A'dan Z'ye Yaşar Kemal

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

A ’DAN

Z'YE

YAŞAR

KEM AL

Alpay Kabacalı KİTA P T A SA RIM I

Yetkin B aşarır K İTA P-LIK D E R G İS İN İN A R M A Ğ A N ID IR

6 8 . S a y i, O c a k 2 0 0 4

© Yapi K re d İ K ü lt O r S a n a t Y a y in c ilik T İ c a r e t v e S a n a y i

A.Ş.

İstiklal C addesi N o. 285 Beyoğlu 3 4 4 3 3 İstanbul T elefon : (o 2 12 ) 2 5 2 4 7 00 (pbx) F aks: (o 2 12 ) 29 3 0 7 23 http://w w w .yaplkrediyayinlarl.com h ttp://w w w .shop.superonline.com /yky h ttp://w w w .telew eb.com .tr e-po sta: ykkultuRiDykykuItur.com .tr

B A SK I VE C İL T

Prom at

Sunu Bu dizinin amacı, konu alınan yazarın yerlemlerini (koordinatlarını) uermek, okura bir anahtar ya da “ rehber” sunmak... Amaç bu olunca, A’ dan Z ’y e Y a ş a r K e m a l’i hazırlamak kolay gibi gö zü ktü bana başlangıçta. Ama, çalışma ilerledikçe, “ Dünya edebiyatının deui” olarak nitelenen Yaşar Kemal’i bu küçücük “ rehber”e sığdırmakta epey zorlandığımı belirtmeli­ yim. Onca roman, röportaj, hikâye, yazı ve bunlarla iç içe geçen dolu dolu bir yaşam... Bir başka anlatımla, "romanlarıyla nerede kesişip nerede ayrıl­ dığını kestirmenin güç olduğu renkli bir hayat”... Sonuçta, kitapçıktaki “ madde” leri belirlerken elli yıla yakın bir dö­ nemden bu yana Yaşar Kemal okuru olmanın, hemen hemen kırk yıldır onun yakınında bulunmanın sağladığı kazanımlardan yararlandığımı söy­ leyeceğim. Bu kazammlarıma karşın, böyle bir çalışmada Yaşar Kemal’le okur arasına girmeyi doğru bulmadım. Birçok “ madde”, onun yazı ve ko­ nuşmalarının ilgili bölümlerinden oluştu. Benim hazırladığım “ madde” lerde de büyük ölçüde yine onun anlatımlarından yararlandım. Bu çalışma Yaşar Kemal’i “A’dan Z’ye” yerebilecek mi, yoksa A’sını yansıtmaktan öte bir işleui olmayacak mı? Bu sorunun yanıtını, elinizdeki kitapçığı hazırlayandan beklemeye­ niz. Alpay KABACALI

Y A Ş A R KEMAL

3

AĞITLAR A ğ ıtla r, Y aşa r K e m a l’ in ilk gö z ağrısı... İlk kitabı da ağıtlar

üzerine (Ağıtlar I, A dan a Halkevi Yayını, 19 4 3 ) ... “ Y a ş a r K e m a l” o l­ m ad a n önce, Kem al Sadık G ö ğceli iken başladı ağıt derlem elerine. Kitap da bu imzayla çıktı. Kendisi, şöyle anlatıyor: “ Ağıtları 1 9 3 9 - 1 9 4 2 yılları a ra s ın d a d e rle m e y e b aşlad ım . D o ğd u ğu m köy olan Hem ite köyün d e (şimdiki adı G ö k ç e d a m ) ö lü ­ lere ağıt yakılırdı. Bu g e le n e k ç o c u k lu ğ u m d a n bu y a n a sürüp g e li­ y ordu. Bir d e Torosların ardından Ç u k u ro v a ’ya Avşarlar iniyorlar, yazın pa m u k ta, çeltikte, orakçılıkta çalışıyorlar, kışın da kışlıyor, kök söküyor, çift sürüyorlar, ark kazıyorlardı. Bu Avşarlarda d a ağıt g e le n e ğ i olduğu gibi sürüyordu. Onların ağıtlarını da bizim ovanın kızları, âşıkları öğreniyorlardı. T o ro slar’da , M a r a ş ’ ın Andırın ilçesi­ nin G ö kah m etli köyünde iki kızkardeş yaşıyordu. Bunlardan birisi­ nin adı H asib e Hatun, ötekinin adı Telli H atun’ du. H asibe Hatun Kadirli’ den M ustafa A ğa ile evlenm iş, ovaya inmiş, Telli Hatunsa köyünde kalmıştı. Bu iki kızkardeşin ailesi Torosların soylularındandı. D ağlard a, o va d a ağıtçılıkta büyük ünleri vardı. O nlar hangi ölüye ağıt y a k m a y a gitm işle rse o ölü sağ lığın d a kin d en d e çok d e ­ ğ e r kazanıyor, saygınlaşıyordu. Onların ağıtları dillerden dillere de dolaşırdı. Ben ilk a ğıt derlem elerini Hemite köyünde yap tım . İlk ağıdı M edine M u stafa ’ nın karısı Kara Z e y n e p ’ten aldım . Sonra Ha­ sib e H atu n’ a gittim. O bir âşıktı da. O ndan da hem kendi, hem de başkalarının ağıtlarım yazdım . Toroslara Telli H atuna gittim , kendi ağıtlarını, Avşar ağıtlarını de rledim . Sonra Torosları d o la şm a y a b aşlad ım . Yaya, elim de kiraz a ğ a cın d an bir d e ğ n e k köy köy d o la şı­ yor, ö n ce köylülere O sm aniyenin G ebeli köyünden M urtaza’ dan, Küçük M e m e t’ten; Kazm acalı G ü d ü m e n A h m e t’ten öğre n d iğ im Köroğlu hikâyesini anlatıyor, köylülerle yakın ilişkiler kuruyor, o n ­ dan sonra da kadınlardan ağıtlar derliyordum . Bu sıralarda da şiir­ ler yazıyor, yayım lıyordum . 19 4 0 yılında Arif Dino, Abidin D ino’yla tanıştım . Ağıtları, derled iğim birkaç tekerlem eyi Abidin D ino’ya verdim . Abidin Dino ağıtlara, tek e rlem e lere hayran kaldı. Ağıtların yayım lan m ası için çok uğraştı. O z am a n lar Ferit Celal G ü ven, Hal­

kevleri G e n e l B aşkanı ve A dan a Milletvekiliydi. Abidin Dino bu ağ ıt­ ları Ferit Celal G ü v e n ’ e verdi. Ferit Celal Güven ilk ağıt derleyenler­ dendi. Folklora, o çağın politikacıları yabancı değillerdi. Ya d erle­ m eler y ap m ışlar, ya bir d e rlem e ciy e yardım etm işlerdi. Topladığım ağıtların küçük bir kısmını Ferit C elal Güven o günlerin A dana Hal­ kevi B aşkanı Basri A rsoy’ a verdi. Kitap da 19 4 3 yılı g ü z ü n d e Ağıtlar I diye yayım landı. B ölg e d e o kad a r çok ağıt vardı ki, her kadın o ka­ d a r çok ağ ıt biliyordu ki, ben d e kadınlardan ağıt derlem en in y o lu ­ nu ö ylesine ustalıkla b ulm u ştu m ki, ağıtlardan ciltlerle kitap yay ım layab ilecektim . Şim diden elim de birkaç kitaplık ağıt d a h a va r­ dı. Halkevi her yıl bir ağıt kitabı çıkarmayı tasarlam ıştı. Ben d e Hal­ kevinden aldığım o paralarla yeni folklor derlem eleri yap ac ak tım . N e d e n se birinci kitaptan sonra o iş suya düştü. Sonra 19 4 6 yılından ben Türk Dil Kurum uyla anlaştım . Ağıt­ ları, tek erlem eleri on lara verdim . Kitap yap ac ak lard ı, on lar da y a p ­ m a d ıla r.” Y a ş a r Kem al, bu ağıtları ilk kez i 9 9 i ’ de yayım lan an Ağıtlar adlı kitabında to plad ı. Kitaba, ağıtları konu alan uzun bir incelem e yazdı.

â ş ik

Kem al

Ç ocu klu k yıllarının K a rac ao ğ la n şiiri bilmeyenlerin a yıpla n ­ dığı Ç u ku ro va sı’ nda, yö redeki halk şairlerini, destancıları dinleye dinleye b üyü m ü ştü . Altı yedi yaşların dayken o da şiirler sö y le m ey e b aşlam ıştı. Önceleri yalnız ço cu klar dinliyordu onu, sonra büyükler d e din le m ey e b aşladılar. Daha o k u m a y az m a öğre n m em işti. Kö­ yü nde okul yoktu. Anası, onun halk şairi olm asını hiç istem iyordu. O ysa, “ Bu ev, A bd ale Zeyniki’ nin diz çö kü p d estan söylediği evdir,” diye övü ­ nülüyordu evinde... Aile d a h a Ç u k u ro v a ’ya g ö ç m e d e n , büyük Kürt halk şairi, destancısı A bd ale Zeyniki evlerine konuk olup destan söylemişti. Eve g e le n kimi k onuklar ve Kürt destan cılar, hep ondan söz ediyorlardı.

Kem al Sadık, d e m e k ki, hiç ayırdına v a rm a d a n , evin içindeki A bdale Zeyniki sö y lencesin d en ve çevredeki halk şairlerinden etki­ lenmişti. S öyledikçe söylüyordu... Adı “ Âşık K e m a l” e çıktı, Ç u k u ro v a ’ da yayılm aya b aşladı... İlkokulun son sınıfındaydı. Yukarı Toroslardan ünlü destancı Âşık Rahmi geldi. B ir g e c e K e m a l’ i onun karşısına çıkardılar. Ö ğ re t­ meni şair, folklorcu Abdullah Zeki Ç u ku rova da oradaydı. Âşık Rahm i’yle s a b a h a k ad a r çakıştılar. S abahleyin Âşık Rahm i, on a küçük bir saz a rm a ğ a n etti. Ö ğretm en i d e çok ö vündü, n eredeyse kutsadı ö ğrencisini... Âşık Rahm i dedi ki: “ İlkokulu bitirip d e diplom an ı alınca benim köyüm e g e l. S e ­ ninle birlikte bütün A n a d o lu ’yu köy köy, k a s a b a kab a dolaşır, d e s ­ tanlar, türküler söyleriz. Sen de yetişirsin.” K e m a l’ in K a rac ao ğ la n gibi bir âşık o lac ağ ın d a n hiç kuşkusu yoktu. İlkokulu bitirip d e diplom asın ı alınca, tam bir ay ikircik için­ d e kaldı Kem al. Uykusuz g e c e le r geçirdi. Ya A d a n a ’ya ortao ku la g i­ d e ce k , ya da Âşık R a h m i’ye doğru dağların yolunu tu tacaktı... S o ­ nunda ortaokula gitmeyi y eğ ledi. Kısa b irs ü re halk şairlerinin yo lu n d a şiirleryazdı. Sonra b u n ­ dan vazgeçti, d ö nem in ç a ğ d a ş şairlerinin y o lu n d a gitmeyi yeğ le d i. “ Âşık K em aP’ lik, folklor derlem eleri y ap arke n işine yaradı. Köylere ağıtları, öteki halk edebiyatı ürünlerini derlem e y e gittiğin­ de , Köroğlu kollarını a n la tm a k la işe başlıyordu. Köy kadınları “ Âşık Kem al g e lm iş ” diye çevresind e top lan ıp anlattıklarını dinliyorlardı. “ Şimdi de siz söyleyin” diyerek derlem e y e girişiyor, her söyleneni sarı defterlerine geçiriyordu.

Ço cu k “ Benim rom an larım a, hikâyelerim e b ak a rsan , ağırlığı olan iki insan tipi var. Biri çocuklar, biri yaşlılar. Ben çocukları çok s e v e ­ rim. Onları a n la m a y a çalışırım sevm ekten da h a çok. Ben çocuklara çocu k gibi d a v ra n m a m . Bir çocu kla ilişkim, d o stlu ğu m , arkadaşlıY A Ş A R KEMAL

7

ğım varsa, o benim a rk ad aşım d ır, ço cu k değildir. Ç o cu k gibi b a k ­ m a m . Ayrı bir insan türü gibi b a k m a m . Niye bu böyle? İnanm adım hiçbir zam an çocukların, insanların çocu klara davrandığı gibi ç o ­ cuk olduklarına. B asb ay a ğı in s a n d ıro n la r . Ç o k şeyler ö ğ r e n m e m iş ­ tir d a h a , zenginliği a z d ıry a ş la n m ış insanlara karşılık, d a h a az y a ş a ­ mıştır, a m a dü p e d ü z insandır. Anaların b ab aların ço cu klara yap tık ­ ları inanılmaz b irzulü m benim için. Ayrı b iry aratık m ış gibi bakıyor­ lar. Korkunç baskılar yapıyorlar. Baskılar, dayaklar, öğü tler ca n ın ­ dan usandırıyor çocukları. Ya da şım artıyorlar şefkatle, o k şam a y la. Ç ocu k, insanlıktan çıkıyor her iki halde de. Yine benim çocu klarda s ap tad ığım bir şey var, bütün çoc u kla r evlerden k açm a k istiyor. B e ­ nim bu b ira ra ş tırm a m d ır. Derinliğine indiğin zam an her çocuk, bir eli y a ğ d a , bir eli b ald a bile o lsa, k aç m a k istiyor. Ç o cu k , d ü n yam ız­ d a rahatsız bir kişidir. Bu, dünyamızın da bir sorunu. Bu k ad a r kö­ tü yetiştirilen, bu k ad a r kötü davranılan in sanlar büyüdükleri za ­ man yarım oluyorlar. S avaşların, kötülüklerin nedenlerini ararsak, tem eld e , çocuklukta insanların b aşlarından g e ç e n le r karşımıza çı­ kıyor. Bir gü n dünyam ız g e rçe k bir barışa, insanca bir y a ş a m a ka­ v u ş a c a k s a ço cuklara davranışım ızın d e ğ iş m e s i gerekiyor. Bu, d ü n ­ yanın hiçbir yan ınd a san ırsam yapılm ıyor. Dünyadaki eğitim d ü z e­ ni d e b erb at bir düzen. Dünyayı öğretecek leri, insanı öğretecekleri yerd e dünyayı ve insanı ezberletiyorlar. Nasıl olmalı? Elbet e ğ itim ­ ciler u ğraşıyorlar bunun ü stünde. Bir Pestalozzi çıkıyor, bir adım ileri atabiliyor. Ezberletm ek yerine g ö s te r m e k hiç o lm azsa. Am a bir gü n insanoğlu gerçek ten iyi bir dünya kurarsa tek gid e c e ğ i yer, ez­ berci ya da gö re rek eğitim değil, y a şa y ara k eğ itim d ir.”

Ço cu k lu k Y a ş a r Kem al, bol kayalıklı bir köyde, H e m ite’de d o ğ u p b üyü ­ dü. Köyde ç o ğ u n c a evlerin duvarlarını kam ıştan , damını sazdan y a ­ pıyorlardı. Böyle evlere “ h u ğ ” deniyordu. Renk renk toprak vardı b urad a: Mavi, sarı, kırmızı... Dileyen, bu toprakla dilediği renkte boyuyordu evini... Y A Ş A R KEMAL

S

Köye, so n rad an G ö k ç e d a m adı verildi. O z a m a n la r köy, şim ­ diki gibi O s m a n iy e ’ye değil, Kadirli’ye bağlıydı. Burası eski ç a ğ la rd a Kilikya ovasıydı, önem li bir bölgeydi. Ç u k u ro v a ’ nın karnına doğru yü rü m ü ş kayalık bir dağın k o y ağ ın d a ­ ki H e m ite’ nin ö n ü n den C eyh an ırmağı akıyordu. Koyağın gü nb atısındaki sivri kayalığın üstün d e o rta ça ğd a n kalm a Anavarza kalesi yer alıyordu. Irmağın ötesin d e A kdeniz’ e kad a r hep deniz gibi g ö ­ züken , mavileyen düz bir ova uzanıyordu. Irmağın biraz ilerisinde, G e ç Hitit dö n em i yerle şm esi K a rate p e vardı. Sonrad an Prof. Bossert ve Prof. Halet Ç a m b e l ’ in çabalarıyla kazılar yapılıp açıkhava m ü zesine dö n ü ştü rü le ce k olan kalıntıların yer aldığı bölge... Köyde, 1 8 9 5 ’te yerleştirilmiş Tü rkm en ler yaşıyordu. Y aşa r K e m a l’ in ailesi buraya 1 9 1 5 ’te yerleşm işti (bk. Göç). Bab ası Sadık, uzun yıllardan sonra d o ğ a n biricik ço cu ğu n un ü stüne titriyordu. Her yıl onun için k u rbanlar kestiriyordu. Kem al üç b uçuk yaşlarındaydı. O yıl da ku rb an lar evin avlu­ s u na getirilmiş, koyunların ayakları bağ lan m ıştı. Halasının kocası bir koyunu kesti, karnını yararken bıçak deriden kaydı, karşıda d u ­ ran K e m a l’ in s a ğ gözünün üstüne sap lan dı. O gözü bir d a h a g ö r ­ medi. B un dan biryıl sonra, b ab a sı ca m id e nam az kılarken bıçak la­ nıp öldürüldü. Kem al oradaydı. B abasını, V a n ’ dan gelirken ö lü m ­ den kurtarıp besleyip büyüttüğü oğu llu ğ u Y u s u f bıçakladı. O a k ­ ş a m , s a b a h a kadar, yü reğim yan ıyor diye ağlad ı Kem al. Ve k ek e m e oldu. K ekem eliği on iki y aşın a kad a r sürdü. Yalnız türkü söylerken kekelem iyord u. Sonra nasıl geçtiğini hiç an ım sam ıyor. Uzun yıllar babasının ö ld ü ğ ü n e inanm adı. Onun m ezarına da gitm ed i. Mezarlığın yanından bile g e ç m e d i. Ö ldüğü için, kırıl­ mış, küsm üştü b ab a sın a. B ab ası S a d ık ’tan çok şey kalmıştı. Tahir am cası paraları d a ­ ğıtıp bitirdi. Dört yıl sonra ellerinde a vuçlarında hiçbir şey k a lm a ­ mıştı. O sıralar a m c a s ı, K e m a l’ in anasıyla evlendi, iki karılı oldu. Evde d e hır g ü r başladı. K em al, evde ve köyde do ku nulm azlığı olan tek kişiydi. B u ­ gün “ h ip e r a k tif ’ denilen çocu klardan dı. Köyün çocuklarını da tür­ lü m ace rala ra , yaram azlıklara sürüklüyordu.

Ç o cu k lu ğ u n u n krallığında n e le ry o k tu ki... Ç iğ d e m le r, b a b a ­ sını öldüreni öldü rtm ek için uğraşlar, bir al tayı ovalarca k oştu rm a ­ lar, keklikler, kartallar, kartal yu valarına tırm an m a , böğürtlen t o p ­ lam a, C eyh an ırm ağın da y ü zm e ler, boyunu a şa n ekinler arasın d a tavşan yavrusu a ram ala r, Anavarza kalesinin yıkıntıları arasın d a renkli sera m ik parçaları to p la m a , akarsu ya dü şen yıldızlar, suyla akıp gid en bulutlar, bir gü n ulu denizi g ö re b ilm e k dü şü ... Anlatılam ayacak k ad a r zengindi o krallık. D o ğ ad a her y a r a ­ tık, her renk, koku onu sevinçten delirtiyor, kendinden geçirtiyor­ du. D urm adan tü rküler söylüyordu. Köyde adını Deli Kem al koy­ muşlardı. O nca rom anında a n lata a nlata bitirem ediği çocukluk d ü n y a ­ sının bir yanı kan içindeydi, bir yanı düşlerin b ü y ü sü n d e ... Bir y a ­ nında ç a n ga l bıyıklı kanlı eşkıyalar, at hırsızları, bir yan ın d a büyük destan cılar, bir yan ınd a tüyden ince K a ra c a o ğ la n ’ lar, bir yan ınd a 18 6 5 Kozanoğlu başkaldırısının şiirini söyleyen, Türk tarihinin en büyük başkaldırı şairi D ad aloğlu ... Kem al, bir gü n saz şairlerinin dizi dibind e, bir gü n bir definecinin ardında... Annesi N ig ar Hatun, biricik ço c u ğu K e m a l’ in üzerine titriyor­ du. O ğlunun “ Âşık K e m a l” olarak tan ınm asını, halk şairleri gibi şi­ irler sö ylem esini hiç istem iyordu. O nlar gibi olursa başını alır gider, yu vadan uçardı... Bir gü n , babasının - b u g ü n k ü d e y iş le - koruması olan, Sadık’ ın öldü rü lm esind en son ra da eşkıyalığa b aşlayan Zalanın O ğlu, Toroslard a ca n d a rm a la r c a öldürüldü. Y u m u şa k , tatlı, g ü le r yüzlü bir a d a m d ı Zalanın O ğlu. Bazı g e ce le r, yan ın d a beş eşkıya, K em al­ lerin evine gelir, ona a rm a ğ a n la r getirirdi. Onun ölüm haberini alır alm az Kem al uzun bir ağıt yaktı. A nasına da söyledi. Anası, ilk olarak bu türküsünü sevdi, ilk olarak şiir sö y le m esin e ses çıkarm adı. Bir süre ön ce köye bir çerçi gelm işti. Köylü kadınlara istedik­ lerini borca veriyor, bir deftere yazıyordu. Sekiz yaşlarındaki Kem al, çerçiye bu yaptığının ne o ldu ğu n u sorm u ştu . Ç erçi, “ Y azıyorum ," dem işti, “ son ra yazdığımı o kuyorum , böylece kimin ne k ad a r bor­ cu old u ğu n u u n u tm u yo ru m .” H em ite’ d e hiç o kur yazar yoktu. K ö­ yün imamı Fettah Hoca bile yazı yazam ıyordu.

H e m İt e k ö y ü n ü n A n a v a r z a k a l e s i n d e n g ö r ü n ü ş ü

K em al, Zalanın Oğlu ü stün e yaktığı türküyü anasının s e v m e ­ si üzerine öyle bir co şk u y a kapıldı ki... Bu co şk u , belleğind eki ağıdı sildi. Ertesi s a b a h uyanınca ağıdı tü m ü yle unuttuğunu anladı. D em ek, u n u tm am ak için y a z m a k gerekiyord u . Artık dokuz yaşların daydı. Arkadaşı M eh m et, H e m ite’ye bir sa a t uzaklıktaki Burhanlı köyünün ilkokuluna başlam ıştı. O da ka ­ rarını verdi. Okula yazılacak, üç a yd a o k u r y a z a r o lac ak , bir d a h a da söylediklerini unu tm ayacaktı... Bir s ab a h M eh m e t’ le birlikte yo la düştü. Salla C eyh an ırm a­ ğını ge çip Burhanlı köyüne gittiler. Köyün öğ re tm e n i Ali Rıza Beyin yan ına vardı, “ Ben o k u m a y a g e ld im ,” dedi. “ O lu r,” dedi ö ğ re tm e n . Sonra kafa kâğıdını sordu. Yok. A yakkabısı, kalem defteri d e yok... Giyitleri yırtık pırtık... Ö ğre tm en kafa kağıtsız, ayakkabısız okula g e le m e y e c e ğ in i a n la tm a y a çalışıyor, Kem al y em in le r ediyordu ki üç ayd a o k u r y a z a r olac ak , d a h a fazla b aşın a bela o lm ay a ca k ... S o n u n ­ d a Ali Rıza Bey yirmi b eş kuruş verdi; “ Git k endine de fter kalem a l ,” dedi. Sonra onu bir sınıfa soktu, eline bir a lfa b e tutuşturdu. Kem al, a lfa b e d e ki nar resim lerine hayran oldu. Bütün gün defterine nar re­ simleri çizdi, g ö rd ü ğ ü bütün harfleri yazdı. Defter dold u. Bununla da yetin m ed i. Eve d ö n ü n ce , b uld u ğ u bütün kâğıtları, hatta M eh ­ m e t’ in defterini doldurdu. Ertesi gün a m ca sı onu k a s a b a y a gö tü rd ü. B eş defter, bir d ü ­ zine kalem aldı. Sonra güzel b ira y a k k a b ı, b irş a lv a r, b ir g ö m l e k , bir de okul kasketi... Üç ay sonra artık ga z e te bile okuyordu. D ağlara ta şla ra , bul­ du ğ u kâğıtlara, duvarlara yazılar yazıyordu. Ö ğ re tm en in e gid ip t e ­ şekk ü r etti, artık sözü n d e du rm a, okuldan ayrılma zam anının g e l ­ diğini söyledi. Ö ğre tm en izin verm edi. Birinci s ın ıf böylece bitti. İkinci ve sonraki sınıfları k a s a b a d a oku du , akrabalarının yanınd a kalarak... İlkokul bitince, Kadirli’ den yola düzülüp yüz beş kilometrelik yolu yaya yürüyerek ortao ku la yazılm ak üzere A d a n a ’ya gitti. O n ­ dan son ra girip çıkm adığı iş k alm adı, nice serü venler y aşa d ı...

Çukurova “ Ç u ku rova yalnız d o ğ d u ğ u m b ü y ü d ü ğ ü m yer değil, bir b ak ı­ m a rom anım ın vatanıdır. Örneğin İstanbul’ da, A nkara’ da , d ü n y a ­ nın h erh an gi bir yerinde rastladığım bir olayı, bir insani davranışı, bir rom an kişisini rom an yazarken Ç u k u ro v a ’ya, Ç u ku ro va ’ nın ko­ şullarına, iklimine taşıyorum . R o m a n larım d a fayd aland ığım birçok kişiler, davranışlar, psikolojik du rum lar, yaratışlar yalnız Ç u ku ro ­ v a ’ da öğrendiklerim değildir. Ben Ç u k u ro v a ’yı yeniden ro m a n la ­ rım da yaratıyorum . Yine tek rar ed eyim , benim d o ğ d u ğ u m , büyü ­ d ü ğ ü m g ü n ey , yalnız benim o ld u ğu m b ü y ü d ü ğ ü m y er değil; benim rom anım ın vatanıdır. R o m a n d a yarattığım , işlediğim b en ce, yeni bir rom an ülkesidir. O rad a bir rom an ülkesi k u rm a m a karşın günü g ü n ü n e Ç u k u ­ rova’ nın her şeyiyle, eko n om ik, psikolojik, sosyolojik bütün d u ­ rumlarıyla ilgileniyorum. En iyi bildiğim tarih, co ğ rafya Çukurova tarihi ve co ğrafyasıdır. Ç u k u ro v a ’da köy köy d o la şa ra k , hem d e y a ­ ya, folklor derlem eleri yap tım . Hem d e b eş yıl. Ağıtlar, t e k e r le m e ­ ler, türkülü hikâyeler, b ilm eceler derledim . İlk kitabım, 19 4 3 yılın­ da yay ım la d ığım , Ç u k u ro v a ’ dan derlenm iş Anıtlar adlı kitaptır. Köy­ lülük du ru m u benim için, d o ğ a karşısından bin yıllardan bu y an a davranışını belirlem iş insanlıktır. Köklü psikolojik, sosyolojik d u ­ ru m lardır.” * * *

“ B ana du rm ad an sorulan bir soru var. Bir kon fe ra nsta , New Y ork’ta bir kişi d e b an a niçin hep Ç u k u ro v a ’yı yazıyorsunuz, diye sordu. Ben d e o n a şu karşılığı verdim , ben mi yalnız Ç u k u ro v a ’yı yazdım , öyle mi sanıyorsunuz, bakın size söyleyeyim , şu dü n ya y a ­ zarları içinde Ç u k u ro v a ’yı yazan tek kişi ben değilim ki, Kafka da, Jo y ce da , Tolstoy da , Dostoyevski de, Ç eh o v da , Balzac da , Stendhal da ... Herkes herkes Ç u k u ro v a ’yı yazdı. Ben g ö k y ü zü n d en yere in­ m edim ki, Ç u k u ro v a ’ da, bir köyde d o ğ d u m , bir k a s a b a y ı, bir şehri, bir to p ra k parçasının doğ asın ı y a ş a d ım . A kdeniz’ i, Torosları y a ş a ­

dım. Kafka bir bürokrat takımı içinde y a ş a m a s a y d ı Daua’yı, Şato’yu yazabilir miydi? Bir Yahudi o lm a s a y d ı, o kurşun g eçirm ez karanlık onun ülkesi olabilir miydi? D ostoyevski P e tro g ra d ’ ı, Sibirya’yı y a ş a ­ m asayd ı, oradaki insanları y a ş a m a s a y d ı, insan psikolojisini böylesine sağlıklı, de rin lem esin e verebilir miydi?”

Fo lk lo r “ Folkloru ölü bir a raç yığını o lara k g ö rm ü y o ru m . G e rç e k fo lk lo rcu lar d a bilir b unu. Her z a m a n , halkın içinden sa n a tç ıla r çıkacaktır. Halk, an o n im y a r a t m a s ın a d e va m e d ec ek tir. B u n a da in an ıyorum . Folklorcu lar bu n a tan ık o lm u şla rd ır. H alklar her ç a ğ ­ d a , h e r y e r d e , h e r z a m a n yaratırlar. E ğ e r y o z l a ş m a m ış l a r s a . Ö rn e ­ ğin bir İ sveç’te, radyo, s in e m a , televizyon , halkın kendi y a r a tıs ı­ nın yerini a la m ıy or. Bütün bu m o d ern a ra ç la rla birlikte, halk yine d e fıkralarını, tü rkülerini, hikâyelerin i, d e s ta n la rın ı, m asallarını yaratıyor, üretiyor. En m o d ern to p lu m la rd a n biri o la ra k g ö s t e r i­ len İn giltere’d e , F ra n s a ’ da d a böyle bu. Ç o k az belki, a m a yine de üretiyor h alklar, yaratıyorlar. G erçi biz y a ş a rk e n b unun ö rn e k le ri­ ni pek az gö rü y oru z. S ürüp g e le n bir birikimin sü rü p gid iş id ir bu. Yüz yıl s o n ra bu bizim ça ğ ım ız d a n n ele r k alm ış, onu yüz yıl s o n r a ­ nın insanları elle tu ta b ile c e k le r , halkın o g ü n e k a d a r n ele r y a r a t ­ tığını. Bir d e şunu s ö y le m e k isterim: Bizim ülkemizin insanları, d a h a o k u r y a z a r bile o la m a d ıla r. Televizyon g eleli pek az zam a n o ldu . Radyo bütün evlere d a h a yeni g ir m e y e b aşlad ı. Batıd an çok d e ğ iş ik bir d ö n e m d e y iz . Folklorik ö ğ e le r , halkın y a r a tm a s ı, bir g e re k s in m e d ir . Y a r a tm a k bir g e r e k s in m e d ir çü nkü . S a n a t, in s a ­ nın k am n d a d ır. S an a t, in sa n d an ayrı bir şey d e ğild ir. S an a tsız in­ san olm az. O nun için h alklar kesinlikle yaratırlar, y a ratm a ların ı sü rdü rü rler. H a lk la r v a r s a d ü n y a d a , halkların yarattığı s a n a t e s e r ­ leri d e va r olacak tır. Bizde bu alan ço k z en gin . N asrettin H oca da var, K a r a c a o ğ la n d a var, Pir Sultan d a , K öroğlu da , H o m e ro s da, M an a s Destanı da var, var oğlu var. Bizim A n a d o lu ’ da , bu büyük g e re k s in m e y i g id e r m e k için, b u g ü n d e yü zlerce şair, A n a d o lu ’ da

d o la şır durur, d e s ta n la r an latırlar. Ö rn eğin g e z d o la ş A n a d o lu ’yu, H o m e r o s ’tan p a rç a la ra rastlarsın . N e rd e n g e liyo r bu? Bizim m a ­ sallarımızın içinde Hint m a salların ı da bulu rsu n. A rap m a s a lla r ı­ nı, Binbir G e c e M asallarını, b u g ü n A n a d o lu d a top lay a b ilirsin . H atta G ılg a m ış D e sta n ın d a n birtakım p a rç a la ra rastlarsın bugü n A n a d o lu d a . Bu d e s ta n la r, m a s a lla r, sözle anlatılır, a la b ild iğ in e g e liş m iş bir dille anlatılır, ve çok g ü zel anlatılır. Dil ö y le sin e nüa n slıd ır ki, ş a ş a r kalırsın. Ve halk, sürekli o lara k dilini yaratır. O ça ğın g e r e k s in m e s in e g ö re yaratır. Şu a n d a A n a d o lu ’ da hiç bil­ m e d iğ im iz sö z c ü kle r üretilm iştir, ü retilm ekted ir. Ö rneğin makina ü stü n e s ö z c ü kle r üretilm iştir A n a d o lu ’ da . O ysa m a kin a Türki­ y e ’ye yeni girdi. R a d y o ü stü n e yep y e n i s ö z c ü k le r üretilm iştir. Ş a ­ şarsın d u y san . Ö rn eğin tra k tö r ü s tü n e , traktörü n parçaları ü s tü ­ ne, yeni y ep y e n i sözcü kler. Traktörün ça lış m a sı ü stün e yü zlerce üretilm iş s özcü kle karşılaşırsın. M asal vardır tra k tö r ü stü n e , d o ğ ­ m u ştu r, tü rk ü le r d o ğ m u ş tu r. Şimdi s a n a ş u ra d a o tü rk ü lerden birkaçını çalıp din leteb ilirim . ‘ M akina m a k in a kanlı m a k in a ’ diye yeni bir türküyü şimdi okuyab ilirim s a n a istersen. Yani, halk, s ü ­ rekli yaratıyor. K ö r o ğ lu ’ n d a n , m a s a lla rd a n ben b oyu n a söz e d i­ y o rs a m e lb e tte o n la r benim a n latış kültürüm o lm u şla rd ır da o n ­ d a n . Halkın k o n u ştu ğ u d a ben im tem el kültü rlerim d en biridir. Halkımızın k o n u ştu ğ u dil. N ü a n s o n d a d ır. O her gü n bir şey y a r a ­ tır. İnsanın y a ş a m ı, y a r a tm a d ır zate n . E ğer insan y o z la ş m a m ış s a tabii. K o n u şu rk e n , bir olayı anlatırken halk her an yaratır. Bir o l a ­ yı b eş ayrı kişiden d in le d iğ im iz z a m a n , aynı a n d a gö rd ü k le ri, y a ­ şad ıkları olayı b eş insan ayrı ayrı anlatır. Ç ü nkü anlatım bir y a r a ­ tım dır. B enim tem elim i b a ğ la d ığ ım y a r a tm a b udur. Ben d e k e n ­ d im c e y aratıy o ru m . A m a öyle bir kültür o rta m ın d a n , öyle bir kült ü r d e n iz in d e n , ken d im iz e özgü o m üthiş A n ad o lu kültürünün d e ­ nizinden fay d alan ıyo ru m ki bu y a r a t m a d a . K en d im i ben A n a d o ­ lu’yla olu ştu rd u m diyebilirim . Kendi dilimi olu ştu ru rk en , A n a d o ­ lu’yla o lu ştu rd u m k e n d im i.”

G elen ek “ G e le n e k te n , folklordan y ararla n m ak ne d e m e k , bunun üs­ tü n d e du ru rsa k kültürümüze çok faydası olur. Bizde yazık ki hiç kim se bir sorunun üstünd e de rin lem esin e durm uyor. G elenek ten yara rla n m a m ış b iry az a r, bir müzikçi, bir ressam var m ı? J a m e s Joyce bile ge le n e k te n yararlan m ış b aşlıca kişilerden biridir, diye yazı­ y or eleştirm en ler, büyük bilim adam ları. G e le n ek ten y a r a rla n m a ­ yanlar, y a ra rla n m a k istem eyenler, dü n y a d a da Türkiye’ de de birta­ kım ga rib a n zıpçıktılar. Her zam an sö ylediğim gibi, birçok kişinin de söylediği gibi, bilim de ve san a tta a tla m a la r yoktur. En son y a r a ­ tış, zincirin son halkasıdır. Benim sa n a tım d a ilk akla g e le n , g e le n e ­ ğ e d a h a çok y ü k le n m e m d ir belki. Ben halk içinde yetiştim . O kur yazarlığı ö ğ re n m e s e y d im , şimdi A n a d o lu ’ nun bir köyünde, k a s a b a s ın d a destan anlatıyor, tür­ kü söylüyor o lurdum . Yolumu ta çocu klu kta çizmiştim. Bu etki d o ­ ğaldır ki, bir kişinin y aşa m ın d an kolay kolay silinecek bir etki değil. Böylesi etkiler yazarlık y a ş a m ın d a çok tehlikelidir. Bir insanı kötü­ ye d e götürür. Halkı, halk sanatlarını ö z ü m se m e k , onu kaynak b el­ lem ek, tem el kültür b ellem ek var, bir de o n a ö y k ü n m ek var. Bizde yerel kültür ö zü m se n m ed i, ona öykünüldü. O sm anlılar da Batıyı ö z ü m se y e m e m iş , işin kolayına kaçıp ona öykünm üşler. Benim yeryüzünde akrab alarım var: S tendhal, Ç eh ov gibi. Benim epik anlayışım onlara yakın. Özellikle S ten d h a l’ a. Yereli a n ­ lam ak, yerel dilden roman dili y aratm a k , çağın gelm işini geçm işini ö z ü m se m e k , a n la m a k ... Ve yeni bir s a n a t biçim ine, diline, içeriğine u laşm ak. Bilirsiniz, boyuna söylerim , herkesin bir Ç ukurovası var­ dır. K a fk a ’ nın da, D ostoyevski’ nin, tekmil büyük ustaların da... Kim se gökten d ü şm edi. Yalnız öykünücü o t u h a f yaratıkların Ç u ku rovaları yoktur. Onları bu yeryüzüne Anka getirmiştir, nereden g e ­ tirm işse. Ya da A n ka ’ nın küllerinden varolm uşlardır, o çok değerli yaratıklar.”

Doğa “ Savrun suyuyla m aceram ı belki otuz yıldır söylüyorum , yazı­ yorum . Doğanın en küçük parçasının bile bir kimliği, bir kişiliği var. Kişiliği derken, bir ad b u la m a d ığ ım için böylesine bocalıyorum . Bir gün insanlar, bilim a d a m ları, yazarlar bunun da adını koyacaklar, iş g ü n d e m e g e lm iş gibi. Yıllarca ben Savrun Çayı kıyılarında d a ğ la ra yürürken, d o ğ ay la iç içe y a ş a d ım . Pirinç tarlalarında yıllarca su kontrolörlüğü yaptım da... Ben su bekçiliği diyorum . O nlar o z a ­ m a n lar kontrolörlük diyorlardı. Her neyse. İşte o z am a n lar yavaş y av aş, bir daldaki bir çiçeğin ö b ü rü n e b en zem ediğ in i, b irçim en lik te hiçbir y ap rağ ın , bir köredeki hiçbir karıncanın, bir pınarın, Toroslardan ovaya inen Savrun Çayı gibi birçok çayın hiçbirinin birbi­ rine benzem ediğini gö z lem led im . Bunların hepsini de Savrun Ç a ­ yından öğrendim . G e n ç liğ im d e d o ğ a d a birbirine b enzer iki ö ğ e arıyor, bir türlü bulam ıyord um . M eğ er o altıgen kar tanecikleri bile birbirlerine hiç b enzem iyorlarm ış. D oğa çok çok zengin. Yazarlar da d o ğ a y a y a r­ dım etm eli, d o ğ a y la birlikte insanları z en gin leştirm eli.” rk k k

“ Koşullar d eğiştikçe insanın d e ğ iş m e s i, insan d eğiştik çe d o ­ ğanın d e ğ iş m e s i, insanın bu m acerası, hayranlık verici bir m a ce ra y ­ dı benim için. Benim ü lke m d e birdenbire ovadaki orm an lar, b a ta k ­ lıklar, kam ışlıklar yitiverdi. Birkaç yıl içinde hem de... Bir büyülü el ge lm iş , Ç u k u ro v a ’ nın üstünden g e ç m iş, toprağı değiştiriverm işti. Bu, traktörün hüneriydi. Rom anım yazdığım büyük Akçasaz b a ta k ­ lığı birden kuruyuvermiş, yerini p a m u k tarlalarına, okaliptüs o r m a ­ nına bırakmıştı. Sonraları o o kaliptüs ormanı da pa m u k tarlası ol­ du ya. O rm a n la r yokoldu, su lar değişti, d o ğ a örtüsü değişti, bütün b ataklıklar değişti. A kçasaz bataklığı bir kuş cennetiydi de, yü zler­ ce çeşit çeşit g ö ç m e n ya da yerli kuş bu bataklıkta barınıyorlardı. F lam ingolar... Hani o p e m b e fla m in g o la r var ya, işte onlar... O nlar­ dan yüzlercesi, belki de binlercesi A kçasazda uçarlarken gökyüzü

p e m b e y e kesiyordu. K ö yüm deki kartallar, y ab a n hayvanları, birkaç yılda yokoluverdiler. B öcekler, keleb ek ler... Bir dü nya b oşaldı, b e ­ nim ülkem b o m b o ş bir tarım çölü oldu. Am a yaz aylarında bütün ova sararm ış altın başaklı ekin tarlalarıyla d a lgalan ırk en de... Yeni, b aşk a , g e n e büyülü bir dünya oluveriyordu. Doğanın y ok ola ra k d e ğ iş m e s i insan için büyük bir tehlikedir. Bu d o ğ a d eğişim in den sonra insanların da huylarında değişiklik ol­ du, den gesizlikler başlad ı. Artık ovanın insanı sağlıklı eski insan değildi. G e le n ek ler, g ö re n ek ler, iyi ya da kötü, kolaylıkla değişiveriyordu. Benim b ö lg e m , Türkiye h aritasında kan gü tm en in sürüp gittiği bir bölgeydi. Traktör g e ld ik ten , ova değiştikten son ra, bir a n d a kan g ü tm e le r d e bitiverdi. Bunu bir örnek olarak veriyorum yalnızca. Ben bunları yazdım. İnsanın birdenbire y ab a n cıla şm asın ı, e ğ e r tehlike, e ğ e r s a ğ ­ lıksızlık sayıyorsak, bu bir tehlikedir. Bu, d ü n y a d a da büyük tehli­ kedir. Y a b a n cıla şm a , insanlığın başlıca, ö n ü n e g e ç e m e y e c e ğ im iz bir karakteristiğidir. Buna h iç b irz a m a n insanlık b ir ç a r e b u la m a y a ­ caktır. D oğad an uzaklaştıkça, o n u n la iç içeleşm ekten koptu kça y a ­ b an c ılaşm a kaçınılmazdır. Bu kötü müdür, iyi midir, bunun için ko­ n u ş a m a m . Bu insanın ö n ü n e g e ç ile m e y e c e k bir g e rçe ğid ir. Ya makinanın doğayı birdenbire yok etm esi... Ormanların yo k o lm ası, d e ­ nizlerin, suların kirlenm esi, havanın ağıya d ö n ü ş m e si, şehirlerin c e h e n n e m d e n beter o lm ası... İşte en büyük tehlike b u rad a... Bu­ nunla birlikte insanların gittikçe bir deliliğe u laşm a sı. Bir tüketim hastalığının y a ş a n m a sı... İyi ve kötü... Benim ku rduğum düş d ü n ­ y asın d a, y aratım d a , bunların büyüsü, e ğ e r büyü diyebilirsek, etkisi olm asın , bu m üm kün olabilir mi?”

Göç Kızıkan Tü rkm en aşireti, İran sınırındaki k öylerde y aşa rd ı. Köylerin kimisi İran’ da , kimisi Türkiye’ deydi. Bu a şire t b u ray a , bir sö ylentiye g ö re , S e y d iş e h ir’ den g e lm işti. B u r s a ’ dan geld ik leri söylentisi d e vardı. Bir söylentiye g ö re de , K a fk a s y a ’ dan S e y d i ş e ­

hir’ e g e lm iş , o ra d a n B u r s a ’y a, ora d a n da V a n ’ a, sınır boylarına g itm iş ... Bu sü rgü n aşiretin beyi M ustafa Bey, Van Gölü kıyısındaki Ernis köyün d e otururdu. Ernis, şimdiki G ünseli k asa b ası... Bu aşiretten, bu aileden bir devlet m em uru çıkmış: M uradi­ ye ilçesinde k aym akam lık y a p a n , so n rad an kayıplara karışan Halil Bey. Birçok da eşkıya... Doğu A n ad o lu ’ nun, İran’ dan K a fk a s y a ’ya kad a r en ünlü eşkıyası, yirmi beş y aşların da vurulan Mahiro da b unlar arasın d a... M ustafa Bey b urad a Luvan Kürt aşiretinin beyinin kızıyla ev­ lenm iş, iki aşiret birbirine a k r a b a olm uş. O tarihlerde Luvan aşiretinin beyi, Gulihan Bey, Y aşa r K e ­ m a l’ in b ab a sı Sadık, onun y eğ en i. Birinci Dünya Savaşı başlayalı birkaç ay olm u ş. 1 9 1 5 baharı... O sm anlı ordusunu bozm u ş Rus o rdusu, Süphan dağının o ra ­ lardan top sesleriyle birlikte Ernis’e akıyor. Top gülleleri köyün içi­ ne dü şüyor. Aile toplanıp öteki köylülerle birlikte yola koyuluyor. V a n ’ a k ad a r geliyorlar, Van b o m b o ş . Bir hafta o rada kaldıktan s o n ­ ra solu ğ u D iyarbakır’ da, D iyarbakır’ ın köylerinde alıyorlar. Gulihan Bey b urad a kalıyor. Ötekiler, M ardin’den aşa ğı çöle vuruyorlar. Bu büyük aile, birer ikişer çöllerde dökülüyor. Kalıyor büyük kardeş Sadık, ortancaları Salih, küçükleri Tahir. Anaları Hırde Hatun. Sadık’ ın karısı Nigâr, N ig âr’ ın babası Aco, yakın akrabalarından Hazal’ la - s o n r a d a n Tahir’ le e v le n e n -Z ü b e y d e . Çöl ö n ce A co ’yu yeyip bitiriyor, birkaç hafta son ra da S alih ’ i. Ölülerini k um lara g ö m ü y o r, yollarına d evam ediyorlar. Atlarına yataklarını, öteki eşyayı, yiyeceklerini yüklemişler. Ana, Hırde Hatun, hasta. Atın birine binebilirmiş ya, incinmesin diye, bir buçuk yıl, Van’dan Ç u ku ro va’ya kadar sırtında taşıyor onu büyük oğlu Sadık. Ana küçücük, Sadık bir metre doksandan da uzun... Bir sabah tanyerleri ışım adan kalkıyorlar ki, an a yatağında yok. Sadık orayı burayı, yanı yöreyi araştırıyor. Yok. Üç gün iki ge ce anayı arıyorlar. Üçüncü gün Sadık, “ Yerini buldum a n a m ın ,” diye fır­ lıyor, geldikleri yöne doğru koşarak yola düşüyor. A kşam a doğru, bir­ kaç hurma bitmiş küçücük bir koyakta buluyor anasını. Bir hurma ağacının altında uyumuş. Uyandırmıyor. Kendisi de zaten yorgun luk­

tan ölüyor, o da anasının yanına kıvrılıyor. Gün ışırken bir de bakıyor ki, anası yok yanında. Hemen koşarak yola düşüyor, çöldeki çizgile­ re yol denirse eğer. Uzaktan y u m u lm uş, iki kat olm uş anasının karar­ tısını görüyor. Ona yetişiyor. “ Ana nereye?” Ana konuşmuyor. Onu sırtına alm ak istiyor, an a b in m em ek için çırpınıyor. Oğlu durm adan nereye kaçtığını soruyor. Sonun da, öfkeyle karşılık veriyor ana: “ C e ­ hennemin dibine gidiyorum. Onlar da insan, beni yiyecek d eğillerya, siz kaçın, bakalım nereye kad ar kaçacaksınız.” V a n ’ dan Ç u k u ro v a ’ya kadar, dört beş kez kaçıyor an a. Oğlu S a d ık ’ ın sırtına b in m em ek için inat ediyor. M ezopotam ya çölü, G ü n e y d o ğ u , Doğu Anadolu sav aşta öl­ dürü lm ü ş, sürü lm üş Ermenilerin, Kültlerin, Türkm enlerin, Azerilerin, Yezidilerin, Nasturilerin, Asurilerin, Süryanilerin sürüleri yokolm uş köpekleri, b abasız an asız kalmış çocuklarıyla dolup taşıyor. Aç, azgın laşm ış k öpekler yüzlerce, binlerce sürü ler halinde dolaşıyor, sald ıracak hayvan, ceren, kurt kuş arıyorlar. Ç o c u k la r d a sürüler haline g e lm iş , aç sefil, çırılçıplak... Sürü­ ler halinde dolaşıyor, köylere k a s a b a la ra saldırıyor, bir yanından giriyorlar köyün, k asa b an ın , ö b ü r yanınd an çıkıyorlar. Köyde yiye­ cek ad ın a hiçbir şey kalmıyor. Ç ek irg e sürüleri gibi. Çöl, Urfa ce h e n n em i bitiyor. Bir o rm a n a girip pınarın başın a konuyorlar. İslahiye’ nin ormanlıklı, serin d a ğla rın a u laşm ışlar ar­ tık. Birkaç gü n sonra Ç u k u ro v a ’ da olacaklar. Büyük bir sevinç için­ deler, kurtulm uşlar... Ama hiç paraları kalmamış. Çukurova’ya varınca ne yeyip ne içeceklerini düşünüyorlar. Yaşar Kem al’ in anası Nigâr Hatun, belin­ deki kemeri çıkarıp kocası Sadık’a veriyor. “ O lm az,” diyor Sadık, “ bu senin evlenme arm ağanın. Tek kardeşinin arm ağanı, bunu a la m a m .” “ Al,” diyor N ig âr Hatun. “ Her şeyimizi, evimizi, malımızı m ü lküm üzü , yurdum uzu yitirip b uralara kad a r g e lm e d ik mi? Bu da s a n a kurban olsun. Ç alışır g e n e kazanırız.” Sadık üzülüyor: “ Bu çok değerli bir kem er, b uralarda d e ğ e r i­ ni bilen b ulunur mu ki?” “ El elden ü stündür arşa kadar. V a ry o k la ki, el â le m d e kimler v a r.” K em er, Pazarcık beyi Hurşit Beye satılıyor. Hurşit Beyle karıY A Ş A R KEMAL

23

sı üç k ese altın veriyorlar: “ Bu k e m e re b unlar az. Ne zam a n paran olursa g e l, bu k em er şen in d ir.” G öçü yükleyip yola koyuluyorlar. Ana, her zam anki gibi, Sad ık ’ ın sırtında. Bir yarım sa a t son ra: “ Bir inilti d u y d u m ,” diyor o ğ lu n a . “ İndir beni d e var b ak ç a ­ lıların a rasın a kim dir bu in ileyen .” Sadık bakıyor ki, bir çalının dibine s o k u lm u ş, bir avuç kal­ mış, bir deri bir kem ik bir çocuk. Ç o cu k ölü, ne s e s ne soluk... S o n ­ radan, çocukları her gördükleri yerd e öldüren atlılardan korktuğu için işi çakal öldüye vu rdu ğun u söylüyor. Her bir yeri çü rü m ü ş. Y a ­ ralarında kurt kaynaşıyor. Adı Yusuf... Ç o c u ğ u t e p e d e n tırn a ğ a tem izliyorlar. Ana otlard an re ç in e ­ ler k ayn atıp ilaçlar y ap ıyor. Üç g ü n , onun k en d in e g e lm e s in i b e k ­ liyorlar. Üç gü n s o n ra d a y o la d ü ş ü p O s m a n iy e ’y e varıyorlar. O ra ­ d a Y u su P u do k to ra götü rü y o rlar. D oktor ilaçlar veriyor, “ Bu ço c u k iyi o la c a k , ço k gü çlü bir yaratılışı v a r ,” diyor. Seviniyorlar. O radan T o p ra k k a le ’ye gidiyorlar. Hırde H atu n ’ un isteği üze­ rine bir ev satın alınıyor. Eve h em en yerleşiyorlar. Hırde Hatun di­ y or ki gelinine: “ N ig âr kızım, şimdi bir su ısıt, beni iyice yıka. Sonra da hey­ b elerden en güzel giyitlerimi çıkar. G e rd a n lığım ı, altın hırızmamı, halhallarım ı, bileziklerimi d e g e tir.” Giyinip kuşandıktan son ra a k şa m namazını kılıyor. Yatsı n a ­ m azına dururken, hane halkına, “ Siz gidin uyuyun, ben bu g e c e çok uzun bir n am az k ıla c a ğ ım ,” diyor. Sabahleyin onu sec d e y e varm ış, k ım ıld am ad an duru r b ulu­ yorlar. Ö lm üş... Onu Toprakkale m ezarlığına g ö m ü p yen iden yola koyuluyor­ lar, Kadirli’ye varıyorlar. Sadık, İskân Kom isyonu B aşk an ın a , k e m e ­ ri satın alan Pazarcık beyi Hurşit Beyin m ektubu nu veriyor. Başkan onu çok iyi karşılıyor: “ Bak Kü rdoğlu , s a n a bir konak veriyorum ki, k asa b an ın en güzel konağı. S an a tarlalar veriyorum ki, ovanın en bereketli t o p ­ rakları. S e m a il’ in konağını tarlalarını veriyoru m .” Sadık istemiyor: “ Anam dedi ki, yu vasından atılmış kuşun yuvası b a ş k a kuşa h ay re tm ez .”

“ O n lar kuş değil E rm eni.” “ K u ş .” “ E rm eni.” Uzun bir tartışm adan so nra, iki ca n d a rm a çağırıyor B aşkan : “ Bunları alın, doğru kayalık Hemite köyüne g ö tü rü n .” O z a m a n la r Hemite, O s m a n iy e ’y e değil, Kadirli’ye bağlı. Bol kayalıklı H em ite’ nin köylüleri on b eş, yirmi gün çalışıp bu yeni g e le n le re güzel bir h u ğ yapıyorlar. Sıvıyorlar, döşüyorlar, neleri e k sik se tam am lıyorlar. Huğ, duvarları kam ıştan , damı sazdan yapılan ev. Köyde renk renk to p ra k var. Mavi, sarı, kırmızı. Gönlü isteyen, istediği renkte evini boyayabiliyor... Y a ş a r K em al, işte bu köyde doğuyor.

İLK ÇALIŞMALAR “ İlk şiirim ben onaltı y aşınd ayken yayım landı. Bu, kötü bir şi­ irdi. Ç ünkü g e le n ek sel şiiri bırakm ış, o sıralarda şiir yazan yavan şairlere ö y kün m eye başlam ıştım . İlk hikâyem i, adı Pis Hikdye’ dir, da h a en iyi yazılarım içinde sayarım onu, yirmi üç y aşın d a yazdım . O zam an çok şey biliyordum. Arif Dino, Abidin Dino, Güzin Dino’yla ta n ışm ış, onlarla dostluk ku rm u ştu m . A d a n a ’ daki sosyalist g e n ç bir e d eb iy a t b ölü ğü nü n içindeydim . B i r d e R a m a za n o ğ lu Kitaplığı denilen A d a n a ’daki büyük bir kitaplıkta çalışm ıştım . Geceleri de ki­ taplıkta yatıyor, du rm ad an o ku yord u m . Gündüzleri de kitaplığa kim secikler uğram ıyor, ben gündüzleri de , bir kitap kurdu olm uş oku ha oku ed iyordu m . H o m ero s, Yunan klasikleri, on dokuzuncu yüzyıl klasikleri benim d ü ş c e n n e tle r im d i. R a m a za n o ğ lu Kitaplığın­ da otuz binden fazla kitap o ldu ğu söyleniyordu. Askerlik gelip çatmasıydı, a m acım kitaplığın büyük bir kısmını oku m aktı. Ne k ad a r o k u m a k m ü m k ü n s e Arif Dino, Güzin Dino s ay e sin d e neleri o kuyup, neleri o k u m ay a ca ğ ım ı çok iyi biliyordum. Ç o k ön ce d e n ben de kimleri ok u yacğım ı biraz biliyordum ya. O sıralar Milli Eğitim B a ­ kanlığınca değerli çevirm enlerden bir Dünya Klasikleri kurulu o lu ş ­

tu ru lm u ş, d o ğ u d a n batıdan harıl harıl çevirileryapılıyordu. R om an, hikâye sanatının ne old u ğu n u an ladığım ı sand ığım g ü n lerd e yaz­ m a ğ a başlad ım . Y azm adan ö n ce rom an , hikâye üstüne çok d ü ş ü ­ nüyor, ö n ü m e g e le n le de, özellikle Arif D ino’yla g e ce le r, g ü n le r s ü ­ ren k o n u şm ala r yap ıy ord u m . Benim y az m a isteğim ne fizik g e r e k ­ sin m e, ne delilikti. Bu işe bilinçle hazırlanıyordum. Hazır o ld u ğ u ­ mu anladığım gün d e işe ko yuldum . Pis Hikâye’yi, 1 9 4 6 ’ da yazdım . O sırada Orta A n ad o lu ’ da bir k a s a b a d a askerliğim i yap ıyordu m , vaktim boldu. Sonra İstan b u l’a gittim , Fransız şirketinde gaz kont­ rol m em uru oldu m . Böylelikle İstanb u l’ u ev ev, m utfak m utfak ö ğ ­ rendim. G az sayaçları m u tfak larda olurdu da. Bu bir yıl içinde İs­ ta n b u l’ da hiç yaz m a d ım . G ü n d e 18 0 0 b a s a m a k çıkıyordum ve çok yoru luyordum . 19 4 8 ’ de k a s a b a m Kadirli’ye d ö n d ü m , pirinç ta rlala ­ rında su bekçisi oldu m . Bir de daktilo aldım . 1 9 4 8 ’ d e Bebek hikâye­ sini yazdım . Ardından Dükkdncı’yı. 1 9 4 9 ’ da bir rom an yazdım . 1 9 5 0 ’ d e bir şeyler karaladım . Folklor çalışm aları yaptım . 1 9 5 1 ’ de Hüyükteki Nar Acjacı adlı kısa romanımı bitirdim. O yıl da İstan b u l’a y en iden d ö n ü p Cumhuriyet g a z e te s in e röportaj yazarı o lara k girdim . 1 9 5 0 ’ de Orhan Veli öldü. Bu ölüm b an a çok a ğır geldi. O nun öld ü ­ ğü nü g a z e te d e ok u d u ğ u m g ü n , bütün k a s a b a d a a k ş a m a kad a r d o ­ laşıp O rh a n ’ ın ö ldü ğü n ü ö n ü m e g e le n e söyledim . Hiç kim se aldır­ madı. Bu da b an a çok koydu. Yalnızlıktan bunaldım . K o s k o c a m a n , büyük şair Orhan Veli ölm ü ş, bun a hiç kimse aldırm ıyordu. K im se­ nin tüyü bile kıpırdam ıyordu. O gü n k a s a b a b ana c e h e n n e m gibi geldi. Bu k a s a b a b an a çok çektirmişti. R u s y a ’ya ca su slu k yaptığım ı o n lar icat etm işler, b an a y ap m ad ıklarım bırakm am ışlar, evimi taşlamışlardı. Bir de polis h aftad a bir kere evimi basıyor, ev d e b u ld u ­ ğu en küçük bir kâğıt parçasını alıp götürüyordu. Her a r a m a d a da evin önü yüzlerce insanla doluyor, kalabalık b an a bir tuhaf, aydan g e lm iş bir yaratığ a b ak a r gibi bakıyordu. Bu a ra m a la rd a en güzel rom anım saydığım rom anım ı da c a n d a rm a aldı gö tü rd ü. O romanı g e c e m i g ü n d ü z ü m e katarak öylesine çok çalışarak yazm ıştım ki... 1 9 4 9 ’da bütün günlerim i bu ro m a n a verm iştim . Yukarda bu yılla­ rım boş geçm işti, dem iştim ya... Bu romanın m acerasını a n ım s a ­ m ak istem ed im hiçbir z a m a n , ondan o lac ak o yıllara boş yıllar d e ­ diğim . Pis Hikâye, Bebek, bu uzun hikâyeler, d a h a yazdıklarım ın en

güzelleri içindeyse, bu rom an da öyle olacaktı. Onu bir d a h a yaz­ m a ğ a yüreklilik gö s te r e m e d im . Belki bir gün yazarım . Ama öyle bir yo ğu n lu kla , öyle taze bir lirizmle y az a b ile ce ğim i hiç sanm ıyorum . Belki de o ro m ana bir d a h a y a n a ş a m a y ış ım bu y ü zd en d ir.”

İl k O k u m a l a r “ Ö m rü m d e ilk o k u d u ğ u m rom an A lph onse D au d et’ nin Le Petit Chose’ u idi. O ndan sonra da Kerem ile Aslı’yı ok u d u m . Bu bir o rta ça ğ türkülü hikâyesidir. Kuruluş biçimi La Chanson de Roland’ ın tıpkısı­ dır. Bu hikâyeyi o k u m a k yasaktı. Onu o ku yan lar karasev d a ya tu tu ­ luyor, deliriyordu. Bu hikâye üstüne, onu o k u yan lar için halk a r a ­ s ında d a h a çok şeyler anlatılıyor, k arasev d a ya tutulanlara ö rn ekler gösteriliyordu. Ben onu ok u du m ve ne karasev d a ya tutuldum ne de delirdim. Bu iki kitabı o k u d u ğ u m d a ilkokul beşinci sınıftaydım. Beni ilk etkileyen kitap Don Kişot oldu. Onu o k u d u ğ u m d a on yedi y aşın d ayd ım . Daha ön ce Don Kişot’tan pa rça lan bizim ilkokul kitabında o k u m u ştu m a m a , işte öyle, pek ciddiye a lm am ıştım . Don Kişot’u oku yu nca yeni bir dünya b uldum . G ü n lerce etkisinde kal­ dım. C erva n tes bütün insanlığımı, y ü re ğ im d e s akladığ ım birçok g i­ zi açıklam ıştı. Bir karanlığa g ö m ü lm ü ş , sonra da içimde bir y ü ce l­ me olm u ştu . B u g ü n le rd e de, politik yü zd en, ilk karakola ç a ğrılm ış­ tım. Polisler b ana hiç de iyi davra n m a m ışlard ı. Bu romanı o k u m a ­ dan, d a h a çok önceleri de kitaplar y a z m a ğ a kararlıydım. Şiirler y a ­ zıyor, şiirlerim ed eb iy a t dergilerin de yayım lanıyordu. B an a klasik­ leri, Don Kişot’ u tanıtan A rif D ino’ydu. Arif Dino ünlü re ssa m Abidin Dino’ nun a ğ a beysiyd i. İkisi d e İstanbu l’ dan A d a n a ’ya sürgün edil­ mişlerdi. Am a o ra d a eski A dana Valisi dedeleri Abidin paşanın t o p ­ rakları vardı. A rif Dino bu to prak lard an birazını satınca b an a klasik­ lerden yüzden fazla kitap hediye etti. Ve gö tü rü p paketi açın ca üç ta n e Don Kişot’ la karşılaştım . İkisini aldım , bir yanlışlık olm uştur, diye Arif Dinoya götü rd ü m . Fazla o lm u ş, bir yanlışlık var, dedim . Arif Dino, yanlışlık değil, dedi. Ö mrünün s o n u n a kadar du rm ad an bu kitabı okuyasın, diye s a n a üç ta n e aldım , dedi. Ve Don Kişot’larımı gerisin geri eve gö tü rd ü m . Arif Dino da ressam d ı. Hem de büyük

bir re ssa m d ı. Sergi a çm a k , yapıtlarını b aşkaların a g ö s te r m e k gibi bir derdi yoktu. Resim lerini s a d e c e kendi için yapıyordu. Bir de bi­ zim gibi dostların a gösteriyordu. Onunla dostlu ğu m u z aralıksız on yedi yıl sürdü. Fransızca ve Türkçe şiirleryazıyor, Türk yenilikçi şiiri­ nin b ab aların d an birisi oluyordu. Abidin Dino’ dan da Sait Faik’ in ilk romanını Medarı Maişet Motoru’ nu aldım ok u d u m . Hayran k ald ım .” “ (Askerlik yaptığım ) iki yıl içinde çevrilmiş bütün Dostoyevski’ leri, Ç e h o v ’ ları, Tolstoy’ ları, Türk klasiklerini, Binbir G e c e M alla­ rını, d oğ u klasiklerini oku d u m . Daha ön ce d e söylem iştim ya, Hom e r o s ’ u, C e r v a n te s ’ i S h a k e s p e a r e ’ i, M oliere’ i o k u m u ş, Charlie C h a p lin ’ i biliyordum. Bunlar benim ön ü m d e ki büyüklerdi. Bunlara hayranlığım so nsu zdu . Gittikçe ed eb iyat bilincim gelişiyordu. Ne y a p m a m gerektiğin i a n la m a y a b aşlıyordum . Bunlar arasın d a, özel­ likle, beni Ç e h o v ’ un s an a t anlayışı, onun dü nyaya bakışı ilgilendiri­ yordu. C harlie C h a p lin ’ i d e Ç e h o v ’ la bir tutuyordum . Zola, Balzac da Türkçeye çok çevrilmiş yazarlardı. Germinal’i o yıllar ne k ad a r çok o k u d u ğ u m u ge rçe kten a n ım sam ıy oru m . Ç o k sayfalarını ez b e rle ­ miştim. Buna karşın bu yazara bir türlü ısınam ıyordum . S te n d h a l’e ne k ad a r hayransam Z o la ’yı da o kad a r sevem iyo rd um . Yalnız o b e ­ nim için bir kah ram an ım dı. Onun yapıtlarını kişiliğinden ayırıyor, kişiliğine büyük hayranlık duyuyordum . O z a m a n la r okuduklarım arasın d a D u m a s ’ lar, Victor H ugo, Gorki, G o go l de vardı. Sefillerle an ca k birkaç ay u ğraştım . Beni sarsan kitaplardan birisi de Gog o l ’ ün Ölü C a n la r ’ lydı. Onu hep İly a d a ’ya b enzetiyordum , anlatış, tipleri çiziş biçimi bakım ından. Sö yle m ey e g e re k yok, Don Kişot b a ­ şucu kitabimdi, onu d ö n ü p d ö n ü p okuyor, onun ü stüne d e eleştiri­ sel bir araştırm a y a p m a y a çalışıyordum . Don Kişot üstüne Arif Din o’ nun, Nâzım H ikm et’ in söylediklerini d e hiç u n u tm uyordum . Şolohov da o z a m a n la r yazarlarım dandı. Amerikan yazarları da o z a ­ m a n lar çevrilen yazarlard an d ı. Amerikan yazarlarını k en d im e yakın buluyordum ya, ille d e Ç eh ov. Bir Ç eh o v tutkunu o lm u ştu m . Kitap­ lar üstüne, yazarlar üstüne sayısız d ü ş ü n ce le r geliştiriyordum . G e ­ ce gü nd üz dü şü n ü yord u m . Ve y az m aya b a ş la d ım .”

İNCE MEMED 19 5 3 kışı... İstanbul’ un yaşadığı en sert kışlardan biri... O sıralar­ da Thilda Serero ile yaşamını birleştirmiş olan Y aşa r Kemal, Beşiktaş Sere n ce b e y ’de küçük bir katta oturuyor. Yeni yapılm ış, daha her yeri tam am la n m a m ış bir kat... Thilda işsiz kaldı. Yaşar K em al’ in Cumhuri­ yet gazetesinden aldığı 18 0 lira aylıkla g e çin m ek zorundaydılar. İnce M em ed, bütün ayrıntılarıyla b elleğindeydi Y a ş a r K e m a l’ in.

Yıllar yılı d ü şü n m ü ştü . 1 9 5 1 ’ de y az m a y a b aşlam ış, bırakmıştı. Yeni­ den yazm ası gerekiyord u . Cumhuriyet’ten romanının tefrikası hakkı karşılığı olarak bin lira a van s aldı ve eve k ap anıp y az m aya başladı. Evdeki küçük çini so b a ısıtmıyordu. Odun b ulm ak da kolay değildi. Y a ş a r Kem al, elinde Erzurum’ dan aldığı kalın eldivenler, İnce Memed’i yazıyordu. T u n a ’ dan gelen buz parçaları şu b a ta doğru B o ğ a z ’ a indi. Yer g ö k dondu. İstanbullular B o ğ a z ’ da buzların üstün e çıkıp resim ler çektirdiler. O karda kıy am ette, buz gibi evde, üç ayda İnce Memed’i bitirdi. Bitirir bitirmez d e Cumhuriyet’ in yayın yö n etm en i C eva t Feh­ mi B a ş k u t’ a götü rd ü. Romanı b eğenilip “ tefrik a ” edilirse 18 0 0 lira d a h a alacak , b eğ e n ilm ez se aldığı 10 0 0 lira avansı geri verecekti. Cevat Fehmi, romanı bir g e c e d e ok u yu p bitirdi. Sonra da Y aşa r K e m a l’ le uzun uzun tartıştılar. Y a ş a r Kem al, rom a n a adını k oym ak istemiyor, “ Bu romanı para için yazdım . Üstelik de üç ayda. Benim iyi rom anlarım bundan sonra y a z ıla c a k ,” diyordu. C evat Fehmi ise adını koymasını ve romanın b aşındaki Çu ku rova tasvirini ç ık a rm a ­ sını istiyordu. Uzlaşam adılar. Romanını alm ış C eva t F ehm i’ nin o d a sın d a n çıkıyordu ki, C evat Bey a rkasın d an seslen d i, “ Dur,” dedi. G eldi, N adir N a d i’ nin ve k e n ­ disinin “ Eşkıya” dedikleri Y aşa r K e m a l’ i kucakladı, öptü: “ G üle g ü ­ le a r k a d a ş ım .” İkisinin de gözleri yaşarm ıştı. Dünya gazetesinin sahibi Bedii Faik olanı biteni öğrenm işti. Rom anı istedi Y a ş a r K e m a l’den. Birkaç gü n sonra da dedi ki: “ Bak, Yaşar, seni g a z e te m e almayı çok isterim. Ama o n lar seni çok sevi­ yorlar. D oğan N a d i’yle dün k onuştum . Y aşa r rom anım getirsin, is­ tediği olac ak , d e d i.”

TÜRKİYE CUMURİYETİ

fCfdl ve Sayadt

İLK Ö Ğ R E N İ M D İ P L O M A S İ

■/doğduğu y ı! '

' ,Qabasının adı |

KÜLTÜR B A K A N L I Ğ I

- -^ .■*

- ;

"Doğduğu î/ct:

.



J&{'

,

: y/ı

J/ccsı

: Ttam unu OKUL

D İP L O M A N ?

i

sınıflı , - ' okulunda ilh. öğre­ nimim biftrereh ıs d ersyılı so­ nunda yapılan sınavda k a z a n d ığ ı dereceler gösterilm iş olan bu diplom a 19 yılı a yın ın g û a û verilmiştir. K ü ltü r d ir e k tö r ü

...Ö I rT i T r

v

1 ta rih Coğrafya. 1 İJurt fi iig ' • 7/esapJiendese • Tiayat Tiılgts: ■ »

;

...]

KOPYAOin

. Y a şa r

Kem al G ö k ç e li

Muh. Röportaj

ö îu h & r iir i# • »«•

Mute ber olduğu m üd de t.

1951/1952 ht> 1/ 1/ 195* ı ± f r-

Cum huriyet g a z e t e s İ n İ n v e r m İ ş o l d u ğ u k İ m l İ k k a r t i

_ DERSLER_____ OfREOlER ertö-

; IJuzı_ ___ \ Çim na otıh -: M usiki ____ [^ r k S in em a tek D ern e ğ i’ nin on u n cu yıldön ü m ü d o la ­ yısıyla düzenlenen toplan tıd a yaptığı k o n u şm a d a “ Çağım ızın S a n a ­ tı S in e m a ” üzerine görüşlerini şöyle anlatıyordu: “ S in em a , insanı dört koldan etkiliyor. Hem de stan ı, hikâyeyi, romanı içeriyor, hem şiiri, resm i, görü n tü yü ... Hem de inanılmaz, ulaşılm az bir devinimi. Ş arlo ’yu y a r a tm a s ın a karşın, d a h a dünya si­ n em ası çocu klu ğu n u yaşıyor. Ç ağ ım ız sin em ay a d a h a büyük, ina­ nılmaz olan a k la r yükleyecektir. S in em a dünyası buna s o n u n a k a ­ d a r açıktır. Sin em a , çağım ızda karşılaştığı bütün olum su zluklara karşın, yolunu, canım dişine tak m ış, var gü c ü y le açıyor. Bu yele bu kar d a ­ yanır mı, sinem an ın ça ğım ız d a karşılaştığı olum suzluklarla her­ hangi bir s an a t dalı karşılaşm ış olsaydı, ortada tozu bile kalmazdı. S in em a bütün olumlu yönlerine karşın yolu en çok çarpıtılm ış, en çok söm ü rü ye u ğram ış, en çok insanlık aleyhine kullanılmış bir s a ­ nattır.”

St e n d h a l “ Don Kişot el kitabimdir. Biçim bakım ından Alexandre D um as Fils’ten fay d alan d ım . ¡İyoda, Odise benim toprağım ın ürünüdür, ül­ k em d e hâlâ e p o p e g e le n e ğ i yaşa r. Türkm en lerde ve Kürtlerde. Hat­ ta İlyada’dan tem ala r, parçalar bile y a ş a m a k ta , anlatılm aktad ır A n a d o lu ’ da. Benim en çok sevdiğim romancı S te n d h a l’dir. Çehov’ un etkisinde kaldım. Son yıllarda, etkisinde kaldım d iy e m e y e ­ ceğim a m a , yakın bir akrab alık d u y d u ğ u m , hayran o ld u ğu m ro­ mancı F aulkner’dir. Falukner gerçekçiliğini benim siyoru m . İçinde yoğu n bir biçim de bulu n d u ğ u m y a ş a m la karşılaştırdığım zam a n , Faulkner’ in gerçekçiliği b ana en doğru gibi geliyor. Y a ş a m , b a ş k a ­ larına b ak a ra k, F aulkner’ in anlattıklarına d a h a çok benziyor. Faulk­ n er’ in insanları bana d a h a çok sahici geliyor. Herkesin san dığı gibi ben F aulkn er’ i ustalık için ustalık y ap an birisi saym ıyorum . Onun anlatışını doğ al buluyorum . Onu bir çeşit H om ero s sayıyorum . Hom eros çağım ıza gelseydi b ence Faulkner gibi anlatırdı. B ence Ho-

Fo t o ğ r a f : A r a G ü l e r

m e r o s ’ la F au lk n erayn ı kaynaktan geliyorlar. Aynı şekilde anlatıyor­ lar, dü nyaya bakışları çok benziyor birbirine. B en ce çağımızın ro­ mancısı değil, her yönüyle büyük epiği F aulkner’dir. Elimden g e l ­ seydi F aulkner’ in yo lu n d a yü rü rdü m . Ya d a d a h a ge n çk en tanıyabilseydim Faulkner’ i, on dan çok fayd alan ırdım . G e n e d e çağım ızda böyle bir büyük epiğin b u lu n m a sın d a n m e m n u n u m .” * * *

“ C e rv a n te s ’ten bu y a n a Sten d h a l, anlatım a lanında en büyük yenilikçidir. R o m a n a getirdiği olanaklar, ondan sonra g e le n ro m a ­ nı inanılmaz bir biçim de etkilemiştir. Daha da dünya ro m anın a et­ kisini sürdürüyor S ten dhal. O, hem a n la tım d a, hem k u rgu da, hem biçim de yepyeni bir rom an yaratm ıştır. Bilinçli olarak kendi çağının ep o p esin i yaratmıştır. Onun romanı da İly ada gibi erişilm ez bir dünyadır, U yad a ’n ın yaratıcısı insanlıktır. Stendhal da a şa ğ ı yukarı o kad a r güçlü olmuştur. Faulkner’ a ge lin ce, o da büyük bir ustadır. Hem kendinden ö n ­ ceki romanı a şm ış, hem de her ro m anın da kendini a ş m a y a çalış­ mıştır. Onun her rom an ında yeni bir biçim yeni bir kurgu, yeni bir anlatım vardır. G e rçe kte Faulkner b an a karşıt bir kişiliktir: Ben ne kad a r yalın, aydınlık, düz, sözcüksüz d e n ileb ilecek bir anlatım a va rm a k istiyorsam , Faulkner o kadar karmaşıktır. Buna karşı benim on a b öylesine hayran o lm am , onun yeni bir roman dünyası y a r a t­ m asın d a n dolayıdır. D oğrusu, çağım ızda bu ça p ta hayran kalına­ cak bir romancı g ö re m iy o ru m .”

YABANCILAŞMA “ İnsan oğlun daki y a b a n c ıla şm a makinayla b aşlam ış değildir. Y ab a n c ıla şm a d a h a ön ce de vardı, d a h a sonra da olacak. İn san d a ­ ki y ab a n cıla şm an ın y o ğ u n la ş m a s ı so ru nud u r b en ce bütün sorunr. B unda elb ette ki en büyük etken makinadır. Makinayı bir s ö m ü rm e aracı o lm ak tan çıkardığım ız zam an b en ce bu y a b a n c ıla şm a azalaY A Ş A R KEMAL

49

çaktır. İnsan, d o ğ a y a yakın o ldu ğu kadar, m akin aya da yakın o la ­ caktır. Ben, bunu m a k in a y la y e n i karşı karşıya gelen insanlarda çok yak ın d an gö rd ü m . Bir traktörün ev halkından birisi old u ğu n u g ö r ­ düm . Bir yaz a r için, çağım ız için teknolojik baskı söz konusu d e ğ il­ dir. Teknolojik baskı olabilir s a n m a k , Tolstoy çağınd an k alm a bir korkudur. Teknoloji o ç a ğ d a d a h a yeni o ld u ğ u n d a n birtakım inan­ ları, yazarları ge rçe kten korkutmuştur. Teknoloji insanlığın g e le c e ­ ği bak ım ından ilk a ğız d a birtakım yazarları, insanları tedirgin et­ miştir. İlk gü n lerd e bu gelişip gelen heyula elbetteki yü zeyde korku verici bir olaydı. Bir b akım a da dedikleri, sandıkları haklı çıktı. Tek­ nik insanları mutlu k ılm ağa gelirken, insan ilerlemesinin en güzel bir safh ası olm u şk e n , insanları tu tsak kıldı, g ö rü lm e m iş zulüm lere uğradı insanlık teknik yü zü nden . Ben tekniğin hiçbir kötü b ask ısı­ nı ü s tü m d e d u y m a d ım , du ym u yo ru m . Teknik b an a sevindirici bir mucize, bir büyü gibi geliyor. Halkın ço ğ u n lu ğ u da bu k ad a r zarar g ö rm e s in e karşın teknikten y an a , onlara da teknik bir mucize, bir büyü gibi geliyor. Teknik insanların eline g e çin c e, teknikle birlikte yazarlar da , s an atçılar da özgün olackalardır. Y a b a n cıla şm a , yoz­ laşm a , insanlık değerlerini yitirme insan yaratıclığım eng elley en en büyük öğelerdir. İnsanlar teknolojinin kurtuluşundan son ra za ­ m an la y a b a n c ıla şm a la rd a n , yozla şm ala rd a n kurtulacak, insanlık y a ra tm a gü cü n ü en g elley en bütün b askılardan arınacaktır. M akina insanlığın eline g e ç in c e onun insan ü stüne hiçbir b a s ­ kısı o lm ay a ca k , aksin e, in sanoğlu nu do ğ an ın o lum su z baskıların ­ dan kurtaracaktır. Doğayı da kurtaracaktır. Tekniğin in sanlığa, d o ­ ğ a y a zararı g e n e teknik tarafından yo k ed ile ce k tir.”

YARGILANMAK Polis, can darm a baskıları altında geçen (bk. Zilli Kurt) gençli­ ğinde, Komünist Partisi kurucusu olduğu öne sürülerek tutuklandı, Kozan Ağırceza M ahkem esi’ nde yargılandı (Nisan-Mayıs 1950). Olay şuydu: Kadirlili bir çocuk, komünizm propagandası yaparken yak a ­

lanmış. Ç o k dövmüşler. O da bildiği bütün adları saymış, Komünist Partisi kurucusu olarak. “ Kurucu” lar arasında arzuhalci Kemal de var! B ir s a b a h c a n d a rm a la r g e lip K e m a l’ in ellerini kelepçelediler. Savcıya, sonra sorgu yargıcın a, o ra d a n da h a p ish an e y e götürdüler. Koğuşların dışındaki bir o d aya koym uşlardı onu. Bir hafta sonra, k asab an ın ağalarıyla ırkçılarının düzenlediği “ m iting” in ardından hapish an en in b asıla ca ğı, arzuhalci Kom ü n ist K e m a l’ in linç ed ile­ ceği haberi h apish an e y e k ad a r ulaştı. C a n d a rm a kom utanı o gün K e m a l’ i ikinci kata, c a n d a rm a d airesine çıkardı. G erçekten de, “ m iting” den son ra kalabalık cezaevi avlusunu doldurdu. C o ş m u ş bağırıyor, yeri g ö ğ ü inletiyorlardı. O da y u k ar­ dan, pe n cered e n bu “ v a tan sev erler” i seyrediyordu. K om u tan , “ v a ­ tan millet sa k a ry a ” nutku çekip K e m a l’ in geceleyin Kozan Ağırcez a ’ sına yollandığını söyleyerek “ y u rtsever” vatan daşları yatıştırıp dağılm alarını sağladı. Bir hafta son ra da Kozan h ap ish an e sin e gön derildi. D ünya­ nın en kötü h ap ish an elerin d en biri. H ap ish an e değil, işkence evi sanki... Ağırceza m a h k e m e s in d e y argılan m ay a başlad ı. Bir süre sonra salıverildi ya, y a r g ıla m a sürdü. S onu n d a aklandı. D u ru şm a ­ dan son ra m a h k e m e b aşkanı o d a s ın a çağırttı onu. Dedi ki: “ Sizi m ah kû m edeyim diye çok baskı yapıldı b ana. Siz Ç u k u ­ rova’da kalmayın. Hem en İstanb u l’a gidin. O rad a , Yeni C a m i’ nin a rk asın d a da arzuhalcilik y ap ar, hayatınızı kazanabilirsiniz. Sizi b u ­ rada ö ldürecekler. Yazık olac ak öldürülürseniz. ‘ B e b e k ’ hikâyesini karım da ok u du . Edebiyattan iyi anlar. M erakından sizi g ö rm e y e m a h k e m e y e k ad a r geldi. Ben d e dilinize, ustalığınıza hayran kal­ dım. B an a söz verin, buralarda d u rm a y a c a ğ ın ız a .” Söz verdi, teşe k k ü r etti. Yıllar sonra m a h k e m e başkanım n ölüm ilânım g a z e te d e g ö r ­ dü, c e n az esin e gitti. V edat G ü n y o l’ la karşılaştılar. İkisi de şaşırdı birbirini g ö rü n c e. M e ğ e r ölen yargıç, Fevzi Boran, Vedat G ü n y o l’ un am ca sıy m ış. Y a ş a r Kem al, Cumhuriyet ga z etesin d ek i k ö şesin e “ Bir Yargıç Ö ld ü ” başlığıyla yazdığı yazıda a d a le t kuru m u n dan söz etti, Fevzi B oran ’ dan söz etti: “ Kozan ve yakınlarındaki halk um u du n u on a bağ lam ıştı. Onun ada le tin e. Hiçbir tesirle, hiçbir çıkar için, onun adaletten şa ş m a y a c a ğ ım biliyordu.” (Zulmün Artsın içinde).

İ N G İ L T E R E ’ D E B B C S T Ü D Y O S U N D A C A N Y Ü C E L ’ LE, 1 9 6 3

Yıllar son ra Ant d ergisin d ek i yazılarından dolayı k ovu ştu rm a­ ya uğradı, yargılandı (19 6 7 -19 6 9 ): Vedat D em ircioğlu ’ nun Teknik Üniversite y ata k h a n esin d en atılıp öldürülm esinin ve öğrencilerin uykudayken co p la n a ra k , yarı çıplak d u ru m d a m a h k e m e karşısına çıkarılmalarının ardından y a ­ y ım lanan “ Kanlı İktidarın Ortakları” , Kanlı P azar’ dan sonra y ay ım ­ lanan “ C a m ile r Kışla O ld u ” başlıklı yazılarından dolayı bu kitapçı­ ğın yazarıyla birlikte Ağırceza M a h k e m e s i’ nde uzun sü re y a r g ıla n ­ dı; b eş yıl sonra aklandı. (Yazılar Baldaki Tuz içinde). Yine bu sıralarda h akkında bir b a ş k a d ava açılmıştı: G e rek çe , Emile B u rn s’ ün Marksizmin Temel Kitabı’ nı çevirm iş, b öylece C eza K a n u n u ’ nun ünlü 14 2 . m a dd esin in dördüncü fıkrasındaki “ k o m ü ­ nizmi ö v m e ” suçunu işlem iş olm asıyd ı. G e rçe kte , o sırada a ske rli­ ğini y a p m a k ta bulunan çevirm enin adını ve rm ek sakıncalı g ö r ü n ­ d ü ğ ü için, Ant Yayınları’ nda çıkan, çevirm enin ta k m a adının kulla­ nıldığı kitabı kendisinin çevirdiğini söyleyip “ s u ç u ” üzerine almıştı Y a ş a r Kem al. 12 Mart M uhtırası’ nın ardından aydınlar, y azarlar h a p is h a n e ­ lere dold uru lu p gü lü n ç d a va la r a çılm a y a başlan m ıştı. Derken, M a­ yıs 1 9 7 1 ’ de “ Balyoz H arekâtı” başlad ı. Radyo, “ teslim o lm a s ı” iste­ nen aydınların, sendikacıların adlarını okudu sık aralıklarla... Y aşa r Kem al, listenin en ön sıralarındaydı. Gidip “ te s lim ” oldu ve bir ay so rgu su z su alsiz D avu tpaşa kışlasında tutuldu. Sonra da hiçbir g e ­ rekçe g ö sterilm ed en bırakıldı. B un dan birkaç gü n sonra Marksizmin Temel Kitabı davası s o ­ nuçlanıyor ve “ çevirm en Y a ş a r K e m a l” on sekiz ay h ap se m ahkû m ediliyordu. Yargıtay bu kararı b ozacak , Emile Burns, çevirm en Y a ­ ş a r Kem al ve çeviri kitap aklan acak lardı. Gelelim son yargılan m ala rın a... Yirmi yazar, 4 Ekim 19 9 4 gü n ü Türkiye G a ze teciler C em iyeti’ nde bir basın toplantısı d ü z en leyerek d ü şü n ce a çık lam a özg ü rlü ­ ğü ön ü n deki engellerin kaldırılmasını, Terörle M ü ca d e le Y asas ı’ ndaki bazı hükümlerin değiştirilm esini istediler. Bu basın t o p ­ lantısına ne yazık ki az sayıda ga z ete ve dergi ile bir Alm an, bir İs­ veç televizyonu ilgi gösterdi. Bunun üzerine, Y aşa r K e m a l’ in ö n e ri­ siyle, bir kitap hazırlanm ası kararı alındı.

Yirmi dört yazarın yazılarını biraraya getiren Düşünce Özgürlü­ ğü ve Türkiye başlıklı kitapta Y a ş a r K e m a l’ in iki yazısı yer alıyordu: “ Türkiye’ nin Üstündeki Kara G ö k y ü zü ” ve “ Zulmün Artsın” . Y a ş a r K em al, “ Zulmün Artsın” başlıklı yazısını (aynı adı ta ş ı­ yan kitap içinde) A lm a n y a ’ daki Der Spiegel d ergisin e de g ö n d erm iş; yazı A lm an cay a çevrilip “ Yalanlar Seferi” başlığıyla yayım lanm ıştı. Yazının kimi bölümleri bir g a z e te d e Y a ş a r K e m a l’ i suçlayıcı başlıklarla verilince kıyam et koptu! “ M ed y a ” nın ve siyasilerin bir kesim i Y a ş a r Kem al için dem ediklerini bırakm adılar. İşi “ Y a ş a r Ke­ mal vatan hainidir” e k ad a r vardıran lar oldu. Yazının b ütün ü n de ne söylüyor, diye araştıran o lm adı. Elbet, onu sav u n a n lara da rastlan­ dı. Derken Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye kitabı toplatıldı, Y aşa r Kem al d e Terörle M ü cadele Y a s a s ı’ nm 8. m add esin i çiğn em ekten Devlet G üvenlik M a h k e m e s i’ ne verildi. 12 Tem m u z 19 9 5 gü nü d u ­ ru şm a la r başladı ve yazarım ız birkaç ay son ra aklandı. Bu a rad a Terörle M ü cadele Y a s a s ı’ nın 8. m add esi değiştiril­ mişti. A m a bu, dışarıya karşı “ y a s a la rd a iyileştirme yapıyoruz; d e ­ m o kra tikleşm e y o lu n d a a d ım la r atıyoruz” gö rü n tü sü verm ekten b aşk a bir yarar sağ lam ıyo rd u . Ve birkaç ay son ra Y a ş a r K em al, “ Türkiye’ nin Üstündeki K a ­ ra G ö k y ü zü ” başlıklı yazısından dolayı bir kez d a h a Devlet Güvenlik M a h k e m e s i’ ne gönderildi. 7 Mart 19 9 6 g ü n ü , ilk d u ru ş m a d a , savcı “ b e ra a t” istedi. Aynı gü n m a h k e m e , kararını açıkladı: 1 yıl 8 ay h a ­ pis cezası, 46 6 bin 666 lira para cezası. Bu ceza, kısa bir d u ru şm a arasın d an son ra, dinleyicilerin sa lo n a alın m ad ığı c e lse d e açıklan ı­ y ordu. M ah k em e, yazarın “ Halkı ırk ve b ö lg e farklılığı göz ete rek açıkça birbirine d ü ş m a n ilân ettiği” s o n u c u n a varm ış ve C ez a Kan u n u ’ nun 3 12 / 2 . m add esin i uygulam ıştı. A m a cezasını erteliyordu; iki yıl içinde aynı “ s u ç u ” bir a d a h a işlerse, ikisinin cezasını birden çekecekti. Karar açıklandıktan sonra Y a ş a r Kem al, tam m a h k e m e ­ nin kap ısına gelm işti ki, geri d ö n d ü , seslen d i: “ Ben d e sizi m ah k û m e d iy o ru m .” Nokta dergisinin an latım ın a g ö re Y a ş a r K em al, romanlarıyla n erede kesişip n ered e ayrıldığını kestirm enin g ü ç o ldu ğu renkli h a ­ yatına b i r d e “ b ölü cülü k ” sığdırmayı başarm ıştı.

Y argıtay’ ın kararı o n a m a s ın d a n sonra Y a ş a r K em al, Avrupa İnsan Hakları M a h k e m e s i’ nde d ava açtı ve davayı kazandı!

Z İl l İ K u r t Gençliği Ç u k u ro v a ’ da solu k ald ırm az polis, c a n d a rm a b ask ıla ­ rı altında geçti. Ortaokulun ikinci sınıfından beri A d a n a ’ daki sosyalistler a r a ­ sındaydı. S osyalist işçi liderler, eski tüfekler, g e n çler... Daktiloyla yazılmış ya da Atatürk d ö n e m in d e b asılm ış sosyalist klasikler elden ele dolaşırdı. Artık yasaktı bunlar. O lan ca şiddetiyle süren İkinci Dünya S a v a ş ı’ nı d ah a çok yab a n cı radyolardan izlerlerdi, dil bilen­ ler vardı içlerinde... “ S o lc u ” oldukları için sıkıyönetim in A d a n a ’ya s ü rgü n e gön d erd iği A rif Dino ve Abidin Dino ile sık sık g ö rü ş m e k , h ap ish an e d e n çıkıp ge lm iş Orhan K e m a l’ le dostluk kurm ak bile y e ­ terdi bir insanı “ m im le m e y e ” ... A d a n a ’da azılı ırkçılar, solcu d ü şm an ları da vardı. A ğ a la r d e s ­ tekliyordu bunları. Bu çevre “ c a s u s ” ilân etti, “ k o m ü n ist” ilân etti K e m a l’ i. P o lis-can darm a baskısı bund an son ra başladı. İlk kez 1 9 4 3 ’te düştü karakola. A d a n a P am u kpazarı karak olu n ­ d a on gün tuttular. Bir k a rab a sa n y aşa d ı... Bir işe girip izini yitirtiyordu, bir hafta on gü n sonra g e lip işten çıkarttırıyorlardı. Belki otuzdan fazla işe girdi çıktı, birkaç yılda. Batos ırgatlığı yapıyordu g ü n d e on beş saa t, kırk-kırk beş d e re c e sıcak altında, o ra d a bile rahat bırakmıyorlardı. Yalnızca traktör sü rü cü lü ­ ğü y ap ark e n izini b ulam adılar. G id ere k d a h a da azıttılar. Her gün telsiziyle R u sy a ’yla ko n u ştu ­ ğu d e d ik o d u su n u yayıyorlardı. Evi sık sık basılıyor, telsiz aran ıyo r­ du. B i r d e her b ask ın d a, evde ne k ad a r yazılı kâğıt bulurlarsa g ö t ü ­ rüyorlardı. Ç o ğ u sarı defterlere yazılmış folklor derlem elerinin b ü ­ yük bir b ölüm ü böyle gitti. İlk rom an d e n e m e s i Demir Kazık böyle gitti. Adı “ Kom ünist Kör K e m a l” e çıktı. S o n u n d a, kim seye bağımlı olm ad a n arzuhalcilik y a p m a y a b a ş ­ ladı. Biraz rahat e d e r gibi oldu. Edem edi. 19 5 1 N isan ın da tutuklan-

Fo t o ğ r a f : E r g u n C a n d e m í r - T e m p o

__

5b

Kİ TAP - L I K A DAN Z' YE

dı. ö n c e Kadirli, so n ra Kozan h a p is h a n e s in d e yattı (Bk. Y argılan ­ mak). Kozan h ap is h a n e s in d e k o ğ u ş a girerken eşkıya Hilmi, ken d i­ sini karşılayıp dem işti ki: “ Senin ailen b an a çok yardım etti. H aya­ tımı kurtardı, d e s e m d oğ ru d u r. A m a bu h a p is h a n e d e tek dü şm an ın b enim . Ben den kork. Katillikten, hırsızlıktan, ırza g e ç m e k te n düşseydin, b aşım üstünd e yerin vardı. Şim di, beni b e k le .” O korkunç h a p is h a n e d e Hilmi tarafından bıçaklandı. Bir ay son ra da çıktı, ar­ dından aklandı. Çıktı ve aklandı y a, bu kez d e arzuhalcilik y a p m a ­ sını engellediler. İstan bu l’ a canım atıp kurtulm asaydı, ya bir cin a ­ y ete kurban gid e c e k , ya da “ zilli kurt” gibi açlıktan ölecekti. “ Zili Kurt” hikâyesi, kendi anlatım ıyla, şudur: “ Doğu A n ad o lu ’ da koyun sürülerine, koyun d a m ların a kışın acıkan kurtlar girer, koyunlara saldırırlar, bir koyunu alıp g ö tü r­ mezler, bütün bir sürüyü ısırırlar, y aralarlar, parçalarlar kaçarlar. Kurdun dişleriyle yarala n m ış koyunlar iflah olm az, ölürlerm iş en in ­ de s o n u n d a. İşte böyle köye kurt girdiğinin sab a h ı köylüler atlan ır­ lar, kurtların ardına düşerlerm iş. Kurdu, kurtları yakalayınca fiske bile vurm azlar, s a ğ la m bir zincirle, k opm az kirişle kurtların b o ğ a z ı­ na birer zil ta k a r onları bırakırlarmış. Kurtlar kurda kuşa, hiçbir canlıya, koyuna keçiye, e ş e ğ e , d a n a y a , hiçbir yaratığ a y ak la şa m a z lar, açlarından ö lürlerm iş.” Kıssad an hisse: “ İşte Türkiye C umhuriyeti hükümetleri bu kurt m eto du n u köy­ lülerden ö ğ re n m iş, her h oşu n a gitm eyen insanın b o yn u na bir zil t a ­ kıp bırakıyordu bozkıra. G e n ç liğ im d e b o yn u m d a hep zil oldu. Arka­ daşlarım ın da. İşte yazılacak roman b u d u r.”

kitap-lık

K İ T A P - L I K

D E R G İ S İ N İ N

A R M A Ğ A N I D I R