriyeti gibi resmen Protestan olan ülkeler­ den kaçarken; Protestanlar, başta İtalya ve İspanya olmak üzere Katolik kalmayı sürdüren ülkelerden kaçtılar. Sürgünler için kolejlerin kurulması, Katolik sürgünlere özgü bir nitelikti. Bu kolejler arasında Roma'daki Collegium Germa22

82

Oumelbanine Zhiri, L!Afrique au miroir de l'Europe: Fortunes de Jean-Leon l'Africain a la Renaissance (Geneva: Droz, 1991); Natalie Z.Davis, Trickster Travels: A Sixteenth-Century Muslim between Worlds (Londra: Faber, 2007).

·

nicum et Hungaricum (1 552), the English College (1 579) ve the College of St. Isidore (1625, İrlandalılar' için); Fransa'da Doua­ i'deki the English College; Valladolid'de the Royal English Col­ lege, (1 589); Sevilla'da the College of St. Gregooru, (1 592); Sala­ manca'da the Royal Irish College, (1 593); Madrid'de the College of St. Omer (1 593) ve the Royal Scots College (1627) vardı. 23 Sürgünlerin bilgiye katkıları neydi? Genel bir eğitim sunma­ larına karşın bu kolejlerin esas amacı, memleketlerine geri dön­ mek üzere rahipler yetiştirmekti. Başka bir deyişle, Yahudilerin durumundaki gibi, Katolik sürgünlerin başlıca entelektüel işlevi de kültürler arasında aracılık yapmak ya da yeni bilgi üretmekten ziyade öteki sürgünleri yetiştirmek, dinsel geleneği korumaktı. Bu sürgünlerin yazdığı kitapların büyük bir kısmı için de aynı­ sını söyleyebiliriz. Mesela St. Isidore Koleji'nin rektörü İrlandalı Fransisken Luke Wadding, tarikatının yıllıklarını yazmak için yıllarını harcamıştı. Oxford'da ilahiyat profesörüyken, İspanya Kralı Felipe'nin Douai'de kurduğu üniversitenin rektörü olan İn­ giliz Richard·-Smith örneğine bakalım. Katolik inancını savunup savunmaması ya da Calvin, Beza ve Melanchton'a saldırıp saldır­ maması bir yana, Smith muhtemelen Protestanları ikna etmek­ ten çok, Katolik dindaşlarının akıllarının çelinmesini önlemek için yazmıştı. Öte yandan Smith'in Latin sekreteri Rahip Richard Lassels tam bir aracıydı. Katolik tarihçi Cesare Batonio'nun bir eserini çevirmişti, ancak daha ziyade üst sınıflara verdiği rehber­ lik hizmetinden yararlandığı ve İngiliz okurlar için yazdığı İtalya kültürü hakkındaki İtafya'nın Tasviri'yle tanınmıştı.24

23 Javier Burriez Sanchez, "Los misioneros de la restauraciôn catôlica:La formaciôn en los colegios ingleses," Charlotte de Castelnau-L'Estoile (der.), Missions d'evangelisation et circulation des savoirs: XVIe-XVIIIe siecle (Madrid: Casa de Velazquez, 2011), 87-1 10. 24

Oxford Dictionary ofNational Biography, "Lassels, Richard."

83

Bu kuralın istisnalarından bazılarına da değinmek gerek. Sürgünler öncelikle Katolik inancındaki yeni gelişmelere dair bilgileri, başka bir deyişle "Karşıreformasyon"u yayıyorlardı. 25 Mesela İngiliz Katolikler, Fransa, Flandra, İtalya veya İspan­ ya'da yaşayan hemşerilerinden yeni inanç biçimleri hakkında bilgi ediniyorlardı. 17. yüzyılda Güney Hollanda'daki Katolik­ ler, Brükselli Antoine Arnauld ve Pasquier Quesnel gibi "Jan­ senizm"in Fransız liderlerinden, hareket hakkında teolojik bilgi ediniyorlardı. Hiç şüphe yok ki yeni Katoliklik biÇimlerinin yayılmasında çeviri de önemli bir rol oynamıştı. Mesela Douai ve St. Omer'de sürgün İngiliz matbaacı John Heigham, İtalyanca, İspanyolca ve Fransızca ilahiyat metinlerini çevirdi. Kuzey Hollanda'daki Mid­ delburg'dan gelen ve Reformasyon'dan kaçmak için güneydeki Antwerp'e giden Mateo Martinez Waucquier, ömrünün çoğunu Katolik ilahiyat eserlerini (sözgelimi Avilalı Teresa ya da Franço­ is de Sales'in yazılarını) Latinceye çevirmeye harcadı, böylelikle bu eserler geniş kesimlere yayıldı. Benzer bir biçimde Köln'de yaşayan başka bir Kuzey Hollandalı mülteci Michael ab Isselt, İs­ panyol ilahiyat yazarı Luis de Granada'yı Latinceye çevirdi. Isselt, 1 592'den öldüğü 1 597 yılına dek Köln'de yayımlanan Mercurius Gallo-Belgicus dergisinin editörlüğünü yaptı. Roma ve Antwerp'le birlikte pek çok Katolik ilahiyat eserinin Latince yayımlandığı Köln, bu dönemde Katolik bilgisinin dolaşıma sokulduğu büyük bir merkeze dönüştü. Katolik sürgünlerin seküler bilginin yayılmasında önemli roller oynadıkları da oluyordu. Uppsafa Başpiskoposu Johan­ nes Magnus ve kardeşi Olaus, Kral Gusta Vasa'nın Protestanlığı dayattığı sıralarda İsveç'i terk edip önce Venedik'e, ardından da 25

84

Geert H. Janssen, "The Counter-Reformation of the Refugee," Journa/ of Ecclesiastica/ History 63 (2012): 671-92.

1537'de Roma'ya gittiler. Çoğu sürgün gibi bu kardeşler de mem­ leketlerinin tarihini araştırmaya yöneldiler. Johannes, İsveçlile­ rin soyundan geldiklerini düşündükleri Got krallarının tarihini yazdı, Olaus ise Kuzey Avrupa hakkında bir tarihçe yayımladı, böylelikle İskandinavya hakkındaki bilgilerin yayılmasına yar­ dım ettiler. Bir kuşak sonra Hollanda'ya göçen simyacı ve tarihçi, İrlandalı Richard Stanihurst, Antwerp'te bir İrlanda tarihi (1 584) ve Aziz Patrick'in yaşam öyküsünü (1 587) yazdı.26 Magnus kar­ deşler örneğinde olduğu gibi, bu araştırmanın arkasında da nos­ taljinin yattığından şüphelenmemiz doğal. En azından bir Katolik sürgün, seküler eserlerle ilgili çeviri faaliyetine yönelmişti. Kuzey Hollanda'daki Deventer'li Alber­ tinus, önce İspanya'ya, ardından da Münih'e gitti. Orada saray kütüphanecisi oldu ve İspanyol ahlakçı Antonio de Guevara'yı Latinceye, pikaresk roman Guzmtin de A(farache'yi de Almancaya çevirdi. İngiliz Thomas Stephens gibi bazı Katolik sürgünler Cizvit olup misyonlara gitti; Stephens'ın misyon bölgesi Hindistan'dı. Cizvitlere 4. Bölüm'de geri dönecek ve onları sürgünden ziya­ de göçmenlerin rolü açısından değerlendireceğiz, ancak burada önemli bir kolektif istisnadan bahsetmek gerek. İspanya Kralı III. Carlos, 1767'de Cizvitleri egemenliği altındaki topraklardan kovduğunda, iki binden fazla Cizvit, İspanya ve İspanyol Ameri­ kası'nı terk ettiler ve en başta da İtalya'ya gittiler.27 26

Colm Lennon, Richard Stanihurst the Dubliner, 1547- 1618 (Dublin: Irish Ac­ ademic Press, 1981) .

2 7 Vittorio Cian, L'immigrazione dei gesuiti spagnuoli letterati in Italia (Torino: Clausen, 1 895); Miquel Batllori_, La cultura hispano-italiana delosjesuitas ex­ pulsos (Madrid: Gredos, 1966); Manfred Tietz ve Dietrich Briesemeistcr (der.), Los jesuitas espafıoles expulsos (Frankfurt:Vervuert, 2001); Niccolo Guasti, "The Exile of the Spanish Jesuits inltaly," Jeffrey D. l3urston ve Jonathan Wright (der.), The ]esuit Suppressionin Global Context (Cambridge: Cambridge University Press, 201 5), 248-61.

85

İspanyolların içinde dilbilimci Lorenzo Hervas gibi alimler de vardı. Kendisi için "İspanyol aydınlanmasının unutulmuş bü­ yük bir şahsiyeti" denmiştir. Kimi zaman Yeni Dünya'da mis­ yonerlik yaptığı söylense de Hervas, Avrupa'yı hiç terk etmedi. Kendisinden önce Athanasius Kircher gibi o da halen bir bilgi merkezi olan Roma'da, gittikleri yerlerde Amerindiyan dillerini öğrenen misyonerlerden bu diller hakkında bilgi sahibi olmuş, daha sonra da bu bilgiler, Wilhelm von Humboldt tarafından karşılaştırmalı dilbilim çalışmalarında kullanılmıştı. Hervas, İtalya'da geçirdiği zamanın çoğunu, Roma'daki kütüphanelere girebilmesi sayesinde, dünya dilleri hakkında bir katalog oluştur­ makla geçirdi. Yine de sadece bir derlemeci değildi; ayrıca Hum­ boldt'a hem bilgi hem de Alman bilim insanlarının geliştireceği bazı fikirler sunan bir kuramcıydı. 28 Benzer bir biçimde başka bir İspanyol Cizvit Juan Andres, sürgünlüğünün bir kısmını "her" edebiyatın kökeni ve gelişimi­ nin tarihini yazmakla geçirdi. Bütün İspanyol Cizvitleri, Hervas ile Andres'in "ansiklopedik" diyebileceğimiz amaçlarını paylaş­ mıyorlardı, fakat bazıları İtalya'da kendi memleketlerinden daha Avrupalı hissediyor gibi görünüyorlar ve İspanyol ve İtalyan kül­ türünün "melezleşmesi" (una compenetracion de culturas) denebile­ cek bir fenomene katkıda bulunuyorlardı. 29 Öte yandan Latin Amerikalı Cizvitlerin küçük bir kesimi de memleketlerinin tarihini yazdılar. Şimdiki Şili'de doğan Juan Igna28

Lorenzo Hervas y Panduro, Catalogo defle lingue conosciute (Cesena: Biasini, 1784); Marisa Gonzalez Montero, Lorenzo Iferoas y Panduro,el gran olvida­ do de la Ilustracion espafıola (Madrid: Iberediciones, 1 994); Gerda Hassler; "Teoria lingüistica y antropologla en !as obrasde Lorenzo Hervas y Pan­ duro," Tietz ve Briesemeister, Losjesuitas, 379-400; Klaus Zimmermann, "Los aportes de Hervas a lalingüistica," a.g.e., 647-68.

29 J uan Andres y Morell, Dell'origine, progressi e stato d'ogni attuale letteratura (Parma: Stamperia Reale, 1782-99); Batllori, La cultura hispanoitaliana, 24, 84.

86

cio Molina, İtalya'da 1776 senesinde Compendio de/la storia geografica, natura! e civi!i del regno del Ci!e'yi yayımlamıştı. Ya�ın tarihlerde göz­ lem yeteneği ve ayrıntılı tasvirleriyle övgülere mazhar oldu. Yine bir başka Şilili, Miguel de Olivares bölgedeki İspanyol fetihlerinin tarihini yazdı.30 Ekvador doğumlu Juan de Velasco, Historia del Re­ ino deQuito'yu (1789) yazdı. Meksikalı Francisco Javer Alegre, Yeni İspanya'daki Cizvitlerin tarihini yazdı. En önemlisi ise Francisco Javier Clavijero'nun Historia Antigua de Mexico'suydu (1780-81). Na­ huatl dilini bilen Clavijero, Meksika tarihi için yerel kaynakların vazgeçilmez olduğunu vurgulamış, İspanyolların gelişinden önce Meksikalıların zaten uygar olduklarını savunmuştu. Hepsi de kreo! olan bu bilginler, Yeni Dünya'nın Avrupa'nın bakış açısından ço­ cuksu ya da dejenere olarak değerlendirilmesine, Comte de Buffon ve Cornelis de Pauw gibi bilgin ya da yazarların başını çektiği bu görüşe karşı çıkıyorlardı. 31 Bu beş Cizvitin beşinin de, patria [memleket, yurt, vatan] özlemiyle mi, yoksa düpedüz mecburi boş zamanlarını iyi de­ ğerlendirdiklerinden mi en önemli eserlerini ülkelerinden uzakta yazdıkları merak uyandırmaya devam eder. Bu Cizvitleri konu alan yakın tarihli bir inceleme, eğer sürgüne gitmeselerdi onla­ rın aynı kitapları yazıp yazamayacaklarını sorar. Yazarın cevabı "muhtemelen evet" olsa da denemesinin altbaşlığı "Yaratıcı Hü­ zün", aksini ima etmektedir.32 30 Johannes Meier, "Los jesuitas expulsados de Chile," Tietz ve Briesemeis­ ter, Losjesuitas, 423-41 ; krş. Prieto, Missionary Scientists, 223-27. 31

Antonella Gerbi, La disputa del nuovo mondo: Storia di una polemica (17501900) (2. Basım, Milano: Adelphi, 2000); David Brading, The First Ameri­ ca: The Spanish Monarc01, Creole Patriots and the Liberal State, 1492- 1866 (Cam­ bridge: Cambridge University Press, 1991), 447-64.

32 Javier Pinedo, "El exilio de los jesuitas latinoamericanos: un creativodo­ lor," Carlos Sanhueza ve Javier Pinedo (der.), La patria interrumpida:Lati­ noamericanos en ex exilio, siglos XVIII-XX (Santiago: Universidad de Talca, 2010), 35-57, 47'de.

87

Elizabeth Diinemi Sürgünleri Bu noktada, VI. Edward ile I. Elizabeth döneminde mem­ leketlerini terk eden İngiliz Katolik sürgünlere odaklanmak fay­ dalı olabilir. Çoğunluğu, başta Leuven (Louvain) ve Antwerp olmak üzere Hollanda'ya ya da başta Rouen, Rheims ve Douai olmak üzere Fransa'ya gitmişlerdi. 1 580 senesinden itibaren Rou­ en, "İngiliz Katolik yayıncılığının bir tür merkezi"ydi; tabii bu­ nun ardında, İngiltere'ye pek uzak olmaması sayesinde kitapların denizyoluyla ülkeye sokulabilmesi de yatıyordu.33 Katolik sürgünlerle ilgili olarak özellikle iki kolektif örnek­ ten bahsetmek gerek. İlki, Gregory Martin'in İngilizce Kutsal Kitap çevirisi. Bu çeviriyi Douai'de, William Allen, Richard Bris­ tow, William Reynolds ve Thomas Worthington gibi başka sür­ günlerin yardımıyla gerçekleştirmişti. Diğeri ise Oxford'da New College'ta okuyan ve Leuven'e giden bir grup arkadaşın (Thomas Dorman, Thomas Harding ve Thomas Stapleton) İngiltere Ki­ lisesi ve savunucularına (başta da Salisbury piskoposu ve Ang­ likanlar için Apologia'nın yazarı John Jewel'a) yönelik bir eleşti­ riydi. Bu kitapları Leuven'deki başka bir İngiliz sürgün, kendisi de New College'ta eğitim gören John Rastell yay� mladı. Fowler, başka bir New College'lının, John Rastell'in (Almanya'ya gitmiş­ ti) Jewel'e saldırısını da yayımladı. Bütün bunlardan hareketle, Fransa, İspanya ya da İtalya'da­ ki İngiliz kolejlerinde eğitim görerek ya da dersler vererek veya John Fowler, Henry Jaye ya da Laurence Kellam gibi (onlar da sürgündü) İngiliz matbaacılarınca Douai .ya da Leuven'de yayım­ lanan ve İngiltere'deki Katolikler okusun diye İngilizce yazılan kitaplar aracılığıyla pek çok İngiliz sürgünün asimilasyona diren­ diği intibasının uyanması çok normaldir. 33

88

Philip Benedict, Rouen during the Wars of Religion (Cambridge: Cambridge University Press, 1981), 170.

Bununla birlikte bu kuralın önemli istisnaları da vardır. Mesela Nicholas Sanders, İngiliz "hizip"inin Latince tarihini yazmıştı: Dorijine ac progressu schismatis Anglicani (1 585). Köln, In­ golstadt, Roma ve başka yerlerde yayımlanan baskıları, bu kita­ bın uluslararası başarısına tanıklık eder. Antwerp'e yerleşen Ri­ chard Verstegan, günümüzde The Restitution of Decıryed Intelligence (1605) adlı, İngiliz kalıntıları hakkında bir incelemenin yazarı olarak hatırlanır (bir kez daha memleket hasretinin ürünü olan bir çalışma). Ancak biyografi yazarının işaret ettiği gibi kendisi, Fransızca, Flamanca ve İspanyolcayı rahat rahat konuşması; ya­ yıncı, çevirmen ve Nieuwe Tijdinghen adlı bir derginin haber ya­ zarı olması; bir bilgi ağının faaliyetlerini düzenlemesi; Theatrum Crudelitatum Haereticorum Nostri Temporis'in (Zamane Heretiklerinin Zalimliklerinin Tjyatrosu, 1 586) yazarı olması sebebiyle bir "kültür aracısı" olması açısından da önemliydi. 34 Bu dinsel çatışmalar çağında bazı yayıncılar, satacağını dü­ şündükleri es�rleri Katoİik veya Protestan olmaları fark etmek­ sizin basan p-ıttalı askerler iken, az önce bahsettiğimiz sürgünler gibi başkaları ise davalarına hizmet edecek yayınları basıyorlardı sadece.

Protestan Djyasporası Yahudi, Müslüman ve Katolik diyasporalarının hepsi de Av­ rupa ve başka yerlerdeki bilgi kültürleri üstünde etkiliydiler, fa­ kat bu etki, ilerleyen sayfalarda gösterilmek istendiği gibi, Protes34

Kurt Johannesson, The Renaissance ef the Goths in Sixteenth- Century Swe­ den: ]ohannes and O/aııs Magnus as Po/iticians and Historians (1 982: İ ng. Çev., Berkeley: University of California Press, 1991); Graham Parry, The Tro­ phies ef Time: Eng/ish Antiquarians ef the Seventeenth Century (Oxford: Ox­ ford University Press, 1995), 49-69; Paul Arblaster, Antwerp and the World: Richard Verstegan and the International Culture qf Catho/ic Reformation (Leuven: Leuven University Press, 2004), 265-67.

89

tanlık özelinde daha iyi belgelenmiş, daha aşikar ve muhtemelen daha önemliydi. Sürgünlerin gelişi, yerel bilgi düzenlerini hatırı sayılır bir düzeyde etkilemişti, en çabuk ve en aşikar biçimde de önce zanaatkarları, sonra da peyderpey bilginleri.

Protestan diyasporası ezici bir çoğunlukla Kuzey Avrupa'dan gelse de tek kaynak burası değildi. Mesela güneyde, Cenevre'de sapkınlık suçlamasıyla yakılan Migu'd Servet, Yeni Ahit'i İspan­ yolcaya çeviren Francisco Enzinas ve İngiltere'ye sığınan Cipria­ no de Val gibi İspanyollar vardı. . Bununla birlikte İtalyanların sayısı çok daha fazlaydı. 1 542'de Roma Engisizyonu'nun kurulmasının ardından farklı mezhep­ lerden (Kalvenistlerden Üniteryenlere kadar) İtalyan Protestan­ ları; İsviçre, İngiltere, Almanya, Transilvanya ve Polonya gibi çe­ şitli yerlere gitmek üzere yarımadayı terk ettiler. Yeni yuvalarına vardıklarında ev sahiplerine, Rönesans İtalyası'nın ilmi ve edebi kültürünün çoğunu aktararak bilginin yayılmasına katkıda bu­ lundular. 3.5 Mesela mültecilerin bir kısmı hekimdi, bazıları Padua Üniversitesi'nde eğitim görmüştü. Niccolo Buccelo ve Gianbat­ tista Gemma gibileri Polonya Kralı Stefan Batory'nin özel he­ kimi olmuşlardı; İtalya'da Padua ve başka yerlerdeki yeni tıbbi gelişmeleri Orta ve Doğu Avrupa'ya yaymış olma ihtimalleri yüksektir.36. Başka bir mülteci, mühendis Jacopo Aconcio, ba­ taklıkları kurutmak, tahkimatları teftiş etmek üzere İngiltere'de işe alınmıştı. Aconcio, tarihin yazılması ve okunması hakkında 35 John Tedeschi, "ltalian Reformers and the Diffusion of Renaissance Cul­ ture," Sixteenth-Century ]ournal 5 (1974): 79-94. 36

90

Delio Cantimori, Eretici italiani del Cinquecento (Florence: Sansoni,1939); Joanna Kostylo, Medicine and Dissent in Reformation Europe (Oxford: Oxford University Press, 201 5).

1574'te İngilizceye çevrilip (serbest bir çeviriydi) yayımlanan bir kitap da yazmıştı. Edebiyat eleştirmeni Ludovico Castelvetro gibi başka mül­ teciler, daha ziyade beşeri bilimlerle ilgileniyordu. İtalya'dan ay­ rılarak önce Lyon'a, ardından da Cenevre ve Viyana'ya yerleşen Castelvetro, Aristoteles'in Poetika'sı hakkındaki yorumları için kutlanmıştı; yeğeni Giacomo, iki pastoral şiirin, Torquato Tas­ so'nun Aminta'sı ile Giambattista Guarini'nin Pastor Fido'sunun Londra'da İtalyanca olarak yayımlanması için mali destek ver­ mişti. Başka bir mülteci, hukukçu Scipione Gentili, Tasso'nun destanı Gerusalemme Liberata'yı Latinceye çevirirken, Londra'da doğan yeğeni Robert, İngilizceden Latince, İtalyanca, İspanyolca ve Fransızcaya çeviri yaparak ekmeğini kazanan bir poliglottu. Daha meşhur bir çevirmen olan John Florio da (melez ismi me­ lez bir kimliği olduğunu düşündürüyor) Londra'da doğmuştu ve mülteci Michelangelo Florio'nun oğluydu. Baba ve oğul birlik­ te İtalyancaya. giriş kitapları yayımlarken, İtalyancanın yanı sıra Fransızca dets1eri de veren ] ohn, günümüzde Montaigne'in Dene­ meler'inin İngilizce versiyonu dolayısıyla hatırlanır. İtalyancadan yapılan çevirilerin başlıca merkezi Basel'di. Burada Machiavelli, tarihçiler Francesco Guicciardini ve Pao­ lo Giovia ile öteki hümanistlerin kitapları, üniversitede retorik profesörü Celio Secunda Curione, Basel'deki başka bir profe­ sör hekim Giovanni Niçcolo Stoppani, eski Benedikten rahibi Francesco Negri ve Machiavelli'nin Hükümdar'ının çevirmeni Silvestro Teglio gibi sürgünler tarafından çevriliyordu. Bu çevi­ rilerden bazıları başka bir sürgün İtalyan Protestanı tarafından yayımlanmıştı: Basel'e yerleşip bir dizi Protestan yazarın eserleri­ ni yayımlayan eski Dominiken rahibi Pietro Perna.37 Aksi yönde 37

Markus Kutter, Celio Secondo Curione (Basel: Helbing and Lichten­ hahn,1955); Leandro Perini, La vita e tempi di Pietro Perna (Rome: Edizioni di Storia e Letteratura, 2002).

91

bir aracılığın örneği de Ortensio Lando'ydu. Augustinusçu bir keşiş iken Protestanlığı benimseyen Lando, Basel'deki matbaada düzeltmen olarak çalışıyordu, Thomas More'un Ütopya'sını İtal­ yancaya çevirmişti (1 548).38

H{)l/andalılar Bilginin yayılmasına önemli katkılar yapmış Hollandalı bir mültecinin ilk örneklerinden biri, _1516'da Antwerp'i terk ederek Venedik'e giden ve 1 549'da ölene dek: İbranice kitaplar yayımla­ maya devam eden yayıncı Daniel Bomberg'dir. Bomberg Hıris­ tiyandı, fakat matbaasında tıpkı Aldus'un Yunanları çalıştırması gibi dizgici ve düzeltmen olarak Yahudi bilginleri çalıştırıyordu. Ana mülteci dalgası sonra geldi. 1567-1 573 arasında yakla­ şık 60 bin Protestan, İspanya Kralı II. Felipe adına Hollanda'yı yöneten İspanyol askeri Alba dükünün zulmünden kaçmak için Hollanda'yı terk etti. İspanyol kuvvetlerinin Antwerp ve öteki şehirler üstünde yeniden kontrol sağlamak istediği 1 580'lerdeki ikinci dalgada ise 100 bin ila 1 5 0 bin arasında Protestan, güneyi terk etti. Bu ikinci göç dalgası için, 1492'de Yahudilerin, 1 560'lar ve 1680'lerde Protestanlarınkiyle benzerlik kurularak, "erken modern dönemlerin dört büyük Batı Avrupalı göç dalgasından biri" denmiştir.39 Hollandalıların çoğu Almanya ve İngiltere'ye göçtü. Ara­ larında tüccarlar, bankerler (tıpkı 1 584'te Antwerp'ten kaçıp Frankfurt'a yerleşen Johann von Bodeck gibi) ve pek çok zana38

Simonetta Adorni Braccesi ve Simone R �gagli, "Lando, Ortensio," Dizionario Biografico degli Italiani, 63. cilt (Roma, Istituto dell'Enciclopedia Italiana, 2004), www.treccani.it/enciclopedia/ortensio-lando(Dizionario Biografico) /.

39

Heinz Schilling, Nieder!andische Exu!anten im 16. Jahrhundert (Gutersloh: Mohn, 1972); Jonathan Israel, The Dutch Repub!ic: Its Rise, Greatness and Fal!, 1417-1806 (Oxford: Oxford University Press,1 995), 308.

92

atkar vardı ve gittikleri yerlere ustalıklarını götürerek lüks eşya sanayisini kurdular; yeni buluşları, "yeni kitlesel üretim biçimle­ rini, teknik ve emek örgütlenmesi tarzlarını" getirdiler. Mesela mülteciler, hızla büyüyen Danzig kentini (şimdiki Gdansk) bir cam ve mobilya üretim merkezine dönüştürdüler.40 Liege'li gra­ vürcü Thfodore de Bry önce Strazburg'a, ardından Antwerp'e, son olarak da matbaacı-yayıncı olduğu Frankfurt'a yerleşti. Yeni Dünya hakkında resimli kitap yayıncılığında uzmanlaşmıştı, mesleği oğlu Jean-Thfodore tarafından devam ettirildi. Hollandalı Protestan mültecilerinden bir kısmı da başta Londra ve East Anglia gibi şehirler olmak üzere İngiltere'ye, en azından bir süreliğine, göçtüler. İçlerinden hiç değilse beş rahip, memleketleri ile ev sahiplerinin kültürleri arasında aracılık et­ miş, İngilizce öğrenmiş (o sıralarda çok az yabancının anladığı bir dil) ve popüler teolog William Perkins gibi yazarların ilahiyat çalışmalarını Felemenkçeye çevirmişlerdi. Bir süre Norwich'te yaşayan Vinc;ent Meursevoet otuz beşten fazla kitap çevirirken, çocuk yaşta ·İngiltere'ye gelip Londra'da okula giden Jan Lamoot en azından sekiz kitap çevirmişti. Bununla birlikte Flaman Protestanların büyük bir kısmı, özellikle Antwerp'in 1 585'te İspanyollar tarafından yeniden ele geçirilmesinin ardından Güney Hollanda'dan kuzeye gittiler. Aralarında bazı seçkin ilim insanları da vardı. Mesela 1581'de Bruges'den Leiden'e göç eden mühendis Siman Stevin. 1 584'te Antwerp'te doğan hümanist Caspar Barlaeus, kısa bir süre son­ ra ailesiyle birlikte kuzeye gitti ve ilkin Leiden'da, ardından da Amsterdam'da profesör oldu. Tüccarlığını alimliğiyle birleştiren Johannes de Laet, 1 584'te henüz üç yaşındayken ailesiyle birlikte Antwerp'ten Amsterdam'a taşındı. Bir din adamı ve ayrıca bir astronom olan Petrus Plancius Brüksel'den Amsterdam'a kaçtı 40

Schilling, "Innovation through Migration," 2 1 .

93

ve orada haritacılık ve seyrüsefer alanlarında çalıştı. Hem Kutsal Kitap uzmanı Johannes Drusius hem de teolog-tarihçi Wilhel­ mus Baudartius güneyden gelmiş, bir süreliğine İngiltere'ye sı­ ğınmış, ardından da Kuzey Hollanda'ya göçmüştü. Freisland'daki Franeker Üniversitesi'ne geçmeden önce Leiden Üniversitesi'nde profesör olmuşlardı. Bu mültecilerin arasında da bir dizi matbaacı vardı. Mese­ la Lodewijk Elsevier, 1581'de Leuven'den Leiden'a göçerken, bir matbaacılar ve bilginler ailesinin ku.r.ucusu olan Jan Commelin, Amsterdam'a gitmek üzere Antwerp'deh ayrıldı. İkisi de hari­ tacılıkta uzmanlaşmış iki matbaacı Cornelisz Claesz ve Joost de Hondt, 1 580'lerin başında Antwerp'ten Amsterdam'a gitti. Yeni evlerinde haritaların yayımlanması faaliyetine katıldılar ve Ams­ terdam'ı, 17. yüzyılda olduğu gibi büyük bir harita üretimi ve coğrafi bilgi merkezi haline getirdiler. Matbaacı ve müzik aletleri ustası, Ghent'li Levinus-Hulsius, işini önce Nuremberg'e, sonra da Frankfurt'a taşıdı.

İngilizler Katolik Kraliçe Mary döneminde (1 553-1558) ülkeden kaçma sırası İngiliz Protestanlarına gelmişti. "Mary Sürgünleri" olarak anılan bu sürgün grubu, çoğunlukla Strazburg, Frankfurt, Zürih ve Basel'a göçtüler. Gittikleri yerlerde uzun yıllar kalmadılar, ama memleketlerinin dışında geçirdikleri yıllar, resmi ya da gayri resmi nitelikte bir tür eğitimdi onlar için. Basel Üniversitesi'nin 1 5541559 yılları arasındaki öğrenci kayıtlarında otuz üç İngiliz öğ­ rencinin kaydı görünür, "hepsi de Protestan mülteciler"di. Daha genel olaraksa dışarıda geçirdikleri yıllar sayesinde, "bu adalıların zihinsel gözleri yeni ufukları algılayacak biçimde genişleyecekti.'"'1 41 Christina H. Garrett, The Marian Exiles (Cambridge, 1938), 26-7, 20 ve muhtelif yerlerde.

94

Cenevre'deki bir sürgün, Stephen Wythers, Kalvin'in kutsal ema­ netler eleştirisi ile Lutherci bilgin Johann Sleidan'ın antik dönemin dört büyük imparatorluğu hakkındaki tarih çalışmasını yayımladı. Strazburg'daki başka bir sürgün John Foxe, ileride bir İngiliz Pro­ testan klasiğine dönüşecek, Acts and the Monuments'ı [Ameller ve Abideler] ya da daha yaygın adıyla Foxe'un Şehitler Kitabı'nın ilk versiyonunu Latince olarak yayımladı. Yeni Dünya'daki Hacı Babalar dene� İngiliz diyasporası çok daha ünlüdür. Onlar, İngiltere Kilisesi'nden kopan Protestanlar­ dı ve önce Hollanda Cumhuriyeti'ne, ardından da 1620'den iti­ baren New England'a gittiler. Ekseriyetle bilgi edinmek yerine topluluklarını yeni bir yerde yeniden inşa etmekle ilgileniyorlar­ dı, ancak tanımadıkları pek çok bitki ve hayvanın yaşadığı bir çevrede hayatta kalabilmek için bir şeyler öğrenmek zorunday­ dılar. Benzer bir biçimde yerli komşularına bilgi aktarmakla da pek ilgilenmiyorlardı. Bu ilk genellemenin istisnalarından biri, 1631'de Bost�n'a gelen, ama 1636'da başka bir yerleşime giden din adamı R@ger Williams'tı. Williams, Kızılderili kabilelerinden Narragansett'lerin dilini öğrenip İngiltere'ye döndükten sonra A Kry Into the Language ofAmerica (1643) adında bir dil kılavuzu yayımladı. Yine de Amerikalıların dillerini inceleyen başka din adamlarının, özellikle de Cizvitlerin aksine Williams, Kızılderili komşularının dinini değiştirmeye çalışmadı. Kültürlerini belli amaçlar doğrultusunda incelemektense bu kültürün başta uyum fikri olmak üzere pek çok özelliğine hayranlık duydu ve ayrıca onu Püriten teokrasiyi eleştirmek için kullandı.42

42 Jack L. Davis, "Roger Williams among the Narragansett Indians," Neıv EnglandQuarterfy 43 (1 970): 593-604.

95

Orta Avrupalılar Çek Protestanları ile öteki dini muhalifler, Kalvenist kral­ ları 1621'de Beyaz Dağ (Bild Hora) muharebesinde yenilince Bo­ hemya'yı terk ettiler. Mesela Comenius diye tanınan Jan Amos Komensky, Moravyalı Biraderler adında bir Protestan toplulu­ ğunun papazı ve evrensel bilgeliğe götürecek evrensel bilginin, yani kendi ifadesiyle Pansophia'nın savunucusuydu. 1620'lerde Po­ lonya'ya sığınan Comenius, ardından İsveç, Prusya, İngiltere ve Transilvanya'da yaşadı. 43 Comeni�s nereye giderse gitsin, daima eğitim ve diğer meseleler hakkındaki fikirlerini yaymaya çalış­ tı. İngiltere'de yaşadığı dönemde, İskoç John Dury (Hollanda Cumhuriyeti, Fransa ve Polonya'da yaşayan) ve Samuel Hartlib ile (Polonya doğumluydu, ama annesi İngilizdi) birlikte 1640'la­ rın entelektüel mayasına katkıda bulundu. "Evrensel reform" şiarıyla (başka bir deyişle toplumun eği­ timle dönüştürülmesi) Francis Bacon'ın izinden giden Comeni­ us, Hartlib ve Dury, 1641'de saray karşıtı parti tarafından İn­ giltere'ye davet edildi. Kendilerine, "İngiliz Devrimi'nin hakiki ve yegane filozofları" deniyordu.44 Üçünün içindeki en özgün düşünür Comenius'tu ve bir liderdi; zaman zaman İngiltere zi­ yaretinin Royal Society'nin kurulmasıyla da alakası olduğu ileri sürüldü. Öyle veya böyle, takipçilerinden bazıları cemiyetin ku­ rucuları arasındaydı.45 1641'de kral karşıtı Parlamento muhalefe­ tinin lideri John Pym'e çok yakın olan Hartlib en üst düzeyde bir aracı, "17. yüzyıl Avrupası'nın en önemli entelektüel simsarların-

43

Milada Blekastad, Comenitıs (Oslo: Universitetsforlaget, 1 969) .

44 Hugh R. Trevor-Roper, "Three Foreigners," Encounter (Feb. 1 960):3-20, 4'te. 45

96

Thomas Sprat, History of the Rqyal Sociery, der. Jackson I. Cope ve Harold W. Jones (Londra: Routledge, 1 958), 67.

dan birisi"ydi. 46 Fransa'dan Bohemya'ya uzanan geniş bir arkadaş ve mektuplaşma ağı sayesinde ''Avrupa'nın en büyük haber kay­ nağı" olarak anılıyordu. İyi bilinen bir incelemenin tabiriyle bu "üç yabancı" (aslında Dury, Edinburgh'da doğmuştu) doğuya Polonya (astronom Ma­ ria Cunitz gibi) ve Transilvanya'ya (ansiklopedici Johann Hein­ rich Alsted ile eski öğrencisi Johann Heinrich Bisterfil gibi) ve batıya, Hollanda Cumhuriyeti ve İngiltere'ye doğru hareket eden daha geniş bir dinsel sürgün grubuna aittirler. Bu sürgünlerden bazıları Hartlib'in ağı içerisinde yer alıyor­ du. Mesela Amsterdam'a göçüp ticarete atılan Alman Papaz Jo­ hannes Moriaen (Felemenk Kalvenist bir sürgünün oğlu) Come­ nius'un kitaplarının orada basılması işini üstlenmişti. 1630'larda önemli bir Kalvenizm merkezi olan Bremen'den gelen Henry Oldenburg, İngiltere'ye göçtü ve kısa bir süre kentte özel hocalık yaptıktan sonra Royal Society'nin sekreteri oldu; ayrıca Hartli­ b'in uluslarara.sı meslektaş ve mektuplaşma ağının idaresini dev­ raldı. Bu araeilık biçimlerinin yanında Oldenburg çevirmenlik de yapıyordu, François Bernier'nin meşhur Hindistan tasvirini İngilizceye çevirdi. Hartlib'in ağının bir üçüncü üyesi, başka bir Orta Avrupa­ lı sürgün Theodore Haak'tı. Almanya'da doğan Haak (annesi Huguenot bir mülteciydi) ömrünün çoğunu İngiltere'de geçirdi. Haak başka bir aracıydı, bunu da bilhassa çeviri yoluyla yapıyor­ du. Almanya'da yaşadığı sırada, Püriten ilahiyatçı David Dyke'ın bir risalesini Almancaya çevirmiş, İngiltere'de yaşarken de Yitik Cennet'i Almancaya, yeni Felemenkçe Kutsal Kitap hakkındaki şerhleri de İngilizceye çevirmişti. İngiliz Cumhuriyeti sırasında Danıştay [Council of State] için çalışırken resmi yayınları yine Al46

Mark Greengrass, Michael Leslie ve Timothy Raylor (der.), Samuel Hartlih and Universal Reformation (Cambridge: Cambridge UniversityPress, 1 994), 2.

97

mancaya çevirmişti. Mensubu olduğu Royal Society için çalışır­ ken de boyacılık üstüne İtalyanca bir risale ile kehribar üstüne Almanca bir risaleyi İngilizceye çevirdi.47 Bu Orta Avrupalılar hep birlikte, Bacon'ın tabiriyle, "ilmin ilerlemesi"ne hatırı sayılır bir katkı yaptılar. 1930'ların Büyük Göç'üne nazaran bu erken modern döne­ min Protestan diyasporası daha küçük ölçekli bir hareket olsa da ikisini karşılaştırmak yersiz olmayacaktır. Her iki örnekte de mülteciler, siyasi çatışmaları aşan; h�tta onlara son verecek bir araç olabilecek bir uluslararası bilim idealine bağlılık gösterir­ ler. Edebiyat Cumhuriyeti onların memleketleri ile gittikleri ül­ keler arasındaki aracılık faaliyetlerine epey borçluydu. Kimyacı Robert Boyle ile uluslararası iletişimi kolaylaştırmayı amaçlayan "felsefi dil"in yaratıcısı Piskopos John Wilkins gibi bilginler; Hartlib, Haak, Oldenburg ve Comenius'un eski yardımcısı dilci Cyprian Kinner gibi mültecilerle işbirliklerine, tanımlaması ne kadar zor olursa olsun, bir şeyler borçluydular. Kimi mülteciler de mesafelilik idealine ya da kendi tabirleriy­ le tarafsızlığa bağlıydılar. " Unparteiisch, Moriaen'ın bir gruba ya da bir bireye yönelik en önemli tavsiyelerinden biriydi'', John Dury ise kendisini "taraf tutmayan bir uzlaştırıcı" olarak tanımlıyor­ du.48 Tarafsızlık teması 1680'lerin Huguenot sürgünleri örneğin­ de de karşımıza çıkar; bunu bu bölüm içerisinde ele alacağız.

Fransızlar Protestan sürgünlerin en bilinen grubu hiç şüphesiz Fransız­ lardı. Söz konusu hareket Basel'a kaçıp oradan Strazburg'a geçen 47

Pamela R. Barnett, Theodore Haak FRS (The Hague: Mouton, 1962).

48 J ohn T. Young, Faith, MedicalAlchemy and Natura/ Philosophy:]ohann Moriaen, Reformed Intelligencer, and the Hartlib Circle (Aldershot: Ashgate, 1998), 83; Greengrass et al., Samuel Hartlib, 95.

98

ve en sonunda da 1 541'de Cenevre'ye yerleşen Jean Calvin'le baş­ layıp 1 548'de Cenevre'ye gelen Calvin'in tilmizi Theodore Beza gibilerince devam etmişti. Mültecilik deneyimlerinin Calvin'in fikirlerini önemli yönlerden şekillendirdiği iddia edilmiştir. 49 Protestanların 1 572'de Paris'te pogroma uğramalarının ar­ dından, yani "Aziz Bartholomeos Günü Katliamı"ndan sonra yeni bir mülteci dalgası ortaya çıktı. Daha çok Kutsal Kitap'ın Latinceye yeni bir çevirisi üstüne çalışmasıyla tanınan yaşlı Fran­ ciscus Junius, Heildelberg'e göçtü. François Hotman, Isaac Ca­ saubon, Louis Turquet de Mayern ve Joseph Justus Scaliger gibi alimlerin hepsi de Cenevre'ye sığındı, tıpkı alim-matbaacı Ro­ bert ve Henri Estienne gibi. Başka bir matbaacı Andre Wechel, 1 572'de Frankfurt'a kaçtı, damadı matbaacı Jean Aubry ve Aubr­ y'nin meslektaşı Claude de Marne da onu izledi. Fransız mülteci bir ailede, Brüksel'de dünyaya gelen maceracı bir Huguenot olan François Caron, 1619'da bir Hollanda gemisiyle Japonya'ya gitti, orada yirmi yıldan fazla kalarak Hollanda Doğu Hindistan Şir­ keti'nin (VOC)]aponya kolunun başına geçti ve Japonya ile Siam krallıkları hakkındaki tasvirleriyle Avrupalıların Doğu Asya hakkındaki bilgilerine katkıda bulundu. Fransız Protestanları da İngiltere ve Hollanda'ya kaçtılar. Mesela seçkin hekim Theodore Turquet de Mayerne (tarihçi Louis'nin oğlu) IV. Henri'nin suikastından sonra Fransa'yı terk etmişti. I. James'in özel hekimi ve gizli ajanı oldu ve "basılma­ dıkça, İngilizce konuşmayı ya da yazmayı (. . .) reddetmesine" rağmen İngiltere'de kırk yıl kaldı. 50 Bazı mülteciler anadillerini 49

Heiko Oberman, "Europa Afflicta: The Reformation of the Refugees," Archivfür Reformationsgeschichte 83 (1992): 91-1 1 1 .

50

Hugh Trevor-Roper, "Mayerne," Oxford Dictiqnary o f National Biog­ raphy (Oxford: Oxford University Prcss, 2004), 581 . Krş. Trevor-Ropcr, Europe's PfDısician: The Various Lift of Sir Theodore de Mqyerne (New Haven: Yale University Press, 2006).

99

öğreterek hayatlarını kazanıyorlardı, Fransızca başlıca entelek­ tüel sermaye tarzıydı; dil eğitimi şimdiki gibi o zaman da tıpkı zanaatlar gibi, yüz yüze iletişimin elzem olduğu bir alandı; öğ­ renciler çıraklar gibi ustalarını ya da hocalarını taklit ediyorlar­ dı. 16. ve 17. yüzyıllarda İngiltere'de Fransızca öğretimiyle ilgi­ li bir inceleme 1685'ten önce faaliyet gösteren on sekiz kişiden (Anwerpli iki kadın ve iki mülteci dahil) söz eder.51 Bununla bir­ likte tarih kayıtlarında iz bırakan dil hocaları, bir kez daha, buz­ dağının görünen yüzüydü sadece v� genelde yalnızca gramer ve dil kılavuzları ya da sözlükler yayımladıkları için tanınıyorlardı. Londra'daki sürgünler arasında Claude de Sainliens (İngilte­ re'de isminin İngilizce karşılığı "Holyband" olarak tanınıyordu) Fransızca, İtalyanca ve Latince öğretmiş, sözlüklerin yanı sıra The French Schoolmaster (1 573), The French Littleton (1 576) ve The Italian Schoolmaster adlarında kılavuzlar yayımlamıştı. J acques Bellot "kendi kendine Fransızca"nın ilk örneklerinden Familiar Dialogues'u (1 586) yayımladı. Pierre (ya da Peter) Erondell, French Garden (1 605) adında bir dil kılavuzu yayımladı, bilhassa kadın­ lar için yazılmış bir kitaptı bu. Sainliens ile Bellot'nun kitapları, Calvin'in Institutes'ü, Kalvenci şair Guillaume Du Bartas'ın bir İngilizce çevirisi, Beza'nın Latince Kutsal Kitap çevirisi ve Pro­ testan ilahiyat eserlerini yayımlayan başka bir sürgün Thomas Vautrollier tarafından yayımlanmıştı.52 Hollanda Cumhuriyeti'nde sürgün Thomas La Grue, Fran­ sızca grameri (Latince olarak) yayımlayıp Felemenkçeden Fran­ sızcaya kitaplar çevirdi, Rahip Barthelemy Pielat ise "anti-gra­ mer" (Vanti-grammaire, 1673) yayımladı.' Nathanel Duez, Leiden 51

Katherine R. Lambley, The Teaching of French in England during Tudor and Stuart Times (Manchester: Manchester University Press, 1 920),1 55-78.

52

Laurent Berec, Claude de Sainliens: Un Huguenot hourbonnais au temps de Shake­ speare (Paris: Orizons, 201 2); Juliet Fleming, "The French Garden: An In­ troduction to Women's French," English Literary History 56 (1989): 19-5 1 .

1 00

Üniversitesi'nde Fransızca ve İtalyanca öğretiyordu. Katolik göçmen Jean-Nicolas de Parival de orada Fransızca dersleri veri­ yordu; ayrıca hemşerilerine yeni yuvalarının kültürünü tanıtmak için Les dilices de la Hollande (1651) adlı bir kitap yazmıştı. Bu örneklerin gösterdiği gibi Fransız Protestanlarının göçü, onlara din özgürlüğü tanıyan Nantes Fermanı'ndan (1 598) sonra bile devam etti.

1680 '/erin Gô'çü 168S'te XIV. Louis'nin Nantes Fermanı'nı feshetmesinin ar­ dından ortaya çıkan diyaspora, sürgünlüğün bilginin yayılmasına etkisi bakımından en aşikar ve en iyi belgelenmiş olaydır, bu se­ beple bu diyasporayı şimdiye kadarkilerden daha ayrıntılı incele­ yeceğiz. Yaklaşık 800 bin Kalvenistten oluşan Fransız Protestan­ ları, başka bir deyişle Huguenot'lar, aşağı yukarı 200 yıl önceki İspanyol Yah17dileri gibi ya Katolikliğe geçecekler ya da sürgüne gideceklerdi. .Kendi tabirleriyle "Babil"e gitmeyi tercih edenlerin toplam sayısı tam olarak bilinmiyor. Önceki kaynaklara göre 300 bin ya da Huguenot nüfusunun yüzde 15'idir. Ancak sonraki araş­ tırmalara göre bu sayı 200 bine, yakın tarihlerde ise 150 bine kadar düşürülmüştür. 53 Çarpıcı Fesih olayı Protestan sürgünlerin uzun tarihlerindeki birçok uğraktan biriydi sadece, ama bilginin yayıl­ ması açısından çok büyük sonuçlar doğurmuştu.

53

Warren C. Scoville, The Persecution ofHuguenots and French Economic Develop­ ment, 1680-1720 (Berkeley: University of California Press,1960), 1 1 8-21 ; Myriam Yardeni, Le Refuge huguenot: Assimilation et culture (Paris: Champi­ on, 2002), 1 5 . Hubert Nusteling, Hollanda Cumhuriyeti'ne giden mülte­ cilerin sayısını 50.000 ye rine 35.000 olarak yeniden hesaplamıştır, "The Netherlands and the Huguenot Emigres," Hans Bots ve G. H. M. Post­ humus Meyjes (der.), La Revocation del'Edit de Nantes et fes Provinces-Unies, 1685 (Amsterdam: APA-Holland University Press, 1986), 26-30.

101

150 bin ya da daha fazla sürgün Huguenot, Hollanda'ya (baş­ ta da Amsterdam, Rotterdam ve Hague), İngiltere'ye (başta da Londra'ya) ve Prusya'ya (bilhassa Berlin'e) doğru yola koyuldu. Prusya ile Hollanda'nın bazı bölgelerinde, sürgünlere oralara yerleşsinler diye imtiyazlar sunulmuştu. Hollanda ve Londra'da, görülmedik bir gecikmiş göç zinciri örneği olarak Huguenot'lar, bu ülkelerde Wallon kiliselerini kuran 16. yüzyıldaki öncülleriyle birleştiler. Bu göç "İltica" [Refuge], sürgünler de rifugies ya da mülteci olarak anılmıştı. Bilhassa Hollanda, Kutsal Kitap odaklı Protes­ tanlardan biri olan Pierre Bayle tarafından bir tür Nuh'un Ge­ misi, "la grande Arche des fugitifs", diye tabir edilmişti.54 Yeni çevrelerine uyum sağlamaları için bu mültecilere, daha önceki Huguenot mülteci dalgasıyla gelenler ve örneğin Rotterdam'da Jurieu ve Bayle gibi bilginler için öğretim kadroları oluşturan bazı kamu otoriteleri yardım etti. Birleşik Eyaletler'de elitlerin düzenli olarak Fransızca kullanmaları (Bedin sarayında da) yeni gelenler için yaşamı kolaylaştırıyordu. Diğer Huguenot sürgünlerin gittiği yerler arasında İsviçre, İrlanda, İsveç, Rusya, Ümit Burnu, Massachusetts'den Güney Karolina'ya kadar Kuzey Amerika vardı. Mesela Baston, meş­ hur bilgin Jean Daille'nin oğlu Pierre Daille ile 1794'te Maine'de ailesi tarafından kurulan özgür sanatlar kolejine Amerikanlaş­ tırılmış aile isimleri (Bowdoin) verilen Pierre Baudouin'in yeni memleketi oldu. 55

54

Pierre Bayle, Dictionnaire Historique et Critique (5. Basım, Amsterdam: Brunel, 1740), 3. Cilt, 25.

55 Jürgen Kammerer, Russland und die Huguenotten im 18. ]ahrhundert (Wies­ baden: Harrassowitz, 1 978).

1 02

Kar ve Zarar Huguenot göçü Fransa için büyük bir entelektüel sermaye kaybıydı. Bu kısımda ele alacağımız nispeten birkaç bilgin ve bilgi işçisinin haricinde Fransa, pek çok tekstil işçisinin bece­ rilerinden (özellikle de ipek ve keten dokumacılarının), ayrıca deri işçileri, ağaç işçileri, matbaacılar, saatçiler, camcılar, kağıtçı­ lar, sabuncular, şapkacılar, fildişi oymacıları ve metal işçilerinin (Londra'ya gidip bugün bile "Huguenot gümüşü" olarak bilinen takıyı üreten gümüş ustalarının) becerilerinden mahrum kaldı. Birleşik Eyaletler, İngiltere, Prusya ve başka yerler içinse kazançlar bir o kadar kayda değerdi. 56 İngiltere'de ipek sanayisi göçmenler sayesinde çöküşten kurtulmuştu, İrlanda'da ise Hu­ guenot'lar ketenin başlıca ticari ürün olmasına yardım ettiler. Londra'ya iltica eden Dollond ailesi, zanaat ile akademik bilgi arasındaki etkileşimin ilginç bir örneğidir. Baba, Normandi­ ya'dan Spitalfields'a giden bir ipek dokumacısıydı; oğlu Jean ya da J ohn dqJmmacılıktan optik deneylerine geçti, bunda Royal Society üyeliğine seçilmesi etkiliydi. John'un oğlu Peter 1750'de optik araçlar üreten bir şirket kurdu (1927'de Dollond ve Aitc­ hison adını alan firmayı 2009'da Boots satın aldı). Ne ilk ne de son defalığına, insanların hareketi güçlü bir teknoloji aktarma aracı olmuştu.57 Söylemeye bile gerek yok ama, yerli zanaatkarlar göçmenleri bu pozitif yönden değerlendirmek yerine yarattıkları rekabete öfkeleniyorlardı. 56

Catherine Swindlehurst, "'An unruly and presumptuous rabble': The Reaction of the Spitalfields Weaving Community to the Settlement of the Huguenots, 1660-90," Randolph Vigne ve Charles Littleton (der.), From Strangers to Citizens (Brighton: Sussex Academic Press,2001), 366-74; Ulrich Niggemann, Immigrationspolitik zwischen Konfliktund Konsens: Die Hu­ guenotten Siedlung in Deutschland und England, 168 1-1697 (Cologne: Böhlau, 2008).

57

Scoville, Persecution, 325, 336.

1 03

O dönemde bile Fesih'in ekonomik sonuçlarından bahsedili­ yordu. Fransız ekonomisinin keskin yorumcusu ve aynı zamanda bir kuşatma araçları ustası Marshal Vauban, Huguenot'ların sü­ rülmesini 17. yüzyılın başlarında Moriscoların İspanya'dan sü­ rülmesine benzetmiş ve iki olayın da olumsuz sonuçlarına dikkat çekmişti. Rotterdam'da sürgün hayatı yaşayan Protestan Rahip Pierre Jurieu de Fransız sanayisinin çöküşüne ağıt yakıp benzer bir karşılaştırma yapıyordu. 58 İlerleyen sayfalarda, yetenek göç�nü bir yana bırakıp 1680'le­ rin diyasporasının en ünlü kişileri dahil doksan altı kişi özelinde bilgi aktarımında rol oynayan Huguenot bilginlere ve başkaları­ na odaklanacağız.

Doktorlar ve Kitapçılar Zanaatkarların haricinde hekimler ya da kitapçılar gibi bazı sürgünler de yeni yuvalarında işlerini ya da mesleklerini uygula­ maya devam ettiler. Theodore de Mayerne örneğini hatırlarsak, cerrahlar ve eczacılar gibi hekimler de Londra ve başka yerlere yönelen ilk Huguenot göç dalgasında ön plandaydılar. Londra'ya giden dört Fransız tabibi 1690'larda Royal Society üyeliğine seçil­ mişti ve aralarında cerrah Paul Buissiere ve Kral III. William'ın özel hekimi Paul Silvestre vardı. Bahsettiğimiz doksan altı kişiden on yedisi, Londra, Ams­ terdam ya da Rotterdam'da matbaacılık, yayıncılık ve kitapçılık (bu dönemde bir arada yürütülen faaliyetler) yapıyordu. İşini Fransa'dan yeni evine taşıyan matbaacı-kitapçı Henri Desbor­ des, tanınmış Fransız Piskoposu Jacquet Bossuet'ye saldıran bir yayını bastığı için kitabevinin kapanıp kısa bir süre hapis yat­ ması yüzünden 1 682'de La Rochelle'den Amsterdam'a taşındı. Diğerleri arasında Amsterdam'da bir düzine matbaası olan ve Londra'da da bu matbaanın bir kolunu kuran Huguetan kardeş58

1 04

Scoville, Persecution, 1 2-13, 1 7.

!er ile Londra'ya göçüp Amsterdam ile Paris'ten gelen kitaplar­ da uzmanlaşan Paul Vaillant vardı. Vaillant'ın oğulları Bayle'in meşhur Sijzlük'ünü 1734'te İngilizce olarak yayımlamışlardı; 1740'larda halen Strand'de bir kitapçı işletiyorlardı. Bu yayıncı­ lar genelde Fransızca kitapların tashihi için hemşerilerini çalış­ tırıyorlar, sürgün yazarların eserlerini yayımlıyorlardı. Mesela Dieppe'den Rotter� am'a göçen Abram Acher hemşerisi Pier­ re Jurieu'nün kitaplarını yayımlamıştı. Henri Desbordes hem Pierre Bayle'in kitaplarını yayımlamış hem de onu işe almıştı. Pierre Brunel, "Altın İncil" tabelasıyla Amsterdam'da bir işlet­ me kurmuştu, ama Kutsal Kitapların yanında Huguenot'ların kitaplarını da basıyordu.

Yeni Meslekler Yeni bir mesleğe yönelen ya da yönelmek zorunda kalan sürgünler de vardı. Mesela hukuk ülkeden ülkeye değişiyordu, bu sebeple 1933 diyasporasındaki bazı kişiler Almanya ya da Avusturya'dan Birleşik Devletler'e gittiklerinde kariyer değiştirip siyaset bilimci ya da uluslararası ilişkiler uzmanları olmuşlardı. Benzer biçimde, 17. yüzyılda, hukukçu Charles Ancillon, Brandenburg-Prusya elektörünün resmi tarihçisi oldu. Başka bir hukukçu Jean Barbeyrac, Berlin'de belles-lettres dersleri verdi, ardından da önce Lozan Üniversitesi'nde, sonra da Groningen Üniversitesi'nde hukuk profesörlüğü yaptı. Metz'den Berlin'e gö­ çen başka bir hukukçu Jacop Le Duchat, edebiyat editörü oldu. Bir yere yerleşmeye yanaşmayan ya da bunu başaramayan bazı mülteciler, meslek değiştirip durdular. Mesela Able Boyer özel öğretmen, çevirmen, gazeteci ve tarihçi olarak (başka şeylerin yanı sıra) çalıştı.59 Ruhbanın sayısı (tam olarak 680 kişi) orantısızca fazlaydı bu göçte. Halihazırda çok sayıda vaizin olduğu Protestan ülkelere ..... 4 ..

59 Yardeni, Refuge Huguenot, 1 1 5-16.

1 05

gitmişlerdi (içlerinden 405'i Birleşik Eyaletler'e gitmişti). 60 Bazı­ ları, mesela Jurieu, Amsterdam, Londra, Bedin ve başka yerler­ deki kiliselerde, özellikle de sürgünlerin kurduğu ve Fransızca­ nın kullanıldığı kiliselerde papazlığa devam ettiler (1688'e kadar Hollanda'da bu kiliselerden 62, Londra'da ise yaklaşık 25 tane kurulmuştu). 6 1 Gelgelelim, tahmin edilebileceği gibi, seslendikleri kitle bü­ yümüş olsa da göçülen yerlerdeki Kalvenist vaiz sayısı onlara yönelik talepten katbekat fazlaydı. 6.2 Sürgün ruhbanın çoğu işsiz kalmıştı. Peki bu gayet iyi eğitimli ve hitabeti yüksek grup ne yaptı? Belki de yeni ortama uyum sağlamanın en çarpıcı örne­ ğini Nicolas Chevalier sunmuştur. Hollanda Cumhuriyeti'ne il­ tica eden bir rahip olan Chevalier, kitapçılık ile madolyonculuk mesleklerini birleştirmiş,. XIV. Louis'nin "madalyonik tarihi"ne rakip olarak III. William'ın işlerinin madalyonlarla anlatılan ta­ rihini üretmişti. Sürgündeki bazı papazlar da hitabet becerilerini çeşitli biçimlerde kullandılar ve gittikleri ülkelerde, memleketle­ ri ile yeni yuvaları arasında aracılık başta olmak üzere muhtelif kültürel nişlere tutundular. Fransızcanın ülke dışındaki prestiji, İtalyancanın Rönesans dönemindeki prestiji gibi, entelektüel ser­ mayelerinin başka bir önemli kısmıydı. 63 60

Hans Bots, "Les pasteurs français au refuge des Provinces-Unies," Jens Haseler ve Antony McKenna (der.), La vie inte/Jectuelle_aux refuges protestants (Paris: Champion, 1 999), 9-1 8, 9-10'da.

61

Yardeni, Refuge Huguenot, 62 .

62

Bots, "Pasteurs," 1 1 ; Van der Linden, Experiencing Exile, 62-69.

63

Studies of individuals include Joseph Almagor, Pierre Des Maizeaux (Amsterdam: APA-Holland University Press, 1 989); Christiane Berkvens-Stevelinck, Pı-osper Marchand (Leiden: Brill, 1 987); Labrousse, Pierre Bqyle; Margaret E. Rumbold, Traducteur huguenot:Pierre Coste (New York: Lang, 1991); Hugh R. Trevor-Roper, "A Huguenot Historian: Paul Rapin," !rene Scouloudi (der.), Huguenots in Britain and Their French Back­ ground, 1550-1800 (Basingstoke: Macmillan,1987), 3-19.

1 06

Bu sürgünlerin çoğu öğretmen ya da profesör oldu. Mesela Pierre Jurieu, Rotterdam'daki Fransız kilisenin papazı değildi sa­ dece, bunun yanında eski öğrencisi Pierre Bayle ile birlikte yeni kurulan Ecole Illustre'de profesördü. Yeni yaşamına İngiltere'de başlayan Michel Maittaire, Westminster School'da öğretmen oldu. Berlin'e giden Etienne Chauvin, hem bir papaz hem bir fel­ sefe profesörü, College Français'nin (1 689'da kuruldu) müfettişi ve bir ilmi mecmuanın kurucusuydu. Mesleğin bu yeni kadroları teoloji veya felsefe öğretme eğilimdeydiler, ama Etienne Morin, şehirde üniversiteye en yakın kurum olan Amsterdam Athena­ eum'da, 1686'dan itibaren doğu dilleri dersleri vermişti. Bazı sürgünler özel dersler verdiler. Abel Boyer, Gloucester dü­ küne Fransızca öğretirken, bir sonraki kuşakta Prens Frederick'in (sonradan Büyük Frederick) bir Huguenot mürebbiyesi, Marthe de Montbail ve bir Huguenot özel öğretmeni, soylu ve subay Ja­ cques-Egide Duhan de Jandun, vardı. Başka bir soylu, Paris'teki binicilik okulunun eski müdürü Solomon de Foubert 1680'lerde Londra'da b'ir okul açtı. 17. yüzyılda Londra ve çevresinde daha düşük toplumsal statüde bir dizi mülteci Huguenot Fransızca ho­ cası da vardı ve pek çoğu St. Paul'un avlusuna ya da yakınlarına yerleşmişti. Neyse ki Fransızca derslerine talep Fransızca hocala­ rıyla paralel olarak artıyordu. "Fransızca hocalarına yönelik artan talebi Protestan mültecilerin büyük akını karşılıyordu."64 Bazı mülteciler de kütüphaneci olmuştu. Peter Colomiez, Lambeth Sarayı'ndaki Canterbury başpiskoposunun kütüphane­ cisi oldu. İrlanda'ya iltica eden Elie Bouherau, 1701'de Dublin'de­ ki Marslı Kütüphanesi'nde kütüphaneci oldu; İrlanda'daki ilk halk kütüphanecisiydi. İngiltere'ye 1681 yılında gelen Henri Jus­ tel, Royal Society'yle bağlantılı faaliyetleri sayesinde bu cemiyete üye oldu. Yedi bin ciltlik bir kütüphanenin eski sahibi Justel, St. 64 Lambley, The Teaching ef the French Language, 400.

1 07

James's Palace'ta kraliyet elyazmalarının koruyucusu ile kraliyet kütüphanecisi oldu.65 Başka sürgünler, Boyer'nin Fransızca-İn­ gilizce sözlüğü ya da Bayle'in meşhur Dictionnaire'i gibi başvuru kaynaklarını derlediler ya da edebi metinleri yayıma hazırladı­ lar. Mesela eski hukukçu Jacob Le Duchat; Villon, Rabelais ve Brantôme'un kitaplarını yayıma hazırlamıştı. En azından yirmi mülteci ve çocukları çevirmenlik yapıyor­ du; kültürler arasında sürekli tekrar eden bu aracılık biçiminin timsaliydiler. Çevirilerin ekseriyeti İngilizceden Fransızcaya yapılıyordu, en meşhur çevirmen de Londra'ya yerleşip burada J ohn Locke'un üç eserini (Eğitim Üstüne, Hırist!Janlığın Makullüğü, İnsanın Anlama Yetisi Üstüne Bir Deneme) ve Newton'un Optik'ini çeviren Pierre Coste'du. 66 Çocuk yaşta Utrecht'e giden ve orada özel öğretmen ve gazeteci olarak çalışan François Michel, Ric­ hard Steele'in Ladies' Library 'sini çevirmişti. Steele'in süreli yayını The Tat/er, Armand de la Chapelle tarafından Le babillard adıyla Fransızcaya çevrilmişti. Steele'in Joseph Addison'la birlikte yaz­ dığı Spectator, Alexander Pope ve George Berkeley'nin eserlerini de çeviren papaz ve öğretmen Elie de Joncourt tarafından Fran­ sızcaya çevrilmişti.67 1685'te Londra'ya göçen Pierre-Antoine Motteux, mezatçılık ve oyun yazarlığı da yapıyordu, Rabelais'nin eserlerinin İngilizceye çevirilerini tamamladı. Uzak bir kültürün bilgisinin yayılmasına katkıda bulunan Pierre Des Maizeaux, Alman hekim Engelbert Kampfer'in yazdığı Japonya tasvirini çevirdi (Almanca özgün metin elyazması halindeyken, İngilizce versiyonun matbu metni çıkmıştı). 65

Stephen W. Massil, "Huguenot Librarians and Some Others," World Li­ brary and Inforvıation Congress, 2003, webdoc.s ıib.gwdg.de/ebook/aw/2003/ ifla/vortraege/ . . . /058e -Massil .pdf; Oxjord Dictionary ofNational Biogra­ ph)ı, "Justel."

66

Rumbold, Traducteur Huguenot.

67

Donald F. Bond, "Armand de la Chapelle and the First French Version of The Tatler," Carroll Camden (der.), Restoration and Eighteenth-Century Literat11re (Chicago: University of Chicago Press, 1 963), 161-84.

1 08

Diğer yönde ise Abel Bayer, Fenelon'un siyasi romansı Tele­ maque'ı İngilizceye çevirirken, Motteux da Cervantes ve Rabela­ is'yi çevirmişti. Bu dönemde Edebiyat Cumhuriyeti'nin uluslara­ rasılığını gösteren iki tipik örnek, Alman Samuel Pufendorf'un doğal hukuk üstüne denemesini İngilizceye çevirip Amster­ dam'da yayımlayan İsviçre'de sürgün Jean Barbeyrac ile Fransız filozof Nicolas Malebranche'ın denemesini Latinceye çevirip Ce­ nevre'de yayımlayan, Berlin'de sürgün Jacques Lenfant'dı. Uzun lafın kısası, biraz abartarak söylersek, Nantes Fermanı'nın feshi, çeviri tarihinde bir döneme damgasını vurmuştu. 68

Tar�hçiler ve Gazeteciler Bazı mülteciler de tarihçi oldular. Sonraki bölümde ele ala­ cağımız 16. yüzyıl İtalyan göçmenleri gibi bazıları resmi tarihçi oldular. Elektörün resmi tarihçiliğine atanan Berlin'de sürgün Charles Ancillon; yine Berlin'de başka bir resmi tarihçi Antoi­ ne Teissier; Hollanda Zümreleri'nin vakanüvisi Isaac de Larrey ve III. William'ın vakanüvisi Nicholas Fremond d'Ablancourt. Bazıları ise g�yri resmi bir biçimde tarih yazdılar. Basnage kar­ deşlerin arkadaşı Paul de Rapin-Thoyras, İngiltere tarihiyle ilgi­ leniyor, bir yandan da İrlanda'daki Protestanların mücadelesini destekliyordu. Rapin Hı'stoire de l!Angleterre'ini (1723) "yabancıları bilgilendirmek" için yazmıştı, ancak bu aracılık eseri başka bir sürgün, David Duran tamamladı.69 Elli Benoist ilk kez sürgün­ deyken tarihle ilgilenmeye başladı ve Nantes Fermanı'nın tarihi üstüne çalışmasının "ayrı bir sürgün kimliği oluşturma"yı amaç­ layan ortak bir çabanın bir parçası olduğu öne sürüldü.70 68

Erich Haase, Einführung in der Literatur der R�fuge (Bedin: Duncker and Humblot, 1 959), 401-4; Jens Haseler, "Les Huguenots traducteurs," Jens Haseler ve Antony McKenna (der.), La vie intellect11elle atıx reftıges protestants (2 cilt., Paris: Champion, 1999-2002), 2. Cilt, 1 5-25, 16'da.

69

Hugh Trevor-Roper, "A Huguenot Historian."

70 Van der Linden, Experiencing Exile, 195.

1 09

Bazı durumlarda bu tarihçilerin seçtiği konular ile dini inanç­ ları arasındaki ilişki gayet aşikardır. "Şüphesiz Huguenot'ların tarih tasavvurları, genelde Katolik itirazlara yönelik savunmalar­ dı."71 Bazı sürgünler, inançlarını savunmanın dürtüsüyle tarihe, özellikle de heretiklerin tarihine yöneldi. MeselaJacques Lenfant kilise konsilleri ile genelde Protestanların öncüleri olarak görülen Hussitler gibi heretiklerin tarihi üstüne yazdı. Isaac de Beausobre da başka bir heretik grup olan Maniciler hakkında yazdı (Lider­ lerini Luther'in habercisi olarak görüyordu). Pierre Jurieu, Yahu­ diler hakkında yazarken, J acques Basnage Yahudilerin, özellikle de kendi tabiriyle, bu "mültecilerin dağılması"nın tarihi üstüne meşhur kitabını yazmıştı. Bir diyaspora hakkında yazarken bir başkasını düşünmesi anlamında kitabının "alegorik" olduğu söy­ lenebilir (Aslında kitabı "Katolik karşıtı alegori" olarak görülü­ yordu). Basnage'ın "On yedi yüzyıldır nefret edilen, her yerden kovulan ama yine de varlığını sürdürüp halen binlerce mensubu olan bir kiliseyi göreceğiz burada" demesi, Huguenot'ların yüre­ ğine su serpmiş olmalı.72 Bunun yanında Basnage'ın Yahudilerle ilgilenmesini, kendi halkına yönelik kaygılarının "yer değiştir­ mesi", belki de bilinçli olmayan bir yer değiştirme olarak Freud­ cu bakışla da yorumlayabiliriz. Hepsinin içinde en kuytuda kalan meslek gazetecilikti. An­ cak mülteci yazarlardan oluşan iki grubu birbirinden ayırmak ge­ rekir. Bir yanda Post-Bqy'un editörü Abel Bayer ya da Rotterdam, 71 Martin Mulsow, "Views of the Berlin Refuge," Sandra Pott, Martin Mul­ sow ve Lutz Danneberg (der.), The Berfin Refuge, 1680-1780: Learning and Science in Eııropean Context (Leiden: Brill, 20 03), 25-46, 26'da. 72 Jacques Basnage, Histoire des Juifs (6 cilt., Rotterdam: Leers, 1706-7). İ n­ gilizce çevirisinden akt., The History of the ]ews (Londra: Bever and Linot, 1708), 465, 693. Alegori üstüne Peter Burke, "History as Allegory," Inti 45 (1997): 337-51 ; on Basnage'ın alegorisi üstüne bkz. Jonathan M.Elukin, "Jacques Basnage and the History ofJews," ]ournal ofthe History ofIdeas 53 (1 992): 603-30, 606'at.

1 10

Amsterdam ve Utrecht gazetelerinde yazan François Michel Ja­ niçon gibi siyasi dergiler için yazan birkaç kişi vardı. Diğer yanda ise kitaplar hakkında yazan, bilimsel dergileri yayıma hazırlayan ya da onlara katkıda bulunan daha büyük sayıda sürgün vardı.73 Başka bir deyişle çağdaş bir analojiye başvurarak söylersek, Hu­ guenot gazetecilerin çoğunluğu Times'ın muadilinden çok Times Literary Supplement'ın muadili için yazdılar. Örnekler arasında Henri Basnage'ın editörlüğünü yaptığı Histoire des Ouvrages des Savants, bir süreliğine Jacques Bernard'ın editörlüğünü yaptığı Bibliotheque Universelle ve Journal Littiraire (altı editörlü) vardı. Bu dergiler Aydınlanma düşüncesinin yayılmasının önemli araçla­ rından biriydi. Bu dergiler günümüzdeki gibi uzmanlaşmış yayınlardan zi­ yade "edebiyat cumhuriyetinden haberler" sunan süreli yayınlar­ dı. Zaten en meşhurlarından birinin adı da Rotterdam'da sürgün matbaacı Henri Desbordes tarafından üç yıl boyunca (1684-87) yayımlanan Nquvelles Republique des Lettres'di. Derginin editör­ lüğünü, sürgürı:deki ileri gelen entelektüellerden filozof-tarihçi Pierre Bayle yapıyordu. Çok geniş ilgi alanlarına sahip bir otodi­ dakt olan Bayle, kendi dergisini de çıkarıyordu.74 Bu dergilerdeki "haberler" kitap eleştirilerinden (yeni bir icat) bilim insanlarının ölümü anısına yazılan yazılara kadar uzanıyordu. Sürgünlerin memleketleri ve başka ülkelerdeki mültecilerle bağlantıları sa­ yesinde, bu dergilere malzeme sağlayan ve genel olarak bilginin daha yayılmasını kolaylaştıran sahici bir ağ yaratılmıştı. Mesela Bayle, Britanya'da yaşayan, gazeteci Daniel de Larroque, cerrah 73

Haase, Einführung, 404-20; Myriam Yardeni, Le refuge protestant (Paris: Champion, 1 985), 201-7; Herbert Jaumann, "Der Refuge undder Jour­ nalismus um 1700," Pott, Mulsow ve Danneberg, The Berfin Refiıge, 1 5582, 161-63.

74

Hubert Bost, Un intellectuel avant la lettre: Lejournaliste Pierre Bayle (Amster­ dam-Maarssen: APA-Holland University Press, 1 994), 143-60; krş. Bost, Pierre Btryle historien, critique et mora/iste (Turnhout: Brepols,2006), 43-54.

111

Paul Buissiere ve hekim Paul Silvestre ile yazışmaları sayesinde Britanya'daki bilimsel faaliyetlerden haberdar oluyordu.

Tarafsızlık Bilginin üretilmesi ve yayılması açısından Huguenot di­ yasporasının ne kadar önemli olduğu iki kelimeyle özetlenebi­ lir: aracılık ve mesafelilik. Sürgünler, kendi Fransız kültürleri ile Hollanda Cumhuriyeti, İngiltere ve Prusya gibi başlıca üç ev sahibi ülkenin kültürlei:i arasında aracılık yapıyorlardı. Çevi­ ri, eğitim ve hepsinden çok da kültürel gazetecilik bakımından bu sürgünlerin oynadığı aracılık rolü gayet aşikardı. Bu dergile­ rin adları da zaten bu amacı açıkça ortaya koymaktadır: mesela 1720'de kurulan ve Berlin'de Etienne Chauvin, Alphonse Des Vignolles ve Jacques Lerifant'ın yayıma hazırladığı Bibliotheque Ger!llanique ya da Michel de La Roche'un editörlüğünü yaptığı Bibliotheque Anglois. Sürgünlerin mesafeliliği temasına geri dönersek, Edward Gibbon, iki Huguenot tarihçiyi, Basnage ile Beausobre'u, Yahu­ diler ile Manicilerin tarihini yazan daha eski Katolik tarihçilerle karşılaştırarak "tarafsızlıklarından" ötürü övmüştü.75 Beausob­ re, tarih çalışmasının önsözünde tarafsızlık ihtiyacını ele almış, Basnage'ın Histoire des Juifs'i ise tarafsız olduğunu iddia ederek, ''.Amacımız ne Yahudileri karalamak ne de onlara yağ çekmek" diyordu. Bir Hıristiyan olarak yazıyor, Yahudileri dinden döndür­ menin en iyi yolunu tartışıyordu ama ıstıraplarına sempati duyu­ yor, ilme bağlılıklarını takdir ediyor ve alimlerini, matbaalarını ve "akademi"lerini (yeshivot) epey ayrıntılı olarak ele alıyordu.76 75

Edward Gibbon, Decline and Fail of the Roman Empire, der. David Wom­ ersley (Londra: Ailen Lane, 1994), 3. Cilt, 88; 1 . Cilt, 456 (49. ve 1 5 . Bölümler) .

76

Basnage, I-Iistory of the ]ews, ix, 693, 738.

1 12

Yine Nantes Fermanı hakkında yazan Huguenot tarihçi Elie Benoist da kendinden öncekileri, "çok fazla savunma, çok az ta­ rih" (trop d'apologie et trop peu d'histoire) sundukları için eleştiriyor­ du. Ahlaki yargılardan çekinmiyor, onların tarihsel tarafsızlıkla uyumlu olduklarını iddia ediyordu (je desintiressement d'un historien).77 İngiltere tarihini yazan Rapin-Thoyras da kendinden önce­ kileri yanlılıkları yüzünden eleştirmişti. Bilhassa Kral I. Charles konusuna değinerek, gerçeği en tarafgir tarihçilerden bile çekip çıkarabilecek "yansız, iyi bir tarihçi"ye (un bon historien neutre) ihti­ yaç olduğuna dikkat çekiyordu. Whig'lere sıcak bakmasını bir yana bırakırsak Rapin, yabancılara açıklanması gereken ilginç bir feno­ men olarak gördüğü İngiliz parti siyasetiyle arasındaki mesafeyi korumuştu. Bunun arkasında Hague'da ve Almanca konuşulan bir bölgede (Cleves Dukalığı'ndaki Wesel'de) yaşarken yazıyor olması da yatıyordu. İngilizlerin, İtalyan hümanisti Polydore Vergil'in İn­ giltere tarihine nasıl tepki verdiklerini bilen Rapin, beklediği gibi, monarşiye ve J-:iliseye karŞ ı yanlı olmakla eleştirildi. Yine de serin­ kanlı yazım ta:rzı, önyargılardan nispeten uzak oluşu, kitabının kı­ tanın yanı sıra Britanya'da da (iki farklı çeviriyle) başarılı olmasını bir ölçüde açıklar. Bu kitap, İskoç filozof David Hume'un İngiliz tarihi hakkındaki rakip eserinin yayımlanmasına kadar koca bir nesil boyunca Britanya'da bu alandaki en önemli kitaptı.78 Mesafelilik geçmişe eleştirel bir biçimde yaklaşılmasını teş­ vik eder. 17. yüzyılın sonlarında ve 18. yüzyılın başlarında ortaya çıkan "eleştirel tarih" bunun örneğidir ve bu metinlerden bazıla­ rı sürgünler tarafından yazılmıştır. Nitekim Bayle'in Dictionnaire Historique et Critique'i, bu türün en meşhur örneği olmuştur. 77

Hubert Bost, Ces messie11rs de la R. P. R. (Paris: Champion, 2001), 267-79.

78

Paul de Rapin-Thoyras, Histoire de l'Angleterre (1723: yeni basım, 4 cilt., Basel: Brandmuller, 1740), 1 . cilt, 9, 14; 3. cilt, 387-90: Trevor-Roper, "A Huguenot Historian."

113

Tarih yazıcılığı söz konusu olduğunda sürgünlerin iki kültür arasındaki konumları, tarafsızlıklarına yardım etmiştir. Tarafsız­ lık daha o dönemde bir ideal gazetecilik göstergesi olarak gö­ rülen bir nitelikti. Kimin yazdığı bilinmeyen Critique disintiressie des journaux littiraires et des ouvrages des savants (1730'da Hague'da yayımlandı) bu niteliği hem kendine hem de bazı dergilere atfe­ diyordu. Bu dergilerde yer alan kitap eleştirileri, "ne yazarların ne de kitapçıların endişelerine kulak asılarak" (sans igard, ni pour !es Auteurs, ni pour !es libraires) yazılıyqrdu.79 Hiç şüphesiz Huguenot diyasporası içindeki mesafelilik tim­ sali Pierre Bayle'di. Bir yabancı, "taşralı, yoksul ve (. . .) Protestan" Bayle, yerleşik düşünceleri çürütmeyi, taraf tutmaksızın iki bakış , açısını karşılaştırmayı seviyordu. Ona göre iki tanığın görüşle­ ri çeliştiğinde hükmü ertelemek gerekiyordu. Kendinden önceki yazarların önyargılarını tartışırken kalemini keskin bir biçimde oynatıyordu. Nouvelles de la Republique des Lettres'inin meşhur pasaj­ larından birinde "Tarih tıpkı et gibi sunulur" diyordu. "Her millet ve din, aynı ham olguları alır ve kendi beğenilerinin sosuna bular, her okur ise önyargılarıyla uyumlu olup olmadıklarına göre on­ ları doğru veya yanlış bulur." Bayle, "tarafsızlık idealine tutkuyla bağlıydı." Ona göre Reformasyon'un tarihi, tercihen ne bir Kato­ lik ne de bir Protestan tarafından yazılmalıydı. Şayet bu mümkün değilse, o zaman metin en azından tartışmalara kayıtsız kalan biri tarafından (quelque personne neutre) kılı kırk yararak okunmalıydı. 80 Bayle'in mesafeliliği pratikte nasıl icra ettiğini görmek için Dictionnaire Historique et Critque'indeki meşhur "Muhammed" 79

Hans Bots, "Le role des periodiques neerlandais pour la diffusion dulivre (1684-1747)," Christiane Berkvens-Stevelinck (der.), Le magasinde l'univers: The Dutch Republic as the Centre of the European Book Trade (Leiden: Brill, 1992), 49-70, 51'de. Critique François Bruys'ye atfedilmiştir.

80

Elisabeth Labrousse, Bqyle (Oxford: Oxford University Press, 19 83),1 2, 22, 51; Labrousse, Pierre Bqyle, 2. Cilt, 3-38, 99.

114

maddesine bakabiliriz. Yakın tarihlerde yayımlanan bir makale­ nin işaret ettiği gibi, bu madde, İslamın Hıristiyanların o güne dek inandığından "daha tutarlı ve saygın" olduğu görüşüne katkıda bulunmuştur. Hep adeti olduğu gibi Bayle, görüşlerini, metinden ziyade "açıklamalar" olarak adlandırdığı notlarında, iddialardan ziyade kendinden öncekilerin İslama dair olumsuz görüşlerinin çürütülmesi olarak sunuyordu. 81 İki kültür arasında asılı yaşayan birisi için hükmün askıya alınmasının nispeten kolay olacağı söylenebilir. Bayle bir Fran­ sızdı ama aynı zamanda bir Protestandı, dolayısıyla iki ayrı yöne çckiliyordu. 82 Olağanüstü bir mesafelilik becerisi gösteren bir 20. yüzyıl Fransızı, Pierre Bourdieu, kendisinin "yarık bir habitus"u (habitus clive') olduğunu belirtiyordu. Bu tanım Pierre Bayle için de bir o kadar doğru görünüyor. Bayle ile 1681'de onun gibi Fransa'yı terk ederek Rotterdam'a giden meslektaşı ve eski arkadaşı Pierre Jurieu arasında bir kar­ şılaştırma y�pıldığında görülebileceği gibi, Bayle'in sürgünlüğü karşısındaki' ·tutumu hiç de zoraki bir tutum değildi. Jurieu'nün son eserleri yaşamının son yılları gibi sürgünlük şartlarıyla şekil­ lenmişti, çünkü gücünün büyük bir kısmını Katolik Kilisesi'ne, özellikle de Papalık'a karşı kitap yazmaya harcıyor, bu "Hıristi­ yanlık karşıtı krallık"ın acilen yok olacağını öngörüyordu. Bu­ nunla birlikte Jurieu, Bayle kadar uyumlu değildi. Bilgiye katkıla­ rı, Bayle'in yaptığı gibi sürgünlüğün sağladığı olumlu fırsatlardan bir şeyler çıkarmak yerine, geçmişteki yanlışlara bağlıydı. 81

Hans Bots, "Pierre Bayle's Dictionnaire and a New Attitude towards Is­ lam," Marjet Derks vd. (der.), What'.r Left Behind: The Lieux de Meınoire of Europe beyond Europe (Nijmegen: Vantilt, 2015), 1 83-89.

82 "l'objectivite lui erait rendue plus facile par sa condition ambigue de Français calviniste": Labrousse, Pierre Bqyle, 2. Cilt, 24.83 Lynn Hunt, Margarct Jacob, and Wijnand Mijnhardt, The Book That Changed Eu­ rope: Picart and Bernard's Religious Ceremonies of the World (Cambridge, MA: Harvard University Press, 20 10).

115

Bayle'in geleneğini sürdüren, yazılan ve onun meşhur Dicti­ onnaire'inden çok daha büyük bir etkisi olan bir kitap daha vardı: bu bölümde değineceğimiz, Jean-Frederic Bernard ve Bernard Picart'ın (ikisi de Bayle'e hayrandı) ürettikleri dünya dinleri an­ siklopedisi. Ceremonies et coutumes projesi, boyutları ve resimlerinin yanında mesafeliliğiyle de göz kamaştırıcı bir eserdi. Dünya din­ lerini görünürde eşit düzeyde sunması, okurları hoşgörüsüzlüğü reddetmeye ve belli bir din biçimine yönelik "taraflılıklarını" askıya almaya teşvik eden Bayle'in�i gibi bir stratejinin güdüldü­ ğünü akla getirmektedir. 83

Sürgünün Zamanı Sürgün edilmiş biri için iyi bir zamanlama olabileceğinden söz etmek yaşananlara duyarsız kalındığı izlenimini yaratabilir, ancak bazı anlar kesinlikle diğerlerinden daha iyidir. 1680'lerde göç eden Fransız mülteciler, göçmenlerin nispeten çok iyi karşı­ landığı bir yer ve zamanda Hollanda Cumhuriyeti'ne gitmişlerdi. Bu sürgünler için Amsterdam birkaç nedenden ötürü iyi bir varış noktasıydı. 17. yüzyılda hızla gelişen bir şehirdi ve düşük faiz oranlarıyla elde edilebilir sermaye, yeni işletmelerin kurulmasını teşvik ediyordu (Matbaaların da metal hurufat ve kağıt satın al­ maları için sermayeye ihtiyacı vardı). Kitap ticaretinde neredeyse hiç kural yoktu, 17. yüzyılda "baş döndürücü bir biçimde bü­ yüdüğü" yazılmıştı: yüzyılın ilk çeyreğinde 96 işletme faaliyet gösterirken yüzyılın son çeyreğinde 273 işletme vardı. 84 Fransızca konuşan başkalarının yanı sıra Fransızca bilen yerli elitlerin de dahil olduğu iç pazarın haricinde, kitap ihracatı 83

Lynn Hunt, Margaret Jacob ve Wijnand Mijnhardt, The Book That Changed Europe: Picart and Bernard's Religious Ceremonies efthe World (Cambridge, MA: Harvard University Press, 2010) .

84

Davies, The World ef the Elseviers, 102-3.

116

Hollanda ticaret imparatorluğunun önemli bir parçasını oluştu­ ruyordu. İhraç edilen kitaplar arasında Latince, Almanca, İbrani­ ce, Yiddiş, İngilizce, İsveççe, İspanyolca, Portekizce, Çekçe, Rus­ ça, Ermenice ve Gürcüce basılmış kitaplar vardı. 85 Bu çokdilli yayıncılık teşebbüsü, daha önce bahsettiğimiz Yahudi matbaacı­ ların da içinde yer aldığı sürgünler sayesinde hayata geçirilmiş­ ti. Hollanda Cumhuriyeti ve bilhassa Amsterdam bir "hoşgörü kültürü" olarak tanımlanabilir, başka bir deyişle Amerikalı kent kuramcısı Richard Florida'nın yeniliklere uygun bir ortamın ko­ şulları olarak saptadığı üç özellikten birine (diğer ikisi yetenek ve teknolojidir) sahipti. 86 Bu mültecilerin bilhassa Hollanda Cumhuriyeti'ne varış zamanları, gazetelerle ve bilimsel mecmuaların yaygınlaşmaya başladığı bir zamana denk geliyordu. Mesela daha önce değindi­ ğimiz Gazeta de Amsterdam 1675'te kurulmuş, Yiddiş muadili ise 1680'lerde yayımlanmaya başlamıştı. 17. yüzyılın sonları ile 18. yüzyılın başları da ayrıca belli bir alana yönelik olmayan düşünce dergilerinin attın çağıydı'. Onların bir kısmını mülteciler yayıma hazırlıyor, bazıları da bu dergilerde yazıyordu. Hem Hollanda Cumhuriyeti hem de Prusya'da Fransızca olarak dağıtıma sokul­ dular - bu, herhangi bir sorun teşkil etmiyordu, zira bu ülkelerin eğitimli insanları Fransızca biliyordu. Bu tür Fransızca dergilerin İngiltere'de nadir olduğunu itiraf etmek gerek: Bibliotheque angloise (1717'de kuruldu) bu durumun istisnalarından biridir. Derginin editörü Michel de La Roche da Memoirs of Literature (1710-) ve A Literary Journal (1730-) gibi İngilizce dergilerin editörlüğünü yapmıştı. Gentleman 's ]ournal ise ikinci kuşak sürgünlerden Peter Anthony Motteux tarafından yayıma hazırlanıyordu. Bu dergilerin ortaya çıkışı sürgünlere kendilerine uygun bir 85

Paul Hoftijzer, "Metropolis of Print: The Amsterdam Book Trade in the Seventeenth Century," Patrick O'Brien (der.), Urban Achievement in Earfy Modern Europe (Cambridge: Cambridge University Press), 249-65, 251'de.

86

Richard Florida, The Rise ef the Creative Class (New York: Basic Books, 2002) .

117

alan sunmuştu, ama. tersine sürgünler de bu dergilerin gelişimine hatırı sayılır bir katkı yaptılar. Benzer biçimde, daha önce gör­ düğümüz gibi, Amsterdam sürgün kitapçı ve yayıncılara fırsat sunuyordu, ama gelişleri, "Amsterdam kitap endüstrisindeki gerilemeyi tersine çevirmiş olabilir."87 Mülteciler, Fransızcanın göç ettikleri ülkelerdeki yaygınlığından faydalanmışlardı, ama onlar da "accelerer l'internationalisation de la langue françai­ se"e [Fransızcanın uluslararasılaşmasını hızlandırmaya] yardım etmişlerdi. 88

İkinci Kuşak İngilizcenin günümüzde dünyadaki yaygınlığına benzer şe­ kilde Fransızcanın 17. yüzyılda Avrupa'daki yaygınlığı, sürgün­ leri göçtükleri yerlerin dilini, örneğin Almanca, Felemenkçe ya da İngilizceyi öğrenmekten alıkoyuyordu. Yabancı bir dili ko­ nuşmaya ya da o dille yazmaya yanaşmamak sonraki kuşakta da devam etmişti. 89 Bu ikinci kuşak Huguenot sürgünleri, Hollanda Cumhuri­ yeti, Prusya ve İngiltere'den birkaç örneğin gösterdiği gibi bilgi tarihi açısından ilk kuşak kadar önemliydi. Hollanda Cumhuriye­ ti'nde ilk akla gelenler Jean Frederic Bernard, Prosper Marchand ve Etienne Luzac'tır. Amsterdam'a çocukken gelen Bernard bir kitapçı, editör ve çevirmendi. Kendisi en çok yedi ciltlik, haris Ceremonies et coutumes religieuses de tous /es peuples du monde ile hatırla­ nıyordu. Anonim bir metin ile Protestanlığa geçtikten sonra Pa­ ris'ten Amsterdam'a gelen sanatçı Bernard Picart'ın resimlerin­ den oluşan kitap, 1723-1737 arasında, on beş yılda yayımlandı.90 87

Hoftijzer, "Metropolis of Print," 253.

88

Berkvens-Stevelinck, "L'edition française en Hollande," 325.

89

Manuela Böhm, Sprachenwechsel: Akkulturation und Mehrsprachigkeitder Bra11denb11rger Huge11otte11 vom 17. bis 19. Jahrhıındert (Bedin: DeGruyter, 2010).

90

Hunt, Jacob ve Mijnhardt, The Book That Changed Europe, 1 , 1 29,1 58, 179, 201 ve muhtelif yerlerde.

118

Arkadaşı Picart gibi Marchand da aslında ikinci kuşağa mensup yeni bir göçmendi. Protestanlığı benimsedikten sonra 1709'da Amsterdam'a yerleşmişti, orada matbaacı, gazeteci ve matbaa tarihçisi olarak faaliyet gösterdi; geniş çaplı mektuplaşma ağı vasıtasıyla Huguenot'ları, kitapçıları ve gazetecileri birbirine bağlamıştı.91 Huguenot mültecilerin oğlu Luzac'a gelince Ams­ terdam'da doğdu, kardeşi Johan'la birlikte Leiden'da kitapçılık yaptı. Ayrıca Gazette de Lryde'de çalışıp derginin editörü ve bir gazeteciler hanedanının kurucusu oldu.92 Prusya'da, Leipzig'de doğup Berlin'de papaz olan Simon Pelloutier, Kelt halklarının tarihini yazdı. Stettin'de (şimdiki Szeczin) iki papaz, Paul-Emile de Mauclerc ile Jacques Perard, Bibliotheque germanique'i yayıma hazırlıyorlardı. Dönemin en önde gelen entelektüellerinden biri olan Samuel Formey Berlin'de doğ­ muştu, Huguenot mültecilerinin oğluydu. Bir Fransız Protestan kilisesinde papaz, College Français'de felsefe profesörü, Bedin akademisinde �atip olan Formey, yaratıcı bir yazardı.93 İngiltere'de·; Fransa'yı 1685'te çocuk yaşta terk eden Pierre Des Maizeaux, 1 699'da Londra'ya geldi ve Fransızca çıkan der­ gilerde yazdı. Yayıma hazırlanmasına yardım ettiği Bibliotheque Raisonnee, Fransızlar için "İngilizlerin yaptıklarına ve düşüncele­ rine dair başlıca haber kaynağı"ydı. De Maizeaux ise "İngilizler için Bayle'in havarisi" olmuştu, onun biyografisini yazdı, mek­ tuplarını yayıma hazırladı.94 Bir Huguenot papazının oğlu olan 91

Christiane Berkvens-Stevelinck, "Prosper Marchand, intermediairedu refuge Huguenot," Berkvens-Stevelinck, Hans Bots ve JensHaseler (der.), Lesgrands intermediaires de la Republique des Lettres (Paris: Champion, 2005), 361-86.

92

Luzac hakkında bkz. Jean Sgard (der.), Dictionnaire des journalistes, 16001789 (Oxford: Voltaire Foundation, 1 999), 663-67.

93 Jens Haseler, "J. H. S. Formey," Berkvens-Stevelinck, Bots ve Haseler, Les grands intermediaires, 41 3-34. 94

Scott Mandelbrote, "Pierre des Maizeaux: History, Toleration and Schol-

119

John Theophilus Desaguliers, Oxford'da eğitim gördü, Royal Society'ye üye oldu. Hem Fransızca hem de İngilizce yayınları olan beğenilen bir hocaydı, kendisinin ikinci göçmen kuşağının en az�ndan bazılarında görülen dil becerilerinin emsali olduğu söylenebilir. Hollanda Cumhuriyeti'nde doğan Matthew Maty, Huguenot sürgünlerinin oğlu, kütüphaneci ve gazeteci olduğu Londra'ya göçtü ve orada Fransızlara İngiliz edebiyatını tanıt­ mak için ]ournal Britannique'i (1750) kurdu. Londra'da doğan John Jortin, Cambridge'te okudu ve bir din �damı oldu; Kilise Tarihi Üstüne Düşünceler ile Erasmus'un Yaşamt'nı yayımladı. Görünüşe göre bu grubun içindeki en asimile olmuş kişi oydu. İki kuşaktan sürgün Huguenot'ların asimilasyona ne kadar direndiklerini saptayabilmek zordur. Sayıca çok oldukları Lond­ ra'da, bir gettoda yaşar gibi yaşamak isterlerse yaşayabilirlerdi ya da en azından sadece birbirleriyle görüşebilirlerdi. Topluluğunun entelektüellerinin, özellikle Desmaizeaux ve Desaguliers'nin, Lo­ cke'un çevirmeni Pierre Coste'un ve olasılık kuramı üstüne yazıp Newton'a yakın olan matematikçi Abraham de Moivre'ın müda­ vimi oldukları Fleet Street'teki Rainbow'da buluşmayı sevdikleri biliniyordu. 5. Bölüm'de ele alacağımız 1917'den sonraki Rus sür­ günleri gibi Huguenot'ların da kendi kilise ve okulları vardı. Asimilasyonun apaçık iki göstergesi dil ile evliliktir. Çeyrek yüzyıl boyunca Rotterdam'da yaşayan Pierre Bayle hiç Felemenk­ çe öğrenmemişti (İngilizce de öğrenmemişti, ancak o dönem­ de İngilizce öğrenmek zaten yabancılar için ender bir durum­ du) . 95 Samuel Formey uzun süre Berlin'de yaşamasına rağmen Almanca bilmediğini itiraf ediyordu: "La fangue du pays m'est demuree inconnue" [Bu ülkenin dili benim için bir bilinmez arship," Christopher R. Ligota ve J .-L. Quantin (der.), History of Scholar­ ship (Oxford: Oxford University Press, 2006), 385-98, 387, 398. 95

1 20

Labrousse, Pierre Bayle, 1. Cilt, 168.

olarak kald� .96 Öte yandan Henri Basnage, Hollanda'da birkaç yıl yaşadıktan sonra dergisinde Felemenkçe ve İngilizce kitap eleştirileri yazacak kadar bu dilleri öğrenmişti.97 Evliliğe gelin­ ce, yirmi iki yaşında İngiltere'ye giden ve iki kez evlenen (ikisi de Huguenot'larla) Matthew Maty ile bir İngilizle evlenip daha önce söz ettiğimiz John Jortin'in babası olan Renatus Jordain'i karşılaştırabiliriz.

Kültür Mübadeleleri Toparlarsak, Huguenot Göçü'nde yer alanlar, muhtelif ara­ cılık biçimleri sunmaktadırlar. Henri Justel İngiltere'ye 1681'de, yani Nantes Fermanı'nın feshinden kısa bir süre önce gitmişti, ama, ondan çok önce bile Fransız ve İngiliz bilginleri arasında bir kültür aracısıydı. Mesela Pierre Bayle için Royal Society'nin faaliyetlerinin Fransızcaya çevrilmesi işini ayarlayan Justel'di. 98 Diller arasında çeviri yapmak başlıca aracılık biçimlerinden bi­ riydi, ama bi�ginin yayılması ile kültürel çeviri gibi başka aracılık biçimleri de vardı. Tarihçi Rapin de Thoyras, yabancılara İngiliz siyasal sistemini açıklamak için Dissertation sur les Whigs et les To­ ries'yi (1717) kaleme almıştı. Göç, bizzat sürgünler açısından çok büyük sonuçlar doğur­ muştu. Myriam Yardeni, Hollanda Cumhuriyeti'nde ifade özgür­ lüğünün Fransa'dakinden çok daha fazla olduğunu belirtiyordu, "fait liberer un potential intellectuel explosive, enseveli depuis 96

Formey, akt . . Frederic Hartweg, "Die Huguenotten in Deutschland: Eine Minderheit zwischen zwei Kulturen," Rudolf von Thaddenand Michelle Magdelaine (der.), Die Htıguenotten, 1685-1985 (Münih: Beck, 1 9 85), 17285, 1 93'te.

97

Gerald Cerny, Theology, Politics and Letters at the Crossroads ofEuropean Civ­ ilization: Jacqt1es Basnage and the Bqylean Ht1gt1enot Rejt1gees in the Dutch Republic (The Hague: Nijhoff, 1 987), 257.

98

Bost, Un intellectt1el avant la lettre, 11 O.

121

des decennies [onlarca yıl gömülü kalan patlayıcı bir entelektü­ el güç açığa çıktı] ."99 Daha önce öne sürüldüğü gibi, sürgünlük Pierre Bayle ve başka meslektaşlarında mesafeliliği teşvik etmişti. Ev sahibi ülkelere gelince, nispeten az sayıda mültecinin Hollanda, Prusya ve Britanya kültürüne nispeten büyük bir etkisi oldu. O dönemde Fransız kültürünün prestiji sayesinde sürgün­ ler, "Fransız ilminin elçileri" olarak sevinçle karşılanmışlardı (Sendboten der französische Erudition). 1 00 Sürgünler ise yerleştikleri yerlerde Fransız kültürünün bilgisini ar�ırdı ya da derinleştirdi­ ler. Bilhassa, Avrupa bilgisinin tarihinde, Hollanda Cumhuriye­ ti'nin, özellikle en büyük şehri Amsterdam'ın bir bilgi merkezi ve deposu olarak yükselişinde sürgünlerin önemli katkıları oldu. 101 Bu yükselişin arkasında sadece sürgünler yatmıyordu elbet­ te. Amsterdam daha 17. yüzyılın başlarında zaten bir haber ve gazete, ayrıca haritacılık merkeziydi. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi (VOC) Amsterdam'ı Goa, Batavya, Nagasaki ve başka yerlere bağlayan önemli bir bilgi ağı oluşturmuştu.1 02 Öyleyse Huguenot'ların Amsterdam'ın bir bilgi merkezi olarak yükseli­ şinden yararlandığı, ama aynı zamanda bu yükselişe katkıda bu­ lunduğu söylenebilir. 99

Yardeni, Refuge protestant, 69.

100 Haase, Einführung, 388-89. 101 Grahame Gibbs, "The Role of the Dutch Republic as the Intellectual En­ trepôt of Europe in the Seventeenth and Eighteenth Centuries," Bijdragen en Mededelingen betrefftnde de Geschiedenis van de Neder/anden 86 (1971): 323-49; Hans Bots, "Les Provinces-Unies, centred'information europeenne au . XVIIe siecle," Quaderni del Seicento Francese 5 (1983): 283-306; Woodruff D. Smith, "Amsterdam as an Information Exchange in the Seventeenth Century," Journal of Economic History 44 (1 984) : 985-1005; Harold J. Cook, "Amsterdam, entrepôt des savoirs au XVIIe siecle," Revue d'His­ toire Moderne et Contemporaine 55 (2008): 19-42. 102 Folke Dahi, "Amsterdam -Earliest Newspaper Centre of Western Eu­ rope," Het Boek 25 (1939): 160-97.

1 22

Diyasporanın Fransa'da bilgi açısından sonuçlarına döner­ sek, birbirine zıt iki tespit yapılabilir. Olumsuz tarafta beceriler ve entelektüel sermaye kaybı (mali kayıptan söz etmeye bile ge­ rek yok) gayet açıktır. Olumlu tarafta ise Fransızlar, Fransızca yazan ya da yabancı dilleri Fransızcaya çeviren sürgünler saye­ sinde, Britanya başta olmak üzere dış dünya hakkında daha fazla bilgi sahibi oldular. Britanya ve Hollanda Cumhuriyeti'nde san­ sür Fransa'ya nazaran daha az katı olduğundan sürgünler, ken­ dilerini nispeten özgürce ifade edebiliyorlardı. Kitapları genelde gizlice Fransa'ya sokuluyor, yıkıcı düşüncelerin dolaşıma girmesi mümkün oluyordu.103 Melezleşme (4. Bölühı'ün önemli bir teması) söz konusu öl­ duğunda Descartes ile Locke'a ya da içinden çıktıkları ve sıraları gelince de onu güçlendirdikleri felsefe geleneklerine bakmak yer­ siz olmayacaktır. Sürgün Jean Leclerc ve Pierre Coste sayesinde, en azından Fransız okurlar, İnsanın Anlama Yetisi. Üzerine Bir Dene­ me'yi kendi dillerinde . okuma imkanı bulurken, Britanyalılar, ikisi de Hollanda Cufuhuriyeti'nde sürgün olan Huguenot Rahip Henri Desmarets ve İsvriçreli meslektaşı Etienne de Courcelles gibi çe­ virmenler sayesinde Descartes'ı Latince olarak okuyabiliyorlardı. Fransızların, Fransız rasyonalizmi ile Britanya ampirizmi arasındaki en basit çelişkiyi çürütmek için Locke'la ilgilendik­ lerine dair yeterince kanıt vardır. Locke'un Fransız hayranları arasında İngiliz felsefesinin espri! sage'ını [bilgeliğini] takdir eden Voltaire, Bacon'ın hayranı yayıncı-yazar Jean-Frederic Bernard ve tarihçi Paul Rapin vardı. Rapin, İnsanın Anlama Yetisi Üstüne Deneme'ye yazarın siyasi yazıları kadar ilgi göstermese de tarih yaklaşımının ampirik olduğu söylenebilir, zira yorumlarını ge103 Robert Darnton, The Forbidden Best-Sellers of Pre-Revolutionary France (New York: Norton, 1 995); Elizabeth Eisenstein, Grub Strcct Abroad: Aspects of the French Cosmopolitan Press from the Agc of Louis XIV to the French Revolution (Oxford: Clarendon Prcss, 1992).

1 23

nelde sahih belgelerden aktardığı alıntılarla meşrulaştırıyordu. Yine de Descartes ile Locke'un düşünceleri ya da daha genel olarak Fransız ve İngiliz felsefi gelenekleri arasında gerçek bir senteze dair pek bir işaret yoktur.104 Bölümü olumlu bir notla bitirelim: Sürgün İtalyan Protes­ tanların, geç Rönesans kültürünü yaymalarına benzer biçimde, başta Bayle, Bernard ve Picart olmak üzere Huguenot sürgünler de erken Aydınlanma kültürünü yaydılar, ilmin uluslararasılaş­ masına ve Edebiyat Cumhuriyeti'nin ,başka biçimlerde güçlen­ mesine katkıda bulundular.

104 Ross Hutchison, Locke in France 1688-1734 (Oxford: Voltaire Founda­ tion,1991); Bernard, Hunt, Jacob ve Mijnhardt, The Book That Changed Europe, 128.

1 24

iV ÜÇ GÖÇMEN TÜRÜ

Girişte belirttiğimiz gibi sürgün başlığı, azımsanamayacak bir tarihsel literatür ortaya çıkardı. Ancak tarihçiler göçmenlere nispeten daha az ilgi gösterdiler. Burada "göçmen" [expatriate] terimini, memleketlerini terk etmek zorunda kalmak yerine, göç etmeyi tercih eden, bunu da genelde yurtdışındaki çalışma koşul­ larının cazibesiyle yapan kişiler için kullanıyorum. · Kimi kendi iradeleriyle göçerken, çoğu ev sahibi ülkelerden gelen davetle­ ri kabul eder. Tarihçilerin nispeten bu konuyu göz ardı etmesi (daha sonra ele alacağımız bir iki öne çıkan kişi hariç) sosyolog­ larla iktisatçıların ilgisiyle tezatlık oluşturur. "Beyin göçü" teri­ mi, yarım yü:qıldan fazla bir zaman önce Royal Society'nin bir raporunda tam da göçmenler bağlamında türetilen bir terimdi. O günden beri farklı ülkelerdeki net beyin kar ve zararı (çoğun­ lukla bilimsel beyin) karşılaştırmaları sıradanlaştı.1 Günümüzde doğa bilimlerinin yanı sıra beşeri bilimlerde de (tarih dahil) beyin göçünün gerçekleştiği gayet bilinen bir olgudur. Mesela şu anda Birleşik Devletler'de çalışan Britanyalı tarihçiler (Simon Schama, Niall Ferguson, Linda Colley, Paul Kennedy ve Geoffrey Parker) ya da Fransa'dan Avustralya'ya kadar Hindis­ tan'ın dışında çalışan Hint tarihçileri (Ranacit Guha, Dipeş Çak­ rabarty, Gyan Prakaş ve Sancay Subramanyam) düşünelim. Belli dönem ve yerlerde belli bilgi türlerine talep bir hay­ li yüksekti. Bilim insanları ve akademisyenlerin göçü, genelde Tito Boeri vd. (der.), Brain Drain and Brain Gain (Oxford: Oxford Univer­ sity Press, 2012).

1 25

yabancı örneklerin taklidiyle bağlantılıydı. Bu, bir yönetici ya da bir hükümet kendi ülkesinin düşünsel olarak geri kaldığını, açığı kapatmak için de dışarıdan gelecek bilgiye ihtiyacı olduğu­ nu düşündüğünde başvurulan bir yöntemdi.2 Kimi zaman hü­ kümdarlar yurtdışına misyon göndermişlerdi: mesela Çar Büyük Petro, Rus donanmasını modernize etmek için ihtiyaç duyduğu bilgiyi elde etmek istediğinde, 1697-1698 yıllarında Batı Avru­ pa'ya "Büyük Elçilik Heyeti"ni yollamıştı; Kavalalı Mehmet Ali Paşa, 1 826'da batının öğretmesi geı:�ken şeyleri öğrenmek üzere Fransa'ya kırk beş Mısırlı öğrenci göndermişti ve yeni Japon reji­ mi 1 871'de sanayi teknolojisini öğrenmek için dünyanın dört bir yanına Iwakura Misyonu'nu göndermişti. Hükümetler de yabancı bilim insanlarını, akademisyenleri ya da mühendis, gemi inş.acıları veya ordu subayları gibi teknik . uzmanları davet edebiliyorlardı. İtalyan hümanistleri Rönesans boyunca bir dizi Avrupa sarayına ve İtalya dışındaki üniversitele­ re eğitim vermek için davet edilmişti. 18. yüzyılda Rus hükümeti, bilhassa Petro ve Büyük Katerina zamanında, Rusya'da eğitim vermek ya da araştırma yapmak üzere, başta Almanlar olmak üzere pek çok yabancı akademisyeni ülkeye davet etmişti. Peters­ burg'daki Bilimler Akademisi'nde verilen derslerde de Rusya'da yayımlanan kitaplarda da genel iletişim dili Almancaydı. Benzer bir biçimde 19. yüzyıl Japonyası'nda, öğrencileri batı dillerini öğ­ renmeye teşvik etmek için göçmen akademisyenlerin kendi dille­ rinde k6nuşmaları isteniyordu. 3

2

Michel Espagne ve Michael Werner (der.), Traniferts: Les relations intemıl­ t11relle.r dans /'espace franco-allemand, XVIIIe et XIXe siec/es (Paris: Editions Recherche sur !es Civilisations, 1988).

3

"Michael Gordin, Scientific BabeL· The Langııage of Science (Londra: Profile Books, 2015), 192.

1 26

Başka durumlarda gitmeye karar verenler karşı taraftı. Me­ sela Hıristiyan misyonerler ya da Fransız devletinin Brezilya'ya gönderdiği seküler misyonlarda durum böyleydi. İlerleyen say­ falarda bazı bilinen kolektif iş göçlerini ele alıp göçmenlerin beraberlerinde götürdükleri bilgiyi ve yurtdışındaki geçici ika­ metlerinde öğrendikleri bilgileri tartışacağız. Üç göçmen türünü birbirinden ayırıyoruz: her zaman olmasa da çoğu zaman farklı amaçlar doğrultusunda farklı bilgi türleriyle ilgilenen ticari, dini ve akademik göçmenler.

Ticari Gö'çmenler Büyük bir göçmen grubu, memleketlerinin dışında ticari amaçlarla bulundular. Ticaret ağları aynı zamanda bilgi ağlarıydı. Bilgi, Avrupa içinde olduğu kadar Avrupa'nın dışında da ticaret rotalarıyla yayılıyordu. Matbaacılar, 15. yüzyıldan itibaren bilginin yayılmasında bu grup içiride önemli bir rol oynadılar. Teknoloji tarihçilerinin ortaya koyduğu gibi matbaacılık pratiği, Alman göçmenler aracılığıyla, mesela Konrad Sweynheym ile Arnold Pannartza'dan Subiaco ve Roma'ya, Johan ve Wendelin von Speyer'den Vene­ dik'e, Kromberger ailesinden Sevilla'ya vb. yerlere yayıldı ya da "aktarıldı.'"' Yurtdışında yaşayan bazı göçmenler, Bruges'deki Floran­ salılar veya İstanbul ya da Halep'teki Venedikliler gibi, bir aile işletmesinin temsilcileri olarak mektuplarla memleketlerine is­ tihbarat gönderiyorlardı. İki Portekizli Duarte Barbosa ile Tome Pires gibi bazıları da evlerinden çok daha uzak diyarlara giderek seyahat günlükleri tutmuşlardı. Bu iki adam da farklı yerlerde bulunan medeni davranış kurallarını (resmi ya da gayri resmi) .... .. ..

4

Ferdinand Geldner, Die de11tsche Inkıınaheldrocker (2 cilt, Stuttgart: Hiersc. mann, 1 968-1970).

1 27

kaydederek, kimi zaman da bunları anlatmak için yerel dildeki terimleri benimseyerek "etnografik bir pratik" geliştirdiler.55 16. yüzyılın başlarında Hindistan'da bulunan Duarte Barbo­ sa, bir ticaret mümessili, bir katip ve bir tercüman olarak çalıştı. "Gördüklerim ve Duyduklarıma Dair Kitap" (O livro do que viu e ouviu) adlı doğrudan tanıklığın altını çizen kitabında, Hindis­ tan'ın ticareti, kentleri, insanları ve Güneydoğu Asya'nın adet­ leri hakkında yazdı. Barbosa, sözgelimi, Malakka limanındaki yelkenlilerin Uuncos) sayısı ve taşıdı �ları yükler hakkında uzun uzun yazıyor, Cava'daki yiyeceklerin, kıyafetlerin ve evlerin, da­ hası Cava karakterinin canlı bir tasvirini veriyordu: "Son dere­ ce gururlu, tutkulu ve güvenilmezler, ama hepsinden öte çok kurnazlar.''6 Hümanist bir eğitim almış eczacı Tome Pires, 1 512'den 151 5'e kadar Malakka'da yaşadı, Cava ve Sumatra'ya gitti, Çin'e giden ilk Portekiz elçi heyetinin başında bulundu ve içerisinde bugünkü Malaya ve Endonezya hakkında epey bilgi barındıran Suma Oriental'i, Portekiz kralına hitaben yazılan bir raporu kale­ me aldı. Bir süre yaşadığı Malakka söz konusu olduğunda Pires, bölgenin tarihini ayrıntılarıyla anlatıyor, ticaretini ve idari yapı­ sını betimliyordu. Cava'ya dair ise toplumsal sistemi, sati adetini ve Cavalıların kumara düşkünlüğünü anlatıyordu. Ayrıca kendisi "amok koşusu"nu (amoco), yani bir kişinin aniden yoluna çıkanla­ ra saldırmasını açıklayan ilk batılıydı.7 5

Joan Pau Rubies, Travel and Ethnology in the Renaissance: South Indiathrough E11ropean Eyes, 1250-1625 (Cambridge: Cambridge University Press, 2000), 204-22, 207, 217. Krş. A ngela Barretö Xavier ve Ines G. Zupanov, Catholic Orientalism: Port11g11ese Empire, Indian Knoıvledge (16th-18th Cent11ries) (Delhi: Oxford University Press, 2015), 31-35.

6

Mansel Dames (der.), The Book of D11arte Barbosa (2 cilt., Londra, Hakluyt Society, 191 8-1921), 193.

7

Armando Cortesao (der.), The Sunıa Oriental of Tome Pires (2 cilt, Londra, Hakluyt Society, 1944), 1. cilt, 175-76; 2. cilt, 266.

1 28

Portekizliler ve İspanyollar, 1600 yılı civarında ticaret şirket­ lerinin çağı başlamadan önce, coğrafi bilgiyi toplayan, depolayan ve analiz eden kurumları zaten oluşturmuşlardı. İki ülkede de kozmograflar, astronomi, coğrafya ve seyrüsefer hakkında en­ formasyon sağlamaları beklenen uzmanlar, Cosmôgrajo de Indias gibi unvanlarla hükümdarlar tarafından istihdam ediliyordu. Lizbon'daki "Gine Deposu" (Armazem de Guine) ve "Hindis­ tan Evi" (Casa da İndia) ile Sevilla'daki "Ticaret Evi"nde (Casa de Contraci6n) haritalar ve deniz haritaları bulunduruyorlardı. İspanyol yetkilileri bu enformasyonu gizli tutmaya çalışıyor, kimi kozmografları bildiklerini yabancılarla paylaşmamaya yemin et­ tiriyorlardı, ancak bu çaba, tahmin edilebileceği gibi başarısız olmuştu.8

Şirketler Çağı Sonradan 17. ve 1 8 , yüzyıllarda pek çok göçmen, ticaret şirketlerinde jpümessil olarak çalıştılar. İngiliz tüccarları Le­ vant Company (1 592) ve East India Company'yi (1600) kurar­ ken, Hollandalılar 1602'de "Birleşik Doğu Hindistan Şirketi"ni (Vereenigte Ost-Indische Compagnie ya da VOC) ve 1621'de "West-lndische Compagnie"yi kurdular. Bu şirketlerdeki tüccar­ lar başarılı olmak için çeşitli türden bilgilere ihtiyaç duyuyordu: baharat, şeker, kahve ya da yün kumaş gibi ticaretini yaptıkları mallar; ticaret yapmak istedikleri ülkeler; bu ülkelerin hüküm8

Ursula Lamb, Cosmographers and Pilots of the Spanish Maritime Empire (Alder­ shot: Variorum, 1995); Alison Sandman, "Controlling Knowledge: Navi­ gation, Cartography and Secrecy in the Early Modern Spanish Atlantic," ]ames Delbourgo and Nicholas Dew (der.), Science and Empire in the Atlantic World (New York: Routledge, 2008),31-51 ; Maria M. Portuondo, Secret Science: Spanish Cosmograp� and the New World (Chicago: University of Chicago Press, 2009), 95-100,103-1 1 . A ngela Barreto Xavier, Casa da İ ndia üstü­ ne bir inceleme için bir projede yer aldı.

1 29

darları, dilleri ve sakinlerinin batıdan almayı isteyecekleri mallar hakkında bilgi sahibi olmaları gerekiyordu. Tüccarlar ayrıca en iyi deniz rotalarını da bilmek zorunday­ dılar. Kuruluşundan kısa bir süre sonra Doğu Hindistan Şirketi, üyelerine seyrüsefer hakkında ders vermek için iki matematikçi istihdam etmişti. Benzer bir biçimde, "Kaptan'ın Sanatı" (Kunst der Stuer!l!'Jden, 1621) kitabının yazarı Cornelis Lastman gibi uz­ manlar, VOC'un bünyesinde, kaptanlara seyrüsefer eğitimi veri­ yor ve sınav yapıyorlardı. VOC aynı zamanda bir dizi resmi haritacıyı da işe almıştı. Aralarında daha önce bahsettiğimiz güneyli bir mülteci Petrus Plancius ile Blaeu ailesinin iki üyesi, Willem ve oğlu Joan vardı. VOC'un gemilerinin kara ve deniz haritaları ile seyir defterleri, Amsterdam'daki Oostindisch Huis'te (Lizbon'daki Casa da İndi­ a'nın kuzeydeki muadili) "muhasebe merkezi" ya da hiç değilse coğrafi bilgiyi toplama merkezi olarak görülebilecek bir yerde, şirketin bürolarında depolanıyordu. VOC ayrıca Doğu Hindis­ tan Şirketi'nin mahalli karakolu Batavya'da (günümüz Cakartası) kara ve deniz haritası üretmek ve depolamak üzere bir büro ya da atölye de kurmuştu.9 Erken modern dönem hükümetleri ile Sevilla'daki Ticaret Evi gibi VOC da şirketin elindeki bilgiyi gizli tutmak için epey uğraşıyordu, ancak kaptanların şirket dışına sattıkları enformas­ yon sayesinde şirketin sırlarının çoğu matbu atlasların kamusal alanına sızıyordu. Paris'teki Service Hydrographique de la Ma­ rine arşivindeki bir deniz haritasının arkasında, "Hollandalı bir kaptandan satın alındı" notu yazıyordu.10 Yayıncılık ile VOC için resmi haritacılık gibi pek de uyumlu olmayan rolleri bünyesin9

Günther Schilder, "Organization and Evolution of the Dutch East India Company's Hydrographic Office," Imago Mundi 28 (1976):61-78.

10

Schilder, "Organization," 62-63.

1 30

de birleştiren Joan Blaeu'nun ürettiği meşhur haritalardan biri de bu matbu atlaslar arasındaydı. Bu sebeple gizlilik politikası, şirketin müdürlerinden biri tarafından "domuz kafalılık" olarak eleştiriliyordu, çünkü "böylesine çok insanın bildiği bir şeyin saklanması zordu."1 1Aksine Batı Hindistan Şirketi'nin arşivleri daha erişilebilirdi. Johannes de Laet'in, şirketin müdürlerinden biri olduğu için arşivlere girebildiğini öğrenmenin şaşırtıcı bir yanı yok, ancak araştırma sonuçlarını yayımlamasına izin veril­ mesi gerçekten şaşırtıcıdır.12 Ticaret hacmi arttıkça bu şirketlerin Londra ve Amster­ dam'daki merkezleri, mesela, Halep, Surat, Batavya vb. yerlerde­ ki yerel kollarda (factones) ne olup bittiği hakkında gitgide daha fazla enformasyona ihtiyaç duyuyordu. Daha 1609'da Londra'da­ ki Doğu Hindistan Şirketi'nin genel kurulu, şirkete gelen ya da şirketin gönderdiği mektupların bir kaydının tutulmasını şart koşmuştu. Yine de bilgi toplamak söz konusu olduğunda VOC, başarısıyla öp.e çıkıyordu. Erken modern imparatorluklardan farklı olmayan enformasyon ihtiyaçları ve kısmen şirketin "etkili iletişim ağına" atfen rakipsizliği nedeniyle, VOC "çokuluslu" bir şirket olarak tanımlanmıştır.13 11

Patrick van Mil (der.), De VOC in de kaartgekeken, 1602-1799 (The Hague: SDU, 1988); Kees Zandvliet, Mapping for Monry (Amsterdam: Batavian Lion International, 1998), 86-163.

12

Adrian Delmas, "From Travelling to History: An Outline of the VOC Writing System during the Seventeenth Century," Delmas ve Nigel Penn (der.), Written Culture in a Colonial Context (Leiden: Brill,20 1 2), 97-1 26, 1 1 6 .

13

Nils Steensgaard, "The Dutch East India Company a s a n Institutional Innovation," Maurice Aymard (der.), Dutch Capitalism and World Capitalism (Cambridge: Cambridge University Press, 1982), 235-57, 238; De Laet hakkında bkz. Stefan Ehrenpreis, "Empiricism and Image-Building: the Creation and Dissemination of Knowledge in Dutch Brazil, 1 636-1750," Susanne Fricdrich, Arndt Brendecke ve Stefan Ehrenpreis (der.), Transjor­ mations ef Knowledge in Dutch Expansion (Bedin: DeGruyter, 201 5), 69-92, at 74-75.

131

VOC'un kullandığı iletişim sisteminin en etkileyici yanı, dü­ zenli yazılı raporlardı. En başından beri kaptanların, gemilerinin süratini, hakim rüzgarı, öteki gemilerle karşılaşmaları vb.ni yaz­ dıkları günlük seyir defterleri tutmaları isteniyordu. Dahası seyir defteri, gemiciler karaya çıktıklarında da tutulmaya devam edil­ meli ve gemi üsse geri döndüğünde teslim edilmeliydi. Kısacası yazı, VOC için "asli bir araç"tı.14 Şirketin raporlarında genelde istatistikler de yer alıyordu. Fabrikaların müdürleri Batavya'daki genel valiye rapor veriyor, o da Amsterdam'daki yöneticilere yıllık raporlar yolluyordu. Başta, matematikçi ve Amsterdam Belediye Başkanı Johannes Hudde olmak üzere yöneticiler, sistemli enformasyon toplamanın, özel­ likle de istatistiki enformasyonun pazarlama stratejileri açısından ne kadar önemli olduğunun rakiplerine nazaran çok daha farkın­ daydılar. Hudde sayesinde, fiyatlandırma ve Asya'dan biber ya da öteki malların siparişiyle ilgili şirketin gelecekteki politikalarını belirlemek üzere daha 1692'de satış rakamları analiz ediliyordu.15 Britanya söz konusu olduğunda, 1 857'den sonra Hindistan'ın idaresiyle birlikte Doğu Hindistan Şirketi için tarama ve hari­ talama önem kazanmıştı. Bu büyük girişimin iki büyük figürü vardı: James Rennell ve Colin Mackenzie. Şirketin hizmetinde çalışan bir deniz subayı olan Rennell, 1764'te Bengal'in genel müfettişliğine atanmış ve çabaları sayesinde 1879'da Benga/Atlas'ı yayımlanmıştı. Güneyde çalışan Mackenzie, 181 5'te Hindistan genel-müfettişi olmadan önce Madras ve Maisur'da yüzey araş­ tırmaları yürütmüştü.16 14

Delmas, "From Travı;lling to History," 98.

15

Smith, "Amsterdam as an Information Exchange," 1001-3. Krş. Leon­ ard Blusse ve Ilonka Ooms (der.), Kel:;nis en Compagnie: De VOC en , demoderne Wetenschap (Amsterdam: Balans, 2002) .

16

Matthew H. Edney, Mapping an Empire: The Geographical Construction ofBrit­ ish India, 1765-1843 (Şikago: University of Chicago Press,1 990); Bernard

1 32

Pratik Bilgiler: Dil ve Hukuk Şirketin mensupları ticaret, hükümet ve din değiştirme ama­ cıyla yerel dilleri incelediler. Mesela 1623'te Hague'da Caspar Wiltens'in hazırladığı Felemenkçe-Malayca sözlük yayımlandı ("Malayca" bugün Endonezyaca denen dilin eski adıydı). Wiltens VOC için çalışan bir rahipti. Wiltens'ten Doğu Hindistan'daki Felemenk topluluğuna vaizlik etmesinin yanında yerli halka Hı­ ristiyanlığı benimsetmesi de bekleniyordu. Güney Hindistan ve Seylan'da (günümüz Sri Lankası) VOC'un hizmetinde çalışan Philipp Baldaeus, 1672'de Tamilce Malabaarsche Spraakkunst söz­ lüğünü yayımlamıştı. 18. yüzyılda Britanyalı bir yönetici ve çevirmen Nathaniel Halhed, Bengalce bir gramer kitabı yayımladı. Ona göre dilin değeri "hükmedecek Avrupalılar ile hükmedilecek Hindistanlı­ lar arasında (. . .) bir münasebet aracı" olmasında yatıyordu.17 Şar­ kiyatçı-matbaacı Charles· Wilkins, Sanskrit diline dair bir gramer kitabını; cer�hlıktan dilciliğe yönelen John Gilchrist, "Hindoos­ tanee'' dediği (günümüzde Hintçe ve Urduca olarak ikiye bölünen dil) dilin bir sözlüğü ve gramerini; Alexander Campbell, Telu­ guca gramerini ve subay James Moles da Maratice'nin sözlüğü­ nü yayımladı. Bu kişilerin dördü de Doğu Hindistan Şirketi'nde çalışıyordu. Gramer kitapları bizzat Hindistan'da kullanılmak üzere hazırlanmıştı, ama bütün bu diller hakkındaki bilgi, mem­ leketteki bilginlerin de ilgisini çekmişti. Şirketin 1757'den sonra yönetmeye başladığı Hindistan'da yeni idarecilerin, Code of Gentoo Laws (1776, özgün Sanskrit met­ nin Farsça çevirisinden) ile Institutes of Hindu Law (1794, doğru­ dan Sanskritten) isimleriyle İngilizceye çevrilen Hindu hukuku S. Cohn, Colonialism and Its Forms of Know/edge: The British in India (Prince­ ton: Princeton University Press, 1 996), 81-88. 17

Akt. Cohn, Colonialism, 3 1 .

1 33

hakkında bilgi sahibi olmaları gerekiyordu. Bu aracılık girişimde Nathaniel Halhed ve William Jones gibi göçmenler (ayrıca göre­ ceğimiz gibi yerli bilginler) rol oynamışlardı.18

SafBilgi mi,yoksa Pratik Bilgi mi? Flaman hümanist Caspar Barlaeus, Amsterdam'daki Athena­ eum'da profesörlüğünün ilk dersine, "bilge tüccar"ı (Mercator sa­ piens) ve ticaret tanrısı Merkür ile bi.lgelik tanrıçası Pallas Athena arasındaki ittifakı överek başlamıştı. Dinleyicilerinin iddiaların­ dan ne anladığı bilinmiyor, ama ne Hollandalı ticaret şirketleri ne de Britanyalı şirketler, bilginin kendisi uğruna elde edilmesiy­ le pek ilgilenmiyorlardı. Öte yandan şirketin bünyesindeki bazı kişiler, özellikle de VOC söz konusu olduğunda, bilgiyle tam da bu bakımdan ilgile­ niyorlardı. Hollanda'nın Batı Hindistan Şirketi'nin kurucu idare­ cilerinden biri olan Johannes de Laet, boş zamanlarında ilmi faa­ liyetlerde bulunuyordu. Kendisi Yeni Düf!Ya'nın Bir Tasviri'ni (1625) yazmış, ayrıca tanınmış Hollandalı yayıncı Elsevier için, araların­ da Babür İmparatorluğu hakkında bir derlemenin de (1631) yer aldığı bir dizi yayının editörlüğünü yapmıştı. Nicolaes Witsen, Amsterdam belediye başkanlığı ve VOC'un yöneticilerinden biri olmanın yanı sıra aynı zamanda bir polimattı (gemi inşasından Sibirya'ya kadar birçok konuda yazmıştı), ayrıca muhtelif bilgin­ lerle aktif bir biçimde mektuplaşıyordu. Bununla birlikte Witsen, Hollandalı antikacı Gijsbert Cuper'e, VOC'un "Hint adalarına yönelik ilmi" bir merakı olmadığından yakınıyordu. "İnsanları18

1 34

Rosane Rocher, Orientalism, Poetry and the Millennium (Delhi: Banar­ sidess,1 983), 48-72; Kapil Raj, Relocating Modern Science: Circu/ation and the Construction ofKnowledge in South Asia and Europe, 1650-1900 (Basingstoke: Ashgate, 2007), 1 25-38; Donald R. Davis Jr., "Law in the Mirror of Lan­ guage," Thomas R. Trautmann (der.), The Madras School of Orientalism (Oxford: Oxford University Press, 2009),288-309.

mızın orada aradıkları ilim değil, sadece para" (bet is alleen gelt en geen wetenschap die onse lt!]den soeken aldaer) diyordu.19 Batavya'daki komisyon üyeleri de 1781'de (belki de Barlaeus'un tavsiye ettiği ittifakı düşünerek) "Buralarda genel kaide Merkür'e kurban ke­ sip, Pallas'ı eli boş bırakmaktı" diye yazarken, aşağı yukarı altmış yıl önceden Witsen'in acı hükmünü doğruluyorlardı. 20 ' VOC, bilginin zaman zaman Doğu Hint Adaları'na giden ticaret yolları üzerinden yayılmasını engellediği gibi, zaman za­ man da Georg Rumpf gibi bir çalışanın Amboyna'nın botaniği hakkındaki incelemesinin yayımlanmasını yasaklayarak (incele­ me 1741'de, yazarının ölümünden otuz dokuz sene sonra yayım­ lanmıştır) engelliyordu. Dilci ve botanikçi Herbert de Jager'in Hint adalarından Nicolas Witsen'e yolladığı elyazması raporların kendisine bile ulaşamadığı olmuştur, çünkü VOC onlara yolda el koymuştu, bunun sebebi de muhtemelen rakiplerinin işine ya­ rayabilir korkusuyla enformasyonu gizli tutmak istemeleriydi. 21 Bu bakımdan Britanya Doğu Hindistan Şirketi de daha iyi bir durumda·Cleğildi, en azından 18. yüzyıl sonlarına, yani Hin­ distan'da hem siyasi hem de ticari bir teşebbüs oluncaya dek. 17. 19

Aktaran Charles Boxer, Jan Compagnie in Japan, 1600-1817 (1 936: 2 . Baskı, Londra: Oxford University Press, 1968), 141 . Krş. Klaas van Berkel, "Een onwillige mecenas? De rol van de VOC bij het natuurwetenschap­ pelijkonderzoek in de zeventiende eeuw," J. Bethlehemand A. C. Meijer (der.), VOC en Cultuur (Amsterdam: Schiphouwerand Brinkman, 1 993), 59-76, 56'da.

20

Roelof van Gelder, "Engelbert Kaempfer as a Scientist in the Service of the Dutch East India Company," Detlef Haberland (der.), Engelbert Kae­ mpfer: Ein Gelehrtenleben zwischen Tradition und Innovation (Wiesbaden: Ha­ rassowitz, 2004), 211-25, 21 2-1 3'tw; Huib J. Zuidervaart ve Rob H. Van Gent, '"A Bare Outpost of Learned European Culture on the Edge of the Jungles ofJava': ]ohan Maurits Mohr (1716-1775) and the Emergence of Instrumental and Institutional Science in Dutch Colonial Indonesia," !sis 95 (2004): 1 -33, 2-3'te.

21

Gelder, "Engelbert Kaempfer," 217.

1 35

yüzyılda hem doğa filozofu Robert Boyle hem de Royal Society sekreteri Henry Oldenburg, boşu boşuna şirketi ticaret yaptıkları topraklar hakkında bilgi toplamaya ikna etmeye çalışmışlardı. 22 Tarihçi (1769) ve botanikçi (1778) gibi kadroların açılması ya da Patrick Russel'ın Account of Indian Serpents (1796) veya William Griffith'in botanik makaleleri (1 847) örneklerinde olduğu gibi şirketin çalışanlarına kitap siparişi vermesi, nispeten daha geç bir döneme denk geliyordu. Öte yandan gayri resmi bir biçi�de şirketlerde çalışan · bazı göçmenler, -din adamları, cerrahlar, hekimler, askerler ve pek çoğu üniversite eğitimi almış görevliler- boş zamanlarında, gö­ revlendirildikleri yerlerin doğası ve kültürü hakkında bilgilen­ meye, öğrendiklerini de yaymaya çalışıyorlardı. VOC söz konusu olduğunda katkılar 1603'ten 1798'e (şirketin iflasını açıkladığı sene) kadar uzanır, fakat en çok 1670'ler ile 1680'lerde yoğun­ laşmıştır. Doğu Hindistan Şirketi söz konusu olduğunda ise bilgi üretiminin altın çağı bir yüzyıl sonra, 1770'ler, 1780'ler ve 1790'lara denk düşer. Bu hikayenin hekim ve cerrahlarla ilgili kısmı iyi bilinir. Önceden bilmedikleri tropikal hastalıkları ve bunların yerel tedavilerini, otları incelediler. Bu da bu göçmenleri kendisi uğruna botaniği incelemeye yöneltmişti. VOC bünyesinde on kişi öne çıkmaktadır: Jacob Bontius, Georg Rumpf, Andre­ as Cleyer, Engelbert Kaempfer, Willem Ten Rhijne, Herman Niklas Grimm, Paulus Hermann, Hendrik van Reede, Jacob Radermacher ve Carl Peter Thunberg. Mesela Cava'da şirket için çalışan Bontius, tropik hastalıklar üstüne yazmış, yerel ilaçlar hakkında bir kitap yayımlamış ve adadaki bitkileri in22

1 36

Derek Massarella, "Epilogue: Inquisitive and Intelligent Men," Beatrice Bodart-Bailey ve Derek Massarella (der.), The Furthest Goal: Engelbert Kaempfer's Encounter with Tokugawa Japan (Folkestone: Japan Library, 1995), 1 52-64; Raj, Relocating Modern Science, 107-14.

celeyip Garda de Orta'nın çalışmalarını düzelterek yerlilerden yardım almıştı.23 Hollanda şirketinde çalışan bu on kişiden sadece dördünün (Bontius, Ten Rhijne, Van Reede ve Radermacher) Hollandalı olması gayet manidardır. Diğer dördü (Rumpf, Cleyer, Kaempfer ve Herman) Almandı; Grimm ve Thunberg ise İsveçli. Hindis­ tan, Seylan, Cava, Sumatra, Amboyna ve Japonya'da çalışan yedi kişi ise botanik alanına ciddi katkılarda bulunmuşlardı. Malabar valisi aristokrat Van Reede, Avrupalı ve Asyalı (mesela Vinayaka Pandit) yüz katılımcının dahil olduğu ortak bir araştırma orga­ nize etti. Bu araştırmanın sonucunda 1678-1693 arasında Van Reede'in ismiyle on iki ciltlik "Malabar Bahçesi" (Hortus Mala­ baricus) yayımlandı. Grimm, Cleyer ve Ten Rhijne; Seylan, Çin ve Japonya'nın tıbbi geleneklerini incelediler. Bilhassa akupunk­ tur hem ülke içinde hem de ülke dışında Avrupalıların merakını cezbediyordu. 24 Hindistaq'daki Brita;,.yalılardan bazıları da hevesli botanik­ çilerdi ve aralarında iki İskoç cerrah, Patrick Russell ile William Roxburgh ile Rober Kyd vardı. Şirketin ordusunda subay olan Kyd, 1787'de Kalküta'da bir botanik bahçesinin kurulmasını önermiş ve oranın müdürü olmuştu. Hindistan bitkilerinin ince­ lenmesine iki yabancı da önemli katkılarda bulundu: 1778'de bo­ tanikçi olarak şirkete katılan, Linneus'un eski öğrencisi Alman 23

Harold J. Cook, "Global Economies and Loca! Knowledge in the Eastlndies," Londa Schiebinger ve Claudia Swan (der.), Colonial Botaıry (Phila­ delphia: University of Pennsylvania Press, 2005), 100-118; Anjana Singh, "Botanical Knowledge in Early Modern Malabar aı'ıd the Netherlands," Friedrich, Brendecke ve Ehrenpreis, Transformations ofKnoıJJ/edge, 1 87-208.

24

Klaas van Berkel, "The Natura! Sciences in the Colonies," Berkel,Albert van Belden ve Lodewijk Palın (der.), A History of Science in the Netherlands (Leiden: Brill, 1 999), 21 0-28; Raj , Relocating Modem Science, 37-38, 44-52; Harold J. Cook, Matters of Exchange: Commerce, Jl,fedicine and Science in the Dutch Golden Age (New Haven: Yale University Press, 2007), 175-225, 304-77.

1 37

J ohan Koenig ile Kalküta Tıp Koleji'nde botanik profesörü olan Danimarkalı N:ıthaniel Wallich. Joseph Banks ile bu botanikçi­ ler arasındaki mektuplaşmalar sayesinde Londra ya da daha doğ­ rusu Kew Gardens, tropikal bitkilere dair bilginin üretildiği ve yayıldığı bir merkez olarak tanımlanabilirdi; Batavya ile Kalküta ise önemli yerel merkezlerdi. 25 19. yüzyıl başlarına gelindiğinde, Hindistan'da çalışan "do­ ğulular" denen bazı Britanyalı hekimler, Ayurveda tıbbına ilgi göstermeye başlamışlardı. Whitelaw . Ainslie'nin Materia Medica of Hindostan'ı (1 813) ile John Royle'un Antiquity of Hindoo Medici­ ne'ı (1 837) gibi yayınlar, hem uygulamada hem de tarihsel olarak canlanan bu ilginin göstergeleridir. 26 Bu sırada "Anglikancılar" denen bazı Britanyalı hekimler de batı bilgisinin üstünlüğünden günden güne daha çok emin oluyor ve bugün de bazı batılı he­ kimlerin yaptığı gibi Hint tıbbi pratiklerine bilimsel olmadıkları için sırtlarını dönüyordu. Tarihçilerin ilgisi bugüne kadar Asya'nın batı bilgisine yöne­ lik tıbbi ve botanik katkılarına odaklandılar. Onların da önem­ li olduğuna şüphe yok, ama öteki alanların da unutulmaması gerekir. Her iki şirketin çalışanlarından bazıları, bilgiyle kendi uğruna ilgilenen cemiyetler kurarak Avrupa İlim Cumhuriye­ ti'yle irtibat halinde kalmaya çalıştılar. Cava'nın florası üstüne çalışmasıyla tanınsa da çok çeşitli ilgi alanları olan Radermacher, Batavya'da "faaliyetler"ini yayımladıkları bir dergi çıkaran "sa­ natlar ve bilimler" cemiyetini (Bataviaasch Genootschap van Kunsten 25

Ray Desmond, The European Discovery of the Indian Flora (Oxford: Oxford University Press, 1992); Richard H. Drayton, Nature's Government (New Haven: Yale University Press, 2000); Kapil Raj , "Dynamique surbaines et savants a Calcutta (XVIIIe siecle)," Revue d'Histoire Moderne et Con­ temporaine 55 (2008): 70-99.

26

Christopher A. Bayly, Empire and Information: Intelligence Gathering and So­ cial Communication in India, 1780- 1870 (Cambridge: Cambridge University Press, 1996), 264-83.

138

1778) kurdu. Jones ve kardeşleri ise Kalküta'da, birbirlerine makale okumak ve onları cemiyetin dergisinde ya­ yımlamak için Asiatic Society'yi kurdular (1784). Literary Society of Bombay (1805) ile Madras Literary Society de (1 817) aynı mo­ deli örnek almıştı. 27 Bu iki şirketin çalışanları astronomi alanına da katkı yap­ tılar. Batavya'da VOC'un bünyesinde çalışan bir Alman rahip, Johan Maurits Mohr, 1761 ve 1768'de Venüs'ün geçişini ikinci kez, bu amaçla inşa ettiği gözlemevinden gözlemledi. Mohr, res­ mi astronom olarak VOC'a atanmayı talep etti, ama bu talebi karşılık bulmadı. Birkaç yıl sonra, Kalküta ve başka yerlerde bir dizi idari görevi bulunan Samuel Davis, Hint astronomisi üstü­ ne bir inceleme yayımladı. Bu çalışma kendisine Royal Society üyeliği kazandırdı. Doğu Hindistan Şirketi'nin başka üyeleri de geleneksel Hint astronomisiyle bir arada var olan Newtoncu bi­ limi getirdiler. 28 Göçmenler Asya dillerini, ticaret ya da din değiştirme için incelediler, arlcak bunu sadece bilgi uğruna yaptıkları da oldu. Britanya tarafında en çok katkıyı yapan kişi, Hindistan'da ha­ kimlik yapan bir polimat, William Jones'tu. Sanskrit, Yunanca, Latince, Farsça ve Kelt dilleri arasındaki benzerliklerin farkında oluşu sayesinde Jones, "Hint-Avrupa" dil ailesi fikrini geliştir­ di. Hindistan'daki başka Avrupalıların da kendisinden önce bu benzerliklerden bazılarına değindiklerinin ya farkında değildi ya da görmezlikten gelmişti. Bu kişiler arasında 1767'de Fransa Yazıtlar Akademisi'ne konu hakkında bir inceleme yazısı gönde­ ren Fransız Cizvit Gaston-Laurent Coeurdoux vardı. Jones'un çalışmaları iyi bilinir ve sık sık incelenirken, Coeurdoux'nunkiler

en Wetenschappen,

27

Michael J. Franklin, Orientalist ]ones (Oxford: Oxford University Press, 2011), 205-50.

28

Zuidervaart ve Van Gent, "'A Bare Outpost,"' 19; Bayly, E!llpire and Infor­ mation, 261-64.

1 39

nispeten yakın zamanlarda keşfedilmiştir. Daha genel olaraksa, başta İngiliz biçimi olmak üzere "Protestan Şarkiyatçılık''ı, daha önceki İtalyan, İspanyol, Fransız ya da Portekizlilerin çalışmala­ rını kapsayan "Katolik Şarkiyatçılık"ına nazaran sonraki kuşak­ ların gözüne daha çok çarpmıştır. 29 Jones'unkine benzer, ama belki de daha az aşikar bir örnek de birkaç meslektaşıyla birlikte Güney Hint dillerini inceleyen, Madras'ta görevli Francis Whyte Ellis'ti. Ellis Tamilce, Telugu, Malayalam ve Kannada dillerinin- ortak bir kökenden geldiği hi­ poteziyle Dravid dilleri tezini geliştirmiş ve Güney Hindistan dillerinin Sanskritten türediği görüşüne itiraz etmişti. 30 Bazı göçmenler, dillere yönelik ilgilerini karşılaştıkları halk­ ların kültürlerine doğru genişlettiler; bu halklara ait antika eser­ leri toplayıp onların adetlerini incelemeye başlamışlardı. Hem Katolik hem de Protestan misyonerlerden bazıları, "pagan" ya da "putperest" gibi stereotiplerin ötesine geçip Hinduizm hakkında oldukça tarafsız bir anlatı sundular. Hindistan'daki Britanyalılar arasında, Doğu Hindistan Şir­ keti'nde cerrah olarak çalışan John Zephaniah Holwell, 1767'de "Gentuların [Hinduların] mitolojileri, kozmogonileri, oruçları ve şenlikleri" hakkında bir inceleme yayımladı. Şirkette çalışan bir subay Alexander Dow ise bir Hindistan tarihi (1768) yazdı ya da çevirdi. Bu iki kişi, daha sonra ele alacağımız "Britanyalıla­ rın Hinduizmi keşfi" diye bilinen olgunun başrol oyuncuların­ dandı. 31 Topograf Colin Mackenzi, Maisur'un topografyasınının 29

Franklin, Orientalist]ones, 1-42; Sylvia Murr, L'Indephilosophiqueentre Bossuet et Voltaire (2 cilt., Paris: E cole Français d'E x treme-Orient,1 987); Xavier ve Zupanov, Catholic Orientalism, 1 56, 206, 290. Coeurdoux'nun anıları Jones'un okuyacağı kadar erken bir zamanda yayımlanmamıştı.

30 Thomas R. Trautmann, Languages and Nations: The Dravidian Proofin Colo­ nial i'v!adras (Berkeley: University of California Press, 2006). 31

1 40

Peter J . Marshall (der.), The British Discovery of Hinduism in the Eighteenth Cenftıl)' (Cambridge: Cambridge University Press, 1970) .

yanı sıra bu bölgenin farklı halkları, onların tarihleri, toplumsal örgütlenmeleri ve maddi kültürleri hakkında incelemeler yaptı. Mackenzie gibi, Kalküta ve Benares'deki darphanede çalışan, nü­ mizmatik ve yazıt uzmanı James Prinsep de yerel antikaları top­ ladı. Prinsep'in Esscrys on Indian Antiquities'i 1858'de ölümünden sonra yayımlanmıştı. VOC'un Çin'e gönderdiği bir elçilik heyetinin ardından, he­ yetteki Alman Johan Nieuhof, Çin'in bir tasvirini yayımladı. Bu eser Felemenkçeden Fransızca, Almanca, Latince ve İngilizceye çevrildi ve "Marco Polo'nun seyahatnamesinden sonra muhte­ melen Avrupa'da yayımlanmış Çin hakkındaki en başarılı kitap" diye anıldı.32 Yine de Avrupa'nın Asya'ya dair bilgisine olağa­ nüstü katkılarda bulunanların bir kısmı, VOC'un Japonya'da görevlendirdiği bir dizi çalışanıydı. 33 Onlardan biri Hugıienot François Caron'du, Beschrijvinghe van het Machtigh Coninckryck Japan und Siam (1636) adlı çalışması Almancaya, 1663'te de A True Desc­ ription of the lvf.ighry Kingdoms ofJapan and Siam adıyla İngilizceye çevrildi. İkinci bir gözlemci ise Engelbert Kaempfer'di. Şirketin hizmetine girmeden önce Rusya ve İran'ın büyük bir kesimini gezmişti, olağanüstü merakları olan bir adamdı. Şirkette hekim olarak çalışıyordu ve Nagazaki açıklarındaki Deşima (ya da De­ cima) adasında, yani Hollandalı tüccarların başkent Edo'ya yap­ tıkları resmi ziyaretlerin haricinde ayak basabildikleri tek Japon adasında görevlendirilmişti. Batılılar ile Japonlar arasındaki kar­ şılaşmaların mekanı olan Nagazaki, bilgilerin toplandığı, yayıldı­ ğı ve aktarıldığı bir merkez olarak tanımlanabilir. 34 32

Peter Rietbergen, "VOC Travelogues," Friedrich, Brendecke ve Ehren­ preis, Transformations ofKnow/edge, 231-49, at 235.

33

Peter Kornicki, "European Japanology at the end of the Seventeenth Cen­ tury," Bulletin of the School of Oriental and African Studies 56(1993) : 502-24.

34

Lissa Roberts, "Re-Orienting the Transformation of Knowledge in

141

Kaempfer 1 690'ların başlarındaki bu ziyaretlerin ikisinde yer almıştı. Bu ziyaretler sayesinde Japonya'nın ayrıntılı tasviri için not alma imkanı buldu. Almanca yazılan notlar, ilk defa ölümü­ nün ardından 1727'de İngilizce çevirisiyle yayımlanmıştı. Keskin gözüyle şogunun sarayını, yemek çubuklarını ("bıçak yerine, iki kısa çubuk verdiler bize"), hanlardaki "kızaklı kağıt pencereleri olan" bomboş odaları ve "dizlerine kadar çamur ve suya bat­ tıkları pirinç tarlalarını çapalayan çiftçileri" gözlemlemişti. Ka­ eınpfer'in Japonya'nın florası üstün.e incelemeleri tarihçilerin de dikkatini çekmişti.35 Üçüncü gözlemci de "Deşima'nın üç alimi"nin sonuncusu, Linnaeus'un eski öğrencisi, İsveçli botanikçi Carl Peter Thun­ berg'di. Thunberg şirkette cerrah ve hekim olarak çalışıyordu ve 1775 -76 yıllarında Deşima'da yaşadı. Sonradan seyahatlerini ve Flora japonica'sını (1784) yayımladı. Deşima'nın dördüncü alimi, cerrah, diplomat ve bilgin Isaac Titsingh'ti. Japonya'ya 1779'da ulaşan Titsingh, Japonca öğrendi, Japon eserlerinden oluşan önemli bir koleksiyon topladı ve 1820'de, VOC'un iflasından yir­ mi küsur sene sonra, Japonya anılarını Fransızca olarak yayım­ ladı. Bu dört kişi sayesinde batılı okurlar, Şinto'dan seppuku'ya kadar birçok Japon adetini öğrenmişlerdi. 36 Dutch Expansion: Nagasaki as a Centre of Accumulation and Manage­ ment," Friedrich, Brendecke ve Ehrenpreis, Transjormations of Knowledge, 19-42. 35

Engelbert Kaempfer, History ofJapan (Londra: Woodward, 1727), 5. Ki­ tap, 12, 4, 13. Bölümler; Detlef Haberland, Engelbert Kaempftr, 1651-1716 (Londra: British Library, 1996); Brigitte Hoppe, !'Kaempfer's Forschun­ gen über japanische Pflanzı;:n," Detlef Haberland (der.), Engelbert Kaempftr: Ein Gelehrtenleben zwischen Tradition und Innovation(Wiesbaden: Harassowitz, 2004), 1 25-53; Wolfgang Muntschick,"The Plants That Carry His Name: Kaempfer's Study of the Japanese Flora," Beatrice Bodart-Bailey ve Der­ ek Massarella (der.), The Furthest Goal.· Engelbert Kaempftr's Encounter with Tokııgawa]apan (Folkestone: Japan Library, 199.5), 71-95.

36

Bertil Nordenstam (der.), Cari Peter Thttnberg: Linnean, resenare, Nat11r-

1 42

Bu göçmenlerin katkıları, ana temalarımız olan aracılık, uzaklaşma ve melezleşmeye geri dönerek özetlenebilir. İki şir­ ketin üyelerinin ürettiği sözlük ve gramerler, apaçık aracılık ör­ nekleridir; William Jones ve Charles Wilkins'in klasik Sanskrit edebiyatından yaptıkları çevirilerden söz etmeye bile gerek yok. Bu çeviriler Britanya'nın yanı sira Almanya · ve başka yerlerde de etkili olmuştur. Benares Sanskrit Koleji'nin müdürü James Robert Ballantyne de bir diğer aracıydı. Avrupalılar için Hindu düşüncesi, Hintler içinse Hıristiyanlık ve batı bilimi hakkında yazılar yazmıştı. 37 Abraham Rogier'nin (ya da Rogerius) Hinduların dini hak­ kındaki anlatısı iyi bir uzaklaşma örneği sunar. VOC'un hizme­ tinde çalışan Hollandalı vaiz Rogier, bir süre Madras'ta çalışmış, De Open-Deure tot Verborgen Hrydendom'u ("Gizli Paganlığa Açılan Kapı'', 1651) yayımlamıştı. Bu kitap "son derece nesnel ve yan­ sız" olarak nitelendirilmişti. Aynısı Kaempfer'in Japonya tasviri için de söyle�ebilir. Gözlemci bir gezgin, öteki kültürleri değiş­ tirme arzusundan ziyade merakla güdülen bir kişi olan Kaem­ pfer, "Japonların tutum ve düşünme biçimlerine önyargısız bir biçimde yaklaşmaya" gayret eden birisi diye tanımlanmıştır.38 Gelgelelim bu vaka incelemesinde melezleşme temasının daha baskın bir yeri vardır ya da olmalıdır. Uzun zaman göç­ menlerin, en azından Avrupa'da, neredeyse tamamen kendi baş­ larına keşif ve yorumlar yaptıkları sanıldı. Oysaki son kuşakta, hem Avrupa hem de Hindistan'daki araştırmacılar, "ham" enforfarskare, 1743-1828 (Stockholm: Atlantis, 1993) . Titsingh hakkında bkz. Boxer, Jan Compagnie, 1 35-72. 37

Michael S. Dodson, Orientalism, Empire and Natiunal Culture: In­ dia,1770-1 880 (Basingstoke: Palgrave Macmillan, 2007), 1 1 2-14.

38

Rogier hakkındaki alıntılar için bkz. Donald F. Lach ve Edwin J . Van Kley, Asia in the Making of Europe, 3. Cilt (Şicago: University of Chicago Press, 1 993), 479; Haberland, Engelbert Kaempfer, 77.

1 43

masyon sağlamaktan çok daha fazlasını yapmış olan yerli bilgin­ ler dahil yerel bilgi kaynaklarının yaptığı katkıların giderek daha fazla farkına vardılar. Bu göçmenler, yerli asistanları sayesinde araştırmalarını yürütüyorlardı, ama aynı zamanda onlardan yerel sınıflandırma sistemlerini öğreniyorlardı ki bazı Avrupalılar bu sistemleri Linneaus'un sistemine uydurmaya ya da onunla birleş­ tirmeye çalıştılar. Yakın tarihlerde bir bilim tarihçisinin belirtti­ ği gibi, "Güney Asya (. . .) ortaya çıkan bilgi düzeninin aktif ama hakkı verilmeyen bir üyesiydi."39 Calin Mackenzie'nin asistanı Kavali Venkata Borayya (ya da Boria) gibi bilginler, yakın tarihlerde "Doğu Araştırmaları"nın ta­ rihindeki yerlerini geri kazandılar. Yine de Britanyalı doktorların birlikte çalıştıkları hekimler (İslam doktorları) ile vai4J'a'lara (ayur­ veda doktorları) veya Britanyalı hukukçuların panditler (Sanskrit uzmanları) ile münşiler'e (Farsça uzmanları) neler borçlu oldukları­ nı, hatta ve hatta bu meslektaşlarını faydalı araçlar mı, yoksa mes­ lektaşlar olarak mı gördüklerini asla bilemeyeceğiz.40 Yine farklı kültür sistemleri içinde (Hint, Çin ve Japon) tıbbi faaliyet gösteren kişiler arasındaki karşılaşmalar, bu sistemlerin birbiriyle bağdaş­ masına olmasa bile en azından çoğulculuğa yol açmış ve zaman zaman bazı hekimlerin sistemler arasında geçiş yapabilmesini teş­ vik etmiş ya da en azından bunun önünü açmıştır. Genelde kendi gözleriyle gördükleri hakkında yazan Engel­ bert Kaempfer bile, Deşima'daki evini ziyaret eden Japonlarla konuşarak, özellikle de genç tercüman !mamura Gen'enmon Ei-

39

Raj , Relocating Modern Science, 13.

40 Richard Grove, "The Transfer of Botanical Knowledge between Asia and Europe, 1498-1800," ]ournal of the Japan-Netherlands Institute 3(1991): 160-76; Kapil Raj , "Surgeons, Fakirs, Merchants and Craftspcople," Schiebinger ve Swan, Colonial Bofaf!J, 252-69; Trautmann, Madras School, 7, 78-80.

1 44

sei ile sohbetlerinden çok şey öğrendiğini kabul etmiştir.41 Tersi bir yönde en azından birkaç Japon da batıdan gelen bilgilerden yararlanmışlardı. Coğrafya ve tıp bilgisi başta olmak üzere De­ şima'daki Hollandalılarla sohbetlerinden, yabancıların getirdiği kitaplardan birçok konuda bilgi ediniyorlardı. Japonlar bu bil­ giye Rangaku, başka bir deyişle Hollanda'dan (Oranda) gelen ilim (gaku) diyorlardı. Kısacası VOC, bazı Avrupalı ve Japtmların hem dilsel hem de kültürel çeviri faaliyetlerine girişebildikleri koşulların yaratılmasına yardım eden, doğu ile batı arasında ti­ cari simsarlık yapan bir şirket olduğu kadar entelektüel simsarlık yapan bir kuruluş olarak da görülmelidir.42 Erken modern dönemde Japonya hakkındaki batı bilgisi nis­ peten dağınıktı. Öte yandan Çin, bu yüzyıllarda daha iyi bilini­ yordu, çünkü Çin hakkındaki bilgiler, çoğu Cizvit misyonerler­ den oluşan daha büyük bir batılı grup tarafından yayılıyordu.

Dini Gifçm_enler: Mişyonerler İster Budist (daha önce gördüğümüz gibi) ister Hıristiyan ya da Müslüman olsun misyonerler, önemli bir aracı göçmen tipidir, çünkü uzunca bir zaman, yüz yüze temasların din değiştirmenin değerli bir aracı olduğuna inandılar. Hıristiyanlar genelde seküler bilgiyi, özellikle de batının bilimini gittikleri misyon bölgelerine götürüyorlardı. 16. yüzyıldan itibaren bazıları, "hedef kültür"ün dilini, dinini, fikirlerini, adetlerini vb.ni incelemek gerektiğine ikna olmuşlardı. Bunun özellikle niyet edilmeyen sonuçlarından 41

Paul van der Velde, "The Interpreter Interpreted: Kaempfer's Japanese Collaborator !mamura Genemon Eisei," Bodart-Bailey ve Massarella, The Furthest Goal, 44-58.

42

Donald Keene, The Japanese Discovery of Europe 1720-1830 (1952: gözden geçirilmiş basım, Stanford: Stanford Univcrsity Press, 1969); Rebekah Clements, A Cultural History of Translation in Ear!J Modern Japan (Cam­ bridge: Cambridge University Press, 201 5), özellikle 146-50.

145

biri de sözgelimi, doğu araştırmalarına, dilbilime ve öteki bilgi alanlarına önemli katkı yapmalarıydı. Erken modern dönemde ya da Karşıreformasyon denen dö­ nemde Katolik Kilisesi, Protestanlara kaybedilen Avrupa toprak­ larını yeniden fethetmenin yanı sıra Asya, Afrika ve Amerika'da da dünyanın ruhani yönden fethedilmesi umuduyla teşebbüsler­ de bulunmuştu. Hindistan'daki Britanyalı tarihçiler gibi bu mis­ yonları inceleyen bilim insanları da yakın zamanlarda "bilişsel bir dönemeç"ten geçerek daha önc�kinden çok daha keskin bir biçimde bilgiye, özellikle de misyonerlerin beraberlerinde getir­ dikleri bilgiler ile misyonerlerin dinlerini değiştirmek istedikleri insanların bilgileri arasındaki karşılaşmalara odaklandılar.43 Bu yaklaşım sayesinde bizzat misyonerlerin de bilişsel bir dönemeç­ ten geçtikleri, Hıristiyanlığın mesajını hem anlaşılabilir hem de cazip bir biçimde sunabilmek için yerel dilleri öğrenmeleri gerek­ mesi bir yana aynı zamanda yerel kültürleri de tanımaları gerekti­ ğini anladıkları keşfedilmiştir. Cizvitlerin dışında Fransiskenler, Kapuçinler, Dominikenler ve Augustinciler gibi dini tarikatlar da Hıristiyanlaştırma faali­ yetlerinde bulunuyorlardı ve gittikleri yerlerdeki çeşitli halkların bilgilerini öğrenip kimi zaman bu bilgileri yayıyorlardı. Bunun en meşhur örneği, 1 529'da Yeni İspanya'ya (şimdiki Meksika) gi­ den İspanyol Fransiskeni Fray Bernardino de Sahagun'du. Ora­ da ölünceye dek altmış yıldan fazla yaşayan Sahagı.ln, Nahuatl'ı öğrenmiş ve düzinelerce yerlinin ve dört asistanının yardımıyla Aztek kültürünü araştırmıştı. 44 43

Castelnau-L'Estoile, Missions.

44 Jorge Klor de Alva, "Sahagun and the Birth of Modern Ethnography," Klor de Alva, Henry B. Nicholson ve Eloise G. Keber (der.), The Work of Bernardino de Sahagun (Austin: University of Texas Press,1 988), 31-52; Miguel Le6n-Portilla, Bernardino de Sahagun: Pionero defa antropologia (Mex­ ico City: UNAM, 1999), 1 20-24, 21 2-1 3; Henry B. Nicholson, "Fray Bernardino de Sahagun," Eloise Q. Keber (der.), Representing Azjec Ritual

1 46

Sahagun sık sık öncü bir antropolog ya da bir ön-antropolog olarak nitelendirilir, ancak yabancı örf ve adetlere yönelik ilgi Herodotos'a, belki de daha öncesine kadar geri gider. Bu ilginin düşünsel bir disipline dönüşmesi ise ani bir "doğum"dan ziyade birkaç aşaması olan yavaş bir süreçti. Kendisi şu veya bu sıfatla anmamız bir yana, Sahagun'un hacimli "Yeni İspanya'nın Şey­ lerinin Tarihi" (Historia de !as cosas de Nueva Espana) eseri, Nahu­ atl'dan İspanyolcaya çevrilen bilgiye önemli bir katkıydı; elyaz­ maları biçiminde elden ele gezdikten sonra nihayet 19. yüzyılda yayımlanmıştır. Bazı Protestan misyonerler, özellikle on dokuzuncu yüzyıl­ dan itibaren Avrupa dışında da aktiftiler. Moravya kilisesi Kara­ yipler, Kuzey Kutbu, Kuzey ve Güney Amerika, Afrika ve başka yerlerde özellikle faaliyet gösteriyordu. Güney Hindistan'da ça­ lışan Pietist misyoner Bartolomaus Ziegenbalg'ın bilgi alanına ciddi katkıları olmuştu. Aleppa adlı yerli bir öğretmenden Ta­ milce öğrenn:ıiş, yerli Hfodularla bu dilde mektuplaşmış ve onla­ rın yardımıyiıı: 1717'de "Malabar Hindularının Dininin Tasviri" (Beschreibung der Religion der malabarischen Hindous) adlı çalışmasını kaleme almıştı, ancak bu eseri 1791'de yayımlanabildi.45

Cizvitler Bununla birlikte bilişsel dönüş Cizvitlerin tarihi içerisinde özellikle görünürdü. Cizvitlerin katkıları, bu hızla büyüyen dini tarikatın misyoner sayılarının yanı sıra tarikatın farklı bilgi tür­ lerini incelikli bir biçimde toplama ve aktarma tarzı bakımın­ dan da (zira bu, VOC'un pratiğinden çok farklıydı) diğerlerinden

(Boulder: University of Colorado Press, 2002), 21-39. 45

Urs App, The Birth of Orientalism (Philadelphia: University of Pennsyl­ vania Press, 2010), 77-1 10; Rubies, "Reassessing," 1 30-3 1 .

1 47

ayrışır. 46 İlk başta tarikatın generali gibi önde gelen Cizvitler, bizzat tarikat hakkında enformasyon talep ediyorlardı. Kolej­ lerin rektörleri ile misyonların başına, düzenli olarak "vali"ye, yani illerinin başına rapor vermeleri (kişilerin performanslarına dair ayrıntılar dahil) talimatı verilmişti. Valilerin de Roma'daki tarikat generaline rapor vermeleri gerekiyordu. Matbu formlar ile soru çizelgeleri de informationes, yani dosya oluşturmak için kullanılıyordu. 47 İkinci olarak Cizvitler akademik bilgiye de çok meraklıydılar. Tarikat ilk başlardan itibaren eğitime Çok yatırım yapmış, Kato­ lik Avrupa'nın her yerinde, sonradan misyon bölgelerinde (Mek­ sika City, Arequipa, Sao Paulo, Goa, Macau, Amakusa, Manila, Luanda vb.) kolejler kurmuştu. Bu kolejlerde retorik, mantık ve teolojinin yanında günümüzde bilim olarak bilinen "doğa felse­ fesi" de öğretiliyordu. Cizvit misyonerler Roma'ya enformasyon gönderdikleri gibi (kuyrukluyıldızların gözleminden Avrupa'da bilinmeyen bitkilere kadar) birbirlerine de enformasyon gönde­ riyorlardı, böylece sağlam bir ağ yaratmışlardı. 48 Seküler bilginin araştırılması ve aktarılmasının arkasında teoride, en azından ilk başlarda, dini bir amaç yatıyordu. Cizvitlerin mottosuyla söyler­ sek, her şey "Tanrı'nın yüce şanı için"di (ad majorem dei gloriam). Kurucuları Aziz Ignatius'un (kendisi de Aziz Paulus'ın tarafta­ rıydı) izinden giden Cizvitler, "bağdaştırma" politikasını, başka bir deyişle din değiştirmeyi güven altına almak ya da düpedüz destek kazanmak için "herkes için her şey" (ad mqjorem dei glori46

Steven T. Harris, "Confession-Building, Long-Distance Networks, and the Organization of Jesuit Science," Ear!J Science and Medicine 1 (1996): 287-318. Fransiskenler hakkında Barreto ve Zupanov, Catholic Orientalism, 1 58-201 .

47

Harris, "Confession-Building," 299-300; Markus Friedrich, Der lange Arm Roms? Globale Verwaltung und Kommunikation im Jesuitenorden, 1540-1773 (Frankfurt: Campus, 2011).

48

Prieto, Missionary Scientists, 1 17.

1 48

am) olma politikasını benimsiyorlardı. "Herkes"in içinde eğitimli kişiler de vardı. Ancak bazı teologların aksine Ignatius merakı mahkum etmemişti ("kötü olmayan ve insanlar arasında bulu­ nabilecek belli bir merak"), ayrıca bazı Cizvitlerin kendi uğru­ na bilginin peşinden gittiği de savunuldu. Aslına bakılırsa dini amaçlar doğrultusunda bilgi edinme üstüne "sofuca beyanları", "meşrulaştırmalar" denerek dikkate alınmamıştı.49 Yine de bir araştırma dini sebeplerle başlasa bile, hiç değilse bazı durumlar­ da, araştırmacı merakına yenik düşer. Öyle ya da böyle, tek tek Cizvitlerin amaçlarında farklılık olsun ya da olmasın misyonlar, o zamanki tabirlerle, "merak" ile "aydınlanma" arasında seyredi­ yor, ikisini birleştirmeye çabalıyordu.50 Bağdaştırma ilkelerini izleyen misyonlardaki Cizvitler, Hı­ ristiyanlığı yerli kültürlere uyarlanabilir bir biçimde sundular. Böylece bu kültürleri incelemek, dillerini öğrenmek durumunda kaldılar; bazıları buna dirense de pek çoğu bunu yaptı. 51 Güney Amerika'da çalışan bazı Cizvitler, batı dünyasının dışındaki dil­ ler hakkında _batı bilgisine önemli katkılar yaptılar, ancak kat­ kı yapanlar sadece onlar değildi. Mesela Dominiken misyoner Domingo de Santo Tomas, 1560'ta Keçuva dili üstüne ilk gra­ mer kitabının yayımlarken, Fransisken Keşiş Alonsa de Molina, 1 571'de Vocabulario en lengua castellanay Mexiana'yı, başka bir deyiş­ le İspanyolca-Nahuatl sözlüğünü yayımladı. 49 Mordechai Feingold, "Jesuits: Savants," Feingold (der.), ]esuit Science and the Republic ofLetters (Cambridge, MA: MIT Press, 2003),1-46, at 7. 50

Krş. Riva Feldhay, "Knowledge and Salvation in Jesuit Culture," Science in Context 1 (1987): 1 95-213; Harris, "Confession-Building"; Antonella Ro­ mano, "Les jesuites entre apostolat missionaireet activite scientifique," Archivum Historicum Societatis]esu 74 (2005):21 3-36; Florence Hsia, Sojourn­ ers in a Strange Land: Jesuits and Their Scientific Missions in Late Imperial China (Chicago: University of ChicagoPress, 2009); Prieto, Missionary Scientists, 1 54-59.

51

Aliocha Moldavsky, "The Problematic Acquisition of Indigenous Lan­ guages" John O'Malley vd. (der.), The ]esuits, II: Cultures, Sciencesand the Arts, 1540-1773 (Toronto: University of Toronto Press,2006), 602-1 5 .

1 49

1 555-1645 arasında İspanyol ve Portekiz Amerikası'ndaki altı Cizvit misyoner, yerel diller hakkındaki incelemelerini yayımla­ dılar. Brezilya'da çalışan İspanyol Jose de Anchieta, 1 555'te Tupi üstüne bir gramer yazdı. Kitap Arte de gramdtica de lingua mais usa­ da na costa do Brasil adıyla 1 589'da yayımlandı. Meksika'da görev yapan Antonio de Rinc6n'un anadili Nahuatl'dı ve 1 595'te Arte mexiana adıyla bu dilin gramerini yayımladı. İtalyan misyoner Horacio Carochi'nin eklemeler yaptığı bu gramer kitabı, 1645'te Arte de la lengua Mexicana adıyla yayimlandı. Carochi başka bir Meksika dilini, Otomi'yi de inceledi. Bu arada İspanyol misyo­ ner Luis de Valdivia, 1606'da Arte de la lengua de Chile'sini (başka bir deyişle, Mapudungun'u yayımladı), başka bir İspanyol, Diego Gonzalez Holguin ise 1 607'de Keçuva dili üstüne bir gramer, ertesi yıl da bir sözlük yayımladı. İtalyan misyoner Ludovico Bertonio da 1612'de başka bir Peru dilinin, Aymara'nın hem gra­ merini hem de sözlüğünü bir araya getiren bir çalışma yayımladı. Din değiştirme teşebbüsü ve bir kültürü kendisi için incele­ me ile bu teşebbüse hizmet etmesi anlamında "kendi mantığına uygun bir biçimde üretilen misyonerlik bilgisi" arasında "içsel bir uyuşmazlık" olduğu belirtilmiştir. 52 Sözünü ettiğimiz gramer ve sözlükler sahadaki meslektaşlara yardımcı olmaları için üretil­ mişti ve sonraki misyonerler için vazgeçilmez bir araç olmuşlar­ dı. Ancak misyonerlik bilgisi genelde başka insanlar tarafından kendi mantıkları ve kendi amaçları doğrultusunda temellük edil­ mişti. Dille ilgilenen Avrupalı bilginler için bu metinlerin sağla­ dığı enformasyon çok değerliydi ve son kertede karşılaştırmalı dilbilimin doğuşuna yardım ettiler. Misyonerler yerli elitlerin dikkatini çekmek için batının doğa felsefesine dair bilgilerinden, Avrupalıların ilgisini uyandırmak 52

1 50

Klor de Alva, "Sahagıin," 43; Herve Pennec, "Missionary Knowledge in Context: Geographical Knowledge of Ethiopia," in Delmas ve Penn, Writing in a Colonial Context, 75-96, 93'te.

içinse dünyanın çeşitli yerleri -Hindistan, Çin, Japonya, Meksi­ ka, Güney Amerika vb.- hakkındaki bilgilerinden yararlandılar. Cizvitlerin, sahalarından "aydınlanma raporları" yayımlama pra­ tiğinin arkasında bu yatıyordu. Bu raporlar ile onları temel alarak yazılan dünyanın farklı bölgelerinin tasvirleri, erken modern Av­ rupalılar için, bilhassa Amerika ve Doğu Asya hakkında, temel enformasyon kaynaklarıydı. 1702-1776 arasında yayımlanan otuz dört ciltlik Lettres ediftantes et curieuses pek çok yerdeki Cizvit mis­ yonları hakkındaki enformasyonu yaymış, başta Almanca olmak üzere başka dillere çevrilmişti. Aztek ve İnka imparatorlukları söz konusu olduğunda temel kaynak Peru valisi İspanyol Jose de Acosta'ydı. 1 590'da Sevilla'da yayımladığı Hint Adalarının Doğal ve Ahlaki Tarihi, kendi dene­ yimlerinin yanı sıra kraliyet yetkilisi Juan Polo de Ondegardo gibi başka göçmenlerin deneyimlerine de dayanıyordu. Bu eser "bir karşılaştırmalı etnoloji programı" olarak anılmış, doğa tari­ hine önemli bir katkı yapmıştı. 53 Bazı Cizvitler Afrika'da görev yapıyordu, özellikle 17. yüz­ yılda Etiyopya'da görev yapan üç Portekizli öne çıkıyordu: Esas amaçları bu olmasa da batı dünyasının Etiyopya hakkındaki bil­ gisine katkıda bulunan Luis de Azevedo, Pedro Paez ve Manuel de Almeida. 54 Kuzey ve Güney Amerika'da faaliyet gösteren Ciz­ vitlerin sayısı daha fazlaydı. İçlerinden en ünlüsü Jean-François Lafitau, 171 1'de Quebec'e gönderilmiş, İrokular arasında altı yıl yaşamış ve ''Amerikan Vahşilerinin Adetleri"nde (Moeurs des Sa­ uvages Ameriquains, 1724) sunduğu bilgileri orada toplamıştı; bu kitap, 18. yüzyıl ortalarında Felemenkçeye ve Almancaya çev­ rildi. Bununla birlikte Amerika'daki Cizvit misyonerlerin büyük 53

Anthony Pagden, The Fail of Natura/ Man: The American Indian and the Or­ igins of Comparative Ethnology (Cambridge: Cambridge University Press, 1982), 146-200; Prieto, Missionary Scientists, 146-68.

54

Pennec, "Missionary Knowledge."

151

bir kısmı İspanyol vilayetleri Meksika ve Peru'da çalışıyor, bu bölgelerin tarihini ve doğa tarihini inceliyorlar, yerel dillerini öğreniyorlardı. Francisco Xavier'in ardından Asya'da da pek çok Cizvit misyoneri görev yaptı: Hindistan, Tibet, Hint-Çini, Siyam, Çin ve Japonya'da. Tamilce, Telugu ve Tibetçe ile Çince ve Ja­ ponca gibi yerel dilleri öğrenmenin dışında bazı tarikat üyeleri, Protestan meslektaşları gibi, Brahman ve Budistlerin fikirlerini betimlemeye ve anlamaya çalıştılar. Çin misyonu bu teşebbüslerin en �yi bilinenlerindendi. Bu­ radaki misyonerlik faaliyetlerinde Cizvitler yalnız değildi, çünkü 1 580'lerde bazı Dominiken keşişleri de Çin'e gelmiş, bazı Fran­ sisken keşişleri ise 13. yüzyıl kadar erken bir dönemde orada ça­ lışmaya başlamışlardı. Yine batının Çin hakkındaki bilgisine de bir tek Cizvitler katkı yapmamıştı. Mesela Augustinusçu Keşiş Juan Gonzalez de Mendoza, 1 5 86'da Historia de /as cosas mas no­ tables, ritos y costumbres del gran rryno de la China'yı yayımlamıştı. Aslında Gonzalez, Çin'e hiç gitmemişti ve kitabı, diplomatik bir görev icabı bu ülkede iki aydan biraz fazla kalan İspanyol askeri Miguel de Luarca'nın günlüğüne dayanıyordu. Bununla birlikte kitap iyi satmış, on yıl için altı dile, İtalyanca, Fransızca, İngiliz­ ce, Almanca, Latince ve Felemenkçeye çevrilip yayımlanmıştı. Yine de bütün bunların içinde üne kavuşan kişi, 1 582'de Ma­ kao'ya varan İtalyan Cizvit Matteo Ricci'dir. Ricci misyonun baş­ langıcında bir Budist rahip gibi giyinmişti, ama bunun ona saygı kazandırmadığını anladığında Hıristiyanlığın mesajını Çin kül­ türüyle bağdaştırmak için Konfüçyüsçü bilge kıyafetlerini giy­ meye başladı. Öteki Cizvit misyonerler gibi Ricci de yerli elitlerin dinlerini değiştirmeye odaklanıyor, Avrupa'da üretilmiş dünya haritalarını sergileyerek Rönesans hafıza sanatını icra ediyor ve Hıristiyanlığı Konfüçyüsçü ideallerle uyum içindeymiş gibi su­ narak onların meraklarını uyandırmaya çalışıyordu. Din değiş-

1 52

tiren iki Çinli, Xu Guangqi ve Li Zhizao'yla işbirliği sayesinde Ricci, Öklid ile Cizvit alim Christoph Clavius'un matematik ve astronomi üstüne metinlerini çevirdi. 55 Ricci, Cizvit misyonunun ilk safhasının, başka bir deyişle 1580'lerden 1660'lara kadar süren "İtalyan safhası"nın (Leh Mic­ hal Boym ve Nicolas Trigault gibi Flamanların önemine rağmen) öncü bir figürüydü. Önde gelen İtalyanlar arasında Ricci'nin meslektaşı Michele Ruggieri ve sonradan Martino Martini vardı. Bu misyonerlerin hepsi de bilginin yayılmasına hatırı sayılır bir katkı yaptılar. Bir yönde Ricci, Çin bilginlerine batının doğa felsefesi ile ma­ tematiğini tanıtırken, başka bir İtalyan Giacomo Rho, astrono­ mi konulu batılı kitapları Çinceye çevirip Çinli meslektaşlarının takvimlerini iyileştirmelerine yardım ediyordu. Çinli bilginler dünyanın yuvarlak olduğu düşüncesini kabul ederken, yabancı­ lardan gelen enformasyonu kendi geleneklerine uyarlıyorlar ya da onlarla "bağd.a ştırıyorlardı."56 Başka bir yönde ise Ricci'nin, La­ tinceye çevrilip Nicolas Trigault tarafından yayımlanan günlüğü, batılı bilginlerin Çin hakkındaki düşüncelerinin şekillenmesinde büyük bir rol oynuyordu. Meslektaşı Ruggieri'yle birlikte Ricci ayrıca Çince-Portekizce bir sözlük hazırlamış, Ruggieri ise bazı Konfüçyüsçü metinleri Latinceye çevirmişti. Michal Boym, Çin florası ve Çin tıbbı üstüne kitaplar yayımlayıp, Çince-Latince ve Çince-Fransızca sözlüklerini hazırlamıştı. Martini'ye gelince ölümünden sünra 1696'da yayımlanan bir Çince gramer kitabı hazırlamıştı, ama daha çok tarih ve coğraf55

Jonathan Spence, The Memory Palace of Matteo Ricci (Londra: Faber,1 985); Ronnie Po-chia Hsia, A ]esuit in the Forbidden City (Oxford: Oxford Uni­ versity Press, 2010); Mary Laven, Mission to China: Matteo Ricci and the En­ counter with the East (Londra: Faber, 2011).

56

Qiong Zhang, Making the New World Their Own: Chinese Encounters with Jesuit Science in the Age ofDiscovery (Leiden: Brill, 201 5).

1 53

ya konulu çalışmalarıyla tanınıyordu. 1644'te Ming hanedanın Qing'ler tarafından sürülmesi üstüne bir anlatı (kendisi o sırada Çin'deydi) ve Çin'in genel tarihi ile bir Çin atlası yayımladı. Bu atlas Çin haritalarını temel alıyordu ve "Çin'in coğrafyasıyla il­ gili önceki hatalı bilgilerin çoğunu düzeltmiş"ti.57 Martini (eski öğrencisi) ve ayrıca Boym'un sağladığı bilgiler, Alman polimat Athanasius Kircher tarafından China Illustrata'da (1667) kul­ lanıldı. Kircher, Çin'de bir misyoner olmayı isteyebilirdi, ama Roma'da, müzikten manyetizmaya kadar çeşitli konularda bilgi sahibi olabildiği bir merkezde kaldı. 58 Çin'deki misyonlardan ge­ len enformasyon, Cizvitlerin Yıllık Mektuplarında düzenli olarak yayımlanıyordu. İtalyanca yazılan bu raporlar, Latince, Almanca, Portekizce ve Fransızcaya çevriliyordu. 59 Hindistan'da da Cizvitler, yerel dilleri öğrenmekle kalmayıp onların gramer ve sözlüklerini hazırlamışlardı. Mesela 1 580'ler­ den sonra Hindistan'da çalışan İngiliz Thomas Stephens, ölü­ münden sonra 1640'ta yayımlanan bir Konkani grameri yazdı. 1650'lerden itibaren misyonerlik yapan Alman Cizvit Heinrich Roth, Farsça, Kannada ve Hindustani öğrenmiş, ama en çok Agra'daki bir Brahman rahibinden öğrendiği Sanskrit incelme­ siyle tanınmıştı. Avrupa'ya dönüşünde Kirscher'e enformasyon sağladı, Almanya'da Babür İmparatorluğu hakkında dersler verdi ve Sanskrit gramerini yayımlamaya çalıştı (tarikatın başı tarafın­ dan engellenmişti). Hindistan'a 1711'de varan İtalyan Constanzo 57

Lach ve Van Kley, Asia, 481 .

58

Franco Demarchi ve Riccardo Scartezzini (der.), Martino Martiniumanista e scienziato ne/la Cina del secolo XVII (Trento: Universita diTrento, 1995); Henri Bernard, "Les sources mongoles et chinoises del'Atlas Martini," Roman Malek ve Arnold Zingerle (der.), Martino Martini SJ und die China­ mission (Nettetal: Institut MonumentaSerica, 2000), 223-40.

59

Lach ve Van Kley, Asia, 368-79; Luisa Maria Paternico, When the Euro­ peans Began to Stucfy Chinese: Martino Martini's Grammatica Linguae Sinensis (Leuven: Ferdinand Verbiest Institute), 201 .

1 54

Beschi, Tamilcenin gramerini yazarken, 1732'de Hindistan'a ayak basan Fransız Gaston-Laurent Coeurdoux, Tamilcenin yanında Telugu ve Sanskritin de gramerini yazdı. Cizvit karargahının bulunduğu Roma, Cizvit misyonlarında elde edilen bilginin yayıldığı bir merkez olarak faaliyet gösteri­ yordu. Bunun arkasında da Kircher'in yanı sıra Asya'daki (1 588) Cizvit misyonları hakkında devasa bir Latince tarih yazan Giam­ pietro Maffei ile misyoner olmayı isteyecek bir Cizvit, meslektaş­ larının misyonları hakkında, biri Japonya (1660) diğeri ise Çin (1663) misyonlarına dair İtalyanca iki cilt yayımlayan Daniele Bartoli vardı. Roma'nın din değiştirme teşebbüsündeki merkezi konumu, 1622'de Papa XV. Gregorius'un "İmanın Yayılması Üs­ tüne" (De Propaganda Fide) bir kurulun kurulmasıyla sağlamlaştı. Kurul kimi zaman Cizvitlerle rekabet eden misyonlar oluşturu­ yordu. Kendi matbaasını kuran kurul pek çok dilde ilmihaller yayınladı. 6 0 Çin hakkındaki bilgilerin yayıldığı başka bir merkez de Ams­ terdam'dı. Martini'nin yeni Çin atlasını Roma'da yayımlaması bek­ lenebilir, ama aslında atlas 1655'te matbaacı Joan Blaeu tarafından Amsterdam'da yayımlanmıştı. Atlaslarda uzmanlaşan Blaeu, VOC için çalışıyordu (daha önce gördüğümüz gibi), böylelikle İsa'nın Dostları'nın [Cizvitler] hikayesini Birleşik Doğu Hindistan Şirke­ ti'nin hikayesiyle birleştiriyordu.61 Kircher'in China illustrata'sı da 1667'de Blaeu'nun rakibi tarafından Amsterdam'da yayımlanmıştı. İtalyanlar, 1670'lerden 18. yüzyılın başlarına kadar uzanan Çin misyonunun ikinci safhasında ilk sırayı Fransızlara kaptırdı­ lar. Aydınlanma ile merak arasındaki hassas denge de ikincisinin lehine değişmişti. Bu değişimin nedenlerinden biri XIV. Lou60

Giovanni Pizzorusso, "La Congregation De Propaganda Fide: Cen­ tred'accumulation et de production des 'savoirs missionaires,"' Castel­ nau-L'Estoile, Missions, 25-40.

61

Zandvliet, Mappingfor Money, 124.

1 55

is'nin müdahalesiydi. Altı Cizviti 1685'te Çin'e yollayan Louis, onları Çinlilerin dinlerini değiştirme görevinin yanı sıra Fransız Bilimler Akademisi için bilgi toplamakla da görevlendirmişti. Sonraki tarihçilerin dikkati bu aşamada astronomiye odaklan­ mıştı. Fransız Jean de Fontaney ve Alman Adam Schall gibi misyonerler astronomi hakkındaki bilgileri sayesinde Çin impa­ ratorunun sarayında sıcak karşılanmışlardı, yıldız gözlemleri ise Avrupa'daki astronomlara gönderilmişti. Bununla birlikte bu safhada Çin'de görev yapan Cizvitlerin başka bilgi alanlarına da önemli katkıları oldu. 1685 misyonunun başı Fontaney, bir misyonerin tarih ve dil, bir başkasının doğa tarihi ve Çin tıbbı, bir diğerinin ise özgür ve mekanik sanatlar, dördüncüsünün Çin hukuku ve hükümetten sorumlu olduğu bir işbölümü planlamıştı; Fontaney'nin kendisi ise astronomi ve coğrafyadan sorumluydu. Her şey tam olarak böyle yürümüyor­ du elbette, fakat Fontaney'nin meslektaşlarından biri Fransa'ya geri döndüğünde Bilimler Akademisi'ne "Tartarya"nın [Orta Asya] bir haritasını, bitki ve balıklara dair çizimler ve astrono­ mik gözlemler sundu ve 1696'da Nouveau memoire sur /'etatpresent de la Chine'i yayımladı. 62 Sonradan iki Cizvit, Jean-Baptiste Regis ile Antoine Gaubil, Çin İmparatorluğu'nun haritalanmasında büyük bir rol oynadı­ lar, tarikatın esin kaynağı olduğunu iddia ettiği bir imparatorluk projesiydi bu. 1740'ta Çin'e varan Cizvit botanikçi Pierre Nicolas d'Incarville, Avrupa bitkilerini Çin'e götürürken, Çin bitkilerini de Avrupa'ya getirdi (kivi meyvesini tasvir eden ilk Avrupalıydı kendisi). Yine de ikinci safhanın en çok hatırlanan Cizvit kitabı, müşterek bir çalışmanın ürünü olan Confucius Sinarum Philosop62

156

Hsia, Sojourners in a Strange Land; Catherine Jani, "The Jesuits' Nego­ tiation of Science between France and China," Laszlô Kontler vd. (der.), Negotiating Knowledge in Ear!J Modern Empires (Basingstoke: Palgrave Mac­ millan, 2014), 53-78.

hus'tu (1687). Fransızca konuşan Flaman Philippe Couplet'nin başında olduğu bir ekibin hazırladığı, Çin felsefesinin klasikleri­ nin çevirisiydi bu kitap. Bu kitap sayesinde Çin filozofu K.ung Fu Tze, bugüne kadar batı dünyasında Konfüçyüs olarak bilinegeldi. Bu ikinci aşamada, Çin'den gelen bilginin yayılma merkezi Roma ve Amsterdam'dan Paris'e kaydı. Bu kaymanın arkasında bilhassa Lettres ediftantes et curieuses vardı. Paris'te 1702'den itibaren otuz dört cilt olarak yayımlanan bu çalışmayı Paris'ten ayrılma­ yan iki Cizvit, Charles Le Gobien ile Jean-Baptiste Du Halde yayıma hazırlamıştı. Du Halde bu kitap ile başka malzemelere dayanarak meşhur Description de la Chine'ini (1735-1736) yayımladı ve kitapta "raporları"nı kullandığı en az yirmi yedi misyonerin adını verdi. Tasviri, nüfuzlu bakan Marquis de Louvois'nın is­ tediği üzerine Fransız Bilim Akademisi'nin 1684'te hazırladığı otuz dört soruluk bir listeye uygun olarak şekillenmişti. Böyle bir liste (Alman polimat Gottfried Wilhelm Leibniz de 1689'da benzer bir list.e hazırlamiştı) batıda Çin kültürüne yönelik bir ilgi artışının göstergesidir. 63 Geriye doğru misyonların . tarihine bakıldığında, Cizvitle­ rin aracılık faaliyetlerindeki rolü gayet aşikar biçimde görünür. Çinlileri batının bilgisiyle beslerken, Avrupa'ya da Çin hakkın­ da bilgiler gönderiyorlardı. Çinli bilginlerin eserleri hakkında açıklamalar da gönderiyorlardı, hem de sadece Du Halde'a değil, Leibniz'e bile. Erken modern dönemin Cizvitlerinin çoğu çevir­ menlik de yapıyordu; Çin misyonuna katılanlar da farklı değiller­ di, hem Çinceden hem de Çinceye çeviri yapıyorlardı. 64 Mesafe­ lilik burada o kadar belirgin değildir - ne de olsa, Cizvitler için seyahat etmelerinin başlıca sebebi havarilikleriydi. Melezleşmeye 63

Isabelle Landry-Deron, La preuve par la Chine: La "description " de J.-B. Du Halde (Paris: Editions EHESS, 2002), 53-64, 143-75.

64

Peter Burke, "The Jesuits and the Art of Translation in Early Modern Europe," O'Malley, The Jesuits, II, 24-32 .

1 57

gelince Cizvitler, Roma ve başka yerlerde Çinlileri Hıristiyanlaş­ tırmak yerine kendileri Çinli olmakla suçlanmışlardı. Confucius Sinarum Philosophus metni büyüleyici bir melezlik örneğiydi. Çin kültürünün temelindeki Yin ve Yang kavramlarını Latinceye çevirme sorunuyla karşılaşan Cizvitler, iyi bir skolastik felsefe eğitimi aldıklarından Aristotelesçi Madde ve Biçim kategorile­ rinden yararlanmışlardı. Uzun lafın kısası, erken modern dönem Cizvitleri, batının dünyanın geri kalanı hakkındaki bilgisine, özellikle de Doğu Asya ve Amerika hakkındaki bilgİsii:ıe büyük bir katkı sundular; ayrıca batının öteki kültürler hakkındaki bilgisini de önemli öl­ çüde geliştirdiler. Hiç değilse bazı yönlerden bu katkı, amaçlan­ mayan sonuçların önemine dair başka bir tarihsel örnek olarak değerlendirilebilir. Mottoları Ad Majorem Dei Gloriam uyarınca Cizvitlerin başlıca amaçları Tanrı'nın eşsiz şanıydı, misyonerle­ rin amacı ruhları -kendilerininkileri ve dinini değiştirdikleri ki­ şilerinkileri- kurtarmaktı. 65 Ancak bunu yapmak için yerel dilleri öğrenmeleri, yerel kültürleri ya da "adetleri" anlamaları gereki­ yordu. Gördüğümüz gibi bazı misyonerler için amaçlar zamanla kendi içinde birer amaca dönüşmüştü. Bilgiye bu anlamda kolektif bir katkı sunmanın birkaç bi­ çimi vardı. En iyi bilinen kısmı, enformasyonun toplanması ve mektuplar, elyazmaları ve matbaa ile öteki yayınlar yoluyla yayıl­ masıdır. Başka bir parçası ise insanların dünyanın farklı bölgeleri hakkındaki fikirlerinin değişmesidir. Mesela Acosta, Hıristiyan Avrupa'nın dışındaki insanları üç gruba ayırıyordu: Çinliler gibi en medenileri en üstte, ardından Aztekler gibi devletleri olsa da yazıları olmayanlar, en altta da Brezilya'daki Kızılderili kabileleri gibi "vahşiler.'>66

65

Luke Clossey, Salvation and G/obalization in the Ear(y Jesuit Missions (Cam­ bridge: Cambridge University Press, 2008, 225-37.

66

Anthony Pagden, The Fal! ofNatura! Man, 162-68.

1 58

Çeşitli yerlerde "bilimsel antropolojinin öncüsü" ve ''Acos­ ta'nın fikirlerini en yaratıcı biçimde kullanan yazar" olarak ta­ nımlanan Lafitau, İrokua kültürünü ayrıntılı olarak betimle­ mekle kalmayıp onu "kendi adet ve alışkanlarımız" üzerinden değerlendiren Avrupalıları da eleştirmişti. İrokuaları kendilerine bakarak incelemiş, onların kelime dağarcığını kullanmıştı. La­ fitau ayrıca onların adetlerini eski Yunanlarınkiyle kıyaslayarak, tarihçi Marc Bloch'un iki yüzyıl sonra "gerileyici yöntem" diye­ ceği bir yöntemi savunmuş, kendi tabiriyle "ilkçağ"ların adetleri­ ni daha anlaşılır kılmak için kendi gözlemlerinden yararlanmıştı. Sahagun gibi Lafitau da avant la lettre [adı konmadan önce] bir antropolog olarak nitelendirilmiştir. Sistemli enformasyon top­ laması bakımından Sahagun'un daha çok Franz Boas'a benze­ diği söylenebilir, Lafitau ise karşılaştırmalı analize ilgi duyma­ sı bakımından Alfred Radcliffe-Brown'a benzer.67 Yine de "ilk antropolog" ya da "antropolojinin babası" gibi ifadeler (Claude Levi-Strauss\ın Jean-Jacques Rousseau için dediği gibi) yanlış yönlendiricidir. Örf ve adetlere yönelik merakın kurumsallaşma­ sı, profesyonelleşmesi ve bir akademik disiplin haline gelmesi, çok uzun bir süreçti. Yine Avrupa'nın dışındaki misyonerler memleketlerindeki meslektaşlarının memleketlerini yeni bir gözle görmelerine, Ka­ tolik Avrupa'daki sıradan insanların çoğunun dinleri hakkında onlardan daha fazla bir şey bilmediklerini ve Hint Adaları ve başka misyon sahalarının sakinleri kadar Hristiyanlaştırılmaya ihtiyaç duyduklarını fark etmelerine yardım etmişlerdi. Mesela Francesco Giuseppe Bressani, İtalya'ya dönmeden önce Kana­ da'daki İrokuaların arasında çalışan bir Cizvitti. Keza Giovanni Francesco Romano da Kongo'da çalışan bir Kapuçindi. "Öte67

Pagden, The Fail of Natura/ Man, 199; William N. Fenton ve Elizabeth L. Moore, "J .-F. Lafitau (1 681-1746), Precursor of Scientific Anthropolo­ gy," Southwestern ]ournal ofAnthropology 25 (1 96): 173-87.

1 59

ki Hint Adaları" (otras Indias) tabiri, İspanya ve İtalya özelinde yaygınlaşmaya başlamıştı. Mesela Apeninler ve Korsika'da mis­ yonerlik yapan Cizvit Cristofora Landino, Avrupa dışındaki misyonlara dair okuduklarından esinle Korsika'ya "Benim Hin­ distanım" diyordu. 68

Ricci ve Nobili gibi Cizvitler, teori olarak addedebileceğimiz bir düzeyde, Hıristiyanlığın asli unsurları ile başka yerlerde ar­ tık rafa kaldırılması gereken Avrupa kültürünün modası geçmiş fikirleri hakkındaki düşünceleriyle bilgiye katkıda bulunmuşlar­ dı. "Hinduizmin keşfi"nin gösterdiği gibi, Hıristiyanların, başka dinleri "paganizm" ya da "putperestlik" gibi mükerrer kalıplar yerine daha olumlu bir bakışla değerlendirmelerine yardım eden misyonerlerdendi onlar.

Hinduizmin Keşfi Çok farklı türden göçmenlerin yardımıyla Avrupalılar, günü­ müzde Hinduizm dediğimiz inancı bir dini sistem olarak, büyük dünya dinlerinden biri olarak görebildiler. Bu sınırlı anlamda, betimledikleri şeyi "inşa ettiler.''69 İngilizcede "Hindu dini" ve "Hinduizm"den ilk kez 18. yüzyılın sonlarından itibaren, hepsi de Doğu Hindistan Şirketi'nde çalışan Alexander Dow, Natha­ niel Halhed ve Charles Grant'in yazılarında bahsedilmeye baş68

Adrinao Prosperi, '"Otras Indias': Missionari della contrarriforma tra­ contadini e selvaggi," Paola Zambelli (der.), Scienze, credenze occulte, livelli di cult11ra (Floransa: Olschki, 1 982), 205-34.

69

Geoffrey A. Oddie, "Constructing 'Hinduism': The Impact of the Prot­ estant Missionary Movement on Hindu Self-Understanding," Robert E. Frykenberg (der.), Christians and Missionaries in India (Londra: Routledge Curzon, 2003), 1 55-82; Will Sweetman, Mapping Hinduism: "Hinduism" and the Stutfy of Indian Religions, 1600-1776 (Halle: Franckeschen Stiftun­ gen, 2003); David N. Lorenzen, Who Invented Hinduism? (New Delhi: Yoda Press, 2006); Barreto and Zupanov, Catholic Orientalism, 145-57.

1 60

lanmıştır. Onlar da Hinduların "din"ini bir "sistem" olarak ince­ leyen vaftizci misyoner William Ward'un izinden gidiyorlardı.70 Britanyalılar bu keşifte tekel değilerdi. Avrupa'nın başka yerlerinden misyonerler de aşağı yukarı aynı zamanlarda benzer çerçevede düşünüyorlardı. İtalyan Kapuçin Keşişi Marco della Tomba, Kuzey Hindistan'da çalışıyordu. Della Tomba 1766'da yazdığı Diversi sistemi della religione dell'Indostano'sunda kendi tabi­ riyle "kafirlerin" (Gentilı) "sistemini" Hıristiyan ve Müslümanla­ rın sistemiyle karşılaştırıyordu. Yine Cizvit Gastton-Laurent Co­ eurdoux da (bugün daha ziyade dilbilimsel çalışmalarıyla bilinir) Brahmanların adetlerinin yanında ilahlarını ve kendi tabiriyle ruhun göçü "sistemini" (19. yüzyılın sonundan itibaren "sistem" terimi hem fikirleri hem de toplumları ifade etmek için giderek daha sık kullanıldı) anlatıyordu. Bununla birlikte Hinduizmin, genelde "putperestlik" ve "paganlık" gibi aşağılayıcı terimlerle ifade edilen yerel kültlerden ziyade Hıristiy'.3-nlık ya da' İslamla benzeşen bir din olması fikri, çok daha öncaye gider ve Hint Müşlümanlarından öğrenilmiş olabilir. 17. yüzyılda, "Banyanların" ya da Gucarat tüccarları­ nın dini üstüne 1630'da Doğu Hindistan Şirketi'nin vaizi Hen­ ry Lord bir metin yayımladı; Hindistan'da yaşayan bir Fransız, François Bernier, "Hinduların öğretileri"nden bahsetti ve daha önce gördüğümüz gibi Abraham Rogier, Brahmanların inançları (Geloove) ve ritüelleri hakkında sistemli olmasa da tarafsız bir me­ tin yayımladı. Bu kitabında, Vedalar gibi geleneksel metinlerden, kişisel gözlemlerden ve Padmanabha adında bir Brahman rahi­ biyle sohbetlerinden yararlanmıştı. Rogier'nin "Açık Kapı" adlı bu kitabı Avrupa'da hatırı sayılır bir ilgi gördü ve çok geçmeden Fransızca ve Almancaya çevrildi. Bunu, VOC'un h.i zmetinde Seylan'da (Sri Lanka) çalışan başka 70 Ward hakkında bkz. Geoffrey A. Oddie, Imagined Hinduism: British Protes­ tan! Missionary Constructions of Hiııduism, 1793-1900 (Londra: Sage,2006), 1 59-81.

161

bir Felemenk rahibin, Philip Baldaeus'un Brahmanlar üstüne ki­ tabı, "Malabar ve Coromandel'in Özenli Tasviri"ni (Nauwkeurige beschrijving van Malabar en Choromandel 1672) yayımladı. Bununla birlikte kitabının büyük bir kısmı zaten 18. yüzyılda bilinen, Por­ tekizli bir Cizvit'in elyazmasından intihaldi.71 Bir kez daha Cizvitlerin (Portekizli Augustunisçu Keşiş Agostinho de Azevedo'yla birlikte) öncü olduğunu görüyoruz. 17. yüzyılın başlarında, Rogier ve Baldaeus'tan önce Hindis­ tan'da faaliyetlerde bulunan beş Cizvit zaten Brahmanların "tö­ renlerini" betimlemişlerdi: Giacom� Fenicio, Antonio Rubino, Diego Gonçalves, Gonçalo Fernandes ve Roberto de Nobili. Bu olağanüstü rapor yığınının, Cizvit misyonlarının hayal kırıklığı yaratan sonuçlarına bir tepki olduğu belirtilmiştir.72 Mesela Fenicio, Doğu Hint Adaları'nın "tarikatı" üstüne bir risale (Livro da seite dos Indios orientais) yazmış ama yayımlamamıştı. 1616'da yayımlanan bir risalede Gonçalo Fernandes, bir ayinler ve inançlar birleşiminden "bu Brahmanizm makinesi" (esta maquina do bramanismo) olarak bahsediyor ve öyle görünüyor ki "Brahma­ nizm" terimini ilk defa kullanıyordu.73 Cizvitler Hindu öğretile­ rini çürütmek için yazdılar; Rubino bu bakımdan Brahmanlara "şeytanın elçileri" diyecek kadar ileri gitmişti. Öte yandan İtalyan Cizvit Roberto de Nobili, onlara "bilgeler" (sapientes) diyor, çeşit­ li bilgi biçimleri (scientiae) için saygı duyuyordu, tıpkı kimi zaman Brahmanları benzettiği eski Yunan filozoflarının düşüncelerine 71

Rogier hakkında bkz. Sweetman, Mapping Hinduism, 89-103.

72 Joan-Pau Rubies, Travel and Ethnology, 315-18; Rubies, "The Jesuit Dis­ covery of Hinduism," Archivfür Religionsgeschichte 3 (2001): 21 0-56; Rubies, "Reassessing 'the Discovery of Hinduism': J esuit Discourse on Gentile Idolatry and the European Republic of Letters," Anand Amaladass ve Ines G. Zupanov (der.), Intercultural Encounter and the Jesuit Nf.ission in South Asia (16th-18th Centuries) (Bangalore: ATC, 2014), 1 1 3-55. 73 Ines G. Zupanov, Disputed Mission: Jesuit Experiments and Brahmanical Knowledge in Seventeenth-Century South India (Yeni Delhi: Oxford University Press, 1999), 52, 142, maquina'yı "üretim" olarak çevirir; bu bağlamda anlamının "system"e daha yakın olduğunu düşünüyorum.

1 62

saygı duyduğu gibi (17. yüzyılda Brahmanların öğretilerini Pitha­ goras ve takipçilerinin öğretileriyle karşılaştırmak yaygındı).74 Meslektaşlarının din değiştirme işlerini kolaylaştırmak için Hinduizmi tasvir eden Katolik ve Protestan misyonerlerin anla­ tılarındaki farklara ve Doğu Hindistan Şirketi'nin laik memurla­ rının daha nesnel incelemelerine rağmen, bu tasvirler yabancılar ile Brahmanlar arasındaki etkileşim sürecinde üretildiler ve her biri farklı biçimlerde Hinduizmin bir dini sistem olarak, bir yerel kültler toplamından ziyade bir dünya dini olarak algılanmasına katkı sağladılar. Yabancılar genelde ayrıntılarda yanılsalar da kimi zaman büyük resmi yerlilerden daha kolay görürler. Top­ lumsal ve düşünsel sistemler, dışarıdan daha görünürlerdir. Ya­ bancılar sayesinde bazı Hindular, kendi pratiklerini daha büyük bir sistemin parçası olarak görmeye başlamışlardı. Hinduların dini söz konusu olduğunda batılı misyonerler, Budizmin "keşfine" ya da bir bilginin iddia ettiği gibi "hayali ya, ratılışına" kat�ıda bulundular; o bu yaratılışı 19. yüzyıldaki Bri­ tanyalılara bağtıyordu.75 Bununla birlikte Francis Xavier, Matteo Ricci ve Robert de Nobili gibi Japonya, Çin ve Hindistan'daki Cizvitlerden oluşan önceki kuşaktan batılılar, sık sık Budist ra­ hiplerle sohbetleri sayesinde Budist seremoni ve inançlarından zaten söz etmişlerdi. Yine Japonya'daki ikameti sırasında En­ gelbert Kaempfer, "Saika öğretileri" (başka bir deyişle Budizm) ve Şinto'yla, yani "Japonların eski ve muhtemelen ilk dinleri"yle ilgilenmişti.76 Hıristiyanlar ile Budistler arasındaki karşılaşma74

Rubies, "The Jesuit Discovery"; Jose Wicki (der.), Tratado do Pe. Gonçalo Fernandez Trancoso sobre o hinduismo (Lisbon: Centro de Estudos Hist6ricos Ultramarinos, 1973); Roberto de Nobili, On Indian Customs (Palayamkot­ tai: St. Xavier's College, 1972), 2. Bölüm; tek bir dinin reddi hakkında, Sweetman, Mapping Hinduism, 62, 1 59.

75

Philip C. Almond, The British Discovery of Buddhism (Cambridge: Cam­ bridge University Press, 1988), 4.

76

App, The Birth ofOrientalism, 172-79.

1 63

larda iki tarafın da yanıldığı oluyordu. Misyonerler Budizmi Hı­ ristiyanlığın bozulmuş bir biçimi olarak görürken (onu "ateizm" ya da "paganizm" diye tanımladıklarında), Budist rahipler de Hı­ ristiyanlığı Budizmin bozulmuş bir biçim olarak görüyorlardı.77 Philippe Couplet, daha önce sözünü ettiğimiz Konfüçyüs'ün felsefesi hakkındaki kitapta "Fo"nun (yani Buda'nın) dininden de bahseder.78 Bununla birlikte 1716'da Tibet'e varan, bu konu­ nun büyük bir uzmanı Cizvit Ippolito Desideri, Tibetçe öğren­ miş ve Lhasa'daki Budist ilahiyat koleji diyebileceğimiz bir yerde beş sene eğitim görmüştü. Tibet hakkındaki raporunda "Tibet'te görülen eşsiz dinin sahte tarikatı" (De/la fa/sa setta di religione par­ ticolarissima ehe s'osserva ne/ Thibet) dediği konuyu uzun uzadıya ele almıştır.79 Desideri "rakiplerinin inançlarını çürütmek için de olsa dini inançlarının ayrıntılarını ve anlamını öğrenmeye açık olduğu" için övgü almıştı.80 Avrupa'nın dinleri keşfi bağlamında setta ve religione gibi terimleri kullanması ve kendi tabiriyle "dog­ ma"ları (dogmı) incelemesi kayda değerdir. Yine de bu konudaki uluslararası tartışmaya katkı sunamamıştı. Zira bir sebepten ötü­ rü Roma'ya döndüğünde Desideri'nin raporlarını yayımlamasına izin verilmemişti.

Akademik GôÇmenler Üçüncü göçmen tipimiz akademisyenlerdir. Rönesans boyun­ ca İtalyan hümanistleri ve sanatçılar, antik Roma'daki Yunanlar gibi Avrupa'da rağbet görüyordu. Bir önceki bölümde bahsedilen 77

Henri de Lubac, La rencontre du Bouddhisine et de l'occident (Paris: Aubi­ er,1952), özellikle 51-104.

78

App, The Birth of Orienta!ism, 1 23-25 .

79

Luciano Petech (der.), I missionari ita!iani ne! Tibet e ne! Nepa!, 6. Kısım (Roma: Istituto Poligrafico dello Stato, 1 955), 1 1 5-30.

80

Leonard Zwilling (der.), Mission to Tibet (Boston: Wisdom Publishers, 2010), 8.

1 64

·

sürgün İtalyan Protestanlardan önce göçmen İtalyanlar geliyordu. Kimisi yabancı üniversitelerde, kimisi de yabancı saraylarda çalış­ mıştı. Mesela Sicilyalı Luca Marineo, Salamanca Üniversitesi'nde, Milanlı Stefano Surigone Oxford'da, Yunan kökenli bir Toskanalı Gregorio Tifernate de Paris'te eğitim veriyordu. Üniversitelerden saraylara geçersek Portekiz Kralı V. Alfonso, oğlu geleceğin II. Joao'sunun eğitimi için iki İtalyan hümanisti, Stefano di Napoli ile Domenico Baldini'yi saraya davet etmişti. Başta yeni hanedanlara mensup olan başka hükümdarlar, İtalyan­ ları katip ya da resmi tarihçi olarak işe almaya çok istekliydiler. Bunu da bu hümanistlerin canlandırdıkları zarif klasik Latinceyle yazılan mektup ve kitaplarda, rejimlerinin ya da uluslarının olumlu bir tablosunu yaymak için yapıyorlardı. Mesela Macaristan Kra­ lı Matthias Corvinus, Rerum Hungaricarum Decades'i yazması için Antoni Bonfini'yi tutmuştu. İspanya Kralı Ferdinand ile Kraliçe Isabella, İspanya'ya methiyeler yazılması ve Ferdinand'ın babası . Aragonlu II. Joan'ın biyografisini yazmak için Luca Marineo'yu saraya çağırmiŞtı. İmparator V. Karl, Luca ve başka bir Sicilyalıyı, Keşiş Bernardo Gentile'yi vakanüvisti olarak işe almıştı. Fransa kralları VIII. Charles ve XII. Louis de Giovanni Filangieri ve Paolo Emili'yi resmi tarihçileri olarak atamıştı. Hümanist şair ve katip Filippo Buonaccorsi (taklit ettiği eski Yunan şairinin ardın­ dan "Kallimakhos") II. Papa Paul'e yönelik başarısız bir komploya katıldığı için 1468 Roma'yı terk edip Polonya'ya gitmiş, meslek ya­ şamına Kral IV. Kasimierz'in katibi olarak devam etmişti. Başka bir hümanist şair Andrea Ammonio, Papa · II. Julius tarafından İngiltere'ye gönderilmiş, Kral VIII. Henry'nin katibi olmuştu. Bu tür işler şevkle aranmış gibi görünüyor. Ne olursa olsun Flavio Biando ve Angelo Poliziano gibi önde gelen hümanistler, Portekiz kralına hizmetlerini sunmuşlardı. 81 81

Peter Burke, "The Spread of Italian Humanism," Anthony Goodman ve

1 65

Yine de zaman zaman sürgünlerin mesafeliliği, bu hüma­ nistleri işe alan kraliyet mensuplarının onlardan istediği türde bir tarihi üretme baskılarına galip gelebiliyordu. Mesela Urbino'dan gelen Polydore Vergil, papa adına bazı gelirleri toplamak üze­ re 1 502'de İngiltere'ye gönderilmiş, orada yarım yüzyıl kalmıştı. Kral VII. Henry'nin samimiyetle karşıladığı Polydore, 1 534'te yayımlanan bir İngiltere tarihi, Anglica Historia üstünde çalışma­ ya başladı. İyi bir hümanistin yapacağı gibi güvenilir kaynakların olmadığı durumlarda anlatılanlara şüpheyle yaklaştı. Bunlar ara­ sında Britanya'nın Troyalı Brutus tarafından kurulduğu ve Tudor hanedanın meşruluğu için önem taşımasına rağmen "kocakarı masalları"na (anilibus fabellis) benzettiği Kral Arthur hikayesi de vardı. Polydore'un makbul "mitseltarih" karşısındaki mesafe­ li tavrı, yerli bilginlerin tepkisini çekmiş ve onu kaynakları yok etmekle, "İngiliz kronikleri[ni] kirletmek"le suçlamaya kadar varmıştı. 82 Giriş bölümünde ortaya atılan iddiaya, yani insanların ha­ reketinin, kitapların hareketine nazaran bilgi aktarımının daha etkili bir aracı olduğu iddiasına geri dönersek, bu İtalyan bil­ ginlerin yabancı saray ve üniversitelerdeki varlığı, hümanizmin yayılmasını, özellikle 1 5 . yüzyıldaki ilk safhalarında, büyük öl­ çüde etkilediğini öne sürüyorum. Öyle görünüyor ki bu görüş o dönemde de kabul görüyordu. 16. yüzyılın en ünlü hümanisti Erasmus, İspanya'dan Polonya'ya kadar bir dizi ülkeden davet al­ mış, hatta ömrünün bir kısmını Basel'da geçirip orada ölmüştü.

Angus Mackay (der.), The Impact of Humanism on Western Europe (Londra: Longman, 1990), 1-22. 82

1 66

Denys Hay, Po(ydore Virgi/: Renaissance Historian and Man ofLetters (Oxford: Clarendon Press, 1 952), 109, 1 5 1 , 1 58-60, 199.

Ru.rya'daki Profesôder Göçmenlerin nasıl karşılandıkları ev sahiplerinin onlar kucak açıp açmadıklarına bağlıydı. Bu da genelde, bilhassa hükümetlerin kültürel geriliklerine ve rakip devletlere yetişme ihtiyaçlarına yöne­ lik algılarına bağlıydı. Mesela 16. yüzyıl Danimarkası'nda Kral III. Christian, Kopenhag Üniversitesi'ne profesör bulmak için yurtdı­ şından "yoğun bir istihdam dürtüsü"yle hareket ediyordu. Salta­ natı sırasındaki kırk bir profesörün yarıya yakını yabancıydı. 83 17. yüzyıl İsveçi'nde bu talep özel bir şahsın, Eric Schroder'in teşeb­ büsüyle başlasa da (kendisi planını 1606'da yayımlayıp IX. Karl'a adadığı kitabında ortaya koymuştu) Gustav Adolf çağında resmi "bir çeviri seferi"nden bahsetmek çok da yanlış olmayacaktır. Bu seferin arkasında İsveçlilerin, Avrupa'nın başka yerlerindeki geliş­ meleri yakalamasını kolaylaştırma amacı yatıyordu.84 Gustav Adol­ fun kızı ve varisi Kraliçe Christina saraya yabancı bilginleri davet etmişti. Bu kişilerin en ünlüsü, orada muhtemelen zatürreden ölen Descartes'tı, �ma diğer davetliler arasında Huguenot kutsal kitap alimi Samuel Bochart, Bochart'ın arkadaşı ve öğrencisi Katolik Pierre-Daniel Huet, klasik filolog Claude Saumaise ve Felemenk polimat Isaac Vossisi de vardı. Bununla birlikte iki tarafa etkilerinin daha derin olması ba­ kımından 18. yüzyılda Rusya'ya giden Alman bilginler öne çıkı­ yordu. Çar Büyük Petro ve halefleri I. Katerina, II. Petro, Anna, Elizabeth ve özellikle Büyük Katerina'nın batılılaşma ve moder­ nleşme projelerinin bir ayağı olarak Rusya'ya davet edilmişlerdi. Bu bilginlerden önce 1630 ve 1 670'ler arasında Rusya'yı askeri 83

Ole P. Grell, Andrew Cunningham ve Jon Arrizabalaga (der.), Centres of Medical Excellence? Medical Travel and Education in Europe, 1500-1789 (Alder­ shot: Ashgate, 2010), 171.

84

Stina Hansson, '54.fsatt pa Swensko''.· 1600-talets tryckta översattningslitteratur (Göteborg: Litteraturvetenskapliga institutionen vid Göteborgsuniversi­ tet, 1982).

1 67

uzmanlardan oluşan bir dalga, hatta bir "sel" vurmuştu. Yine de bu yeni program çok daha haristi. Bunun ardından Hollanda Cumhuriyeti ile İngiltere'ye giden 1697-1698'in meşhur "Büyük Sefaret"i geldi, Çar Petro'nun ziyaret programı dahilinde Royal Society'nin sınıflarına, Chatham ve Zaandam'ın tersanelerine geziler de düzenlendi. Sonradan çar, kendisi için bilgi tedariğiy­ le ilgili bir rapor hazırlayan Leibniz'le de görüştü. Bu raporda Leibniz, Rusya'nın bitki ve hayvanlarının araştırılmasını, batılı kitapların Rusçaya çevrilmesini ve bir bilim akademisi kurulma­ sını tavsiye ediyordu. 85 Çeviri programı Petro zamanında başladığında, en azından altmış dokuz çevirmen aktif olarak çalışıyordu. Boris Volkov, coğrafya, seyrüsefer, toplar ve hatta bahçecilik üstüne Fransız­ ca kitapların Rusça versiyonlarını üretirken, Vasily Kiprianov bir çeviri atölyesi kurup kendisi de Vignola'nın mimarlık risa­ lesini Rusçaya çevirmişti. Büyük Katerina'nın çeviri komisyonu 1768'de kuruldu ve on beş yıl devam etti ve yüzün üzerinde ki­ tap yayımladı; aralarında William Robertson'ın V. Karl [Şarlken] hakkındaki kitabı da vardı. Katerina bu kitabın Fransızcasını okumuş, çok etkilenmişti. Yine de insanların hareketinin, metinlerin hareketinden çok daha geniş sonuçları olmuştu. Bazı Ruslar eğitim için yurtdışı­ na gönderildiler: Bilimler Akademisi'nin idarecilerinden Grigori Teplov Berlin'e; sonradan hükümete yönelik eleştirileri yüzün­ den sürülen Alexander Radişev, Leipzig Üniversitesi'ne. Aksi yönde de epey hareketlilik vardı. Bir grup Alman akademisyen, beşeri bilimlerin yanı sıra doğa bilimlerinde de Rusya'nın ente-

85

1 68

Vladimir I. Guerrier, Leibniz in seinen Beziehungen zu Russland und Peter den Grossen (St. Petersburg: Akademie der Wissenschaften,1 873); Han F. Ver­ meulen, Before Boas: The Genesis of Ethnography and Ethnology in the Gemıan Enlightenment (Lincoln: University of Nebraska Press, 201 5), 39-86.

lektüel manzarasını dönüştürdüler. 86 Bu dönemde Rusya'da bulunan bilgili göçmenler arasında bir tek Almanlar yoktu. Mesela 1707'de Amsterdamlı üç matbaacı, Indrich Silbach, Johann Foskul ve Anton Demey de Rusya'ya gitmişti. 87 Rusya'nın uzakdoğusundaki Kamçatka yarımadasına bilimsel keşif gezisi düzenleyen bahriye subayı Vitus Bering, Da­ nimarkalıydı; yine Kamçatka'da incelemeler yapan Jakop Linde­ nau, minerolog Johann Ferber ile Petersburg'da kimya profesörü olan Erik Laxmann, İsveçliydi; astronom ve coğrafyacı Josep­ h-Nicolas Delisle, Fransızdı; Britanyalılar arasında ise on yılını Rusya'da geçiren bahriye mimarı Samuel Bentham (meşhur Je­ remy'nin kardeşi) ve Kronstadt'ta kısa süre matematik profesör­ lüğü yapan İskoç J ohn Robison vardı. 88 Büyük Petro'nun gemilere ve seyrüsefere ne kadar düşkün olduğu iyi bilinir, nitekim hükümdarlığı da bir "bahri devrim" ya da "bahri dönüş" olarak anılmıştır. Rusçada bilime karşılık gelen nauk terimi, "?etro'nun pratik bilgiye merakının bir göstergesidir, çünkü Latirıt·e (navigatio) ve Felemenkçe (navigatie) "seyrüsefer" teriminden türemiştir. 18. yüzyıl Rusyası'nda yabancı gemiciler çok sıcak karşılanıyordu, nitekim bir İngiliz tarihçi bu dönemde Rusya'nın Britanyalı bahriye subaylarının "akınına" uğradığını belirtiyordu. Britanyalı teknoloji ustaları da çok iyi karşılanıyor­ du. Mesela James Watt Rusya'ya davet edilmişti. Bu daveti kabul 86

Eduard Winter (der.), Die deutsch-russische Begegmmg ıınd Leonard Euler (Ber­ lin: Akademİe Verlag, 1 958); çeviri hakkında bkz. Irina Gouzevitch, "Le transfert des connaissances et !es reformes de Pierre I," Bul/etin de la Sabix 33 (2003): 74-1 2 1 .

87

Gouzevitch, "Le transfert."

88

Eric Robinson, "The Transference of British Technology to Russia, 1760-1 820," Barrİe M. Ratcliffe (der.), Great Britain and Her World (Man­ chester: Manchester University Press, 1975), 1-26; Dennis Reinhartz, "In the Service of Catherİne the Great: The Siberian Explorations and Map of Sir Samuel Bentham," Terrae Incognitae 26 (1 994):49-60.

1 69

etmedi, ama gemi inşacılığından topçuluğa kadar daha az ünlü teknik ·ustalar bu davetlere iştirak ettiler. Göçmen bilim insan­ ları ve akademisyenler büyük bir yetenek göçünün bir parçasını oluşturuyorlardı. 89 Bu göçmenlerin büyük bir kısmı Alman ya da en azından Almanca konuşan insanlardı. Uzun 18. yüzyıl boyunca, 1698'den 1 826'ya kadar Rusya'da çalışmışlar, genelde de Büyük Petro'nun Leibniz'in tavsiyesiyle Bedin Akademisi ile Fransız Bilimler Akademisi'ni örnek alarak, ömrünün . son yıllarında, 1724'te kur­ duğu, Petersburg'daki Bilimler Akadem!si'yle (Akademiya Nauk) birlikte çalışmışlardı. Petersburg'daki Bilimler Akademisi yeni bilgilerin keşfedilmesinin yanı sıra onların yayılmasını da amaç­ lıyordu. Araştırma faaliyetlerinin dışında akademisyenlerin ya­ bancı yayınlardan özetler çıkarmaları, üniversitede ders vermele­ ri ve halka açık seminerler düzenlemeleri gerekiyordu.90 Cömert ücretler ödeniyor, davet etmeye uygun aday bulma­ ları için yurtdışına yetenek avcıları gönderiliyor, onlar da Leibniz ya da filozof Christian Wolff'un tavsiyelerinden faydalanıyorlar­ dı. Genelde Leipzig ve Göttingen üniversitelerinden mezun olan yeni gelenler, Almancayla ders veriyor ve yayım yapıyorlardı. Al­ manca, 19. yüzyılın ikinci yarısında yerini Fransızcaya bırakma­ dan önce muhtemelen Rusya'da en çok konuşulan yabancı dildi. Nitekim Rusçada yabancı anlamına gelen nemetsky ("Alman") te­ rimi, özellikle Hollandalı, Britanyalı ya da İskandinav gibi Kuzey Avrupa'dan gelen yabancılar için kullanılıyordu. 89

Anthony Cross, By the Banks of the Neva: Chaptersfrom the Uves and Careers ofthe British in Eighteenth-Century Russia (Cambridge: Cambridge University Press, 1 997) .

90

Alexander Vucinich, Science in Rııssian Culture: A History to 1860 (Stanford: Stanford University Press, 1 963), 75-122; James Cracraft, "Academy of Sciences," The Petrine Revolution in Russian Culture (Cambridge, MA: Har­ vard University Press, 2004), 240-55.

1 70

Giriş bölümünde değindiğimiz prosopografi yöntemini iz­ leyerek şimdi, 1700-1826 yılları arasında Rusya'ya gelen ve bu ülkede bilgi alanına ciddi katkılar yapan seksen Almanca konu­ şan göçmeni takdim edeceğim. Grup yetmiş bir Alman, sekiz İs­ viçreli ve bir Avusturyalıdan oluşuyordu. Kimi genç yaşta oraya gidip hızla yükselmiş, kimi birkaç yıl sonra geri dönmüş ya da genç yaşta ölmüştü; bu Sibirya'nın çetin iklimi yüzünden doğal sebeplerle olabildiği gibi, astronom George Moritz Löwitz örne­ ğindeki gibi, Yemelyan Pugaçev'in (1773-1774) başlattığı köylü ayaklanması sırasında bir Kazak tarafından öldürülerek de ola bilirdi. Bununla birlikte bazı göçmenler de ömürlerinin sonuna dek Rusya'da yaşadılar - tarihçi Alman Friedrich Müller örneğin­ de elli sekiz sene. Bu grup hakkında sorulması gereken aşikar soru, disiplinle­ rinin ne olduğudur. İsmine karşın Bilimler Akademisi bünyesin­ de, göçebe akademisyenlerin yanı sıra çevirmenleri, mimarları, kütüphanecikri, haritacİları ve bir sanatçıyı barındırıyordu. İçle­ rinden biri, aK:ademisyen J.-E . Zeiher, teleskop yapimı hakkında ders vermişti. Devletin desteğiyle gerçekleştirilen, Rus İmpara­ torluğu'nun keşfi ve haritasının çıkarılması işini bazı göçmen bilginlerin yürütmesi, devletin pratik konularla ilgilendiğinin bir başka göstergesidir. Grubun on bir üyesi doğabilimci (bilhassa botanikçi), dokuzu matematikçi, sekizi hekim ya da cerrah, yedisi fizikçi, dördü kimyager ve ikisi de astronomdu. Bu göçmen bilim insanlarından en tanınmışları matematikçi ve pozitif bilimciydi: İsviçreli matematikçi Leonard Euler, ikin­ ci Kamçatka keşif gezisinde doğabilimci Johann Georg Gmelin, yine aynı keşif gezisine katılan ve ayrıca Alaska'nın doğa tarihi­ nin incelenmesinde öncülük eden hekim Georg Wilhelm Steller, kimyager J. G. Lehmann, fizikçi Georg Wolfgang Kraff, fizyolog Caspar Wolff ve Bilimler Akademisi'nde doğa tarihi profesörü

171

olan başka bir doğabilimci Peter Pallas. Pallas altı senesini Rus İmparatorluğu'nu gezmek; bitkileri, hayvanları, fosil ve kayaları incelemekle geçirdi. 91 Bazıları birden fazla disiplini icra ediyor ya da esas uzman­ lık alanlarından apayrı konularla ilgilenmeye başlıyorlar veya bu konularda işe alınıyorlardı. Mesela esasında çarın özel hekimi olarak tutulan Daniel Messerschmidt, botanik ve doğa tarihinde keşifler yapmaya yönelmiş, doğabilimci Pallas da işvereni Çariçe Katarina tarafından dünyanın bütün .dilleri hakkında bilgi topla­ mak ve çokdilli bir sözlük, Linguarum totius orbis vocabularia�(l 786), hazırlamakla görevlendirilmişti. 92 Yine bu geldiğimiz noktada da beşeri bilimlerde çalışan göç­ menler hakkında söylenecek çok şey var: yedi kişi en başta dil ve edebiyatla, beş kişi hukukla, iki kişi felsefeyle ve bir kişi de siyasetle (Staatswissenschaften) ilgileniyordu. En azından on sekiz Alman göçmeni tarih alanında çalışıyordu, hatta içlerinden biri Jacob Stahlin, aslında havaifişekler hakkındaki bilgisi dolayısıyla Rusya'ya davet edilmişti. Tarihçilerin sayısı abartılı görünebilir, ancak Büyük Petro, geçmişi araştırmanın, tıpkı gemi yapmak ya da top dökmek kadar pratik bir değeri olan bir iş olduğuna inanıyordu. Çokdilli bir şarkiyatçı olan Gottlieb Bayer, Çinliler, Mezo­ potamya'daki Urfa kenti, antik Baktria Krallığı (şimdiki İran ve Özbekistan'da), İskitler ve Rusya'nın kökeni hakkında yazmış, sikkeleri önemli bir tarihsel kanıt olarak kullanmıştı. Kitapları

91

Leonhard Stejneger, Georg Wilhe/m Steller: The Pioneer of Alaskan Natura! Histooı (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1 936); James R. Mas­ terson ve Helen Browe, Bering'.r Successors, 1745-1780: Contributions of Peter Simon Pal/as to the History ofRussian Exploration towardA/aska (Seattle: Uni­ versity of Washington Press, 1 948).

92

Messerschmidt hakkında bkz. Vermeulen, Befare Boas, 87-1 30.

1 72

1730'larda Petersburg'da Latince olarak yayımlandı.93 Hartwig Bacmeister, Mihail Lomonosov'un Rusya tarihini Almancaya çe­ virip Büyük Petro üstüne denemeler yayımladı. Ayrıca 1772'den itibaren Rusya'daki ilk bibliyografi dergisini, Russische Bibliothek'i yayıma hazırladı. Yeni Moskova Üniversitesi'nde tarih ve hukuk profesörü olan Philip Dilthey, 1762'de genç asilzadelerin kullan­ ması için genel bir tarih kitabı yayımladı. Daha önemli bir figür ise Rus İmparatorluğu'nun resmi ta­ rihçisi ve "Rus Tarihi İçin Derlenmiş Kaynaklar"ın (Sammlungen zur russischen Geschichte, 1732) yazarı Gerhard Friedrich Müller'di. Rusya'ya yirmi yaşında gelen Müller, yirmi altı yaşında tarih profesörü oldu ve ölene dek Rusya'da yaşadı. Rus kroniklerini yayıma hazırladı, arşivlerde belge peşine düştü ve maddi kültür öğelerinin kanıtsa! değerini vurguladı. Rus İmparatorluğu'nun tarihçisi yetkisiyle başta Sibirya halkları olmak üzere ülkenin pek çok halkını inceledi.94 Çok sayıqa projeye girişen çalışkan Müller, çok sayıda asistana ihtiyaç duyuyördu. Asistanlarından Johann Fischer 1768'de bir Si­ birya tarihi yayımladı. Başka bir asistanı ise ünlü August Ludwig Schlözer'di.95 Schlözer, geçmişe yeni yaklaşımların kabul gördü­ ğü bir merkez olan Göttingen Üniversitesi'nden gelmiş, meşhur şarkiyatçı Johann David Michaelis'le çalışmıştı. Yirmi altı yaşında alelacele Rusya'ya giden hırslı bir gençti, ama aslında uzakdoğuya yönelik seyahatleri için bir ara durak olacak bir ülke arıyordu. Rus­ ya'ya varmasından kısa bir süre sonra rotasını değiştirdi ve Rusça 93

Franz Babinger, Gottlieb Siegfried B